K-9

1965 Words
''Açın şu kapıyı artık. Bu yaptığınızın bedelini ödeyeceksiniz.'' Aynadan duvarlara attığı yumruklar tekmeler tek bir çatlak bile oluşturmuyordu. ''Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Böyle hapsetmek kolay tabi sıkıyorsa karşıma çıkın.'' Bir tekme daha atıp bağırmaktan ağrıyan boğazıyla yere çöktü. Kaç gün olduğunu hesaplayamıyordu. Sadece belli aralıklarla kapı açılıyor ve yemek veriliyordu. Verilen yemek sayısına göre hesaplamaya çalıştı ama emin olamıyordu. Üç günden fazla olmalıydı ama beş günü geçer miydi kestirmesi güçtü. Sırt üstü yere uzandığında dudaklarına yerleşen ıslık duyulmaya başladı. Olacak elbet olacaktı boş yere düşünüp kafa yormaya gerek yoktu. Bu düşüncesinden de vazgeçip tekrar kalktı ve bir kez daha aynayı yumruklamaya başladı ve o anda daha önce olmayan bir şey oldu. Aynada belirmeye başlayan görüntüler ile birkaç adım geri attı. Görüntüleri anlamaya çalışırken beynini kafatasını kırıp dışarı çıkacakmış gibi hissediyordu. Geçmişine ait sayısızca anı aynalarda belirip kayboluyordu. Yavaşlayan anıda görünen iki yüze yaklaştı ve parmakları aynanın üzerinde durdu. Kahverengi renkteki su vahşiydi. Önüne çıkan her şeyi yıkıp geçiyordu. Sürüklenen arabaları bu suyun içinde hafif bir çöp gibiydi. Küçük çocuğun bedenindeki kollar güven vericiydi ama yine de ağlıyordu. Yolu kapayan kayaya çarptıklarında şiddetle öne savruldular. Kadın ''Arif!'' diye bağırırken adam hemen kendini toparlayıp arka koltuktaki oğlu ve karısına baktı. ''Korkmayın.'' dese de kendi korkusu gözlerinden yüzüne yayılmıştı. ''Araçta kimse var mı?'' dışarıdan yükselen sesle Arif arabanın camını aralayıp bedenini yarısını yukarı çekti. Etraflarında akan su aralanan camdan sızıntı halinde dolmaya başlamıştı. ''Buradayız. Yardım edin. Çocuk var.'' Küçük çocuk annesinin kollarının arasına daha çok sokuldu. Annesi sürekli ''korkma,'' diyordu ama o yine de korkuyordu. ''İp atıyoruz yakala.'' Yabancı sesin ardından babasının hareket halindeki bedeni arabayı olduğu yerden oynattı. Arabanın içine elinde bir iple geri döndü. ''Gencay, oğlum gel.'' diyerek annesinin kollarına sığınmış çocuğa elini uzattı. ''Babana git hadi.'' Annesi kollarını geri çekip babasına doğru ittirdi. Küçük çocuk babasının elinden tutup ön koltuğa geçtiğinde beline bağlanan ipe atılan düğümü seyretti. ''Önce sen gideceksin sonra biz arkandan geleceğiz.'' ''Gitmem. Siz de gelin.'' diyen küçük çocuk bir kez daha ağlamaya başladı. ''Olmaz oğlum. Hepimiz aynı anda gidemeyiz. Önce sen git, sonra annen gelecek. Hem orada ben gelene kadar anneni koruyacak biri olmalı.'' Küçük çocuk akan burnunu koluna sildi ve babasının belinden tutup arabadan dışarı çıkarmasına izin verdi. Annesinin ''Sakın korkma oğlum.'' diyen sesini duydu. Babası ''Oğlumu kurtarın.'' diye bağırdı. Belinden çekilen iple suyun içine girdi. Sertti, soğuktu ve taşıdığı taşları bedenine çarpıyordu. Suyun içine batan bedeniyle daha çok korktu. Sürükleniyordu ama aynı zamanda çekiliyordu. Kolundan birinin tuttuğunu hissetti ve sonra ayakları toprakla buluştu. Her yerinden çamurlu su süzülüyordu. Etrafını saran adamlar ''Sakın korkma.'' diye teselli etmeye çalışıyorlardı. Suyun ortasındaki araca baktı. Anne ve babası hâlâ oradaydı. Yanındaki ''ipi atıyorum.'' dedikten sonra bütün gücüyle ipi savurdu ama gitmesi gereken yere ulaşamadan araç takılı kaldığı kayayı aşıp sürüklendi ve tamamen gözden kayboldu. Küçük çocuk bağırarak arabanın arkasından koştu. Suya düşmek üzereyken yakalayan eller gitmesine izin vermedi. Gencay elini geri çektiğinde gözünden yaş aktığını fark etti. Bu olanlar yaşanılırken çok küçüktü ama yine de hatırlıyordu. O büyük selde onlarca insan ölmüştü ve anne babası gibi birçoğunun cesedi bile bulunamamıştı. Yanağında asılı kalan yaşı eliyle sildi. ''Bunu neden yapıyorsunuz?'' diye fısıldadı ama sonra sesi yükseldi. ''Nasıl bir deney yapıyorsunuz bilmiyorum ama bundan vazgeçin.'' Bu insanlar kimdi? Anılarındaki bu gizli görüntüleri alıp bir aynaya nasıl yansıtmışlardı? Aynada geçmişine ait yüzlerce görüntü belirip kayboluyordu. İçlerinde en uzun kalan anne ve babasının ölüm anıydı, sonrasında ise amcasının yetimhaneye bıraktığı zamandı ama bu canını yakmamıştı. Anne ve babasının ölümüne üzülüyordu ama sonrasını puslu görüntüler arasında hatırlıyordu. Ağlamasını eline verilen bir oyuncak ve şekerle susturmuşlardı. O zaman bunlara kanacak kadar küçüktü ama bu olayın ona öğrettiği tek şey kimseye güvenmemesi gerektiğiydi. Babası geleceğiz deyip gelmemişlerdi. Onların elinde değildi biliyordu ama yine de bir yanı hep kızgındı, söz vermişlerdi gelmeleri gerekirdi. Bu düşünceleriyle bir kez daha aynı görüntüleri gördü ve hissettiği öfkeyle aynayı defalarca yumrukladı. Elinden kan akmaya başlamıştı ve derin yaralar vardı. ''Neden gelmediniz ki? Neden beni o arabadan çıkardınız.'' Bağırırken etrafa tükürükleri saçılıyordu. ''Birlikte ölürdük. Ben de bu hayatı yaşamazdım.'' Yavaşça duruldu ve sırtını aynaya dayayarak yere oturdu ama görüntüler dört bir tarafını sarmıştı. Kaçışı yoktu ki kaçmak da istemiyordu. Yüzlerini bile unutmaya başlamışken onları bir kez daha görmek özlemini biraz olsun gidermişti. Görüntüler değiştikçe yaşadıklarını film izler gibi izlemeye başladı. Hepsinde sokaklardaydı. Ya birilerinden dayak yiyor ya da o dayağı atan kendi oluyordu. Belli bir yaştan sonra sokaklarda iş yapan herkese yaka silktiren birine dönüşmüştü. İnsanların işine karışan, sevmediklerinin her işini batıran ve para için kimseye acımayan biri olmuştu çünkü bu hayatta ona acımamıştı. Görüntüler durmadan döndü, döndü ve döndü ama genç adamda değişen hiçbir şey yoktu. Ailesini gördüğü ilk anda kapıldığı özlem seli de yerini dinginliğe bırakmıştı. Ölüm de yaşam kadar gerçekti hatta yaşamdan daha gerçekti. İnsanlar üzülürdü, yas tutardı ama nefes aldıkça hayatlarına devam ederdi. Gencay'ın da yaşadığı buydu. Üzülmüştü, yas tutmuştu ama kabullenmişti. Hayatında şunu neden yaptım diye pişmanlık duyduğu hiçbir şeyi yoktu. Görüntüler sürekli değişiyordu artık anne ve babasının görüntüsü bile yavaşlamıyordu. Ellerini alnına dayadı ve derin bir nefes aldı. ''Gerçekten bu nasıl bir deney? Çok sıkıcısınız!'' Başını tavana kaldırdı. ''Beni gören, duyan var mı? Çok sıkıcısınız.'' Görüntüler bir anda hiçliğe karıştı ve aynadaki aksine baktı. Alnına dökülen saçlarını eliyle geri itti. ''En azından artık beni izlediğinize eminim.'' Gülümsemesi genişledi. Aynalı kapı esen rüzgârla açılırken içeri giren yardımcı öğreticiye baktı. Öğretici yeşil kıyafetlerinin içinde ciddiyetle bakıyordu. İçeri girdiğinde kapı arkasından kapandı. Elleri göğsünde birleştirilmişti. ''Neden intihar ettin?'' Sorusu emir verir tondaydı. Gencay'ın kaşlarından biri havaya kalktı. ''İntihar? Kim, ben mi?'' ''Odada senden başkası var mı Henn?'' Öğretici öfkeyle bir adım attı. ''Neden intihar ettin?'' ''Adım Henn değil Gencay ayrıca neden intihar edeyim ki?'' Esen rüzgâr genç adamı arkasındaki aynaya sabitlerken odada dolanan melodi ıstırap vericiydi. ''Burada isimler yoktur. Sen sadece bir hennsin ve biri sana henn derse bakmak zorundasın. Ve son olarak intihar etmeseydin şuan burada olmazdın.'' Melodi sustuğunda Gencay eliyle alnını ovdu. Duyduğu müzik olmaktan çok uzaktı. ''Ben intihar falan etmedim.'' ''Gerçekten intihar etmemiş bile olsan bir insanın hayatında mutlaka pişmanlıkları vardır ama sen işe yaramaz bir kusursuzsun. Sen bir çıkıntısın.'' Gencay bir kez daha gülümsedi. ''Çıkıntı, sevdim bu ismi.'' Hızla açılan kapıyla yardımcı öğreticinin sesi yankılandı. ''Görevliler!'' İçeri giren iki adam gelecek emri bekliyordu. ''Bu çıkıntıyı alın sessiz odaya götürün ve hakkındaki kararın çıkmasını bekleyin.'' Gencay sürüklenerek götürülürken bu olanlardan sonra başına daha neler gelecek merak ediyordu. Karanlık odaya bırakıldığında içeride hiç ses olmadığı dikkatini çekmişti. Bağırıyordu ama ses çıkmıyordu. Ellerini birbirine vuruyordu ama yine ses yoktu. Oda bir sünger gibi emiyordu. Çıkıntı her ne demekse burada anlamının iyi olmadığına emindi. Olanlar çok geçmeden Koruyucu'ya iletilmişti. Koruyucu haberi getiren yardımcı öğreticiye ateş saçan gözlerle bakıyordu. ''İntihar etmeyen birinin burada ne işi var?'' Yardımcı öğretici kekelemeye başladı. ''Bilmiyorum efendim.'' Arkasında bıraktığı rüzgârla odadan çıkan Koruyucu sessiz odaya adımladı. En son ne zaman bir çıkıntının geldiğini hatırlamıyordu ve onu görmek istiyordu. Yürüdüğü koridorda yankılanan bastonunun sesi korku salmaya devam ediyordu. Daha varmadan sessiz odanın kapısı gürültüyle açıldı ve geleni beklemeye başladı. İçeri adım attığında Gencay hissettiği korkuya engel olamıyordu. Evet, korkuyordu ve bu pek hissettiği bir duygu değildi. Adımları kendinden bağımsız ilerledi ve bu garip adamın önünde durdu. Neden ondan bu kadar korkmuştu ki? İlk gördüğünde de aynı korkuyu hissetmişti. ''Ayna getirin.'' dediğinde çok geçmeden bir boy aynası getirildi ve Koruyucu karşısındakini bu aynaya çevirdi. Odada değişik ritimlerde bir melodi duyulmaya başlandı ve bu melodiyle aynada akmaya başlayan görüntüler hızlandı. Gencay bu görüntülere artık aşinaydı ama yabancı olduğu şey çalan melodiyle görüntüler bağlantılı gibiydi. Bu görüntüleri aynalı odada izlerken hissetmediği şeyleri hissetmeye başlamıştı. Birini dövmek ona suçluluk hissettirmezdi ama şimdi hissediyordu ya da dövüldü için hiç gururu kırılmamıştı ama şimdi utanıyordu ve en kötüsü anne ve babasının ölüm anı daha da acı verici olmuştu. Görüntüler melodi ile birlikte son bulduğunda dizleri üzerine çöktü ve hissettiği yoğun duyguların arasında kayboldu. Koruyucu sessiz odadan çıkarken son sözünü söyledi. ''Çıkıntı, istesem seni kolaylıkla henn yapabilirim ama uğraşmaya değmezsin. Yeşil ormanda infaz edin.'' Gencay son sözleri duymuştu ama biraz önce hissettiklerinden sonra söylenen kelimeler çok anlamsız geliyordu. İnfaz edin demişlerdi. Çok mu önemliydi ölmesi? Bugüne kadar yaptıkları, dolandırdığı insanlar, dövdükleri, çaldıkları hepsi çok normalmiş gibi gelmişti hep ama şimdi farklıydı. ''Kendine gel.'' Başucunda konuşana baktı. ''O bana ne yaptı?'' ''Artık bunun bir önemi yok. Yürü gidiyoruz!'' Kolundan tutup çekildiğinde direnmeden itaat etti. Uzun koridorlardan geçtiler ve son kapıdan çıktıklarında güneş ışıkları yüzlerini yaladı. Uzun süredir güneş görmediği için elleriyle yüzünü kapadı ve bir süre öyle bekledi. Gözleri ışığa alıştıkça elini indirip etrafına bakma imkânı buldu. Aynı tarz evler yan yana sıralanmışlardı ama tek fark kendi dünyasına hükmeden beton binalardan değil hepsi yeşilliklerle dolu bahçe içinde müstakil evdi. Yerler temizdi tek bir çöp kırıntısı yoktu ve yerleri döşeyen taşlar o kadar güzel yerleştirilmişti ki ne bir çıkıntı ne bir çatlak barındırıyordu. Gökyüzü aynı maviydi bulutlar aynı beyazdı. İçerisinin laboratuvar olduğuna oldukça emindi ama gördüğü yerlerin farklı bir büyüsü vardı. Önlerinde duran arabanın kapısı açıldığında omzundan iten eller arabaya bindirmeye çalışıyordu. İçeride hissettiği duygular yavaşça yok olmaya başlamıştı ve eski benliğine geri dönüyordu. Her zaman olduğu gibi yine zihninde kırk tilki kuyruklarını birbirine değdirmeden dolaşmaya başlamıştı. Omzundaki eli hızla geri çevirdiğinde bileğin çatırtısını duydu. Diğerinin karnına tekme attı. Karşısındakilere verdiği acıya aldırmadan koşmaya başladı. ''Aptallar! Bir ilkel yaratığa sahip çıkamadınız. Yakalayın çabuk.'' Bunu söyleyen onunla ilgilenen yardımcı öğreticiydi. Bileğini kırdığı asker ve eşlikçisi Gencay'ın arkasından koşmaya başladı. Genç adam koşarken önündeki yolları ayırt etmeye çalışıyordu. Sağa kıvrılan bir dönemeç ve düz giden anayol. Hangisinden gideceğine hemen karar vermeliydi. Arkasından gelenlerle arasını açmıştı. Önsezilerine hep güvenmişti yine öyle yapacaktı. Kurtulduğuna olan inancı tamdı. Sağa kıvrılan yola girmeden arkasını dönüp kovalayanlara orta parmağını gösterdi ve koşmaya devam etti. Ta ki görünmez duvara çarpıp geri fırlayana kadar. Neye çarptığını anlayamadan kalkıp devam etmek istedi ama görünmeyen duvar bir kez daha engel oldu. Yolunu değiştirmeye çalıştı ama sonuç aynıydı. Dört biryanı görünmez duvarla sarılmıştı. Camdan kafeste hapsolmuş gibiydi. Arayı kapatan askerler yüzlerindeki ölümcül gülümseme ile acele etmeden yaklaştılar. ''Bu ilkel canlılar bizlerin rüzgârlarından ve melodisinden kaçabileceklerini sanıyorlar.'' ''İnfaz öncesi kırılan bileğimin intikamını almam gerek.'' Gencay'ı yakalayıp bekleyen arabaya doğru sürüklemeye başladılar. Genç adam kurtulmak için çırpındı ama nafileydi. Arabanın içine fırlatıldığında alnını demir kapıya vurdu. Akmaya başlayan kanın sıcaklığını hissediyordu. Bileklerinin etrafında dönmeye başlayan rüzgârı görebiliyordu. Karşı koymayı denedi ama bu küçük rüzgâr fırtınaya dönüp bileklerini birbirine kenetledi. Bu güçlü esen rüzgâra karşı yürümek gibiydi ama tek fark sadece bileğinin etrafında dönüyor olsa da karşı koyamayacağı kadar güçlü olmasıydı. Uzun bir yol gittikten sonra duran arabadan indirildiğinde kendini yeşil bir ormanda buldu. Yeşilliklere bürünmüş ağaçlar ve yeşil çimenlerle sarılmış toprak her yere sadece yeşil hâkimdi. Dizleri üzerine çöktürüldüğünde artık başına gelecekleri kabullenmişti. ''Sence öldürmeden önce nasıl intikam alsak?'' Bileği kırılan asker eşlikçine bakarak gülüyordu. ''Eşlikçi cevap vermeden sadece elini salladı ve Gencay hissettiği acıyla istemsizce haykırdı. Omzunda derin bir kesi açılmıştı ve kanıyordu. Bunu nasıl yaptıklarını anlayamıyordu ama artık merak da etmiyordu. ''Ah, anladım.'' diyen bileği kırık asker yelpaze sallar gibi elini sallamaya başladı ve dizleri üzerindeki adam bedeninde hızla açılan yaraların verdiği acılarla yere devrildi. Üzerindeki kıyafetler sadece birkaç saniye içinde kanla kaplanmıştı. Bileğinin üzerindeki ağırlıkla dudaklarından daha acı bir feryat yükseldi. Bileğini kırdığı asker intikam için aynı yolu denemeye kararlıydı. Kalın botuyla bileğine bastığı an çıkan çıtırtı birkaç kuşu kaçırdı. ''Bu yaptıklarınızın hesabını bir gün vereceksiniz.'' Sözler genç adamın dudaklarından fısıltı olarak çıkmıştı ama diğerleri duymuştu. Saçlarından kavrayan eller başını kaldırdığında kanlarla kaplı gözlerini zorlukla açtı. ''Öyleyse bile bunu sen göremeyeceksin.'' Arkasında bekleyen eşlikçisine döndü. ''Yerry şu senin özel melodini söyleme zamanı geldi bence.'' Yerry gülümseyerek dudaklarını büzdü ve havaya üflemeye başladı. Çıkan ses insanlar için yoktu ama yer altında sürünen bütün böcekler için en güzel çağrı melodisiydi. İki asker yerdeki yaralı adamdan birkaç adım uzaklaştığında toprağın altında oluşan kıpırtılar hissedildi ve yavaşça yeşil çimenlerdeki bütünlük bozuldu. Yer altından akın eden çeşitli böcekler kan kokusuna doğru ilerliyordu. Askerler arkalarını dönüp giderken Gencay bedenini sarmış böceklerin yaralarından içeri girdiklerini acıyla hissediyordu ve öylece bilmediği bir yerde, kimsesiz ölüme terk edildi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD