Oturduğu yerde düşünüyordu. Olduğu yere nasıl geldiği tam bir muammaydı ve sadece sonu ve gerçekliği olmayan tahminlerde bulunabilirdi. Şuan yapması gereken tek şey nasıl hayatta kalacağını bulmaktı. O kadın ne demişti? 'Uyumlu olmayan ölür.' Gibi bir şey söylemişti. O zaman yapması gereken şey uyumlu olması mıydı? Başını aynaya dayayıp uykusuzluktan morarmaya başlayan gözlerine baktı. Yalnız da olsa huzurlu bir hayatı vardı. Doktor olmasına çok az bir zaman kalmıştı. Diplomasıyla annesinin ve babasının mezarını ziyaret etmek en çok istediği şeylerden biriydi. Hatta Ufuk'la bile barışmayı deneyecekti. Ortadaki yanlış anlaşılma canını yakıyordu. O anne katili değildi bunu aklından bile geçirmemişti. Aynalı kapı açılmaya başladığında dışarıdan bir ses içeri süzüldü. ''Yeni gelenler arasında çıkıntı varmış.'' ''Gerçekten mi? Görmek isterdim.'' Çıkıntı kelimesi tanıdık geliyordu. Gözlerini açtığı ilk günü hatırladı. Odada özgüveni yüksek bir gence bu söz söylenmişti ve uyum sağlamazsa öleceği belirtilmişti. Tan zekiydi. Küçük parçalar arasında bağlantı kurmak en iyi yaptığı şeylerden biriydi ve belki de ülkenin en iyi doktorlarından olacaktı ama kader ona başka bir yol çizmişti. İçeri giren yeşil kıyafetli kadına baktı. Hep aynı kişiydi. Elindeki tepsiyi yere bırakıp gittiğinde genç adam yavaş hareketlerle oturduğu yerden kalkmadan dizleri üzerine süründü ve tepsiye uzanıp kendine çekti. Bu yemeği garip bir şekilde sevmişti. İçinde siyah fasulyeye benzer taneler ve yosun gibi kırmızı ağızda dağılan bir sebze vardı. Görüntüsü kötüydü ama tadı güzeldi. Sürekli aynı yerde yapacak hiçbir şey yokken yemek yemek bile büyük bir olaydı. Acele etmeden yavaşça yemeye başladı. Acele etse olacak tek şey yemeğinin erken bitmesi ve bir kez daha boş uğraşsız kalması olacaktı. Ne kadar oyalanırsa oyalansın yine de yemeği çok geçmeden bitti ve açılan kapı bu kez boş tepsi içindi. Tekrar yalnız kaldığında zemine uzandı. Garip bir şekilde yerden soğuk değil sıcak yayılıyordu. Sanki birileri her daim sağlıklı kalmaları için uğraşıyordu. Uyumak üzereyken aynalarda oluşmaya başlayan görüntülerle yattığı yerden kalktı. Şaşkınlığını üzerinden atması uzun sürdü. Görüntüler kendi hayatına aitti. 'Gerçekten de bizler birer deney için mi seçildik? Aksi hâlde bütün hayatımın görüntüleri nasıl ellerinde olabilir?' diye düşündü ama sessizliğini korumaya devam etti. Görüntüler yavaşladı ve tek bir anda asılı kaldı. Aynaya uzanan eli salonda koltukta uyuyan babasının yüzüne dokundu. Her bir ayrıntısını hatırladığı o gece birçok şeyin sonu olmuştu. Annesi doğum yapan arkadaşının yanına gitmişti ve ikizlere bakmak babasının göreviydi ama uyuyakalmıştı. Ufuk mutfakta bulduğu kibritlerle oynuyordu ve kendisi de biraz ötede resim yapıyordu. Elindeki kibritleri yere bırakıp koşarak mutfağa gitti ve yerde sürükleyerek piknik tüpünü getirdi. Kardeşine ''Bak şimdi ne yapacağım.'' dediğinde Tan engel olmaya çalıştı. ''Hemen bırak yoksa babamı uyandırırım.'' Ufuk gözlerini kısarak ikizine baktı. ''Eğer uyandırırsan ben de arabanın lastiğini patlatanın sen olduğunu söylerim.'' Tan elindeki boya kalemini bıraktı. ''Yalancı, o lastiğin altına çivileri koyan sendin ve bunu söylersem bütün resim defterlerimi yakacağını söyledin.'' ''Evet, ama kimse bunu bilmiyor. Şimdi o çeneni kapat.'' ''Yapma çocuklar ateşle oynamaz bu çok tehlikeli.'' Tan gidip kibritleri almaya çalıştı ama kardeşi güçlü bir şekilde itince yere düşüp başını koltuğun kenarına vurdu. Başındaki ağrıdan dolayı sonrasını net hatırlamıyordu ama görüntü netti. Ufuk tüpün gazını açtı. Kibritleri uzaktan yakarak atıyor ve tüpü yakmaya çalışıyordu. Bunu defalarca denedi ve bu zamanda gaz yavaşça etrafa yayılmaya başladı. Son kibriti attığında tüp büyük bir gürültüyle patladı. Nereden geldiğini anlamadığı bir eşya parçasının babasının üzerine düşüşünü gördü. Bunu patlamayla uzağa fırlayan Ufuk'ta görmüştü ve babası hiç uyanmadı. Göğsünden kanlar akıyordu. Tan bacağına düşen ağırlığı tüm gücüyle itti ama kaldıramayınca ayağını çekmeye çalıştı. Ağırlıktan kurtulduğunda bacağındaki deri soyulmuştu. Evin içini saran alevler terlemesine neden oluyordu ve sıcaklığı fazlasıyla hissediyordu. Ayağındaki ağrıyla topallayarak kardeşine doğru gitti. Onunda her yerinde kan vardı. ''Kendine gel, kalk.'' dedi ama bakışlarını babasına sabitlemiş öylece duruyordu. Küçücük bedeni kaldırabileceğinden çok daha fazla yükü kaldırdı ve kardeşini koltuk altlarından tutup aksayan bacağıyla sürüklemeye başladı. Dış kapıdan çıktıklarında ikinci bir patlama daha oldu ve sonrasında gözlerini hastanede açmıştı. Bu hayatında yaşadığı en korkutucu andı. Ufuk gerçeği asla öğrenememişti, o geceye dair bir şey hatırlamıyordu ve sonrasında Tan'da iki yıl süren psikolojik tedavi almıştı çünkü her gece odasında göğsü kanayan babasını görüyordu ve sonra derisi sıyrılmış bacağı bir kez daha ağrımaya başlıyordu. Görüntü yeni baştan başladığında birkaç adım geriledi ve odanın diğer köşesinde yatan babasını gördü. Eliyle yüzünü kapadı. ''Hayır, bu gerçek değil.'' diye birkaç kez tekrar etti ve o anda attığı adımla birlikte bacağında şiddetli bir ağrı hissetti. Yere çöküp dizlerini karnına çekti ve başını dizlerine gömdü. Düşünceleri hızlıydı. 'Kendine gel Tan gördüklerin gerçek değil. On yaşındaki o çocuk değilsin kocaman adam oldun artık.' İleri geri sallanıyordu. 'Korku salan o adam ne demişti; intihar etmemişlere yer yok. Buradaysan intihar etmen gerek. Düşün Tan düşün.' Ne olduğunu anlaması gerekiyordu yoksa hissettiklerinin altından kalkabilecek güce sahip değildi. 'Sana bu görüntüleri göstermelerinin bir nedeni var. Kardeşim ölmem için bana yüksek dozda uyuşturucu verdi sonra burada uyandım. Aradaki bağlantıyı bul. Acele et zaman yok acele et.' Başını dizlerinden geri kaldırdığında görüntüler hâlâ devam ediyordu ve kurtuluşunun anahtarı için zihni durmadan çalışıyordu. Parçalar bir yapboz parçası gibi birleşti birleşti ve sonradan resmi bütün olarak görmeye başladı. 'Yüksek dozdan intihar ettiğimi düşünüyorlar bu yüzden buradayım ve uyum sağlamam gerek ama nasıl?' gözleri parıldadı. 'Tabi ya görüntülerle intihar etme sebebimi bulup bana karşı kullanacaklar. Kardeşimi kurtardığım için intihar etmem ama ya o yangını ben başlattıysam ve babamı öldürdüğüm için bu travmayı atlatamadıysam?' Oturduğu yerden kalkıp gözlerindeki yaşı sildi ve görüntülere yaklaştı. 'Ben Ufuk'um, Ufuk'ta Tan aramızda hiçbir fark yok. Şimdi uyum sağlama zamanı.' Görüntülere bakıyordu ama devamında ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Sonra Ufuk'un yaptığı şeyi kendisi yapsaydı ne hissederdi diye düşünmeye başladı ve bunu gerçekten yaptığını düşündü. Beyni bunu gerçekmiş gibi hissetmeye başladığında yapması gerekeni biliyordu. Görüntüdeki kibritle oynayan çocuğa vurmaya ve küfretmeye başladı. Bu aslında kendi ruhuna iyi gelmişti kardeşine yılların öfkesini kusuyordu. Aynı şey defalarca tekrarlandı ve yorgun düştüğünde dizleri üzerine çöktü. Ne kadar yangını kendisi çıkarmadıysa da o yaşananlar onun içinde korkunçtu ve izledikçe bu korku tazeleniyordu. Elini kibriti çakan çocuğa uzandığında güçsüz sesi ''Yapma!'' diye yalvardı ve kararan görüntülerle kendinden geçti. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Kendine geldiğinde beyni patlayacak gibiydi. Aynı acıyı bu kadar yoğun yaşamak ağır gelmişti. Görüntüler bir kez daha başladığında mantık ruhunu terk etmişti. Görüntülerdeki küçük Ufuk'a doğru koştu aynaya çarpıp yere düştü. ''Senin yüzünden, her şey senin yüzünden.'' durmadan bağırıyordu. Yaşadıklarına sebep olan ikizine hissettiği öfke o kadar yoğundu ki burada olsa onu öldürebilirmiş gibi hissediyordu. Açılan kapının sesini duymadı. Yanına yaklaşan yardımcı öğretici gördüklerinden memnundu. ''Yanındakine güven Henn sana acı veren olaylara ve insanlara değil.'' Tan duyduğu sesle irkildi ve mantığı geri gelmeye başladı. Şimdi ne olacaktı? Görüntü baştan başladığında bir gariplik vardı. Ufuk yerine yangını kendisi çıkarıyordu ve onu yangından yanındaki kadın kurtarıyordu. Aklını kaybetmek üzereydi. Bir adım geri attığında ayağında yine ağrı hissetti. ''Sadece yanındakine güven Henn.'' Görüntü bir kez daha başladı. Tan sahte onu yani Ufuk'u öldürmeye çalışıyordu ve kadın bir kez daha onu kurtardı. ''Sadece yanındakine güven Henn.'' Görüntü bir kez daha başladığında Tan gördüğü resmi daha da netleştirmişti. İntihar edenlerle yaptıkları buydu. Çektikleri acılarla delirme noktasına getirip görüntüleri nasıl olduğunu anlamasa da istedikleri gibi değiştirip kendilerine güvenmelerini sağlıyorlardı. Bir olay size intihar ettiriyorsa çok acı çekiyorsunuz demektir ve acıdan kurtulmak için ölüme sarılan biri kolaylıkla bu acıdan kurtulmak için bir insana da tutunabilirdi. ''Sadece yanındakine güven Henn.'' Görüntü bir kez daha başladığında Tan'dan bir kez daha yanındaki kadın kurtardı. ''Sadece yanındakine güven Henn.'' Görüntü bir kez daha başladı ve bu defa Tan önünde diz çökmüştü. Yanındaki kadın nereden geldiğini anlamadığı kendi dünyasına ait bir silahı eline tutuşturdu. ''Henn canını yakana değil yanındakine güven.'' Ne yapması gerektiğini bir şekilde biliyordu ve silahı kaldırıp ateşledi. Patlayan silahın sesini duydu ama kurşun yoktu. Yine de görüntüdeki Tan'ın cansız bedeni yere düştü. Tan olanları kavramakta zorlanıyordu. Görüntüler başladığında Ufuk'un yerine geçmişti çünkü yangını başlatan oydu ama bir şekilde sonunda görüntülerde yangını başlatan Tan'a yani kendisine dönmüştü ve sonrasında sanki Ufuk'u bilerek öldürmeye çalışıyordu. Eğer, gerçekten suçluluk duygusu olsaydı bu görüntülere içtenlikle inanacağını biliyordu. Tüm olanları nasıl bu kadar değiştirip kendi lehlerine kullanabilmişlerdi? Yardımcı öğretici odadan çıkıp giderken ''Bir sonraki aşama için hazır.'' dedi ama bunu kime dediğini bile anlamadı. Güçsüzce yere düştüğünde bir ay hiç uyumamış gibi hissediyordu. O kadar yorgundu ki şuan yapacağı başına dert olur mu diye düşünemeden uykuya daldı. Uykusundan uyandığında ne kadar zaman geçtiğini kestirmesi güçtü ama dinlenmiş hissetmiyordu. Açılan aynalı kapıyla yattığı yerden kalktı ve kendisine doğru yürüyen yardımcı öğreticiye baktı. Karşısındaki ilk defa gülümsüyordu ve elini kendisine uzatmıştı. Tereddüt etse de yavaşça tuttu ve kendisini götürmesine izin verdi. Odadan dışarı çıktıklarında dünyayı yeni keşfeden bir çocuk gibiydi. Uzun koridorda yürümeye başladığında etrafında kendi gibi insanlar belirdi. Hepsi de yanındakinin söylediklerine sorgulamadan uyum sağlıyordu. 'Beyinleri yıkanmış.' diye düşündü ve onlar gibi davranmaya devam etti. Elini tutan elin muhtemelen güven vermesi gerekiyordu ama onu korkutmaktan başka bir işe yaramıyordu. Bir süre daha yürüdüklerinde elindeki parmakların gevşediğini hissetti ve gürültülü bir ses kulaklarını doldurdu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken dört bir yandan bedenini içine çeken suların arasına karıştı. Kapalı bir binanın içinde bu suyun ne işi vardı? Kendini yüzeyde tutmaya çalıştı ama diğer insanların bunu yapmak yerine sadece akıntıya kapıldıklarını gördü. Böyle mi olması gerekiyordu? O da bunu yapmaya başladı. Uyumsuz olmaması gerekiyordu. Akıntı sürüklemeye başladığında yavaş yavaş ölüme doğru ilerliyordu ki bileğini kavraya güçlü parmaklar sudan çekip aldı. Bu olanlar nedendi? Önce ölüme terk et sonra kurtar. Mükemmel bir sahne! ''Sadece yanındakine güven Henn.'' Bunu kaçıncı duyuşuydu bilmiyordu. Göz ucuyla diğerlerine baktı. Hepsi de kendilerini kurtarana sarılıyordu ve düşünmeden aynısını yaptı. Tan iradesi dışında olan olaylara ayak uydurmaya çalışırken bildiği tek şey buradan bir daha kurtulamayacak olduğuydu ama daha ne kadar rol yapıp hayatta kalabilirdi?