Kimsenin, yapmak istemediği şeyi yapma gibi bir zorunluluğu yoktur. Yapmak istersin yaparsın, yapmak istemiyormuş gibi gözükebilir ama içinden gelmiyorsa bunu sana kimse yaptıramaz. İçinde bir yerlerde o arzu her daim vardır ve bir şekilde baş kaldırır.
Mesela, ben burda çalışmak zorunda değildim. Ama çalışmak istemiştim ve buradayım. Bu kıyafetleri giymek zorunda da değildim. Giymek istemiştim ve giymiştim.
Farklı olanı sevdim hep. Farklı ortamları görmeyi, farklı şeyleri yapmayı her zaman istedim. Kimi zaman bu beni başkalarının gözünde düşürsede kendi kendime vurduğum zincileri kırmayı başarmıştım. Sonuçta gerçekler öyle değildi.
Yaptığım hatalar sayesinde tecrübe kazanmıştım ben. Zaten tecrübe denen şey bütün hataların toplamı değil miydi?
Yapardım. Eğer sonucu güzel değilse ve kendi adıma zararlıysa bir daha yapmamayı denerdim. Kimse bana öğüt vermedi şunu yap bunu yap diye, ben eğer bu konuma geldiysem hep kendi deneyimlerim ve çıkarımlarım sayesinde olmuştu.
Hayat felsefem şuydu:
Yaptım ve oldu.
Şuan ise günümüz erkeklerinin büründüğü gizemli havada ki adam bana doğru sert adımlarla yürüyordu. Amacı neydi? Beni korkutmak mı? Sert adamlar eskisi kadar ilgimi çekmiyordu... erkeklerin dominant olma çabaları bana göre komikti. Şahsen ben sert olamaz mıydım? Pekâla da olabilirdim, istemem yeterdi. Lâkin gülümsemek ve eğlenmek varken neden bir buzdolabı gibi dolaşacaktım ki? Saçma.
"Ne işin var senin burda?" Oyun odasında büyük bir sessizlik hakimdi. Neden biraz önceki gibi ses çıkartıp şu adamın sesinin duyulmasını engellemiyorsunuz ? Hadi ama evren bana cidden karşı.
Gözümü Kerem adında ki çocuğa çevirip alayla süzdüm. Gözlerinde tedirginlik hakimdi. Tedirgin olacaksan neden böyle işlere bulaşıyordun ki?
"Kuyruğun söylemedi mi?" Dedim başımla Kerem'i işaret ederek. Feza ise Kerem'e yandan bir bakış atarak 'ben sana demiştim' imasını vermeyi ihmal etmiyordu. Kollarımı göğsümde birleştirip donuk yüz hatlarına baktım.
Kafasını omzunun üzerinden geriye doğru çevirdi ve Kerem'e baktı.
"Dinliyorum." Bu bir soru değil emirdi.
"Abi, sana sormak için aradım ama ulaşamadım. Diğer kızların özel bir işi olduğu için gelemedi. Bende en acil kurtarma çözümü olarak onlara başvurdum."
"Lan yavşak, denek mi onlar? Seni en başta uyardım Kerem!" Dedi ve Kerem'i boğazından tutarak sıkmaya başladı. Damarları belirginleşmiş, gözleri koyulaşmış ve bir canavara dönüşmüştü. Korkuyla geriledim.
"Ö-özür dilerim abi."
"Sana dedim ki, bu pisliğin içine başka hiçbir kız bulaşmayacak. Melike ve Naz eğitimli. Kendini her türlü şeye karşı koruyabiliyorlar. Peki ya onlar?" Diye bağırdı bizi diğer eliyle işaret ederek. Bu sırada Mila korkuyla yanıma sıvışmış kolumu bir mengene gibi sarmıştı.
"Onlar, eğitimsiz ve masumlar. Bir daha böyle bir hata yapma. Hayatını karartırım senin." Peki ya bizim eğitimsiz ve masum olmamızı bunca tehlikeli insan içinde söylemen ne kadar mantıklı Asaf Bey?
Asaf hakkında bilgiler:
Madde 1: sinirlenince ne yaptığını ve ne söylediğini bilmez.
"T-tamam abi." Kerem elini Asaf'ın elinin üzerine koyarak onu kendinden uzaklaştırmaya çalıştı. Asaf ise onu geriye doğru ittirerek kendinden uzaklaştırdı.
"Şimdi o kıyafetleri sana giydirip burda dansöze çevirmek vardı da dua et senden daha önemli işlerim var." Dişlerinin arasından konuşuyordu. Dişlerini o kadar sıkıyordu ki şimdi kırılmadıysa daha da kırılmaz, net yani. Biraz kendi çapında sakinleşmeyi denedi. Başarılı olmuş olmalı ki bize doğru dönerek yırtıcı bakışlarının odağına ikimizi aldı. Mavi gözleri korlutucu derecede koyu ve bataklık gibiydi.
"Aşağıya inin." Tek söylediği bu olmuştu. İşime gelirdi. Ayakta durmaktan bacaklarım ağrımıştı ki Mila'nın da bakışlarından aynı şeyi düşündüğüne emindim. Lafını ikiletmeden sessizce dediğini yaptık ve aşağı kata yöneldik. Kapıdan çıkar çıkmaz Mila ağzını tutamayarak;
"Kız o neydi öyle. Altıma ediyordum az kalsın, bu adam ne kadar korkunç. Iyy hiç sevmem korkunç erkekleri. Erkek dediğin sert ama kibar olacak."
"Öyle biri bulursan bana da haber ver Minelcim." Mila omzuyla koluma çarptı.
"Öyle biri bulursam ilk kendime alırım gerizekâlı." Dedi ve ben sabır dilenircesine spot ışıklara bakarken o yanımdan yürüp geçti.
Üzerimizde dans eden kırmızı spot ışıklar ara ara gözlerimin önünde beyaz noktalar oluşturmuyor değildi. Yorgunluktan bedenim bitkin düşüyordu, bunu anlamamak imkansızdı ki biraz dinlensem iyi olabilirdi.
Açıkcası zihnimin içi fazlasıyla doluydu ve bu beni sekteye uğratmaktan başka bir şey yapmıyordu. Varis neden öyle bir tepki vermişti? Eğer orada bulunmamızı istemiyorsa neden gelip çalışanlarının başında durmuyordu? Tanrı aşkına, cidden bu adamın işlerini aklım almıyordu.
Garip biri olmasıyla birlikte gizemli bir havası vardı ve bunu isteyerek yapmadığı belliydi.
Garip ama gizemli...
Pandora kutusu.
"Acıktım ben." Dedim önden önden yürüyen Mila'ya sesimi duyurabileceğim yükseklikte söylenirken. Kafasını omzunun üzerinden bana çevirerek duraksadı. Renkli gözlerinin birer volkan gibi parlamasından korkmalı mıydım? Her an cinayete meyilli içiciler gibi bir tipi vardı da...
Şüphelenmedim değil.
"Oradan bakınca aşçı gibi mi duruyorum?" Dedi yukarıda olanların etkisinden çıkamadığını belli eden bir ses tonuyla.
"Hayır ama beraber bir şeyler yiyebiliriz."
"Seni hiç tok görmedim Leva."
"Görebileceğini de sanmıyorum." Öyleydi. Yemek yemeyi her zaman çok sevmiştim ve sevmeye devam edecektim. Söz konusu yemekti! En çokta hamburger...
Evet, tam bir hamburger delisiydim. Fast Food yemeye bayılan biri olarak hamburgerin her türlü çeşidini yer, tosta da bayılırdım.
Bir oturuşta iki hamburger yiyebilirdim ki yemişliğim var ve inanır mısınız hamburgeri düşündükçe daha çok acıkıyordum. Ağzım sulanmıştı, kesinlikle bir şeyler yemeliydim aksi taktirde katiyen kendime gelemezdim.
"İş çıkışında yeriz bir şeyler."
"Oha, ölürüm ben iş çıkışına kadar." Mız mız, şımarık bir çocuk gibi gözüküyor olabilirdim ama ciddi anlamda açtım. Aç! Beni neden kimse anlamıyordu.
"Lanet olsun Leva, belki aşağıda bir şeyler vardır. Varis gelip çemkirmeden gidelim artık şu lanet yerden." Bu sefer sesimi çıkarmak yerine onu başımla onayladım ve ilerlemesiyle aynı şekilde ilerledim. Mila biraz gergindi. Varisten bu kadar çekinmesi sinir bozucu olmaya başlamıştı.
Nihayet cafe&bar'a indiğimizde Cenk ve Sezen koşuşturuyordu. Yoğunluk olduğu buradan dahi belliyken omzuma çarpan insanlara ters ters bakmayı ihmal etmiyordum.
Arka taraf ilerledikten hemen sonra hazırlandığımız odaya girdik ve kendi kıyafetlerimi üzerimize geçirmiştik. Ah, gerçekten rahatlamıştım çünkü o kıyaferlerin içinde hiçbir şekilde rahat hareket edemiyordum. Malum yerlerim açılmaya müsait olduğu için dikkatli yürümek zorunda kalmıştım. Ki bir daha o kıyafeti katiyen giymeyecektim, o odaya da çıkmayacaktım.
Derin bir nefesin ardından saçlarımı tepeden topladım, makyajımı bozmayacaktım. Gerek yoktu zannımca.
Üzerimizi değiştirdiğimiz o kısa süre sonrasında kapı pat diye açıldığında korkuyla yerimizde sıçramış ve kapıya iri gözlerle bakmıştık. Elim kalbime gitti, kalp atışlarım o kadar hızlıydı ki bu bir an için astımımı tetikleyecek diye korktum ama şanslıydım ki hemen tetiklenmeye müsait bir astımım yoktu.
İri gözlerle kapıya bakmaya devam ederken karşılaştığım mavi gözler bir an beni bozguna uğratmadı değil. Dalgalı bakışları öfkesini kusarcasına odaya buram buram gerginlik yaymıştı. Korkmalı mıydım? Belki. Kaçmalı mıydım? Kesinlikle.
Ama bunun için biraz geç kalmış gibiydik.
Asaf, önce bana ardından Mila'ya baktı. Sanki dilinin ucunda binlerce zehirli kelime vardı da önce hangisini çıkarayım diye düşünüyordu.
"Neden her verilen emre itâât ediyorsunuz?" Sesi sakin ama öfkenin binbir çeşitiyle harmanlanmıştı. Belki fazla uçuk gelebiliyor bu tanım ama öyleydi.
"Biz... sadece işimizden olmak istemedik." Dedi Mila yine cesurca bir girişimde bulunarak. Şahsen ben ağzımı açmaya korkuyordum çünkü bu adam sanki ben konuşsam her an tersleyecek gibi bakıyordu.
"İşinizden olmak istemediniz ama bir aşüfteye benzemeyi istediniz öyle mi?" Bir an, çok kısa bir an yanlış duyduğuma inanmak istedim. Bize cidden fahişe iması mı yapıyordu?
"Pardon?" Dedim kendimi tutamayarak, duyduklarına inanamadığımı belli edercesine. Üzerindeki deri ceketi bir çırpıda çıkarıp yan tarafta karanlığa gömülmüş tekli koltuğa fırlattı. Altında ki kısa kollu ile soğuk havaya meydan okuduğu apaçık belliydi. Açık teninden belli olan damları daha da belirginleşmişti, sinirli olmasına bağlıyordum. Siyah saçları alnına dökülmüş mavi gözleri daha da kısılmıştı.
"Tekrar mı edeyim?" Esrarengiz tınıya ev sahipliği yaptığı ses tonu 'tekrar et' dersem beni bakışlarıyla öldürecek düzeyde gibiydi.
"İstenileni yapmamızı istemiyorsan," diyerek bir iki adım öne adım attım ve işaret parmağımı göğüs hizasına çıkarıp göğsüne sertçe vurdum. "Çalışanlarının başında duracaksın Varis Bey. Burada en suçsuz insanların biz olduğunı bile bile ağır konuşma istersen."
"Öncelikle o elini indir. Karşında patronun var senin, nereden geliyor bu samimiyet?" Ağzım aralandı, ne diyeceğimi bilemeyerek kalakaldım. Lütfen biri bana bunun kamera şakası olduğunu ve birazdan kameramanların ortaya çıkacağını söylesin.
Cidden...
Bu nasıl bir kendini beğenmişliktir?
Patronmuş.
Pabucumun patronu.
"Bir patrondan daha çok, çocuk gibisin. Aksi takdirde bu şekilde münâkaşaya girmezdin." Alayla gülümsedi, dudağı hafif yukarı kıvrılmıştı ki tehlikeli bir gülümsemeydi.
"Benim mekanımda bana kafa tutma Efruze. Zararlı sen çıkarsın."
Tavırları...
Konuşma tarzı...
Aşırı iticiydi.
Kesinlikle ve kesinlikle ne diyecek bir şey bulabiliyordum ne de yapacak hareket. Tiksinmiştim.
"Mekanına da sanada. Al mekanını başına çal, istifa ediyorum." Evet, daha bir hafta dolmadan. İşte böyle de kararlı insanımdır.
Çalışmak benim neyime ki? Ben kim çalışmak kim? Anlaşabildiğim insan sayısı bir elin parmak sayısını geçmezken şuan olduğum duruma bak! Tabii bir söz vardı, öfkeyle kalkan zararla oturur...
Ne kadar doğrudur muamma lâkin bu adamın yanında bir dakika daha durmak istemiyordum.
Ona son bir bakış atıp makyaj masasının üzerinde bulunan çantamı kaptığım gibi dışarı çıktım.
"Leva! Saçmalama ya." Mila'nın serzenişlerini duymak gram etki etmemişti ve etmeyecekti. Sözünün eri bir insandım. Dışarı çıkmıştım çıkmasına ama... ceketimi almayı unutmuştum ve hava gerçekten soğuktu.
Yaşasın, donarak ölmek için güzel bir gün.
Ben kapının önünde Mila'yı beklerken nihayet oda dışarı çıkabilmişti. Elinde ise benim ceketim vardı.
Eh, en azından birileri mantıklı düşünebiliyor...
Hiçbir şey söyleme gereği duymadan elinden ceketi aldım ve büyük bir hızla üzerime geçirdim.
"Gidelim." Ses çıkarmadı. Nedeni sinirli olduğumu anlamasıydı büyük ihtimalle. Beraber sessizce Zemheri sokağında yürümeye başladık. Hava soğuktu, aldığımız nefesler birer sigara dumanı gibi havaya süzülmekle beraber sis etkisi yaratmıştı.
Ciğerlerim perma perişan halde serzenişlerde bulunsada umrsamıyordum.
Bu anı sevmiştim.
"Çok fevri davrandın."
"Olabilir."
"Pişman olacaksın." Ona döndüm ve alayla baktım. Bugün belki de en çok yaptığım şeydi bu hareket ama kedime engel olamıyordum.
"Fevri davrsansam dahi ne zaman yaptığım bir şeyden pişmanlık duyduğumu gördün?" Yanıtsız bıraktı çünkü o da biliyordu ki cevap açık ve netti.
"Ben cevap vereyim, hiçbir zaman. Hayat pişmanlık duymak için çok kısa Mila. Şuan söyleyeceklerim sana bayat ve sıkıcı gelebilir ama beni iyi dinle." Dedim biraz öncekine nazaran daha yavaş adımlarla ilerlerken. Soğuk şuan daha az hissedilirdi.
"Yaptığın ve yapacağın hiçbir şeyden pişman olma. Pişman olmak yerine git ve yap, ya da söyle. Eğer pişman olacaksanda gerçeklerinle pişman ol ki en azından denedim ama olmadı diyebilesin. Bak bana," diyerek önüne geçtim ve kollarımı iki yana açarak gülümsedim. "Her şeye rağmen gülümseyebiliyorum çünkü yaptığım her şeyi kendi doğrularımla yaptım. Denedim, çabaladım ve sonuçlarını biliyorum aklımda soru işaretleri yok. Bu yüzden;" diyerek kafamı gökyüzüne kaldırdım.
"Her şeye rağmen mutluyum." Tabii mutluluk göreceli bir kavram onu atlamayalım ama sonuçta bir şekilde mutluydum. Hatalarımla ya da doğrularımla.
"Çok etkilendim şuan. Gaza geldim hemen Yasin'i arayıp ondan hoşlandığımı söylemeliyim yoksa söylemediğim için pişman olarak öleceğim." Sözleriyle birlikte hem kıkırdamış hemde gözlerimi devirmiştim. Yasin'i her ne kadar sevmesemde Mila'nın kararlarına ve görüşlerine saygım sonsuzdu.
Benim için saygı, sevgiden daha önemli bir kavramdı.
Tam ona 'ara bakalım' diyecektim ki çalan telefonum ile dikkatim dağıldı ve beklemediğimden dolayı irkildim. Tabi bu irkilme kötü sonuçlanmıştı. Nedeni ise bir aptal gibi geri geri yürümeye devam etmem ve kafam kadar taşa takılıp düşmemdi.
Hadi ama, bugün hayat bana kıçıyla mı gülüyordu?
"Ah, lanet olsun!" Serzenişim anlıktı.
"Leva, iyi misin?" Mila hızla yanıma eğilerek endişeyle yüzüme bakıyordu. Yattığım yerden ona bakıp başımla onayladım ve hemen ardından kalkmadan cebimden telefonu çıkararak arayan kişiye baktım.
Bingo! Dedem.
Dişlerimi sıkarak aramayı yanıtladım, neden bu yaşlı moruk beni rahat bırakmayı denemiyordu?
"Efendim dede?" Ne kadar da saygılı bir torundum öyle değil mi?
"Napıyorsun süslü?"
"Yerde toz var mı diye inceleme yapıyorum. Ya artık beni bir sal dede ya, valla bak bir sal beni."
"Noldu kız, yine neye sinirlendin de bana çemkiriyorsun?" Bu kadar çabuk anlaşılmaktan ve dedemin beni bu kadar iyi anlamasından nefret ediyordum. Adamın eline kağıt kalem versem beni iki dakikada özetler, üstüne üstlük kitabımı dahi yazabilirdi.
"Bir şey yok, neden aramıştın?"
"Biliyorsun ki yarından sonra yemek var, vazgeçmedin değil mi?" Tabii ya, başka neden arasın ki!
"Geleceğim dede, on kere aynı şeyi duymaktan sıkılmıyor musun?" Kısık sesle homurdandığını işittim.
"Açık konuşmak gerekirse, senin ne yapacağın belli olmuyor. Dengesiz bir torunum var." Yattığım yerden gökyüzüne bakarak ofladım. Sonra ise hâla yerde ne işim olduğunu düşünmeye son vererek Mila'nın yardımı ile doğrulmuştum.
Doğruyu söylemek gerekirse kıçım felaket derecede acıyordu.
"Her neyse, yarın akşam yanına gelirim dede. Alışveriş yapmam gerek."
"Tamam süslü, iyi geceler."
"İyi geceler, babanneme selam söyle."
"Aleyküm selam." Dedikten birkaç saniye sonra telefonu kapattı. Bende tamamen kalkarak üzerimi temizledim ve Mila'nın kendini gülmemek için sıktığı yüzüne ters ters baktım.
"Sakın." Bir şey demedi. Diyememesinin nedeni pekâla da belliydi.
Onun çaki bebeği andıran yüzünü izlemek yerine yürümeye koyuldum ve o da ister istemez beni takip etmeye başlamıştı. Başım yavaştan yavaştan ağrırken kendime ara ara ağır küfürler etmekten cidden çekinmiyordum.
Lanet olsun, neden orada işe başlamıştım ki? Hangi akılla? Neyime güvenerek? Herkesin diline destan olmuş egosit, bencil ve kötülerin kötüsü bir adamın yerinde neden çalıştım? Neden?! İğrenç mahlûkatın tekiydi bana göre. Açıkcası şuan her ne kadar önyargı ile yaklaşmış olsamda onca insan yalan söylüyor olamazdı.
Söylüyorda olabilirlerdi.
Deliriyordum...
Kendimizce sessiz sedasız yürümeye devam ediyorduk. Benim aklımda cevaplanmamış binlerce soru varken Mila'nın da benden farksız olduğunu düşünmüyordum.
Ara sokaklardan nihayet çıkmış otobana gelmiştik ki aniden önümüze çıkıp yolumuzu kesen arab a ile aynı anda çığlık atarak geriye doğru sendeledik.
Bir gün ölümüm ya arabadan ya da birine çarpmaktan olacaktı.
Âmiyane bir ortamda içimizi zelzeleye veren şahıs kimdi bilmiyorum ama bedelini ağır ödeyecekti.