Bölüm 1: "Emare"
Hayatın günahıyla harmanlanan bedeni, gökyüzünün yağmuru arıtamazdı.
Çatlayan kaburgalara vuran her bir ölüm rüzgârı, cehennemin puslu kadehini günah şarabıyla dolduruyordu. Kirli ruhların temiz sanılan bedenleri buram buram ceset korkarken, sahte tebessümler süslemişti her yeri.
Göz kanatacak bir iticilik itinayla bakışları gölgeliyordu.
Soğuk, bedenlerimizi kendi çıkmazı altına alırken yelesini üzerimize örtmüş, kendini daha da hissedilir kılmıştı. Çatlak dudaklarımdan sızan sisli nefesim, Aralık ayının kasveti üstünde güne devrilmiş sonra da yok olmuştu.
Soğuktan sızlayan kemiklerime aldırış etmiyordum. Olağan bir şeydi, soğuğu severdim tıpkı soğuğunda beni sevdiği gibi.
"Ne yapıyoruz?" Ne yaptığımı veya ne için yaşadığımı hiçbir zaman bilememiştim. Kafasına göre yaşayan bir kız, gidebildiği kadar ilerleyen bir insandım. Önüme bakmaya devam ederken Mila'dan gelen soruya umursamaz bir cevap verdim.
"Kül'e gidiyoruz." Bu sırada yanımda olan hareketlenmeden üşüyen ellerini ısıtma çabasına girerek ovaladığını anlamıştım. Yersiz bir çabaydı, soğuğa yakanı kaptırırsan bedenin uyuşana kadar ona itaat etmek zorundaydın.
"Feza'nın yanına mı?"
"Evet," dedim keskin bir nefesi içime çekip kuruyan boğazımı aşındırarak,"O çağırdı, iş çıkmış."
"Sonunda ya!" Dedi neşeyle ovalamayı henüz yeni bıraktığı ellerini çırparak. “Sıkılmıştım boş boş gezmekten, hadi yine iyisin Feza'n sana bir iş bulmuş." Yüzümü buruşturdum.
Feza'n? Ah, düşüncesi bile iğrençti.
"Kes safsatayı, çocuğun yanında şöyle şeyler deme. Sonra yersiz umutlara kapılıyor."
Feza, yıllardır yanımızda olan bir arkadaşımızdı. Bize iş bulur bizde o işi yapardık ancak kendisi tam bir kız düşkünüydü. Velhasıl yakışıklı çocuktu lâkin, yakın zamanda AIDS hastalığına kurban gideceğine dair içimde bir şüphe vardı.
Zemheri bölgesinde elinin değmediği kız kalmamıştı.
Ben hariç.
Evet, Mila ile de berber olmuştu.
Mila cinselliğin sanat olduğunu düşünen insanlardan biriydi, özel hayatına saygım sonsuzdu. Benim için iyi bir arkadaş oluyor olmasından başka bir konuya takılmazdım.
Feza ise şu aralar kafayı benle bozmuştu.
İyi bir arkadaş olabilirdi ancak kesinlikle iyi bir sevgili olamazdı.
"Ah Zemheri, sıcağın ayrı yakar soğuğun ayrı." Diye homurdandı Mila. Ona katılıyordum, bu aykırılığı nedeni ile Zemheri'yi seviyordum.
Zemheri ise, bizim küçük krallığımızdı. Başı boşların toplandığı büyük bir sokak diyebilirdik. Annem ve babam ayrıydı, velayetim Babamda olsa da babamın benimle pek alakası olduğu söylenemezdi. Kendisi yurt dışında kim bilir hangi kadının koynundaydı.
Varlıklı bir ailedendim ama sıfır mutluluk vardı. Annem ise İstanbul’da yeni eşi ile mutlu bir yuva kurmuştu.
Kimsenin mutluluğu beni alâkadar etmezdi. Ben halimden memnundum. Baba parası harcamak işime geliyordu ve özgürlüğüm tamamen ellerimdeyken hiçbir problem yoktu.
Mutluluğu sevmezdim.
Çünkü arkasından gelecek olan acı daha yakıcıydı.
Yaşadığım belirsizlik benim için daha talep kârdı.
Deri ceketimin önünü açarak soğuğun daha çok üzerime sinmesine neden olurken Mila'nın deli olduğuma dair söylenmelerini kulak ardı ederek yaklaşmakta olduğum Kül'e beğeniyle baktım.
Sahibin kim olduğu bilinmeyen bu mekan fazlasıyla büyüktü. kat kat bölümlere ayrılıyordu. Dört kat vardı.
1. Kat, gündüz Cafe gece Bardı.
2.Katı oyun odası olarak da nitelendirebilirdik. Bowling, Bilardo, Kumar vesaire.
3.Katda ise odalar vardı. Tabi herkes bu odalarda kalamazdı, genelde zengin piçler kalıyordu. En üst kat ise yönetici katıydı. Orada ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, sadece yönetici katı olduğunu biliyordum.
Hoş, koskocaman katta yönetici ne yapacaktı ki?
Her neyse.
Dün geceden kalan yağmurun varisi olan damlalar, yerde küçük göletler oluşturmuştu. Göletlere basa basa ilerlerken deri botlarımın kirlendiğinin farkındaydım ancak umursamıyordum. Nitekim umursanacak bir yanı da yoktu.
Yüzümüzü yalayan soğuk eşliğinde Kül'e adım attığımızda anında bedenimizi saran sıcaklık kemiklerimi sızlatmıştı. Göz ucuyla Mila'ya baktığımda her hafta renkten renge soktuğu bugün ise Mavi olan saçlarını tepeden toplayarak, kızaran yüz hatlarını daha da ortaya çıkardığını gördüm.
Mila tam bir dişiydi.
Kadınlığını her zaman kullanabilen bir kızdı.
Güzel fiziği ve güzel bir yüzü vardı, ikna kabiliyeti yüksek istediğini alana kadar uğraşan hırslı bir kızdı. Bu yüzden onu seviyordum.
Şuan cafe olan ancak bir saat sonra bara dönüşecek mekana kısaca baktım. Çok dolu olmasa da diğer mekanlara oranla daha işlekti bugün. Etrafa göz atmayı bırakıp ışıklandırmanın henüz açılmadığı zeminde ilerleyip, arka bölümde olduğunu bildiğim Feza'nın yanına doğru yürümeye başladım. Arka bölüme çok nadir kişiler geçebilirdi ve onlardan birileri de bizdik.
Kısa bir süre sonra görüş alanıma giren Feza ile çatlayan dudağımı yalayıp ıslatarak nemlenmesini sağladım. Elindeki sigarayı dudaklarına götürüp bir nefes çekerken bizi fark edince ayaklandı.
İri ve dikkat çeken bir vücudu vardı. Kaslarından bahsetmiyorum bile. Kaşında ve dudağında olan piercingler ise ona daha çekici bir hava katıyordu, yüz hatları biraz sert olsa da istediği zaman şebek biri olabiliyordu. Şerefsiz, kadınları nasıl etkileyeceğini biliyordu.
Yanına gittiğimde hiç beklemeden kolunu omzuma atıp,
"Ah bebeğim, ne kadar da özlemişim seni." Demişti. Suratımı buruşturup kolunu ittikten sonra kendimi deri koltuğa atarak yürümekten kasılmış bacaklarımın biraz da olsa rahatlamasını sağladım.
"Ben seni hiç özlemedim Feza, leş gibi sigara kokan ağzını lütfen benden uzak tut."
"Sen Feza dediğinde alt tarafımda bir hareketlilik oluyor, sanırım ismim en çok senin ağzına yakışıyor. Ne olur bir alt dudak versen?" Diyerek yanıma oturdu ve kolunu arkama uzatarak deri koltuğun üzerine yerleştirdi. Ardından bir bacağının bileğini diğer bacağının diz kısmına yaslayarak erkeklere has oturuşunu yaptı.
"Ben sana bir şey verirdim de dua et erkek değilim, şu çeneni kapa midemi bulandırıyorsun." Sırıttı. O yüzsüz bir adamdı, bunu herkes bilirdi.
"Bayılıyorum açık sözlü olmana." Bu sefer cevap vermemeyi tercih ettim. Harelerim etrafta kısa bir tur atarken vücudum kendi ısısına geri dönmüştü ancak hâlâ daha soğuk olduğunu biliyordum. Benim tenim her zaman soğuktu.
Soğuğun yuva kurduğu bedenimde ölü cesetlerin emaresi okunuyordu.
"Ee, iş ne?" Dedi Mila üzerinde ki kaşe montu çıkartıp tekli koltuğun üzerine atarak. Ardından tam karşıma geçip oturdu ve topuklu botlarına kısa bir bakış atıp bacak bacak üzerine attı. Bu sırada Feza bize birer sıcak çikolata söylemişti. Sıcak çikolatayı sevdiğimizi biliyordu ki, ısınmak için güzel bir tercihti.
Feza, dudağında bulunan piercingi ağının içerisine yuvarlayıp kısa bir süre uğraştı.
"Barmenlik."
"Nerede?" Dedim kaşlarımı çatarak.
"Burada." Şaşırmıştım. Çünkü buraya kimse kolay kolay çalışan olarak girmezdi. Geçen hafta Barmen eksikliğinden dolayı yardıma gelmiştik ancak kalıcı olarak çalışacağımız aklımın ucundan dahi geçmemişti. Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım.
"Nasıl yani?" Yeşil gözlerini indirip gümüş grisi gözlerime sabitledi.
"Patron geçen günkü çalışmanızı beğenmiş, eh müşterilere servisleri de eksiksiz yaptığınız için müşteriler de memnun. "Sonra omuz silkti." Sizde kabul ederseniz bu akşamdan itibaren çalışmaya başlayabilirsiniz." Bana her türlü uyardı. Paraya ihtiyacım yoktu belki ama kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı ve bu benim için güzel bir fırsattı.
Mila heyecanla ellerini çırpıp,
"Delirdin mi? Böyle bir teklif kaçar mı? Tabii ki kabul ediyoruz değil mi Leva?" Dedi bana dönüp ' eğer kabul etmezsen seni lime lime ederim.' Bakışlarını atarken. Omuz silkerek kabul ettim. Sanki başka şansım varmış gibi...
"O zaman süper." Dedi Feza şeytani bir gülümsemeyi dudaklarına yapıştırıp," Yani seni daha çok göreceğim." Diyerek beni odağına aldığında inleyerek elimle alnıma vurdum.
Bu çocuk beni delirtecekti.
"Mm, ne güzel de inliyorsun aynı şekilde altım- ah ne vuruyorsun kızım!" Başta zevkten dört köşe olmuş sesi sonlarda acıyla kısılmıştı. Nedeni ise dirseğimi karnına geçirmiş olmamdı.
"S*ktir git Feza, katil etme beni." Edepsiz şakalarını dinlemek falan istemiyordum. O ise beni sinir etmekten büyük bir zevk alıyordu.
Gözlerim birkaç saniye müşterilere değindikten sonra tekrar Feza'ya döndü.
"Feza, şu patron dediğin adam...neden hiç insan içine çıkmıyor?" Feza'nın keyifli yüz ifadesi çöküntüye uğradı, bakışları boş bir hâl aldı.
"O kötü bir adam Leva, hemde çok kötü. İnsanları sevmiyor, eğer insan içine çıkarsa kimseye acımaz. Herkesi kırar, bunu bildiğinden insanların arasına karışmıyor. Sadece en tepeden izlemekle yetiniyor." Şaşırdığımdan olsa gerek ağzım aralanmıştı ancak herhangi bir kelime dudaklarımın arasından çıkarak havayı kirletmiyordu. Zaten oda benim cevap vermemi beklemeden eski neşeli haline döndü.
"Yalnız biz çok güzel üçlü olduk he, isimler falanda uyuyor. Leva, Mila, Feza. Üç silahşörler mi desem yoksa dört harfliler mi?" O kendi kendine konuşmaya başladığı sıra Mila da ona ona eşlik etmeye başlamıştı lâkin patron denilen adam benim aklımı kurcaladığı için konuya sadık kalamadım.
Feza'nın anlattıklarından sonra o adama olan merakım artmış, içim onu görme isteğiyle yanıp tutuşmuştu.
Kürek kemiğime kadar saplanan soruların ne yazık ki bir cevabı yoktu. Bu sinir bozucu ve alengirli bir durumdu.
Sohbet uzun uzadıya devam ederken artık vakit geliyordu.
Gecenin karanlığını üzerimize devirmesine dakikalar kala güneş batmaya başlamış ,bir kırmızılık etrafı hakim almıştı. Saniyelerin üzerine devrilen dakikaların ardından nihayet gece olmuş, cafe ortamı yerini gürültülü bir ortama bırakmaya başlmıştı. Neon ışıkların insan bedeninde dans ettiği anlarda Feza yine dibimde bitmişti.
"Bebeğim, çok fazla erkeklerle içli dışlı olma beni millete düşman etme." Tabi bunu söylerken yüzünde gram ciddiyet yoktu. Gözlerimi devirip kahverengi, göğüslerimin hemen altımda biten saçlarımı geriye itelerken giydiğim yırtık kotun üstüne barmen önlüğünü geçirip göbeği açık tişörtümün omuzlarını düzelterek işe koyuldum.
Barmenlik kolay değildi.
Hele yüzlerce müşteri varken kesinlikle kolay değildi.
Feza barmen masasında durup içkileri oradan verirken Mila ve ben müşterilerin ayağına giderek servis yapıyorduk. Aynı şekilde çalışanlardan, Cenk ve Sezen de bizim gibi ayakta servis yapıyordu.
Bunca kişiye 5 kişi yetmeye çalışmak eziyet gibi olsa da ortam güzeldi. Fazla aceleye gerek yoktu zaten çoğu kafayı buluyor ,kendini dansın akışına bırakıyordu.
Dumanların yükseldiği ortamda yoğun sigara ve alkol kokusu burun sızlatmakla birlikte mide bulandırıcıydı. Ancak alışık olmanın verdiği etki ile bunu göz ardı ettim. Elimdeki içkileri verilmesi gereken masalara verirken bazı erkeklerin keskin bakışlarını ve aşağılık laflarını duysamda bunu takmıyordum. Hepsi havlayan köpek sürüsünden başka bir şey değildi gözümde.
Gece tüm hızı ile devam ediyordu. Vücudum fazlasıyla terlemiş, gözlerim artık baygın bir hâl almıştı. Zihni pis düşüncelerle dolmuş insanların kirli elleri kimi zaman bana dokunmak için yeltensede attığım yakıcı bakışlar ile rotasını değiştirmişti.
Dışarıdan bakanın güzel ama sert bulduğu bir yüz tipim vardı lâkin kimi zaman bu masum bir hâl de alabiliyordu. Dengesiz bir insandım, bunu beni tanıyan herkes bilirdi.
Cinsel konuda... birkaç yakınlaşmam olmuştu ancak ilerisine cüret edememiştim, daha doğrusu beni gerçekten etkileyecek biri karşıma çıkmamıştı ve uzun süredir erkeklerden uzaktım. Feza hariç.
Elem veren düşüncelerime dokunan azapların arasında salınıyordum. Mahşer yeri olan zihnim çoğu kişinin idamını vermiş kellesini bekler vaziyete gelmişti. Loş ışığın aydınlattığı mekanda pek seçemediğim yüzler içime dolu dolu kasvet aşılıyordu.
"Ben bir lavaboya gidiyorum." Dedim üzerimdeki önlüğü çıkarıp tezgahın arkasına bırakırken, Feza kısaca başıyla onaylayıp içki servisi yapmaya devam etti. Feza burada çalışan değil kıdemli bir asistan gibiydi ancak mekana yardımcı olmak onun için bir zorunluluk değil zevkti, sonuçta işin içinde kızlar vardı.
Patron denilen ama Varis olarak anılan adamın sağ koluydu.
Ne varisi diye soracak olursanız, Cehennem Varisi olarak biliniyordu. Kısacası Varis demekle yetiniyorduk.
Bu oldukça etkileyici bir mertebeydi gözümüzde. Kül'e ise Varis'n Mekanı diyorlardı. Kimileri Kül denilince anlamazdı neresi olduğunu ancak Varis'in Mekanı denilince ilk olarak burası akla gelirdi.
Renkli ışıkların yüzüme vurmasını aldırmadan büyük mekanı terkedip geniş koridora girdim ve daha sakin olan ortamda biraz da olsa rahatladığımı hissettim. Bedenim daha az sesin olduğu alanda gevşerken koridordan sağa döndüm ancak dönmem ile sert bir şeye toslamam aynı saniyeler içerisinde olmuştu.
İnleyerek düşmemek adına çarptığım şeye tutunurken iri elini ince belimi sararak bütün sıcaklığını bedenime aşıladığını anımsadım.
Titredim.
İrkilerek kafamı kaldırdım ve Mavi gözler ile karşı karşıya geldim. Öyle bir maviydiki su kadar berrak ama kara bir delik kadar yutucuydu. Karanlıkta yüzünü seçemediğim adamın yüz hatlarının keskinliği metrelerce öteden dahi görülebilirdi. Yakışıklı ve cezbedici bir siması vardı.
Sorun bu değildi.
Sorun ürkütücü bakışları ve kasıntı tipiydi.
Korktum.
Yalan değil, korktum.
Ben kimseden kolay kolay korkmazdım buda neydi?
Korkarak geri çekileceğim sırada arkadan birinin sırtıma çarpması ile bedenim tam olarak ona yapıştı. Gözlerim irice açılırken ne yapacağımı veyahut ne hissedeceğimi şaşırmış bir durumda zihnimde okunan emarelerin sesleri ile yanıp tutuşmuştum. Telaşın feveran ettiği bakışlarımı bana çarpıp arkasına bakmadan giden erkeğe çevirdim ve kaşlarımı çattım.
"Oha be hayvan! Ehliyetini kasaptan almış sürücü gibi ne yürüyorsun! Moron ya." Dedim sinirin cirit attığı sesimi gizleme gereği duymadan yükseltirken. Bu sırada iri eller hâla belimde, yakıcı bakışlar ise üzerimdeydi. Nedensizce terlemiştim.
Saçlarım yüzüme yapışmışken onun elinin göbeği açık tişörtüm nedeniyle çıplak belimde oluyor oluşu ise daha da garip ve içinden çıkılmaz bir durumdu. Bütün vücut hatlarını hissedebiliyordum. Dövmelerin bir sanat eseri gibi durduğu teni gözümün önünde parlıyordu.
Karetsin ne oluyordu?
"Şey, pardon." Dedikten sonra geriye doğru bir adım atmam ile eli belimden çekildi ancak konuşmadı. Birkaç saniye daha yüzüme baktıktan sonra yanımdan sıyrıldı ve o cezbedici kokusuyla beni baş başa bıraktı. Gümbürdeyen kalbim miydi yoksa bas sistemi mi böyle hissetmeme neden oldu?
Bu soruyu yanıtsız bırakmayı tercih edip hızla lavobaya girdim ve tuvaletimi yaptıktan sonra elimi yüzümü yıkayarak soluklandım.
Benim için heyecan verici bir anı olmuştu.
Oysa beni hiçbir erkek kolay kolay etkileyemezdi.
Omuz silkip lavabodan çıktım ve işime geri döndüm, bu kadar kaytarmak yeterliydi.
●•●
"Geberdim." Gecenin gölgesine sığındığımız anlarda yorgunluktan iki büklüm olan bedenlerimiz ile yolda yürüyorduk. Ayağımızın altı dahi acırken neden arabam ile gelmediğimi sorguluyor, taksi geçmemesine ise küfür ediyordum. Bu nasıl bir şanstı? Gece ayazı bizi üşütürken yakıcı soğuğu dahi yorgunluktan hissedemiyorduk. Terli terli dışarı çıkmışken hasta olmamız an meselesiydi.
"Birde bana sor." Dedim yüzümü buruşturma ihtiyacı ile yanıp tutuşurken. Bu sırada Mila kıkırdadı.
"Ya şu ayyaş çocuk kıçını ellemeye çalıştığında kafasına tepsiyi geçirişini hiç unutmayacağım Feza arkada gülmekten yıkılıyordu." Gözlerimi devirdim ve ellerimi deri ceketimin cebine soktum.
"Şerefsiz, sözde sana yavşayan olursa bana söyle diyordu. Ondan adam olmaz."
"Kızım ne sandın," Dedi Mila şen bir kahkahayı geceye armağan ederken."Feza bu, ne bekliyorsun?" Tıpkı onun gibi sırıtmadan edemedim.
"Ama varya rahatladım tepsiyi geçirince, böyle sinirlerim falan boşaldı." Gülüşerek ilerlediğimiz sırada yolun karşısına geçecekken aniden önüme çıkan Porsche ile dumura uğramışcasına kala kaldım. Işığını söndürmüş göz bebeklerimin ardından yakılan her bir kibritin ömrü kısaydı. Kısa süreliğine etrafı aydınlatsada kimi zaman anlıktır kimi zaman ise bütün harebeyi yakabilecek kadar kuvvetli.
Yüzüme patlayan farlardan dolayı gözlerim kapanırken, arabanın ani freni sonucu kulaklarım tırmalanmış gibi hissediyordum. Arabanın asfalt zeminde oluşturduğu tiz ses boş sokakta yankılanırken, elektirik direğinden süzülen cılız sarı ışık üzerimizi gölgeliyordu. Mila ağzından çıkan şaşkınlık nidası ile bir arabaya birde arabaya sıfır mesafesinde olan bana bakıyordu.
Araba zamanında durmuştu.
Biraz daha ilerleseydi küçük bedenim asfalt zemine gömülebilir, ölü bir ceset kokabilirdim.
Elim kaputun üzerinde ,boş boş arabanın camına bakarken siyah filmli camlar dışında hiçbir şey göremedim. Ancak, arabanın içindeki kişinin pür dikkat bana baktığını karıncalanan yüzüm sayesinde hissedebiliyordum.
Yıldızların bize küstüğü bu günde, yorgunluğun bilek kestiği anlarda ölüme bir kala intihar ipim boynuma asılmıştı.
Ne ben tabureyi ittirdim ne de o, ipi boynumdan çıkardı.
Yoldan çekilip kaldırıma geçtiğim sırada araba hiç beklemeden ileri atıldı ve tam yanımdan geçmeden önce alev gibi parlayan masmavi gözler çok kısa bir an üzerimde turladı.
Korkunun bir yılan gibi sızdığı zihnimde canlanan görüntüler bana hiç yabancı değildi. Aksine saatler önce oluşanlar bir bir önüme serilmiş gibiydi. Anında sızlayan burnum, bana saatler öncesi içime kadar sızan kokunun sahibini hatırlatmıştı. O kısacık an zihnime nasıl işledi bilmiyorum ama içime attığı o ufak çentikten koyu bir kan sızıyordu.
İçime ilmek ilmek işleyen kokunun düğümü burnumu dahi sızlatırken kaşlarımın çatılmasına elbette ki mani olamıyordum. Saçma bir durumda, saçma düşüncelerle cebelleşiyordum.
"Anasını satayım bariyer sandı herhalde beni, gören çarpıyor." Mila gözlerini kırpıştırıp giden arabaya baktı.
"Maşallah trafo gibi adam tabi çarpar." Ardından gözlerini bana çevirdi ve sırıttı."Kızım ben bu adamı nasıl hiç görmem ya? Görsem unutmazdım." İç çekerek boş sokağa baktım hissizce.
Görsem bende unutmazdım ki, hâla daha unuttuğum söylenemezdi.
Rüzgar eserek bizi kendimize getirdiğinde, dakikalardır aynı yerde olduğumuzu henüz yeni farketmiştim. İçin için daralırken kasvetin çokça olduğu, kırağıların ruhlarımıza bir mızrak gibi dikeldiği sokak bize ızdırap gibi gelmişti. Bu ızdıraptan kurtulmak amacıyla yolumuza devam etmiş ve kısa süre içerisinde evimize gelerek sonunda rahatlamıştık.
Odama çıkıp, terin yuva kurduğu tenimi zehir kokan nefeslerden arındırmak adına duşun altına girdim ve tüm uzuvlarımı rahatlatan ılık bir duş ile tüm yükün üzerimden kalkmasını sağladım.
Duş almak kesinlikle çok güzel bir duyguydu.
Duştan çıkıp havluma sarılarak odama girdim ve çekmecemden siyah bir iç çamaşırı takımı alarak üzerime geçirdim. Ardından omzu düşük uzun, dizlerimin hafif üstüne kadar gelen yün kazağı giyerek tenimin üşümesine engel oldum. Makyaj masamın önüne geçip uçlarına kadar geçmiş kokan saçlarımı kuruladım. Saçlarımı her ay omzuma kadar keserdim ancak iki aydır kesmeye fırsat bulamamıştım. Şuan bel çukuruma kadar gelmekteydi, güzel bir görüntü olsa da saçlarımı uzatmayı nedensizce sevmiyordum.
Belki de babamın azap dolu günlerinde saçlarımı keserek acısını azaltmaya çalışmasındandır.
Evet, küçüklüğümden bu yana anneme olan hıncını benden çıkarıp onunkinin tıpatıp aynısı olan saçlarımı kökünden keserdi.
Bu umudu kayıp bir çocuğun, bileklerine bağlanan bir ip gibiydi.
Aklıma dolan görüntüler göz kapaklarıma acı mızraklarını saplıyordu zannımca. Gözlerimi kapatıp açarak görüntülerin göz kapaklarımın arkasından uzaklaşmasını istiyordum ancak her istenilenin olmadığını küçük yaşta öğrenmiştim ben. Gözlerimi açtım, doğrudan göz bebeklerime baktım. Soluk gümüş grisi gözlerimin arkası geçmişin serzenişiyle veryansın ediyordu. Kimse anlamazdı derine bakmadıkça bu yakarışı.
Derin bakmak ,derine bakmadıkça anlaşılmazdı.
Uzun kirpik uçlarımın gölgesi, yeni duştan çıkmamın etkisi ile kızarmış yanaklarımın üzerine düşmüştü.
Saçlarımı kurulama işlemi bittiğinde kremimi sürüp aşağıya indim ve bir şeyler atıştırdıktan sonra tekrar odama çıkarak yatağıma yerleşmiş ve yorgunlukla harmanlanmış bedenimi uykuya teslim etmiştim.
●•●
Kasvetli bir hava, hüznün dalga dalga havayı kirlettiği canhıraş bir gün. Kara bulutların ilmek ilmek işlediği gün, mutluluktan uzak tam bir Zemheri sokağı havasıydı.
Çünkü, biliyordum ki Zemheri insanları kasvetten besleniyor, acıyla kendini büyütüyordu.
Üzerime geçirdiğim siyah fazlasıyla dar kot ve koyu mor dar V yaka göğüs dekoltesi olan tişört ile oldukça sadeydim. Kasvetli havaya penceremden kısa bir bakış atıp üzerime deri ceketimi de aldım ve botlarımı da giyerek aşağıya indim.
"Leva! Siparişler geldi!" Mila'nın şen sesinin evi inletttiği sıralarda merdivenlerden inmiş ve henüz yeni kapıyı kapatan Mila ile burun buruna gelmiştim. Sırıtarak yüzüme baktığında dudağımın köşesine kıvırarak baktım ona.
İçime akıttığım zehirleri, panzehiriyle etkisiz hale getirebilen bir insandı Mila. Kendi içine akıttığı zehirleri damarlarındaki inatçılıkla önleyebilecek kadar da güçlüydü.
Bunu seviyordum.
Elindeki hamburger siparişleri ile salona yönelirken onu takip ettim ve cam sehpaya poşeti bırakışını izledim. Ardından boş durmaktan vazgeçip mutfağa gittim ve iki bardağın yanında bir şişe kolayıda alarak tekrar salona geri döndüm. Mila hamburgerleri ve patatesleri çıkarmış beni beklerken, onu fazla bekletmeden yanına yerleştim ve kolaları doldurduktan sonra afiyetle yemeğimizi yedik.
Yemek faaliyeti bittiğinde dişlerimi fırçaladım, saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaparak seri adımlarla aşağı indim.
Mila çoktan dışarı çıkmış, arabamı garajdan çıkararak kapının önüne yerleşerek beni beklemeye koyulmuştu. Hızlıca ön koltuğa binip kapıyı kapattığım saniyelerde Mila, arabayı beklemeksizin sürmeye başladığında gözlerimi devirmeden edemedim.
"Bütün gün evde salak gibi oturduk. İnanabiliyor musun hiçbir erkekle flörtleşmedim, ah bu çok kötü." Dudağımı ısırarak düne zıt bir şekilde bugün pembe olan saçlarına baktım. Ardından saçına uyum sağlayan bir şekilde ruj yedirdiği pembe dudaklarına.
"Tam bir sürtüksün." Sırıttı.
Normal değildi.
Bende.
"Biliyorum." Hiçbir şeyin tersini söylemezdi, kabullenirdi. İşte bu insanı daha fazla çileden çıkartırdı. O, fiziksel güç saldırılarının kadını değilde tam bir ruhsal çöküş oluşturma uzmanıydı.
İnanılmaz bir kadındı.
Kafamı cama yaslayıp henüz yeni çiselemeye balamış yağmurun cama vurup aşağıya süzülüşünü izledim. Yağmur güzeldi, ancak içimdeki günahları akıtmaya yetecek kadar kuvvetli değildi.
Kısa süre içerisinde Kül'e geldiğimizde derin bir soluk aldım. Acaba dün ki adamı görebilcek miydim? Onu neden görmek istiyordum?
Belkide içimdeki alazları alevlendirip ruhumu ateşe çevirdiği içindir.
Evet, bunu çok kısa sürede yapmıştı.
O efsunlu bir adam oluvermişti gözümde.
Abartmamalıydım.
Bu nedenle zihnimdeki çatışmaya son verip kapıyı açtım ve yağmur damlacıklarının üzerime sinmesine izin verdim. Kendimden emin adımlarla Kül'e ilerlerken Mila'nın arkamdan geldiğini biliyordum, hissediyordum. Kasvetin yuva kurduğu göğsüm gerilirken bakışlarım kısılmış temkinli bir hâl almıştı. Dışarıdaki korumalara selam verdim, onları tanıyordum.
Selamımı yanıtsız bırakmadılar.
Dudağımı üstün körü yalayarak, bar alanına dönüşmüş mekana girdim ve insanlara değmemeye özen göstererek daha dolmamış mekanda bar bölümüne ilerledim.
Feza orada değildi.
Onun yerine Cenk oradaydı.
Yanına ilerleyip ceketimi çıkardım ve arka tarafa asıp önlüğümü takarak bakışlarımı Cenk'e çevirdim.
"Feza nerede?" Küçük ela gözlerini bana çevirdi.
"Varis'in yanında." Bu bilgi bana yetmişti. Onu başımla onaylayıp gelen müşterilere istediği içkileri hazırlayıp önlerine koymaya başladım. Varis bizi en tepeden izliyordu, biliyordum. Her yer kamerayla doluydu ki olmaması tuhaf kaçardı.
Genzime yapışan ekşi tat yüzümü buruşturmama neden oldu. Alkol içmesem bile kokusu genzimi yakmaktan çekinmiyordu.
Neon ışıklarının aydınlattığı salonda her türden insan vardı, kim bilir hangi zehirli düşüncelere itaat ederek şuan buradaydılar.
Bunu umursamamalıydım.
Öyle yaptım.
Sadece işime odaklandım.
Hazırladığım tepsiyi masalara götürürken bazı kıskanç bakışların odağı oluyordum.
Ah, hadi ama bu tiple beni kıskanıyor olamazlardı değil mi?
Bu umrumda değildi.
Kıskansınlardı.
En nefret ettiğim şey, insanların kendine olan güvensizliğiydi. Bu kaşındıran bir etiket gibiydi zannımca. Zira başka bir açıklaması olamazdı.
"Pişt baksana." Yan tarafımdan gelen seslenme ile gri bakışlarımı göz göze geldiğim kadının çikolata kahvesi ağına düşürdüm. Zihnimde alazlanan ateşim, onun yırtıcı bakışlarında büyüdü, başa çıkılmaz bir hâl aldı.
Kırmızı ruj yedirdiği dudakları, beyaz teni ve kahverengi uzun saçlarıyla bir tanrıçayı andıracak güzellikte bir kadındı. Ancak gözlerinde ki iticilik insanı kendinden soğutmak için yeterliydi. Siyah boyalar ile çevrelenmiş gözleri üzerimden hiç ayrılmıyordu.
"Buyrun?" dilime akıttığım yakıcı kelimelerim ağzımda ekşi bir tat bırakmıştı lâkin şuan için onları çıkartmamakta kararlıydım. Kahverengi parlak gözleri kısıldı ve alayla beni baştan aşağı süzdü.
"Sen o musun?" Kaşlarım çatıldı. Yüzümün soğuk birer buzul gibi gözüktüğüne emindim ama bu ifademi değiştirmedim.
"Anlamadım?" Bunu öylesine bir soru olarak değilde cevabını almak istediğim için sormuştum. İçmiş miydi? Gece henüz yeni başlamıştı, alkollü bir hali yoktu. Anlaşılan doğuştan kafası güzeldi.
"Diyorum ki," dedi öne doğru eğilip dekoltesini açıkca gözler önüne sererken."Şeytan'ın kızı sen misin?"diye devam etti. Ardından beni kirli bakışlarıyla süzmeye devam etti. Bu sırada siyah ojeyle süslediği tırnağını dudaklarına götürdü.
"Gerçi Varis bu kadar zevksiz olamaz. Daha harkülade bir kadın bekliyordum." Dudaklarım düz bir çizgiyi andırıyordu belki ama şuan yüzüme alaylı bir sırıtmayı yerleştirmekten kendimi alıkoyamadım. Özgüveni tam bir kızdım, sıradan insanların sözleriyle tav olacak biri değildim.
"Başkalarını gölgeleyerek kendini yüceltmeye çalışacağına, özgüvenine inanıp öyle karşıma çık. Zira ego ile özgüveni karıştıranları bir taraflarıma taktığım söylenemez." Diyerek yürümeye devam ettim ve servislerle ilgilenmeye başladım. Şuan bana sinir olduğunun farkındaydım ancak üzerinde durmam gereken bir konu değildi.
Şeytan'ın Kızı derken ne demek istemişti ve neden bana ima yapmıştı? Burada çalışan tek kız ben değildim. Mila değilde neden ben? Bu ister istemez aklımı kurcalamıştı.
Aklımı bunlarla kurcalamayı bir kenara bırakıp boş tepsi ile geri döndüm. Bu sırada elindeki şişeyi çeviren Feza'yı görmem ile direk olarak ona yönelmiştim. Bir şeylerin zihnimi istila etmesini kesinlikle sevmiyordum. Kaşlarım çatık Feza'ya ilerlediğim sırada muzip bakışları beni buldu ancak çatık kaşlarımı görünce ciddi bir hâle büründü. Ciddi olunca fazlasıyla korkunç görünüyordu.
"Bebeğim ne oldu?" Şuan bana bebeğim diyişine falan takacak durumda değildim. Zira aklımı kurcalayan ve oraya yer edinen başka bir şey vardı zaten. Elimdeki tepsiyi siyah bar tezgahına bırakıp kendimi de tezgaha yasladım. Ardından kollarımı göğsümde bağlayarak karşı tarafımda aynı şekilde tezgaha yaslı duran Feza'ya dikkatle baktım.
"Şeytan'ın Kızı kim?" Dedim direk olaya dalarcasına. Kaşları şaşkınlıkla havalandı ve bakışları tedirgin bir hâl aldı.
"Sen...bunu nereden duydun?" Gözlerim kuşkuyla kısıldı. Kollarımı çözüp bedenimi yaslandığım yerden ayırdım ve dibine girerek elimi V yaka tişörtünün açıkta bıraktığı teninin üzerine koydum. Tırnağımla orayı okşarken irice açılmış gözleri ve etrafa tedirgince bakan bakışları beni daha fazla kuşkulandırmıştı.
Bu işte bir şey vardı.
"Bir kız söyledi." Dedikten sonra dudağımı üstün körü yalayıp ela gözlerine bir şeyler bulmak istercesine baktım. Önce etrafa baktı ardından bana. Kenara kayarak benden uzaklaşmaya çalıştığında kaşlarım anında çatıldı.
"Neden kaçıyorsun? Sana dokunmamı sevdiğini sanıyordum." Onu, kendi silahıyla vuruyordum. Normalde bana her daim yakın olma çabasına giren insan neden şuan uzak durmaya çalışıyordu? Büyük bir soru işaretiydi. Ve bu soru işareti beni oldukça şüpheye düşürüyordu.
Bakışlarım sertleşti, dudaklarım düz bir çizgi halini aldı.
"Derhâl bana ne olduğunu anlat Feza." Gözlerini kapatıp açtı ve elini ensesine atarak ovaladı. Dudağındaki piercingi ağzına yuvarlarken soluklanmayı ihmal etmemişti. Normalde bu kadar üstelemezdim ancak, anlaşılan üzerime oynan bir şey vardı.
Çözememiştim.
"Bak Leva..." dediği sırada önce arka tarafta bir patırtı koptu ardından etrafta silah sesleri duyulmaya başladı.
Her yer ölüme susamış çığlıklarla dolarken uğuldayan kulaklarım ile ne olduğunu teyit etmeye çalışıyordum.
Ancak sonuç başarısızdı.
Etrafımızı sarmalayan ölüm kokusu, tenlerde arşınlanan geçmişin tahayyülü niteliğindeydi. Nitekim, zihnimde öldürdüğüm bedenlerin cesetleri, artık gözlerimin ağında sallanıyordu.
Zira artık gözlerimin önünü, mavi gözlü bir adamın zevâhiri süslüyordu.