Ele avuca sığmayan şeyleri yüreğimize sığdırmak gibi huylarımız vardı. Yakıp yıkmak istediğim lâkin kaçıp gitmekten başka bir şey yapmadığımız anlar da cabasıydı.
Derin bir soluk aldım.
Aldığım soluklar, soluk borumda takılı kalıyordu. Nedenini tam olarak bende bilmiyor olsamda oldukça kuvvetli bir ihtimal vardı. Asaf Bulut Veziray. İsmini zikrettiğimde dahi tüylerim diken diken olurken nasıl olurda gözlerine baktığında kendimden geçmem? Olağanüstü aurasıyla kendi hakimiyeti altına alamayacağı bir kız yoktu ve sanırım bende onların arasına girmiş kurbanlardan biriydim.
"Güzelmiş." Dedim bilinçsizce başımı aşağı yukarı sallarken. Bunu neden yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sanki bir kuklaydım ve iplerim başkasının elinde, onun istekleri doğrultusunda ilerliyordu. "Yani, adın." Diyerek devam ettim. Neyin açıklamasıydı bu? Tam bir aptal gibi göründüğüme emindim. Bu nedenle kendime çeki düzen vererek soluklandım ve ifademi oldukça düz tutmaya çalışarak mavi kuyularına baktım.
Siyah saçlarını sağ eli ile geri itelerken gözümde bir yunan tanrısından farkı yoktu.
"Başka sorun yoksa işlerim var. Beni meşgul etme." Dedi ve hiçbir şekilde cevabı beklemeden arkasını dönerek yanımdan uzaklaştı. Ağzım önce şaşkınlıkla aralandı sonra sinirle kapandı.
Biraz önce yunan tanrısı mı demiştim? Unutun gitsin. Ondan olsa olsa ancak dağ ayısı olurdu. Sinirli bir homurtuyu serbest bırakarak arkamı döndüm. Bugün kendi sınırlarımı yeterince aştığımı düşünüyorum. Hele ki, gün içinde Yasin gibi ipsiz sapsız bir adamın suratını görünce modum tamamen düşmüştü. O da yetmiyormuş gibi Varis beyciğim(!) beni terslemişti.
Bir havalar bir havalar sanırsın Elizabeth'in oğluydu.
Onu düşünmeye bir son vermek amaçlı kafamı iki yana salladım. Neden ben onu düşünüyordum ki? O beni düşünsün.
"Leva, masayı şuraya çekmeme yardım eder misin?" Mila'nın sesini duymam ile adımlarımı o tarafa yönelterek isteğini kırmayıp ona yardımcı oldum. En azından Asaf'ı düşünmeme engel olacak şeylerle uğraşıyordum, bu da bir adımdı bence. Masayı beraber olması gereken yere çekeledikten sonra bütün masaların üzerini güzelce silmeye başladık. Her şey hazır olduğunda artık rahat bir nefes alabilmiştik. Birazdan insanlar akın etmeye başlardı.
Arka tarafa, Feza'nın yanına geçtik. Feza oturduğu deri koltuklarda elindeki telefonla uğraşıyor bir yandanda birasını yudumluyordu. Alkol ona pek etki etmezdi. Benim ise alkol almam şu durumda yasaktı. Kalp rahatsızlığım nedeniyle ani kalp krizi veyahut krizle karşılaşmam olağan bir durumdu. Sigara da bu etkenlerin içerisindeydi. Aşırı derecede belli olmayan astımım azarsa durum kötüye gidebilirdi.
Neyse ki, her şeye karşı önlemli bir kızdım.
"Kiminle yazışıyorsun bakalım." dedi Mila kendini koltuğa atıp Feza'ya sokulurken. Feza kısa bir süre gözlerini üzerimizde gezdirip olduğu yerde daha çok yayıldı.
"Liseden bir arkadaşım. Kız evrime kafa atmış, bende bu işe el atmaya çalışıyorum. Bilirsiniz," dedikten sonra eliyle saçlarını karizmatik olduğunu düşündüğü bir şekilde geriye atarak kaşlarını kaldırıp indirdi." Karşı konulamaz bir insanım." Mila alayla ona baktı. Ben ise boş boş suratına bakıp tekli koltuğa oturdum. İşler başlamadan biraz dinlensek iyi olurdu. Zira iş başladıktan sonra oturmaya vakit olmayacaktı.
"Sorma, o kadar karşıkonulmazsın ki karşı karşıya dahi gelmek istemiyorum." Mila'nın alayvari sözlerinden gram etkilenmeden sırıttı. Bu sırıtmayı biliyordum, pis bir imada bulunacaktı.
"Dedi altımda inleyen insan." Mila bir an kızarır gibi olsada çabucak toparlayıp ona göz devirdi.
"Dedi beyni olmayan insan." Ah, cidden... çocuk gibi atışmaya ne zaman bir son vereceklerdi? Gerçekten bilmiyordum. Yan yana geldikleri her an kedi köpek gibi dalaşıyorlardı.
Sezen ve Cenk de geldiğinde kadro tamamdı. İkili ceketlerini çıkarıp yanımıza geldiler. Sezen soğuktan kırmızılaşmış ellerini birbirine sürttü.
"Hava çok soğuk."
"Kasım ayındayız, gayet normal." Diyerek görüşünü belirtti Mila. Sezen, Mila'yı başıyla onayladı.
"Geçen senelerde bu denli soğuk ile hiç karşılaşmamıştık. Kar yağsa bu kadar soğuk olmazdı." Bunu söylerken hırkasına can simidiymiş gibi sarılmıştı Sezen. Gerçekten üşüdüğü her halinden belli oluyordu. Cenk ise tam aksine kızarmış burnuna rağmen üşüdüğüne dair hiçbir şey söylemiyordu. Gözleri Sezendeydi. Onu gerçekten sevdiği gözlerinden belli oluyordu. Mila'dan öğrendiğim kadarıyla 2 yıla dayanan ilişkileri vardı. İnsan imrenmeden edemiyordu... Sezen, kestane rengi kısa küt saçları, iri Ela gözleri, ince dudakları ve 1.65 gibi duran boyuyla oldukça tatlı bir kızdı. Sevecen ve samimi biri olduğu uzaktan dahi anlaşılabilirdi. Cenk ise sarıya çalan kahverengi saçları, küçük kahverengi gözleri ve 1.80 ne yakın boyuyla fazla yakışıklı olmayan ama konuşma tarzıyla insanı etkileyen sıradan bir Türk erkeğiydi.
"Daha iyi misin?" Dedi Cenk büyük bir ilgiyle Sezen'i izlemeye devam ederken. Sezen bakışlarını etrafta gezdirmeye son verip sevgilisine baktı ve oldukça sıcak bir gülümsemeyle sevgilisine iyi olduğu sinyalini verdi.
"İyiyim, endişelenme." Cenk başıyla onaylasa bile aklının hâla daha onda olduğuna emindim.
Müşteriler yavaş yavaş akın etmeye başladığında hepimiz ayaklanarak işe koyulmaya başlayacaktık lâkin Kerem -Varis'in arkadaşı- ürpertici bakışları ve sert adımlarıyla dibimizde bitti. Gözlerini hiç bize değdirmeksizin Feza'ya sabitledi.
"Yeni kızları yukarı gönder. Melike ve Naz bugün yoklar. Oyun odasına kızlar hizmet edecek." Yeni kızlar biz oluyorduk evet ama ikinci katta ne işimiz vardı? Daha ne yapmamız gerektiği bilmiyorken bize emanet etmeleri saçmalık değil de neydi?
"Varis'in bundan haberi var mı?" Dedi sertçe Feza. Kerem denilen çocuktan haz etmediği apaçık belliydi. Açıkcası benim de pek hazettiğim söylenemezdi.
"Dediğimi yap." Feza sustu. Dişlerini öyle bir sıkıyordu ki kırlacağına dair içimde yeşeren şüphe tohumlarına engel olamadım. Anlaşılan o ki, Kerem'in mevkisi Feza'dan bir tık daha ilerideydi. Kerem arkasını dönüp yanımızdan uzaklaşırken Feza dişlerini sıkmaya bir son verdi.
"Şerefsiz puşt, Varis'in haberi olmadan kafasına göre sikik işler yapıyor. Bunu ona ödeteceğim." Dedi ve elini cebine attı. Cenk ve Sezen servislere başlamak amacıyla yanımızdan uzaklaştığında sadece Mila, ben ve Feza kalmıştık. Telefonunu çıkarıp birkaç tuşa bastıktan sonra telefonu kulağına götürdü. Bir süre bekledi ama yanıt alamadı.
"Kahretsin, bu adama neden ulaşılmıyor?" Onu bu kadar sinirlendiren şey ne bilmiyorum ama kesinlikle ağzımı açıp tek kelime etmeye bir yerlerim yemiyordu. Feza'nın sinirli halleri insanı korkutmuyor değildi.
"Sorun ne?" Dedim nihayet cesaretimi toplayıp şüpheyle konuşurken. Bakışları bana döndü. Dudağındaki piercingi ağzının içine yuvarlayıp sinirli bir soluk aldı.
"Oyun odasındaki insanlar çok tehlikeli. İzmir'in en zengin kesimleridir bunlar genelde. Eğer oradan biri sizinle uğraşırsa ne olur biliyor musunuz? Boku yersiniz. Eğer Varis, Kerem'in ondan izinsiz böyle bir şey yaptığını öğrenirse onu mahveder ama benim karşı koyma şansım yok." Kaşlarım çatıldı.
"Neden karşı koyma şansın yok?" Elini saçlarına daldırıp geriye yatırdı.
"Çünkü ben burada bir anlaşma imzaladım, söylenileni koşulsız şartsız yapmak mecburiyetindeyim." Bu... saçmalığın daniskasıydı. Böyle bir şey kabul edilir gibi değildi.
Resmen kurda kuzuyu emanet edecekti Kerem. Köpek balıklarının arasında kalan ürkek balıklar gibiydik. Onlardan korkum falan yoktu ama başıma bela almak istemiyordum, bence bu yeterli bir sebepti.
"Sakin ol Feza, sadece bir gece." Dedi Mila omuz silkerek. Feza bu sefer radarına onu aldı.
"İyi, ne bok yerseniz yiyin. Sezen'e söyle sizi hazırlasın." Hazırlamak? Satılığa falan çıkarılıyoruz da benim mi haberim yoktu? Feza'nın arkasından bir süre boş boş baktım. Bu eylememi engelleyen şey Mila'nın beni kolumdan tutup çekelemesiydi.
"Ay, bir heyecan bastı beni. Oyun odasına ilk defa çıkacağız. Sence nasıl bir yerdir?"
"Çıkınca göreceğiz işte Mila." Huysuz homurtu umursamadan Sezen'e bizi hazırlamazımı söyledi. Sezen büyük bir şaşkınlıkla yüzümüzü inceledi.
"Kızlar... bunu size kim söyledi? İyi bir fikir olduğunı sanmıyorum." Sezen'in tedirgin tavırları olaydan daha çok nem kapmama neden olmuştu. Ne olmuş yani birkaç züppe birleşip kumar oynuyorsa? Bunun bize ne gibi bir zararı olabilirdi ki?
İçimi kemiren sorular, dur durak bilmiyordu. Kendi kendime girdiğim çelişkili durumdan yine bir şekilde kendim kurtulacaktım, başka çarem yoktu.
"Valla bebeğim, kimse bize fikrimizi sormadı. İsmi lâzım değil Kerem diye yazılan ama sünepe diye okunan şahısın emri. Anlayacağın emir büyük(!) Yerden." Mila'nın boyalı saçlarımı geriye savurup asık suratıyla söylediği sözlere Sezen sadece gözlerini kırpıştırmakla yetindi. Büyük ihtimal onun nasıl bir manyak olduğunu analiz etmeye çalışıyordu.
"Peki, o zaman sizi hazırlayalım." İçim sıkıla sıkıla onu takip etmeye başladım. Kısa süre sonra bir odaya geldik, oda da mor rengi hakimdi. Bir kuaförü anımsatmıyor değildi. Aynalar, her türlü makyaj malzemeleri ve kıyafetler...içimden çok küçük bir an bir şüphe dalgası geçti. Acaba, Varis kadın mı pazarlıyordu.
İrkildim.
Böyle bir şey yapmazdı, umarım.
Sezen bizi itinayla hazırlamaya koyuldu.
●•●
"Tanrı aşkına Mila, şuan kendimi striptizci gibi hissediyorum. Çalışan olarak mı gideceğiz yoksa yatak arkadaşı mı?" Sinirli söylenmelerime kayıtsız kalmadı Mila.
"Tam olarak bende anlamadım ama taktik belli. Yavşayanın kafasına tepsiyi geçir, okey?" Yüz ifadem anlık yumuşadı. Bu kızı gerçekten seviyordum.
Aynada kendimi son kez süzdüm. Mini deri elbise vücuduma ikinci bir deri gibi yapışmıştı. Göğüs dekoltem ve sırt dekoltem sayesinde neredeyse kendimi çıplak hissedecek durumdaydım. Afedersiniz ama tam bir kaltağa benzemiştim.

Topuklu çizmeleri de giydikten sonra hazırdım. Mila ile birbirimizi uzun uzun süzdük.
"Ay kız, taş gibi olmuşsun." Sırıttım.
"Sende." İkimizde gülüşerek odadan çıktığımızda Feza yaslandığı pervazda kollarını birleştirmiş yere bakıyordu. Kaşları çatıktı, düşünceli olduğu belliydi. Kim bilir zihninde kimlerin idamını vermişti....
Kapı sesini duyması ile dalgın bakışlarını üzerimize çıkardı. O sırada gözleri önce Mila'yı sonra beni buldu. Bu saniyeler içerisinde gözleri irileşmiş, dudakları şaşkınlıkla aralanmıştı.
"Hasstroloji." Dedi aralık dudaklarının arasından mırıldanırcasına. Onun bu tepkisini görmezden geldim, genelde güzel bir kız gördüğünde dibinin düşmesi olağan bir şeydi.
Ve biz inkâr edilmeyecek kadar güzel duruyorduk. Ya da... seksi?
Bu düşünce ile kendi kendime göz devirdim. Resmen önceden kaçtığım ortama kucaklama atlıyordum.
"Yok abi, ben sizi kesinlikle oraya böyle gönderemem. Varis ağzıma sıçar üzerine de gül diker." Kendi kendine söylemlerine ister istemez Mila ile kırkırdamıştık. Bu sırada yanımızdan geçen birkaç korumanın göz hapsinde kalmıştık. Rahatsız edici bir durumdu.
Derin bir nefes aldığımda daralan göğsüm ile kendime bir küfür savurmadan edemedin. Kalp rahatsızlığım vardı ve ben aptal gibi dumanın ve iğrenç kokuların en yoğun olduğu bölgeye gidiyordum. Harika, bu gece ölmezsem iyiydi. İlacımı da içmeyi unutmuştum, cidden harika!
"Homurdanman bittiyse artık gidelim. Şu lanet gecenin bir an önce bitmesini istiyorum." Bu sefer homurdanan taraf bendim. Seri adımlarla ilerlemeye başladığımda Feza oflayarak arkamdan geldi ve öne geçerek onu takip etmemizi sağladı. Dönemeçli merdivenleri takip eden kırmızı loş ışık üzerimizde bir mücevher gibi parlıyordu. İlk katta mavi loş ışık hakimken ikinci katta kırmızı daha yoğundu. Yanlış anlamalı mıydım?
İkinci kat tahmin ettiğim gibi daha çok resmi ama tehlikeli olduğunu apaçık belli eden insanlarla doluydu. 5 kişilik yuvarlak masalar koyu kırmızı örtüyle kaplanmıştı. Kimilerinin üzerinde okey taşları, kimilerinin pişti, kimilerinin ise adını dahi bilmediğim oyunlar yer edinmişti. Bizim içeri girmemiz ile birçok kişinin kafası bize dönerken delici bakışları rahatlıkla hissediyordum ve bu berbat bir duyguydu. Melike ve Naz adındaki kızlara daha şimdiden acımaya başlamıştım. Gerçi acınacak duruma düşen şuan bendim.
"Kanka yol yakınken dönsek mi?" Diyen Mila'ya tedirgimce baktım.
"Yol yakınlıktan çıkalı çok oldu."
"Ölü taklidi yapsak?"
"Yemez." Daha da bir şey demeden dehşetle etrafına bakmayı sürdürdü.
"Diğer kızlar nerede?" Dedi saçına ak düşmüş takım elbiseli adam. Amca senin burada ne işin var? Evinde yatsana? Burda kalp krizi geçirip öleceksin, başımıza kalacaksın mazallah.
"Bugünlük size bu bayanlar eşlik edecek." Dedi Feza zorlama bir sesle. Bunu yapmak istemediğini açık açık belli ediyordu.
"İsimleri?" Kendi ismimi vermek istemediğim için aklıma ilk gelen şeyi, yani Varis'in bana idmim yerine seslendiği hitap şeklini söyledim. Aklıma başka bir şey gelmemişti.
"Efruze." Oldukça resmi ve sert bir şekilde söylediğime inanıyordum. Kimseye yüz vermek istemiyordum. Ya da hareketlerimden yüz bulmalarını...
Bunu dedikten saniyeler sonra hem Mila, hemde Feza ile bakışmıştık. Büyük ihtimalle neden kendi ismimi söylemediğime anlam verememişlerdi.
İsmimi vermek istemiyordum çünkü buradakilerin tekin olmadıklarını açık bir dille belirtmişti Feza ve diğerleri. İçlerinden birinin saplantılı deliler gibi peşime takıkmayacağı nr malumdu? Bakınız Yasin. Saplantılı olduğuna dair şüphelerim vardı ama bana mı yoksa Mila'ya mı henüz karar verebilmiş değildim.
"Mila." Düşüncelerimden ayrılmama neden olan kişi Mila'ydı. Kendi ismimi söylemekten çekinmemişti çünkü gerçek adı Mila değildi. Bunun rahatlığı ile söylediğine emindim.
"Bir cin istiyorum."
"Bende votka." İşimizin şimdi başladığı belli olmuştu. Çaresizce Feza'nın yönlendirdiği yere ilerleyip alkol siparişlerini tek tek yapmaya başladık. Burası özel kesim alanı olduğu içina ayrı bir önem arz ediyordu.
Birçok masaya getir götür yapmış, kimiyle sohbet etmiş kimin ise istemleri üzerine kartlarını açmalarında yardımcı olmuştuk. Bundan memnun olmasamda bir gün idare edebileceğime inanıyordum.
"Efruze." Çakma ismimi duymam ile kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Siyah saçlı, kahverengi gözlü çok sert olmayan ama bakışlarındaki boşluk ile sert gözüken çehresiyle yaklaşık 26 yaşları civarında bir erkek gözlerime dik dik bakıyordu. Başta gözlerimi kırpıştırarak gözlerine baksamda ardından kendimi toparlayarak bütün vücudumu ona döndüm. 5 kişilik masada oturan en genç insandı. Gerçi diğerleri ondan en fazla birkaç yaş büyük duruyordu.
"Efendim?" Olduğu yerde sırtını daha çok dikleştirip masaya kısaca göz attı.
"Bu gece..." dedi kartlarına bakıp tekrar bana dönerken, "Şansım olur musun?" Gözlerim benden bağımsız irileşirken yan tarafımızda bulunan masaların bize baktığını hissedebiliyordum. Gözlerimi Mila'dan destek almak istercesine etrafta gezdirsemde onu görememiştim. Arka tarafta kalmıştı muhtemelen.
Ne yapacaktım? Sert duruşunun aksine oldukça kibar bir şekilde ricada bulunmuştu. Yapmam gereken tek şey, sadece yanında durmak ve ona destek olmaktı.
"Elbette." Duruşum dik, sesim kendine güvenir tondaydı. En azından herkesin önünde kendimi küçük duruma düşürmesem iyi olabilirdi. Bir an önce bu gecenin bitmesini diliyordum.
Topuklu ayakkabılarımın zeminde bıraktığı tok ses ile ona doğru ilerledim ve sağ tarafında ayakta dikilir vaziyette bekledim. Yüzüme yapmacıklığı belli olan gülümsemi de kondurmayı ihmal etmemiştim.
"Şeytanınız bol olsun beyler." Sarışın 30'una merdiven dayamış bir adam gevşekçe sırıttı.
"Senin gibi bir melek, bütün şeytanlara bedel." Bak bak, nasıl da yavşıyor. Bu aşırı yavşakvari tipine sadece boş boş bakmakla yetindim.
"Arda, sen hiçbir oyunda bir kadını yanına alıp şans diye nitelendirmezdin. Ne değişti?" Bu sefer konuşan koyu kahverengi saçları olan ciddi suratlı bir adamdı. Adının Arda olduğunu öğrendiğim genç adam bakışlarını yüzümde gezdirip diğerlerine döndü.
"Öyle gerekti. Yaptıklarımı sorgulamak yerine oyununuza bakın." Bu son konuşma olmuştu. Ardından kartlar dağıtıldı, paralar ortaya koyuldu ve oyun başladı. Bir şey itiraf etmem gerekirse oyunla alakam dahi yoktu. Attıkları kartların ne işe yaradığını bile bilmiyordum. Değişik bir oyundu.
Oyun, bana göre büyük bir sıkıcılıkla onlara göre çekişmeyle devam ediyordu. Masada 3 kişi oyun dışı kalmış geriye kalanlar devam ediyordu. Geriye kalan iki kişiden biri Arda diğeri yavşak olan adamdı. Durum berabereydi ve bu son eldi. Yavşak olan kafasını kaldırıp bana sırıttı.
"Bu eli kazanırsam alırım bir öpücük." Yalandan sırıttım.
"Avcunu yalarsın." Buna bozulmuş olsada daha fazla konuşmadan oyuna odaklandı. Arda bu süreçte pür dikkat kendini oyuna vermişti. İtiraf etmek gerekirse oldukça güçlü ve karimatik duruyordu. Elde kalan son iki kart vardı. Arda hiç beklemediğim anda bana döndü. Koyu gözlerini üzerime sabitledi.
"Seç birini." Şaşkınlıkla bir ona birde kartlara baktım.
"Ben bunlardan anlamam ki." Ben duymamış gibi sorusunu yineledi.
"Seç." Elimle kupayı andıran şekillerin olduğu kartı işaret ettim. Hiçbir şey demeden kartı eline aldı ve yavşak beyin kartının üzerine attı.
"Ve oyun biter." Bunu söykerken oldukça keyifliydi Arda. Ne yani şimdi kazanmış mıydı? Eğer diğer kartı seçersem kaybetmiş mi olacaktı? Garipti doğrusu.
"Ah hadi ama, yanında böyle bir güzellik varken oyuna odaklanamadım Leylifer. Bu haksızlık." Leylifer? Biraz tanıdık gelmişti ama hatırlayamadığım için umursamadım. Arda bakışlarını yavşak beyde sabitledi.
"Dediğin gibi benim yanımda." Dedikten hemen sonra bütün paraları kendi tarafına çekti. Ben hâla kavrayamadığım olaylara garip garip bakarken gürültülü bir kapanma sesi duydum. Benim gibi herkesin bakışları kapıya yöneldi. Yanındaki iki kişiyle içeri giren kişi tam olarak Varisti. Yanındaki iki kişi ise Kerem ve Feza idi.
Gözleri sertçe etrafta dolaşırken gözlerimiz çakıştığında bakışları koyulaştı, elleri yumruk halini aldı.
Ardından adımları yeri dövercesine bana yöneldi.
Gözlerim korkuyla büyüdü.
Bir lâyetezelzel titretti yeri, tanımı ise sarsılmaz.
Sarsılmazlığıyla sarsmıştı beni.