Bölüm 7: "Kalp"

1942 Words
Galibiyet, tadı damakta kalan nahoş bir tattan farksız değildi benim için. Kazanmak, kaybetmekten önemli miydi? Hayır. Ben başta kaybetmeyi iğelerdim sonunda zafere ulaşmak için. İnsanlık ikiye ayrılıyordu.  Güçlüler ve güçsüzler.  Hayır, güçsüz gözükmeyi tercih edenler desek daha makûl bir cevap olur.  Ben ise şuan güçlü görünmeyi tercih edenlerdendim.  Soğuk havanın tenimde bıraktığı alazlar, yakıcı bir alevden farksızdı. Vücudum soğuk silsilesi ile artık uyuşma noktasına gelmekle birlikte hissedilmeyecek durumdaydı.  Bugün, fazlasıyla yorulmuştum ve artık evime gidip birkaç gün uyumak istiyordum. Güzel olabilirdi... tabi böyle bir imkanım olsaydı.  "Yok, ben anladım. İnsanların ve arabaların bana garezi var." Kendi kendime mırıldanışımı Mila ne kadar duydu hiçbir fikrim yok ama irice açtığı gözleriyle eli kalbinde arabaya bakıyordu, göz ucuyla görmüştüm.  Koktuğu belliydi.  "Allah'ın cezası hemen in o arabadan sen benim ödümü patlattın bende patlatacağım tekerleklerini." Mila korku halinden kurtulup sinirli birşekilde bağırarak arabanın tekerine tekme attı. Ben ise irice açılmış gözlerimle bir ona bir arabaya bakıyordum.  Şoför koltuğundaki cam yavaşça indi.  Beklediğim yüz kesinlikle bu değildi.  Açıkcası bir yüz beklediğim falan da yoktu yani.  "Feza?" Mila'nın biraz önceki hırçın sesinin aksine şuan tamamen şaşkınlık doluydu. Birazdan yaşanacak arbedeye kesinlikle şahitlik yapmak istemiyorum.  "Mila?" Dedi Feza da yüzüne eklediği sinsi sırıtışla olacaklardan habersiz. Cidden... alacağı tepkiyi bile bile hangi insan böyle bir aptallık yapardı ki?  Kuşkusuz Feza.  Mila'nın şaşkın yüzü öldürücü bir katilin yüzünün ifadesini alırken derin bir nefes aldım. Bunlardan bıkmıştım.  "Şarap çanağına sıçtım Feza." Dedikten hemen sonra camdan elini uzatıp Feza'nın saçını yakaladı ve her şey o an başladı.  Onların bağırışları, birbirlerini tartaklamaları ve benim kollarım göğsümde bezmişcesine onları izlemem...  Bunlar yalnızca saniyeler içerisinde olmuştu.  En sonunda başımın ağrısından dolayı onları ayırma ihtiyacı duymuş ve ayırmıştım da. İkisi birbirine kızgın bir boğa gibi bakarken bugün olanların ağırlığı yavaş yavaş üzerime çullanıyordu ya da ben kafayı yemiştim.  En önemlisi ise açtım.  Cidden açtım.  "Artık şuna bir son verin. Kaç yaşına gelmiş insanlarsınız çocuk gibi davranmayın." İkisi de sessiz kaldı. Bu sessizlikten istifa saçları birbirine karışmış ve yeşil gözlerinde dans eden öfke ile bizi izleyen Feza'ya sormak istediğim soruyu sordum.  "Burada ne işin var ve neden tıpkı bir maganda gibi karşımıza çıkıyorsun?" Bakışlarını Mila'dan alıp bana çevirdi. Biraz daha yumuşamış gibiydi.  "Sadece... biraz havalı olacağını düşündüm?" Bunu söylerken tedirgince alt dudağındaki piercingi çekiştirdi. Pekâla, tepkimizden korkuyorsun madem neden sonucunu bile bile o işe kalkışıyorsun? Gerçi çoğumuzun hayata karşı en çok yaptığı şey bu ama her neyse...  "Havalı olacağım diye bizim hayatımızı tehlikeye atma hakkın yok. Bir daha böyle bir şey olursa inan bana Mila kadar hafif bir tepki vermem." Sakin söylemlerime karşı yüz ifadesi kısa bir an dehşete büründü. Büyük ihtimal takıldığı yer benim onu tehdit etmem değil Mila'nın yaptığı şeyin neresinin hafif olduğunu düşünmesiydi.  Bu çocuk akıllanmayacaktı.  "Hadi binin, eve bırakayım sizi." İtiraz etmeyecektim. Bilakis Mila da benimle aynı fikirde olmalı ki hiçbir şey demeden arka kapıyı açarak içeri girdi. Bende beklemksizin Mila'nın arkasından bindim ve nihayet sıcak bir yer ile buluşmanın verdiği rahatlıkla gözlerimi kapayarak kafamı arkaya yasladım.  "Feza?"  "Hm?"  "Dürüm alacağımız yakın bir yerlerde durda dürüm alayım." Belki de gerginliği dağıtan ilk şey buydu. İkiside kıkırdamaya başladığında yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi kendi kendime kısa bir süre tarttım.  Ancak yanlış bir şey söylediğimi düşünmüyordum.  "Tamam baş belası, alırız yakın bir yerden." Ses etmedim. Tabii ki alacaktı.  Sonuçta söz konusu ben ve aç karnımdı.  Araba asfalt zeminde yağ gibi kayarken yavaş yavaş uykum gelsede kendime hakim olmaya çalıştım. Uyumamalıydım, aç karna uyursam sabah uyandığımda çok sinirli bir insan olacağımı biliyordum.  Feza, şerit değiştirdikten kısa bir süre sonra evimize yakın bir dürümcünün önünde duraksadığında gözlerimden kalp çıkarcasına camdan dışarıya baktım.  Feza, dışarı çıkmaya niyetleniyordu ki onu durdurdum.  "Eve yakınlaştık zaten, biz burada inelim. Getirdiğin için sağol bir ara buluşuruz."  "Ciddi ciddi işi bıraktınız yani?" Dedi Feza şaşkınca arkasını dönüp koltuğun arasından bana bakarken. Yalan söylemem için bir sebep var mıydı? Hayır yoktu.  "Evet, ordan bakınca şaka yapıyor gibi mi duruyorum?" Ağzı tıpkı bir balık gibi açıldı kapandı. Dilinin ucuna kelimeler geliyor ancak toparlayamıyormuş gibiydi.  "Yani ne bileyim... bir anlık sinirle söyledin sanmıştım."  "O istifa etmiş olabilir ama ben etmedim Feza'cım. Endişelenme." Bu sefer şaşırma sırası bendeydi.  Ne demek ben etmedim? Orada çalışacak mıydı? Şaka yapıyor olmalıydı.  Tanrım...  İnanılır gibi değildi. En yakın arkadaşım resmen benim istifa ettiğim yerde çalışmaya devam edeceğini söylemişti.  "Anlamadım?" Mila saçlarını omzundan geriye atarak renkli gözlerini bana çevirdi.  "Buna ihtiyacım var. Evde oturdukça delirecek gibi oluyorum. Yaşananlar daha çok gözümün önünde canlanıyor, anla beni." Gözlerimi kapatarak soluklandım. Bir bakıma haklıydı. Onun kararları... onun hayatı. Yaşadıkları bir kadının kaldıramayacağı kadar zordu ve bunları atlatmak için düşünmemek gerekiyordu. O da düşünmemek için çalışmayı seçmişti.  "Pekâla, sen bilirsin." Bu sessiz bir kabullenişti. Bende evde oturur Game Of Thrones izlerdim, yapacak bir şey yoktu.  Sanırım kilo alma zamanım gelmişti...  "Neyse biz gidelim." Sözlerimin ardından Feza ile vedalaşıp arabadan indik ve mis gibi tavuk kokan dürümcüye ilerledik.  "Bana kızmadın değil mi?" Duyduğum çekingen ses ile Mila'ya döndüm. Bakışlarında büyüyen tedirginlik ve saf duygu tebessüm etmeme neden olmuştu.  Beni kırmak istemediği bariz belliydi. Eh, insanın duygusal bir yapısı olunca her şeye alnabiliyordu.  Duygusal olmaktan nefret ediyordum.  "Saçmalama Mila. Sana darıldığım falan yok, kararlarına karışamam." Samimiyetimi yansıttığıma emin olduğum sesim işe yaramış olmalı ki yüz hatları yumuşadı ve onunda yüzünde bir tebessüm oluştu.  "Buna sevindim." Cevap vermek yerine gelmiş olduğumuz mekanın cam kapısını ittirip içeri girdim. Yüzüme akın eden sıcak hava dalgası bir an irkilmeme neden olmuştu.  "Kaç tane yiyeceksin?" Dedim Mila'ya ithafen. Burun kıvırdı.  "Ben pek aç değilim, bir tane yerim." Onu başımla kısaca onaylayıp küçük masalara yerleştim ve Mila'nın da yerleşişini izledim. Bu sırada garsonlardan biri yanımıza gelmişti.  "Biz 3 dürüm 1 ayran birde.." diyerek Mila'ya baktuğımda,  "Kola." Demiş ve benim sözlerimin devamını getirmişti. Garson notunu alarak yanımızdan ayrıldı.  Bizde başlarda sessiz olsak da sonradan tatlı bir sohbete başlamıştık. Nihayet dürümler geldiğinde dünyanın en mutlu insanı olabilirdim...  Günün tek güzel anı bu olmalıydı.  Afiyetle yemeklerimizi yemiş, ücreti ödeyip ayaklanmıştık.  Soğuk havayla tekrar yüzleşmemiz ise kaçınılmazdı. Soğuktan donarak ölmemiz an meselesiydi. Sokağa çıktığımızda ise bizi ilk karşılayan sarı, cılız sokak lambalarıydı. Tıpkı bir mum alevi gibi kocaman sokağı aydınlatma çabasındaydı lâkin sadece bulunduğu yere faydası vardı.  "Yarın ne yapmayı planlıyorsun?" Gelen soru beni bir an bozguna uğratmıştı. Sahi, yarın ne yapmayı planlıyordum? Lanet olası koca popumu büyütmek güzel fikirdi. Dudaklarımı büzerek düşünür bir vaziyet almıştım.  Kısa süre düşündüm.  "Büyük ihtimal öğlene kadar yatarım. Ardından kalkar kahvaltı yapar ve Game Of Thrones izlerim. John Snow aşkımı özledim. Sonra ise... uzun zamandır Fatih Abi'nin yanına gitmemiştim. Salonuna gider antrenman yaparım. Zaten akşamüstü de dedemin yanına geçeceğim." Dediklerim üzerine beni başıyla onaylamıştı.  "Sen akşam mı gideceksin? İstersen beraber gideriz salona?" Mila başını iki yana salladı.  "Sabah saat 10 civarı Yasin ile buluşacağım. Beraber kahvaltı falan yapacağız, sonra da gezeriz." Onu başımla omaylamıştım. Yasin'i gerçekten sevmiyordum ama Mila benim sözümü dinleyecek bir kız değildi. Kendi doğruları ne ise ona inanırdı ki en güzeli de buydu. Çünkü bende doğrularımın izinden giderken kimsenin sözlerini önemsemezdim.  Fikirlerini alırdım ama benim için bir önemi olduğu söylenemezdi.  Ayağımın ucuna gelen taşı hafif bir kuvvetle ileriye doğru atarak yürümeye devam etmiştim. Eve gidene kadar sessiz kalmıştık, yorgunduk ve uyumaya ihtiyacımız vardı. Biraz kendimize gelmeliydik.  Nihayet eve gelmiştik. Kısa yol bile uzun sürmüştü nedensizce. Üşüdüğüm için gider gitmez ilk yaptığım şey ısıyı arttırmak olmuştu. Ardımdan Mila'ya iyi geceler dileyip odama girmiş, du almış ve dişlerimi fırçalamıştım. Şuan ise telefonu şarja takarak yatağıma uzandım.  Yorgun bir güne ev sahipliği yapan bedenim, uykuya yenildi ve karanlık usulca beni içine çekti.  Karanlığı sevmiştim çünkü ölüme en yakın olduğum tek andı.  ●•●  "Sonunda hazırım ya." Boş odayı mırıldanışım doldurmuştu. Tektim ve bunu sevmiştim. Ancak temizlik yapmayı hiç ama hiç sevmemiştim. Dün Game Of Thrones izleyip John Snow aşkımla aşk yaşayacağımı mı söylemiştim? Unutun gitsin.  Saatlerdir evi temizliyorum çünkü artık çöplüğe dönmüştü. Helr mutfak? Bahsetmek dahi istemiyordum...  Ev konusunda en hassas olduğum kısımlar mutfak ve lavaboydu. Ve ben bugün delirecek duruma gelmiştim.  Hayır, Başak burcu değilim.  Sadece pisliği sevmiyorum o kadar.  Temizlik bittikten sonra üzerime taytımı ve göbeği açık kalın kazağımı giydim. Onu üzerine ise şapkası tüylü haki yeşili altından lastikli bir mont geçirmiştim. Hava soğuktu, önlemimi almalıydım.  Çok beklemeden telefonumu ve spor sırt çantamı alarak dışarı çıkmıştım. Neyse ki kendi arabamla gidecektim de bu soğuğa maruz kalmayacaktım.  Garajda bulunan arabama atlayıp evimi terkederken ısıtıcıları açmış daha rahat bir konum almıştım.  Spor salonunun önüne geldikten hemen sonra arabayı arka taraftaki otoparka parkedip anahtarı montumun cebine attım. Ciğerlerime nüfüz eden temiz hava zihnimin açılmasına yardımcı olmuştu.  Ellerim her zamanki gibi soğuktu.  Bunu fazla umursamadan içeri girdim ve çalışan insanlara kısaca göz atıp arka bölmeye ilerledim. Fatih abi genelde orada oluyordu ki yanılmamıştım da, oradaydı. Karşısında ki adama bir şeyler söylüyordu.  Gözleri kapının girişinde bulunan bana kaydığında sert yüz ifadesi yumuşadı ve genişçe gülümsedi. Aynı şekilde ona karşılık vermekten çekinmemiştim.  Salonun ucundan yanıma gelip dostça bir sarılma gerçekleştirdik.  "Naber güzellik?"  "İyi abi senden naber?" Onu görünce bir anda kendimi fazlasıyla dinç hissetmiştim. Otuzlu yaşlarında olsa bile oldukça haraketli ve dinamikti.  "Bende iyiyim ufaklık, iş güç."  "En mâkulû." Diyerek kafamı sola çevirmiştim ki çevirmez olaydım.  Bu hayatın bana kıçıyla gülme şekli olmalıydı yoksa bunun başka bir açıklaması olamazdı.  O buradaydı.  O kim mi?  Asaf Bulut Veziray.  Büyük bir ciddiyetle yumrukladığı kum torbasına adeta düşmanıymış gibi bakıyor ve ölümcül darbelerle saldırıyordu. Eğer ki karşısında canlı bir nesne olsa eminim ki şuan komalık falan olmuştu. Kum torbasının ona nasıl dayandığına dair hiçbir fikrim yoktu. Fazla sert vurduğuna yemin edebilirdim.  Üzerinde hiçbir şey yoktu. Altında ise paçaları lastikli gri bir eşofman altı bulunmaktaydı. Saçları terden alnına yapışmış, göğüsleri nemden parlıyordu. Ay kadar güzeldi.  "Leva?" Dalmış olamlıyım ki Fatih abi bana seslendiğinde irkilerek ona dönmüştüm. Önce bana ardından biraz önce bakmakta olduğum noktaya baktı.  "Tanıyor musun?" Omuzlarımı silktim.  "Sadece, eski patronum." Eliyle önüne gelen sarı tutamları geri itip beni başıyla onayladı.  "Çalışmaya mı geldin?" O ana kadar ne için geldiğimi unutmuştum bile. Lanet herif resmen aklımı başımdan almıştı, ona hâla sinirliydim.  "Evet ama biraz paslanmış olabilirim..." sesli bir kahkaha attı. Açıkcası komik bir şey söylememiştim ama yine de sen bilirsin.  "Sorun değil, hallederiz."  "Pekâla." Diyecek başka kelimem yoktu. Sadece vakit geçmesi için gelmiştim ve geçirecektim de.  O ringe doğru yol aldığında bende çantamı ve montumu dolaplardan birine yerleştirip onun yanına geri döndüm.  Ringe çıktığım anda gürültülü yumruk sesi susmuştu.  Şimdi ise üzerimde o yakıcı bakışları hissediyordum. Bu garip bir duyguydu ve sevmemiştim. Kafamı onun olduğu tarafa doğru çevirdiğim an göz göze geldik.  Mavi gözleri birer uçurum, belki de bataklıktı. Beni içine çekmekten zerre pişman olmadığı belliydi. Gözlerinde baş gösteren kıvılcımlar neye işaretti bilmiyorum ama biçimli dudaklarını aralayıp dilini dudağının üzerinde gezdirdi ve gayet net okuyabileceğim bir şekilde fısıldadı.  "Kaçamazsın."  Neyden ve kimden kaçamayacaktım? Ya da kaçmamı gerektirecek bir durum vardı da benim mi haberim yoktu?  Elimi kaldırdım ve ona orta parmak çıkardım.  Tanrım, evet bunu yaptım.  Aptalca veya terbiyesizce ama inanın farkında olmadan yaptığım bir şeydi.  Hassiktir.  Hızla önüme döndüm. O sıra da Fatih Abi bandajlarını eline sarıyordu. Bende telaşla bandajlarımı alıp elime sarmaya başladım. Eldiven pek kullanmazdık çünkü vuruşları net hissedemiyorduk.  Ancak şuan vuruş falan umrumda değildi.  "Başlayalım mı?"  "Evet, lütfen." Başlamazsan, yan tarafta ki zebani beni ikiye katlayıp dörde bölecek. Hâla kum torbasına vurma sesi gelmiyordu, inme mi inmişti? Çıkmış olamazdı çünkü kapı açılma sesi gelmemişti. Kahretsin napıyordu acaba? Bana, beni öldürecek gibi bakıyor olabilir miydi?  Stresliydim.  Hemde aşırı.  Ve başladık. Kaçmalar, kroşeler, tekmeler ve aparkatlar. Her şey tek düze ilerliyordu.  Ta ki onu tam karşımda ringin iplerine kollarını yaslamış bir şekilde bana bakarken bulana kadar.  O an dikkatim dağıldı, ne olduğunu anlamadım. Göğsüme, tam kalbimin üzerine yediğim yumruk ile bütün dünya tepetaklak oldu.  Nefesim benden koptu, gitti. Nefes alamadığımı ve bütün uzuvlarımın uyuştuğunu hissettim.  Vücudum benden habersiz yere savruldu ve kollarım hareketsizce yerle buluştu.  Duyduğum en net ses ona aitti.  "LEVA!"  Bir kalp, yosun tutmuş ve her şeyi unutmuş. Şimdi ise azrailin izniyle atmayı bırakmak istiyor.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD