Bianca, Alessio’nun malikanesine doğru ilerlerken limuzin yolculuğu oldukça boğucu bir hal almıştı. Bianca gergin bir şekilde oturuyor, kocasından mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyordu. Kocası. Bu kelime, Bianca’yı dehşetle dolduruyordu.
Alessio’nun annesi Rosalia De Luca, törenin ertesi gün kutlanacağını açıklamıştı. Bu sıralama Bianca’ya tamamen ters geliyordu. Her şey yanlış gibi hissediliyordu. Parti neden ertesi gün yapılacaktı? Evliliği tamamladıktan sonra mı? Bianca, bunu önlemek istemişti. Araba bir direğe çarpıp kendisini – daha da iyisi Alessio’yu – öldürseydi diye düşündü.
Bir an için Alessio’ya baktı. Adam, öyle bir rahatlıkla oturuyordu ki bu tavır, neredeyse küstahça bir görünüme bürünüyordu. Sakin ve kendinden emin görünüyordu. Bianca, kapıyı açıp arabadan atlamayı düşündü.
Belli ki ona çok uzun süre bakmıştı, çünkü Alessio bunu fark etti ve bakışlarını ona çevirdi. “Yanlış bir şey mi var?” diye sordu.
Bianca, her şeyin yanlış olduğunu söylemek istedi ama Alessio’nun nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. Arabadaki alan çok küçüktü; Alessio onu cezalandırmaya karar verirse kendini savunamazdı. Bu yüzden sadece başını salladı. “Hayır ,yok.”
Alessio, birkaç saniye boyunca ona baktı, sanki Bianca’yı garip bulmuş gibi. Ardından telefonuna geri döndü.
Bianca, başını çevirerek camdan dışarı baktı. Ana yoldan sapmışlardı ve artık gördüğü tek şey ağaçlardı. Ormanın içinde olamazlardı, sonuçta burası Roma’ydı, ama bölge o kadar ıssızdı ki neredeyse öyle hissediliyordu. Alessio, onu öldürmek için buraya getirmiş olmalıydı, değil mi? Öldürmek isteseydi, önce onunla evlenmezdi, öyle değil mi? Ancak, Bianca’nın görebildiği kadarıyla etrafta hiçbir şey yoktu ne evler, ne iş yerleri, ne de insanlar. Sadece bitmek bilmeyen ağaçlar ve asfalt bir yol. Kaçmaya çalışsa bile çok uzağa gidemeyeceğini düşündü. Yol o kadar uzundu ki yürüyerek bir yere ulaşması imkânsızdı. Bölge neredeyse tamamen izoleydi.
Araba bir yere çektiğinde Bianca bir kez daha baktı. Karşısında yükselen şey bir ev değildi. Gözlerini kırptı; hayır, bu kesinlikle bir ev değildi. Bianca, bir evin nasıl göründüğünü çok iyi biliyordu. Ailesi, büyük ve konforlu bir evde yaşayacak kadar varlıklıydı, ama bu bambaşka bir şeydi. Bu bir malikaneydi. Devasa sütunları ve ağır görünümlü çift kanatlı kapıları vardı. Bianca etrafına baktı ve tam karşıda bir çeşme gördü. Gerçekten mi? Bir çeşme? Bianca, bunun tamamen saçma olduğunu düşündü.
Bir üniformalı adam, araba kapısını açtı, ama Bianca bunu umursamadı. Alessio’nun eviyle dayattığı güç gösterisinden hâlâ kendine gelememişti. Bu adam, yalnızca malikanesinin görüntüsüyle bile kibir ve kendini önemsemenin açık bir mesajını veriyordu.
“Bütün gece arabada mı kalacaksın, yoksa?” Alessio’nun sesi düşüncelerini böldü. “Eğer istiyorsan buna itiraz etmem, ama gerçekten mi?” Kaşlarını kaldırarak Bianca’nın somurtmasını şımarık bir çocuğun davranışına benzetiyormuş gibi baktı.
Bianca, ona öfkeyle baktı ama arabadan inmeye başladı. Ancak Alessio, onun tamamen inmesini beklemeden konuştu. “Ofisimde olacağım. Etrafı keşfetmekte özgürsün. Bir şeye ihtiyacın olursa hizmetçilere ya da herhangi birine sor, yardımcı olurlar. Seni sonra yatak odasında göreceğim.”
Sadece birkaç saniye içinde, Bianca düğün gecesinde verandada yapayalnız kalmıştı.
....
Bianca, Alessio’nun malikanesinde dolaşmaya karar verdiğinde genç bir hizmetçi ona tur boyunca eşlik etmeyi teklif etti, ancak Bianca yalnız kalmak istediği için bu teklifi reddetti.
Yalnız ve bu eve ait olmadığı hissetti. Ait olmak istemediği için bile değildi; malikâne o kadar büyük ve boş görünüyordu ki, burada başka insanların yaşadığını ama Alessio’nun sadece bu gece için evi boşaltmasını umuyordu. Ya da belki bu iyi bir şey, diye düşündü Bianca. Büyük bir yer, kaçmak için daha fazla alan, saklanmak için daha çok köşe demekti Alessio’nun yanında olma ihtimalini azaltıyordu.
Bianca’nın düşünceleri kocasına kaydı. İçinde bir kaygı dalgası hissetti. Şimdi ne olacaktı? Alessio De Luca da babası kadar korkunç biri mi olacaktı? Bir kafesten çıkıp başka bir zincire mi bağlanmıştı? Başka bir canavara mı teslim edilmişti? Derin bir nefes aldı ve kendini sakinleştirmek için koridorun duvarına yaslandı. Zihni dağılmaya başlamıştı, ama şimdi pes edemezdi. Güçlü olmalıydı.
Alessio, dostane bir hava vermemişti. Baştan itibaren Bianca’ya karşı kolay olmayacağını belli etmişti. Kibirli ve kendini beğenmiş tavırları, evliliklerinin hiçbir değeri olmadığını açıkça ortaya koyuyordu. Bianca, bu durumun doğru olmasından korkuyordu.
Elbette bu birlikteliği istemiyordu, ama Alessio için bir şey ifade etmek zorundaydı. Önemli biri olmak zorundaydı, yoksa kullanılmış bir eşya gibi bir kenara atılabilirdi. Alessio’nun gözünde değersizleşmekten korkuyordu – onu tüm varlığıyla nefret ettiği halde bile.
Bianca, Alessio’nun koruyacağı biri olmak zorundaydı. Alessio’ya ve ailesine ne katkısı olabilirdi? Anlaşma imzalanıp bitmişti; babası Gabriel, bölgesini Alessio’ya teslim etmişti. Şimdi ne işe yarardı? Alessio, onu bir kenara atabilir ya da daha kötüsü, bir dalı kırar gibi boynunu kırıp kolayca öldürebilirdi.
Bianca, Alessio’nun kendisine zerre kadar önem vermediğinden emindi. Bu evlilikten kurtulmanın tek yolu, Bianca’yı bu dünyadan tamamen kaldırmaktı. Bianca, mafya kurallarının kendisini çok fazla korumayacağını biliyordu. Don’un bizzat kendisinden korunmasını sağlamaya yetmezdi. Bu yüzden Bianca, bu evde, bu ailede, Alessio’nun hayatında bir yer edinmek zorundaydı.
Ancak bu, Bianca’nın tüm varlığını zorlayacaktı. Alessio’ya karşı medeni olmaya çalışmalıydı, her ne kadar ona karşı yoğun bir nefret beslese de. Yine de bunu deneyecekti; akıllıca olan buydu. Alessio, onun iradesine karşı bir şey yapmadığı sürece, onunla uyumlu olmaya çalışacaktı. Ancak Bianca, bir kez daha kötüye kullanılmasına izin vermeyecekti. Alessio’ya, kendisinin de bir insan olduğunu, hakları ve onuru olduğunu açıkça gösterecekti.
Bianca, akşamın ilerleyen saatlerinde ne olacağını düşündü. Alessio, yatak odasında buluşacaklarını söylemişti. Bianca’nın yutkunduğunu fark etti; bu, asla gerçekleşemezdi. Evliliğin tamamlanmasına izin veremezdi. Gelenekler umurlarında olmasın, vücudu Alessio’nun sahip olacağı son şey olacaktı.
Tanrı’nın huzurunda düğün yeminlerini söylemişti, ama yatağında kendini kabul ettiremeyecekti. Tam o anda, koridorun ortasında kendine bir söz verdi: Alessio De Luca’ya bedenini sunmayacaktı. Alessio’nun kendisini incitmesine izin vereceğini düşündü – aslında bunu bekliyordu – ama Tanrı şahit olsun, savaşacaktı.
Koridorun sonuna doğru yürüdü. Duvarları süsleyen pahalı eşyaları, tabloları ve heykelleri fark etti. Alessio’nun evi para akıyordu, ama Bianca’nın gözünde bu, kan parasıydı. Gördüğü her şeyin, masum insanların hayatları karşılığında alındığından emindi. Bu düşünce ona tiksinti verdi.
Koridorun sonunda, diğer odalarınkinden daha büyük bir meşe kapı gördü. Bu odanın ne olduğunu merak etti. Alessio’nun hiçbir şeyi yasaklamadığını ve hizmetçinin de onu bir odaya girmemesi konusunda uyarmadığını hatırladı. Bu yüzden kapıyı araladı.
İçeriye baktığında gördüğü şeyden mutluydu. Oda devasa bir kütüphaneydi – iki katlı ve sayısız kitap rafıyla doluydu. Bianca, her zaman kendi kütüphanesine sahip olmayı hayal etmişti ve şimdi, başına gelen her şeyin içinde bir umut ışığı bulmuş gibiydi.
Bianca, raflardaki ciltli kitapların sırtlarını hayranlıkla okşadı. Bazı kitapları daha önce okumuştu, ama yüzlerce tanesi hâlâ okunmayı bekliyordu. Bu durum, içinde bir heyecan dalgası yarattı. Belki de bu yabancı yerde, kendine bir sığınak bulmuştu.
Bianca, elleriyle kitapların sırtlarını okşarken, gözleri aşina olduğu bir kitaba takıldı: İki Şehrin Hikâyesi. Bu kitabı o kadar çok okumuştu ki artık sayısını hatırlamıyordu. Bu kitap, ona aşkın nasıl bir şey olması gerektiğini öğretmişti. Trajedi içinde aşkın gerçekten filizlenebileceğini savunuyordu ve belki de bu inanç karamsardı. Ancak Bianca, yaşadıklarından sonra, aşkı en trajik haliyle bile deneyimlemekten memnun kalacaktı.
Kitabın kapağına nazikçe dokundu. Aşk, ona uzak bir hayal gibi geliyordu. Daha önce hiç bu kadar soyut hissetmemişti ve belki de hep böyle kalacaktı. Belki de kaderi, aşkın ne olduğunu asla tam olarak anlayamamak üzerine yazılmıştı. Kelebekler, parmak uçlarının hafifçe birbirine dokunduğunda oluşan kıvılcımlar, dünyanın ekseninden kayışı... Bunların hepsi, Bianca için erişilmez bir rüya gibiydi. Bunun yerine, derinlerinde hissettiği tek şey korku ve nefretti.
Derin bir iç çekti. Kitabı açtı ve bazı sayfaların köşelerinin kıvrılmış olduğunu fark etti. Bu durumdan tiksindi; bir edebi eserin sayfasını katlayan biri, Bianca’ya göre tamamen görgüsüzdü. Ancak bu, bir şeyi işaret ediyordu – kitap okunmuştu. Ve Bianca’nın düşünceleri, bir kez daha Alessio’ya döndü.
Acaba bu kitabı Alessio mu okumuştu? De Luca ailesinin Don’u, böylesine duygusal bir hikâyeyi gerçekten okumuş olabilir miydi? Bianca, bu fikre inanamıyordu. Belki de okumuştu, ama muhtemelen politik oyunları ve entrikaları anlamak için okumuştu. Alessio’nun, zalimlik dışında herhangi bir duygu hissetmek için bu kitabı okumuş olmasına ihtimal vermiyordu. Ya da belki, malikanede Bianca’dan başka kitap okumayı seven biri daha yaşıyordu.
Zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti. Kapı aralığından bir boğaz temizleme sesi duyduğunda, oturduğu pencere pervazından sıçradı.
“Bölmek istemem, hanımefendi. Ancak Don sizi çağırıyor,” dedi daha önce gördüğü genç hizmetçi.
Bianca yutkundu. “Sizi mi gönderdi beni bulmaya?”
“Evet, hanımefendi. Sizi odasında bekliyor.” Hizmetçi tereddüt etti, “Acele etmenizi öneririm, hanımefendi. Yaklaşık yarım saat önce emir verdi. O zamandan beri sizi tüm malikanede arıyoruz.”
Bianca, genç kıza karşı bir suçluluk duygusu hissetti. Hizmetçi kız, Alessio’nun öfkesini çekmekten korkuyor olmalıydı. Bianca’nın keyfi yeniden bozuldu. Bu durum, Alessio’nun devasa bir malikanesi olmasının bir sonucuydu. Elbette, birini bulmak zor olurdu – özellikle de bulunmak istemeyen birini.
Bianca ayağa kalktı ve kitabı aldığı rafa geri koydu. Derin bir nefes alarak, “Tamam, o zaman. Yolu göster,” dedi.
Hizmetçi, Bianca’nın Alessio’nun odası olduğunu tahmin ettiği odayı açtı. Derin bir nefes aldı ve odaya adım atmadan önce kendini toparlamaya çalıştı.
“Neredeydin?” Alessio’nun sert ve soğuk sesi, Bianca’yı karşılayan ilk şeydi. Sanki Bianca bir kuralı çiğnemiş gibi konuşuyordu, ama bu saçmaydı çünkü henüz aralarında hiçbir kural belirlenmemişti.
Bianca arkasında kapının yavaşça kapandığını duydu. Şimdi, ikisi gerçekten yalnız kalmıştı. “Kütüphanedeydim,” dedi Bianca.
“Ve bunu hizmetçilere söylemedin mi?” Alessio, bir adım ona yaklaştı. Bianca, irkilmemek için kendini zorladı.
“Bunu yapmam gerektiğini söylemedin. Sadece bir şeye ihtiyacım olursa onlara sormam gerektiğini söyledin,” diye cevap verdi.
Alessio, Bianca’nın gözlerine dikkatlice baktı. Cevaptan memnun kalmış gibi görünüyordu, bu da Bianca’ya hafif bir rahatlama getirdi. Belki de düşündüğü kadar kötü olmayacaktı.
“Buraya gel,” dedi Alessio, yatağın kenarına otururken. Bianca bir santim bile hareket etmedi. Alessio, ses tonunu daha keskin bir hale getirerek tekrarladı, “Sana buraya gel dedim. Kendimi tekrar etmekten hoşlanmam, Bianca.” Komutları net, kesin ve emrediciydi. “Bianca.”
Bianca bu kez irkildi. İşte bu, korktuğu andı. Bütün gece boyunca bu anın gelmeyeceğini ummuştu, ama sonunda gerçekleşiyordu. Mücadele etmek zorundaydı, hatta dövülse bile. “Hayır.”
“Ne dedin?” Alessio’nun sesi bu kez daha tehditkar bir ton taşıyordu. Bianca, karşısındaki adamın bir başka canavar olduğunu o an anladı.
“Hayır dedim. Bana emir veremezsin. Sözünü dinlemeyeceğim.” Bianca, elinden gelen tüm cesareti topladı.
Alessio, gözlerini kısarak Bianca’ya baktı. Bu bakış, başka birini korkudan titretmeye yeterdi, ama Bianca olduğu yerde donmuştu. Korkuyordu, ama geri adım atmadı.
“Kiminle konuştuğunun farkında mısın?”
“Umurumda değil. Bana ne yapacağımı söyleyemezsin, yapmayacağım,” dedi Bianca, sesi hafifçe titreyerek. “Ve seni tanıyorum, Alessio De Luca. Sen bir canavarsın.”
Bianca, Alessio’nun soğuk bir kahkaha atmasını beklemiyordu. Kahkaha, alaycı ve acımasızdı; Alessio’nun üstünlük kurduğunu ve Bianca’nın çabalarının boşuna olduğunu açıkça gösteriyordu. “Haklısın. Ben bir canavarım,” dedi Alessio, bir adım daha ileri giderek. Bianca, istemsizce geriye çekildi. “Ama bu, seni bir canavarın karısı yapmaz mı?”
“Sadece kağıt üzerinde,” diye tısladı Bianca. “Senin karın değilim.”
Alessio, kaşlarını kaldırarak kötü bir şekilde gülümsedi. Açıkça, Bianca ile bir oyun oynuyordu.
“Ciddiyim. Daha fazla yaklaşmayı bırak!”
Bu sefer Alessio durdu ve o anda Bianca, bir hata yaptığını fark etti. “Birinci kural, sevgili eşim,” diye tısladı Alessio. “Bana bağırma.” Ardından, Bianca’nın kolunu sertçe tutarak kendine çekti.
Bianca, kolundaki ağrıdan bir inleme çıkardı. “Bırak beni!”
“Sana dedim ki,” Alessio, Bianca’yı yatağa fırlattı. Öyle bir güçle yaptı ki Bianca, başı dönecek kadar sarsıldı. “Bana bağırma.”
Bianca, öfkeyle Alessio’ya baktı. “Ve ben de sana söyledim, bana ne yapacağımı söyleyemezsin!”
“Gerçekten söz dinlemeyeceksin, değil mi? Belki de sana bir ders vermeliyim.”
Bianca’nın en korktuğu an buydu. Bütün gece boyunca bu noktaya gelmeyeceğini ummuştu, ama artık kaçış yoktu. Alessio üzerine çıktığında tüm gücüyle direnmeye çalıştı. “Defol üzerimden, pislik!”
Bianca, yatakta çırpınmaya başladı ve tüm gücünü kullanarak Alessio’yu üzerinden itmeye çalıştı. Ancak adam açıkça daha güçlüydü ve dövüş konusunda deneyimli olduğu belliydi; çünkü Bianca’nın bileklerini ustaca yakaladı ve kollarını başının üzerine kolaylıkla sabitledi.
“Bağırmayı kesmeni söyledim, Tanrı aşkına. Neden dinlemiyorsun, Bianca? Neden bu kadar sinir bozucusun, ha?”
Bianca, Alessio’ya tekme atmaya çalıştı, ancak bu da faydasızdı. Alessio, bacaklarını ve kalçasını kullanarak Bianca’yı tamamen kontrol altına aldı ve onu kendi merhametine bıraktı.
Alessio, gözlerini Bianca’ya dikti ve Don’un gözlerinde bir şeyin parladığını gördü. İşte bu kadar, diye düşündü Bianca. Alessio tamamen kontrol altındaydı ve Bianca bir kez daha çaresiz kalmıştı. Belki gözlerini kapatırsa acı azalırdı. Belki başka bir yerde olduğunu hayal ederse hiçbir şey hissetmezdi. Kendini yaklaşacak acıya hazırladı ama – hiçbir şey olmadı. Alessio’nun kıyafetlerini parçalamaya başlayacağını ve istediğini zorla alacağını düşündü, ancak bileklerindeki tutuşun gevşediğini hissetti ve Alessio, onun üzerinden kalktı.
Bianca gözlerini açtı ve Alessio’nun birkaç adım uzağında, ayakta durduğunu gördü. Alessio, sanki Bianca onu korkutmuş gibi görünüyordu. Şok içindeydi.
“Neden ağlıyorsun?” diye sordu Alessio.
Bianca, yüzüne bir elini götürdü ve evet, yüzünün ıslak olduğunu fark etti. Ne zaman ağlamaya başladığını fark etmemişti bile.
Alessio, Bianca’ya doğru bir adım attı, ancak bu tereddütlü bir hareketti; sanki Bianca’ya nasıl yaklaşacağını bilmiyormuş gibi. Ancak bu hareket bile Bianca’yı irkiltti ve yatakta hızla doğrulup Alessio’dan daha uzağa kaydı.
“Neden irkiliyorsun?” diye sordu Alessio, hayal kırıklığı dolu bir sesle. “İrkilmeyi bırak. Sana zarar vermeyeceğim.”
Bianca, alaycı bir şekilde güldü. “Bana zarar vermeyecek misin? Şaka gibi! Çünkü haberin olsun, zaten verdin!”
“Sana bana böyle konuşmayı kesmeni söyledim, ama sen asla dinlemiyorsun.”
“Bu yüzden mi bunu yaptın?” Bianca’nın sesi inanamamış gibiydi. “Söylesene, insanlara böyle mi davranıyorsun? Seni dinlemediklerinde ne yapıyorsun, ha?!” Bianca bağırmaya başladı. “Üzerlerine mi çıkıyorsun ve onlar kendini bastırıyor musun?!”
Ardından, sanki tüm gücü tükenmiş gibi, yenik bir sesle konuştu: “Senin... bana zorla...” dedi, ancak sözlerini tamamlayamadı. Bunu yüksek sesle söylemeye cesaret edemiyordu.
“Ne?” diye bastırdı Alessio. “Sana ne yapacağımı düşündün?”
Bianca, gözlerini yandaki duvara dikti, Alessio’nun gözlerine bakmayı reddetti. “Evliliği zorla tamamlayacağını düşündüm,” diye fısıldadı.
Alessio, sert bir nefes aldı ve hırlayarak, “Benim sana tecavüz edeceğimi mi düşündün?” dedi. Yüzü alaycı bir ifadeyle buruştu. “İnanılmaz.”
Bianca, hızla başını Alessio’ya çevirdi. “Öyle mi? Bunun inanılmaz olduğunu mu düşünüyorsun? Çünkü haberin olsun, senin gibiler hep bunu yapar.”
“Ben öyle biri değilim. Hiçbir Cosa Nostra üyesi böyle bir şey yapmaz. Bizim değerlerimiz var,” dedi Alessio, ancak sesi kararsız çıkmıştı.
“Yeter,” dedi Bianca, yorgun bir sesle. “Lütfen, beni yalnız bırak. Tamam mı?” Rica edercesine konuştu. “Eğer gerçekten iddia ettiğin kadar kötü biri değilsen, lütfen. Beni yalnız bırak.”
Bianca, Alessio’nun yüzünden hızla geçen bir dizi duygu fark etti, ancak kısa süre sonra bu ifadeler, duygusuz bir maske ardında kayboldu. Alessio, yeniden bir ailenin Don’u gibi görünüyordu. Soğuk ve keskin gözlerle Bianca’ya baktı. “Tamam. Bu gece seni kendi haline bırakacağım. Burada uyuyabilirsin. Tüm kıyafetlerin dolaba yerleştirildi.” Köşedeki bir kapıya doğru işaret etti ve Bianca, bunun bir giyinme odası olduğunu düşündü. “Ama yarın sabah erken kalkmak zorundasın. Parti erken başlayacak ve geç kalamayız.”
Alessio kapıya doğru yürüdü ve açtı. Ancak odadan çıkmadan önce son sözlerini söyledi:
“Şimdilik seni rahat bırakacağım. Ama şunu bilmelisin – ya da biliyorsun, ama kabul etmek istemiyorsun – ve bunu bir an önce kabullenmezsen, daha fazla sonuçları olur. Seni serbest bırakamam. Bundan ne kadar nefret edersen et, sen benim eşimsin ve bana aitsin. Elbette bu durum iki taraf için de geçerli; ben de seninim. O yüzden uslu dur. Bu dünyada hayatta kalmanın tek yolu.”
Alessio’nun sözleri, Bianca’nın zihninde saatlerce yankılandı, keskin bir siren gibi. Ve Bianca... O gece gözünü bile kırpmadı.