|3|.BÖLÜM

1632 Words
Una salus victis nullam sperare salutem (Yenilmişler için tek kurtuluş, hiçbir kurtuluş umudu beslememektir.) Babasını ilk duyduğunda, Bianca Moretti adamın onunla dalga geçtiğini düşündü. Ciddi olamazdı ve Bianca kendini çılgınca bir kahkahanın içinde buldu. Ancak Gabriel Moretti’nin yüzü duygusuz kaldı, ablasının yüzü ise endişe ve acımayla doluydu. Kahkahası bir anda boğazında kesildi, neredeyse onu boğacak gibi oldu. Bu, onun başına geliyor olamazdı. “Ne dediniz?” diye haykırdı Bianca yüksek bir sesle. Babası omuzlarını silkerek günlük gazeteyi açtı, sanki Bianca’nın ruhunu paramparça etmemiş gibi. “Söyledim ya, De Luca ailesine gidip onların ailesine katılacaksın. Teslim töreni yarın olacak.” “Bunu yapamazsın! Beni satamazsın!” Gabriel, sert bir bakışla ona döndü. “İstediğim her şeyi yapabilirim, Bianca. Ve aslında sana bir iyilik yapıyorum. Bana teşekkür etmelisin.” Bianca, olanları anlamıyor, anlayamıyordu. Kendi babası, onu böyle nasıl satabilirdi? Evcilleştirilmiş ve kesimhaneye hazır bir koyunmuş gibi. “Teşekkür mü etmeliyim?” diye öfkeyle sordu. “Beni en yüksek teklifi verene açık artırmaya çıkardığınız için mi? Ne kadar, ha? Söyleyin bana, beni satmak için ne kadar teklif ettiler?” Bianca, bağırmadan önce düşünmeliydi. Babasının saygısızlığa nasıl tepki verdiğini çok iyi biliyordu; yıllarca aldığı cezaların sonuçlarını çok fazla yaşamıştı. Gabriel yemek masasından aniden ayağa kalkıp tehditkâr bir şekilde ona doğru yürüdüğünde şaşırmamalıydı. Gazete yere buruşturulmuş halde düştü. Sağ yanağına indirilen darbeyi ve ardından gelen mideye tekmeyi beklemeliydi. Babası asla ona merhamet etmemişti. “Sana kaç kere saygısızlık yapmamanı söyledim, Bianca? Bunca yıldan sonra hâlâ öğrenmedin mi?” diye azarladı babası. “Bu yaptığımı takdir etmelisin. Bu senin iyiliğin için, işe yaramaz pislik. Ailenin seni kabul ettiği için minnettar olmalısın, çünkü hiçbir şeye yaramayan bir çöpsün.” Bianca, büyürken Gabriel Moretti’den hep nefret etmişti. Bu adam bir insan değildi; bir canavardı. Bianca onu hiç sevmedi, ama yine de bir umut, Tanrı bilir ya, bir umutla kendisini yeraltı dünyasından uzak tutacağını hayal etti – suç ve şiddetle dolu bir hayattan. Dayaklara, zaman zaman aç bırakılmaya katlandı. Cildi yırtılıp kanlar içinde kalırken, fiziksel ve ruhsal olarak paramparça edilmenin acısına dayandı – ailesinin yaşadığı bu hayattan kurtulabilmek umuduyla. Eğer yeterince sessiz ve itaatkâr olursa, babasının bir gün onu kendi başına serbest bırakacağını düşünüyordu. Ancak tüm hayalleri gözleri önünde yok oldu. Gabriel, onu tamir edilemez bir şekilde kırmıştı. Bianca artık ölmüş sayılırdı. “K-kim?” diye inledi, Gabriel’in çizmelerinin bir hafta önceki dayaklardan zaten morluklarla dolu olan midesine indiği yere tutunarak. “En azından söyle. Kiminle evleniyorum?” Gabriel, Bianca’nın şimdiye kadar gördüğü en büyük gülümsemeyi sergiledi. “Kiminle mi? Tabii ki en iyisiyle.” Bianca’nın omurgasından soğuk bir ürperti geçti. “Alessio De Luca, Don ile.” Bianca, ruhunun bedenini terk ettiğini hissetti. Gözlerinde biriken yaşlara engel olamadı. Alessio De Luca. De Luca ailesinin kısa süre önce liderliğini değiştirdiğini bilecek kadar günceldi. Ve yeni donun bu ismi taşıdığını da biliyordu. Bianca, acıyla inledi. ..... Bianca Moretti aynanın karşısında oturmuş, yansımasına öfkeyle bakıyordu. Zarif bir beyaz gelinlik giymişti; dantel detayları, ince bir kuşakla tamamlanmıştı. Omuzlarını açıkta bırakan bu gelinlik, babasının "saflık" yansıması olarak seçilmişti. Bianca içinden alayla güldü; bu saf imajın, babası için değil, Alessio De Luca için olduğunu çok iyi biliyordu. Törene katılacak herkesin, onu Alessio’nun sahip olacağı bir mülk olarak göreceğinden emindi. Bianca’nın midesi bulanıyordu. Gelinliğin eteklerini yırtmayı ve onu mahvetmeyi düşündü, ama babasının buna nasıl tepki vereceğini çok iyi bildiği için vazgeçti. O gün içinde beşinci kez kendine lanet etti. Keşke daha cesur olabilseydi. Yaşamaktan vazgeçip kendini bu hayattan kurtarmak daha kolay olurdu. En azından kendi kararı olurdu, başkalarının değil. Sadece iki saat kalmıştı. İki saat sonra ailesinden kurtulacak, ama başka bir aileye – çok daha korkunç birine – katılacaktı. Bianca, De Luca ailesini çok iyi tanıyordu. İtalya’da herkes onlardan korkuyordu ve bunun için haklı nedenleri vardı. Bu mafya ailesi, tam anlamıyla bir Cosa Nostra’ydı ve bunu her yönüyle temsil ediyorlardı. Ülkenin en güçlü, en tehlikeli suç organizasyonuydular. Ve bu organizasyonun en tepesinde Alessio De Luca vardı. Bianca, henüz bu adamla tanışmamış olmasına rağmen, ondan şimdiden nefret ediyordu. Bianca kendini ağlamamaya zorladı. Daha önce babası yüzünden gözyaşı dökmüştü ve bir daha ne Alessio’nun ne de babasının zayıflığını görmesine izin verecekti. Gelinliğin kuşağını sıkıca kavradı ve bu lanet kıyafete küfretti. Bu törenden başka hiçbir sebep onu bu kadar süslenip püslenmeye zorlayamazdı. Alessio’nun mafyası Cosa Nostra olduğu için tüm dini ritüellere katı bir şekilde uyuyorlardı. Bianca, bu durumdaki ironiden dolayı içinin ürperdiğini hissetti. Suç işleyen, masum insanları her gün öldüren bu mafya üyeleri, aynı zamanda onunla aynı Tanrı’ya tapan insanlardı. Bu küstahlık inanılmazdı. Ancak bu bir kilise düğünü olmayacaktı. Çünkü bu evlilik bir aşk evliliğinden çok, bir anlaşmayı temsil ediyordu. Tören, De Luca ailesine ait bir malikanede gerçekleşecekti ve mafyanın consiglieresi tarafından yönetilecekti. Mafyanın değerlerinde boşanmaya yer yoktu; bu bağ, koparılamaz bir şekilde mühürlenecekti. Kapı gıcırdayarak açıldı ve Bianca’nın ablası içeri girdi. Bianca, ona karşı hissettiği öfkeyi bastıramıyordu. Ablası ona hiçbir kötülük yapmamıştı, ama babasının ona yaptığı zulmü durdurmak için de hiçbir şey yapmamıştı. Seyirci olmak da en az aktif bir şekilde zarar vermek kadar kötüydü. “Yanağına biraz kapatıcı sürmelisin, Bianca. Morluk berbat görünüyor,” dedi ablası, tereddütle. Bianca homurdandı. “Sen kendi alıcını memnun etmek için süslenmeyi seviyor olabilirsin, ama ben bunu sevmiyorum. Hadi defol git.” Ablası iç çekti ve Bianca’nın arkasında durdu. Aynada göz göze geldiler. “Bir şans ver, Bianca. Sonunda işler benim için yoluna girdi. Belki senin için de öyle olur.” “Senin işler yoluna girdiğinde önce kocan seni neredeyse öldürmemiş miydi?” diye sertçe cevap verdi Bianca. Ablasının hastaneye kaldırıldığı o günü hatırlıyordu. Doktor, kaburgalarının birden fazla yerden kırıldığını ve iç kanaması olduğunu söylemişti. Ayrıca doktor, babalarının durumu umursamadığını ve “Artık kocasının sorumluluğu” diyerek hastaneye bile gelmediğini eklemişti. Aynı koca, onu iki hafta boyunca makinelerle hayatta tutmaya zorlamıştı. Ablası, Bianca’nın omzuna nazikçe elini koydu. “Bianca, lütfen. Savaşmaya değmez.” Bianca, ablasının kocasını mı yoksa evliliğini mi kastettiğini bilmiyordu. Ama bir şeyden emindi; savaşmayı asla bırakmayacaktı. Küçük şeylerde bile olsa, kontrolünü tamamen kaybetmeyecekti. Ablası bir kapatıcı aldı ve nazikçe Bianca’nın yanağına sürmeye başladı. Sessiz bir inilti duyuldu ve Bianca, ablasının gözlerindeki yaşları fark etti. “Özür dilerim, Bianca. Seni koruyacak kadar güçlü bir abla olmadığım için üzgünüm. Babamın seni dövmesine göz yumduğum için çok üzgünüm.” Şimdi makyajı bırakmış, gözlerini Bianca’nınkilerle buluşturmuştu. “Bu evliliği engelleyemediğim için üzgünüm, Bianca.” Bianca, gözlerinde biriken yaşları bastırmaya çalıştı. Artık kimse için ağlamayacaktı. Sonunda zamanı gelmişti. Bianca, büyük bir kapının arkasında duruyordu. Kapının diğer tarafında aile üyeleri ve Alessio De Luca onu bekliyordu. Derin bir nefes aldı. Bunu atlatabilirdi. Atlatacaktı. Salona adım attığında, ilk fark ettiği şey odanın tamamının beyaz olmasıydı. Nereye baksa, gözlerini beyaza teslim etmek zorunda kalıyordu. Beyaz duvarlar, yüksek beyaz tavan, koridoru süsleyen beyaz çiçekler... Hatta mermer beyaz zemin bile gözlerini kısmasını zorunlu kılıyordu. Ardından, kendisine bakan yabancı yüzlere dikkat etti. Salondaki tanıdık olmayan yüzler mafya üyeleriydi. Ve koridorun diğer ucunda, geçici bir sunak gibi düzenlenmiş bir yapının önünde bir adam duruyordu. Bianca’nın kalp atışları hızlandı. Kendisine zıt olarak, adam tamamen siyah bir takım elbise giymişti. Bianca, adamın İtalyan yapımı, özel tasarım bir takım elbise giydiğine bahse girebilirdi. De Luca ailesi gibi gösterişli mafya üyelerinin, bir sahte düğün için böylesine uçuk meblağlar harcayacaklarına emindi. Sonuçta milyarlar kazanıyorlardı. Bianca, bu insanlara duyduğu tiksintinin acı tadını hissetti. Koridordan yürüdü. Bir zamanlar bu yolu, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, damarlarında sevgiyle yürümeyi hayal etmişti. Sunağın önünde onu bekleyen bir adam, aynı aşkla dolu gözlerle ona bakıyor olmalıydı. Ama şu anda yaşananlar, onun bu hayallerinin tam tersiydi. Bianca, koridorda yürürken çevresinden yükselen düşük sesli fısıltıları görmezden geldi. Gözleri ön sırada oturan üç kişiye takıldı. Kendi ailesi, onların arkasındaki sırada yer alıyordu – iki erkek ve bir kadın. Bianca, onların Alessio De Luca’nın ailesi olduğunu varsaydı. Koridorun sonuna geldiğinde durdu ve kısa mesafeden, çok yakında kocası olacak adamın yüzünü net bir şekilde seçebildi. Alessio etkileyiciydi, Bianca bunu inkâr edemezdi. Keskin elmacık kemikleri, sanki Bianca’nın kalbini paramparça edecek kadar güçlü görünüyor; yüksek burun kemiği ise yüzünü daha da kusursuz kılıyordu. Adam, açıkça çok yakışıklıydı. Ancak Bianca’nın tüylerini diken diken eden şey, karanlığı andıran gözlerinin ona yoğun bir şekilde bakışıydı. Neredeyse ona meydan okur gibi görünüyordu. Bianca’nın omurgasından bir ürperti geçti. Adamın omuzları geniş, göğsü güçlüydü. Giydiği takım elbise, vücut hatlarını mükemmel şekilde ortaya çıkarıyordu. Geriye taranmış saçları, geniş alnını tamamen açıkta bırakıyordu. Alessio De Luca fazlasıyla çekiciydi. Çok çekiciydi. Ancak Alessio, Bianca’yı bir saniyede hiçe saydı. Sadece hafifçe başını salladı ve ardından doğrudan evlilik törenini yöneten pedere döndü. Daha resmi olarak evli bile değillerdi, ama Alessio şimdiden onu önemsiz biri gibi bırakmıştı. Bianca’nın içinde, Alessio’nun babasından birazcık bile olsa daha iyi olmasını umut eden küçük parça, bir buz küpünün sıcak tavada erimesi kadar hızlı bir şekilde yok oldu. Ancak kendini toparladı. Bu sefer kırılmayacaktı. “Kutsal evlilik bağına girmeye niyet ettiğiniz için, sağ ellerinizi birleştirin ve Tanrı’nın huzurunda rızanızı ifade edin.” Bianca, karşılarındaki adama bağırmak istedi. Hayır, bu evliliği kabul etmiyordu. Ve neden bu Cosa Nostra sürekli Latinceye bu kadar takıntılıydı? İtalyanlardı, ama yine de her şey fazla teatraldi. Ancak Alessio elini tuttuğunda, Bianca bir anda irkildi. Bu, ilk dokunuşlarıydı. Alessio’nun ona olan tutuşu güçlüydü ve giderek daha da sıkılaşıyordu. Neredeyse avucunu eziyordu. Bianca, başını hızla Alessio’ya çevirdiğinde, sert ve soğuk bir bakışla karşılandı. Bianca, beyninde törenin devam ettiğini ancak güçlükle fark etti. Sözlerini söyleme sırası ona gelmişti. “Ben, Bianca Moretti, seni, Alessio De Luca’yı, kocam olarak kabul ediyorum.” Kelimeler ağzından zorla çıktı. “İyi günde ve kötü günde, sağlıkta ve hastalıkta sana sadık olacağıma söz veriyorum.” Derin bir nefes aldı. “Seni seveceğim ve...” Kelimeler boğazında düğümlendi. Söylemekte zorlanıyordu. Töreni yöneten peder, nazikçe devam etmesi için onu teşvik etti. Bianca, gözyaşlarını geri itmek için kendini zorladı. Az kaldı, sadece biraz daha dayanabilirdi. “Seni seveceğim ve onurlandıracağım.” “Tanrı, ebedi bir babadır ve sizi birbirinize olan sevginizde korur, böylece Mesih’in barışı sizinle kalsın ve hep evinizde olabilir.” Bu kadar. Evliydiler. Bianca artık Alessio De Luca’nın malıydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD