Pembe İhanet

1778 Words
"Kıvanç'ı karıştırma da şimdi, Brad bir o kesin." "Bilem-" Gamze'nin cümlesini tamamlamasına müsaade etmiyorum. Arkadaşlığımızı bitirecek durduk yere. "Şşş! Sakın! Kalbini kırarım." Ve tarihte bir ilk gerçekleşiyor, Gamze pes ediyor. Brad Pitt sen ne büyüksün! "Üff, tamam be! Peki... Tom Hardy." Bak şimdi, "Ooo, yaz hocam. Yaz, yaz, yaz!" Pınar dile geliyor, "O adamın farklı bir karizması var gerçekten." "Çok şükür!" Ellerini havaya kaldırarak şükürler eden Gamze'ye destek İrem'den geliyor. "Oh! Hala erkeklerden hoşlanıyor." "Salak!" İltifatı eşliğinde kafasına şekeri yiyen de İrem oluyor. Aslında Pınar sadisti İrem'den Gamze'ye seksin diye uğraşıyor ama işte ballı. Bu kadın ballı be İrem, ne diyebiliriz ki? "Robert?" Hilal, işte şimdi konuşmaya başladın tatlım. "Yazalım vampirimi de üç numaraya lütfen. Bite me, Edward!" Hepimiz gülüyoruz sondaki şakasına, aslında şaka olmadığını bile bile... Gelse ısırsa boynunu açar uzanır bu cadaloz, bal kadın. "Chris Hemsworth." Yaso. Sessiz atın çiftesi pek olurmuş harbiden. Hem ağzımızın suyunu akıttın hem kalbimizi kırdın. Allah şifa versin, dağ gibi adam. "Benim alzheimerlı kekim." Kaya gibi adam. "Nazardan ya. Taş gibi adam." Kafama bir tane vuruyor Pınar. "He taş, bak bana, ben de taş gibiyim. Sabır taşı." Mıymıymıy... Dil çıkarıp ağzımı açmaya hazırlanırken Queen-G konuşuyor. "Hayır, tüm erkeklerde yokmuş gibi. Adam teşhisli sadece. Bunların aklında tuttuğu tek şey... Neyse konuşturmayın beni şimdi." "Ha bu konuşmuyor halin yani?" Sen bu listenin yapıldığı sokaktan bile geçemezsin diye ne bu sinir Kaan çiçeğim? İrem hiç oralı olmadan yola devam diyor. Kusura bakma, kuzum. "Noah Mills." "Cık." "Yok ya." "I-ııh!" Üç hayırla uğurluyoruz Noah'ı. "Tom Cruise." Hepimiz tek bir ağızdan sadece ögh diyoruz Hilal'e. "Tamam tamam!" Ellerini kaldırıp teslim oluyor mecburen. İrem araya giriyor, "David Beckham." "Ha-ha! Come on, Victoria çiğ çiğ yer bizi." Gamze gözlerini devirmiş muhtemelen Victoria'nın hiçbir şey yapamayacağına dair atıp tutacakken Kaan ağzını açıyor. "Beni yiyebilir." Mantıklı bir tane hareketi yok bugün. Neyse ki Gamze'min atarı gideri ziyan olmuyor, öfkesinin öznesini değiştirip yüklemini koruyor. "Kadın ruhundan anlamıyorsun hadi onu kabullendik. Ama güzellik algısından da hiç nasibini almamışsın be Kaan'ım." Hilal pes etmiyor, "Keanu?" "Yanii... " "Henry Cavill." Ve Yaso bu hamlesiyle bugün tüm takımı sırtlanıyor. "Budur. Konu kilit." Elimi uzatıyorum Yasemin'e, o da büyük bir gururla elimi sıkıyor. Hakkı hocam. "Bu 'çok önemli' gündeminiz bittiğine ve herkes sapık olduğunuza emin olduğuna göre, asıl konuya geçebilir miyiz artık?" Kimmiş o ya bakışlarımızın yanıtı ayaklarıyla geliyor, hemen arka masada oturduğunu her nedense bildiğim iki kız bize doğru gülerek yürüyor. Küçük de bir şeyler ama, neyse. Gamze ile kısa bir an göz göze gelip onaylaşıyoruz. Tekte alırız bunları. "Pardon! Biz-" Kaan olacakların kokusunu o tazı burnuyla aldığı için bir bana bir Gamze'ye bakıyor ve araya giriyor. "Sesten mi rahatsız oldunuz? Kusura bakmayın kızlar." Hemen iki elini havada sallayıp bizlere bakarak coşkuyla itiraz ediyor kısa saçlı kız, sonra gözleri beni buluyor. "Yok, yok! Yani şey aslında, biz liste yaptığınızı duyunca... Bizimle de paylaşır mısınız diye soracaktık." Ya Hale ablan kurban olsun sana... "Aşkım liste gibi tutmadık, öyle aramızda konuştuk sadece." Yanındaki sarı kafa ile bakışıyorlar, usul usul başını sallarken yanakları kızarıyor. Gelecek bir şey. "Peki, biz tutmuş olsak ve paylaşsak." Keyifli, yüksek perdeli bir kahkaha geliyor Gamze'den, "Köpeğiniz olsun." derken de Kaan'a bakmayı ihmal etmiyor. Kızları teşekkürler, ricalar ve listeye son dakika eklediğimiz Taro Emir eşliğinde uğurluyoruz. Gençlerin önünü açmak lazım. Kıvanç'tan geçti hem artık be. "Kitlelere yön veriyoruz ya!" diyerek ardına yaslanıyor Hilal. Gamze de destekliyor, "Kitap yazsam yok satar." "Kılavuzu karga olanın..." Hadsiz! Hadsiz köpek. Gamze haklı buna bakmakta. Çatalımın yanındaki peçeteyi top yapıp kafasına atıyorum. Tam isabet. Nişan alıp da vurmadığımız mı olmuş? "Bu kadar şamata yeter hadi! Seni dinliyoruz Hale Hanım." Ölü birinin aldığı nişanın ne hayrı olmuş? Bir kere de unut be Pınar, bir kere de atla be kadın. Derin bir nefes alıyorum, verirken müjdeyi de yanına ekliyorum. "Yunus." "Hayır!" "Saçmalama." "Aptal bu ya! Bu... Bu var ya bu, ap-tal!" Eliyle işaret etmese başkası üstüne alınacakmış gibi bir de büyük büyük hareketler, ayıp oluyor ama Gamze Hanım. Herkes kafa göz saymaya devam ederken ben şirin şirin gülümseyip usul usul başımı sallıyorum. Kul kura kurar, dost dosta sövermiş. Olur öyle. * En sevdiğim tostu değil de dert ve tasayı tabağa koyup yemişim gibi şiş midem, öyle ki sürekli ağzıma geliyor. En sevdiğim müziği değil de sanatçı olduğuna z kuşağının karar verdiği bebek yüzlü bir oğlanı dinliyormuş gibi acıyor kulaklarım. Sadece on beş dakikam değil de varmaya on beş yıl varmış ve istersem o bile artarmış gibi ağır adımlarım. Güneş inadına parlıyor ama bende havalar bugün sisli ve kasvetli. Trafik inadına hızlı akıyor ama benim yollarımda çalışmalar ve kazalar var. Kiminin hoşuna gidiyoruz belki ama bugün benim zoruma gidiyor. Gözlerim şiş, midem ağzımda ve ciğerlerim ağrıyor. Bir şey olsa da gitmesem keşke! Bir şey olsa da gidemesem. Ve o an bir mucize oluyor! Telefonum çalıyor. Allah'ım Yunus olsun, Yunus olsun, Yunus, Yunus, Yunus. İptal et be, hadi be Yunus. Bırak beni yine hüsranının ortasında yapayalnız. Yaparsın sen! Arayanı görmemle tadım kaçıyor. Pınar. Senin okyanusun batsın, nehirin tependen baksın inşallah. Pınar değildi Allah'ım. Pınar sayılmaz. "Efendim?" "Neredesin sen geri zekalı?" "Biliyorsun." Ama sadistsin... Pis kadın! "Biliyorum... Biliyorum tabi. Aptal!" Of. "Biliyorum." "Hale, gitme bebeğim. Gitme güzelim, o olsa ben sana elimle getiririm. Ama değil, ikimiz de biliyoruz." Ama yetmiyor. "Pınar, ikimiz de gideceğimi biliyoruz. Üzme beni." "İyi ben üzmeyeyim Hale Özkaraca, ama o. O üzünce ne olacak?" "Ya üzmezse?" "Yapma gözünü seveyim." Senin sevmen yetse keşke Pınar. "Pınar, lütfen." "Ne halin varsa gör." Benim olmuyor ama Pınar'ın duası anında kabul oluyor. Daha telefon bile kapandığını anlamamışken, ben kafamı henüz kaldırmışken yola atlayan çocuğa ve topuna çarpamamak için direksiyonu kırıyorum ama bir şeylere çarpmaktan kaçamıyorum. Kaldırıma gümlüyoruz. Başta bir şey olmadı sanıyorum ama sıkıştığını hissettiğim sağ ayağımdan keskin bir ağrı saplanıyor. Oynatmaya çalıştıkça artıyor ağrı. Allah kahretsin ya! Kırıldı muhtemelen. Çocuğu kurtardık en azından. Çok da düşünmeden telefonuma uzanıp Pınar'ı aramaya karar veriyorum. Gelsin yaptığı pisliği temizlesin. Ben aramaya basacakken kapının benden tarafı açılıyor, irkilerek dönüyorum. "İyi misiniz?" Bu adam nereden çıktı ya? "Ayağım." diyorum sadece. Ben tam açıklamaya girişecekken gerek kalmıyor, beyefendi anlıyor halimi. "Kırık mı?" Başımı sallıyorum. "Kıpırdatma çok, benim arabayı yakına çekeyim sen oraya geçersin. Bunu da park ederiz sonra halledilir." "Yok aslında-" diye itiraz edecek oluyorum ama hiç sallamayıp kapıyı suratıma kapatıyor. Öküz! Hepiniz aynısınız, hepiniz! Ayağım da acıyor zaten. * "Hayvan herif!" "Bir tanem, bir dinlesen?" Ne? Ne dedi o? "Bir tanem mi? Ne bir tanesi Yunus?" Arkamı dönüyorum hışımla, "Ne bir tanesi? Sende benden çok var!" Eli kolu rahat da durmuyor adinin, bana dokunmaya yelteniyor da neyse ki bakışım yetiyor. Kendine gelip uzaklaşıyor benden ağzını açmadan önce. Dişlerin dökülsün, bıyığın burnunu tıkasın da ya açlıktan ya nefessizlikten geber inşallah. "Hale, güzelim, bir dinlesen? Bak, boşanma davasını açıyorum birkaç aya. O yüzden söylemedim, seni üzmek istemediğim için." Savunmaya bak! Savunma sandığı şeye bak. "Sus! Allah aşkına sus artık!" Nerede bu lanet çantam? Heh! "Hale!" Vallahi taksiti yeni bitmiş olmasa kafasına yiyecek çantamı artık ama sana değil kendi alın terime kıyamadığımdan yarmıyorum kafanı Yunus. Sakın yanlış anlama. Önüme dönmeden önce, evden birazdan çıkacak olan ben olsam da benim hayatımdan sonsuza dek çıkacak olan o olduğundan söylemeden edemiyorum. "Yunus, siktir git!" Kapıyı bile isteye yüksek sesle çarpıyorum. Yunus'u da, evini de, içeride unuttuğu eşinin bilekliğini de geride bırakıyorum. Gözümden akan yaş kendim için değil. Vallahi değil. Yazık. Seni koca diye alan o kadına yazık. Ben ona üzülüyorum. * Hiç konuşmadan ve hiç düşünmemem gereken şeyleri düşünerek geçen bir yolculuğun sonunda hastaneye varıyoruz. Ben tam kaba da olsa kahraman kahramandır, bir teşekkür edeyim de yolları öyle ayıralım en azından niyetiyle ondan yana dönmüşken yüzünü bana çevirmeden o başlıyor konuşmaya. "Daha değil. Ayağının üzerine..." Bana yandan bir bakış atıp gülümserken göz kırpıyor, "En azından tekinin üzerine bastığını görmeden olmaz." Allah Allah ya! Hem nereden biliyor bu adam benim leblebi diyeceğimi canım? "Bak-" Bu sefer de konuşmama çalan telefonu müsaade etmiyor. Çattık ya! "Efendim?... Tamam, birkaç saate orada olurum." Karşı taraf ne söylüyorsa sıkıntılı bir nefes alıp bana bakıyor, sonra bakışlarını kaçırıyor. "Olabildiğince hızlı geleceğim." Telefonu kapadıktan sonra bana dönerken bu sefer ben o anlatmadan ne söyleyeceğini anlıyorum. "Sorun değil. Yani tabi ki sorun değil. Ben de zaten bıraksaydın, teşekkür edip kalmana gerek olmadığını söyleyecektim." Benim gözlerimi devire devire ve bana bile sürpriz olan bir sitemle kurduğum cümleme sinirlenmek şöyle dursun, ondan beklenmeyen yumuşak bir sesle cevap veriyor. "Yok. Var yani. Kalmama gerek var ama... Neyse halledeceğiz, hadi geçelim de baksınlar ayağına. Ağrımıyor mu?" Sen öyle sorunca ağrıyor tabi şimdi, başımı sallıyorum acının gittikçe daha da farkında olarak. "Ben de öyle düşünmüştüm, iyi dayandın." Sonrası da öncesinden kolay olmuyor, ben bu arabaya aktarılırken yaşadığımız tüm tartışmaları bir daha yaşıyoruz. Öyle ki beni bekleme koltuğunda bırakıp ayrılırken bir kez daha çalan telefonuna minnettar bence A-. Ali miydi? Neyse. Az biraz da korku dolu bakıyordu ama erkek bu sonuçta canım. Rol yapmış da olabilir. Hayatları yalan zaten bunların. Hem bana ne? Karısı düşünsün. Ay hepinizi karınız düşünsün lütfen artık ya! Ben de tanışsam vallahi, bir benimkini düşüneceğim. Duyduğum zil sesiyle irkilip etrafıma bakıyorum, gitmedi mi bu hala? Sonra fark ediyorum çalanın benim telefonum olduğunu. Yunus! Açıyorum aramayı, Allah'ın hakkı tekmiş. "Gelmiyorum Yunus." Arama kesmiyor telefonu tümden kapatıyorum onun konuşmasını beklemeden, gereği yok. Gereği düşünüldü ve yapıldı. Bu da yetmiyor, şu cebimde taşıdığım uğursuz kağıttan da kurtulmak istiyorum. Ayağımı kıpırdatmadan hafif kalkıyorum, cebimi yokluyorum. Yok. Diğerine de bakıyorum. Sonra hepsini deniyorum. Cık. Düşmüş. Eh, bunlar da işaret değilse ne işarettir? "Hale Hanım!" Adımı duyunca bedenim beynimden önce davranıyor, hoş gerçi beynim dükkanı kapatıp gitmiş gibi. "Evet, benim." "Buyurun odaya geçin isterseniz, doktorumuz birazdan gelir." Asistanın da yardımıyla muayene yatağına oturuyorum, ayakkabımı ve çorabımı çıkarıyorum. Tam kendi kendime kalmış söylenmeye devam edecekken kapı açılıyor ve işte diyorum doğdu güneşim. Bu ne yakışıklılık pardon? Mankenlik ajansına falan mı getirdi acaba bu öküz beni yanlışlıkla? "Hale Hanım?" "Hı?" "Şikayetiniz neydi?" "Kırık." Bir yüzüme bir de çıplak ayağıma bakıyor, "Ayağınız herhalde." Sadece o değil ama başlangıç için olabilir tabi. Başımı sallıyorum, o da ne ara oturduğunu bilmediğim masasından kalkıp yanıma geliyor. Önümde eğilip ayağımı kontrol etmeye başlıyor. "Nasıl oldu?" Vallahi ilk görüşte gibi. Yakışıklı, uzun boylu, renkli gözlü ve doktor; kısacası adının hakkını kesinlikle veren bir adam önümde diz çökmüştü. Cinderella'dan tek eksiğim mavi elbiseydi. Pek de şansım yoktu açıkçası Ateş'ciğim. "Trafik kazası." Gözleri hayretle açılıp beni buluyor, "Geçmiş olsun. Başka bir şikayetiniz var mı?" Ama ısrarla soruyor, ne yapayım canım ben de insanım? Hem kendi kaşındı. Omuz silkip başımı yana eğiyorum ve en tatlı gülümsememle cevaplıyorum. "Kırık bir kalp." Bir an boş bakışlar atsa da sonra anlamlandırıyor söylediklerimi, güzel bir gülümseme oluşuyor yüzünde ve bir şarkı duyuluyor zihnimin gerilerinde. Söylenmedi hiç, sana layık düşler benden önce... * Merhabaaa! Ben de bir şarkı söylemek istiyorum izninizle, "Ateş düştüğü yeri yakar, anlamaz ki o zalim yar. Gezer gezer, uzaktan bakar..." Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınız başımızın üzerine! Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD