Ben, açık buzdolabı kapağı ve ağzımdaki kekremsi tat. Yine dünyanın acısını midemden çıkardığım bir gecenin sabahındayız. Şaşkın değilim benimki daha çok kanıksanmış bir hayal kırıklığı. O son yarımşar dürümü piçliğine yedik abi, toktuk aslında. İnsan hiç mi öğrenmez? Böyle çarpar işte adamı. Milletin yediği hurmalar asla böyle değil ya neyse. Buna da neyse.
"Bir Gaviscon içeyim ben en iyisi!"
Dolabı çarpıyorum ben de sanki tüm olanları suçlusuymuş gibi ve özür diliyorum sessizce. Anlamayacaklardan özür dilemek ve değmeyecek insanlar için üzülmek, hayatımın özeti değilse ne? İlaçların olduğu dolapta buluyorum aradığımı ve tüm sayısalcılar gibi ben de kaşık kullanmadan kafama dikerek içiyorum. Midesini ve para vermeden kaliteli görme özelliğini herhangi bir sınava işe yaracakmış gibi çalıştığı bir yerlerde bırakan tüm dostlarım gibi. Şerefinize! Kaldıysa tabi.
İlacın yoğun-taze tadını hissetmek bile iyi geliyor, kapağı kapatıp şişeden uzaklaşıyorum. Salona giderken bu kez şifalı değil tehlikeli bir cam ve içindeki tek kağıt parçasıyla göz göze geliyorum. Hayır. İçinden sihirli bir cin çıkıp adamı baştan falan yaratmayacak. O olmaz. Bu, o değil. Olamaz.
Kafamı iki yana sallarken kendimi ikna ettiğimi inkar edecek kanıta sahip değilim. Lüzumu da yok. Sadece ben varım zaten odada. Bir ben. Şimdilik! Koltuğa oturmadan arka cebimdeki telefonu çıkarıyorum, uygulamaya giriyorum. Bismillahirrrahmanirrahim. Vallahi bir süredir kötü bir niyetim yok Allah'ım. Biliyorsun niyet ettim evlenmeye, bir el at artık kurban olayım.
Olmaz! Olur. Olmaz. Olur, olur. Cık. Olmasa da olur. Olur. Olur. Ouuv, yapma bunu. Ay! Ay, susuyorum. Susuyorum ve asla kınamıyorum. Nasıl da tutuyorum kendimi böyle? Görüyorsun değil mi Allah'ım? Bu kez başıma verme n'olur?
Görmekle kalmıyor ve arttırıyor da. İşte iyilik böyle de bir şeydir! Ta-taa! Eşleşiyorum. Evet, Kaan Bey. Eşleşiyorum. İnşallah! Şöyle bir giriyorum profile, Yağız32_. Belli ki Yağız her sene yaş alacağı için yıl yazmayı mantıklı bulan değil bu uygulamaya girdiğim ilk sene biri ile baş göz olur çıkarım diyen temiz bir arkadaşımız. Müthiş. Kaldı mı böyle niyeti güzel insanlar?
Şöyle bir alıcı gözle süzüyorum profilini ve Yağız'dan önce gözümüze gözümüze dayatılan kol kasları çekiyor dikkatimi. Sonra fotoğrafların aslında sadece tek bir alanda ve aynadan çekildiğini fark ediyorum. MAC'ten çok da uzaklaşmıyoruz ha? Bu sefer de MACFit'i elimle koymuş gibi buluyorum.
*
"Yaşamak bu değil! Allah'ım yaşamak bu değil! Al canımı!"
Bir, iki, üç, dört, beş, altı... On. On, son! Arkaya doğru salıyorum bedenimi, uzanıyorum matın üzerine. Bittim. Bittim, gözün aydın.
"Of! Gelme kızım o zaman, benim de motivasyonumu emiyorsun. Anca bana kadar var zaten."
Bınım dı mıtıvısyınımı ımıyırsın hılı. Çok biliyorsun şeftali popo seni.
"İrem!"
"İyi tamam be... Hadi son set, hadi. Aslansın, koçsun, kralsın, yaparsın!"
Derin bir nefes daha alıyorum. Ha gayret. Ha geyret! On... dokuz...sekiz...yedi...ahhh!.. Üç...iki...bir!
Bu sefer kesin öldüm; nefes nefese öne doğru salıyorum bedenimi, bacaklarıma sarılıyorum. "Hoca çağırın, hoca gelsin!"
İrem sırtıma bir tane vurup devam edecekken bir anda Baturalp beliriyor,
"Biri beni mi çağırdı?"
Başımı zar zor dizlerimden kaldırıp ters ters bakıyorum,
"Yok güzelim, dambıl değil telkin getiren bir hoca lazım artık bana. Oraları geçtik."
"Ha?"
Erkekler yormayın be, bu sefer tüm anlamlarıyla üstelik. Ben tüm yorgunluğuma ve söylenmelerime rağmen daha devam edecekken İrem araya giriyor.
"Hale, aklınca şaka yapıyor Batuş! Senlik bir şey yok, sağ ol." Yaptığı o esneme hareketlerinin üzerine ismimi de tıslayarak söyleyince emin oluyorum; yılan bu kız, yılan. Cıss!
"Oki, ihtiyaç olursa seslenirsiniz." Sen göz kırpıp dişini etkilemek için kasıla kasıla yürüyorsun ama kız sana Batuş diyor kardeşim. Yine iyisini sen bilirsin tabi.
"Aynen aynen, sesleniriz."
Çocuk yapınca sorun yok ama ben minicik bir ima yaptığım için hanımefendinin terli havlusunu suratıma yiyorum.
"Iyy! Pislik."
Dil çıkarıp lastikleri yerine taşımaya başlıyor atom karınca, sonra aklına gelenle ışıl ışıl gözlerle bana dönüyor.
"Yeni bir restoran açılmış alt sokağa, iskenderi çok iyiymiş. Gömer miyiz?"
Beni, diri diri mi? Geçmedik mi oraları ama?.. Yok, olmuyor. Güldüremeyeceğim. Pide, döner, minik minik etler, tereyağı... Of! Ağzımın içine dolan suları yutkunup mevcut tüm irademle kafamı iki yana sallıyorum. Nasıl zor ve evet demek nasıl kolay, ama yapamam. Ölmek için çok erken, dönmek için çok geç.
"Neden be?.." Durup kolundaki saate bakıyor sonra ısrar etmeye devam ediyor sanki ihtiyacım varmış, yeteri kadar acı çekmiyormuşum gibi. "Bir buçuk saat olmuş, yarın yiyeceklerimizi bile yaktık bence."
Onun aksine ben hiç gülmüyorum ve hatta göz kırpması bana Baturalp'inkinden bile itici geliyor, açlıktan muhtemelen. Uzatmıyorum,
"Söz verdim."
"Ne sözü?"
"Yağız'a söz verdim, ilk üç ay alışmak için cheat day yok."
Konunun ortası başı demeden Kaan Bey de aramıza teşrif edip fikir beyan ediyor, ne tatlı(!). Duyan gelecek mi böyle?
"Üç aydan sonra olacak yani cheat day? Ne şanslı adamlar var lan."
Bir an bile düşünmeden İrem'in terli havlusu ile kafasından vuruyorum Kaan'ı ama kendisi insan olmadığı için havlu kimin, bu ter de ne böyle demeden kurulanmaya başlıyor. Bu kadar iğrenç olmasa bir cevap verirdik belki ama İrem de ben de sözsüz bir anlaşmaya varıp yanıt dahi vermiyoruz sorusuna. Bu konu büyümeyince İrem kaldığı yerden devam ediyor tabi, tahmin etmeliydim ama işte kas kütlesi arttıkça insan aptallaşıyor harbiden.
Omuz silkip konuşurken bir hafta önceki Hale kadar rahat, "O zaman söylemeyiz Diyojen, kalk hadi İskender'e haddini bildirelim."
O işler öyle değil işte, öyle kolay değil. Diyojen nere, ben nere? Ben daha geçen hafta "nereden bilecek ya" diyip mantıyı gömünce ve o şerefsiz tartıda 100 gram fazla çıkınca Yağız da seninle işimiz iş diyip her öğünümün fotoğrafını görmeye karar verdi bile diyemiyorum. Onun yerine bir kez daha kafamı zar zor sallıyorum, son set Hale. Dayan.
"Söz verdim."
Derin bir of çekip dünyanın en mantıklı önerisini dile getiriyor, tabi hemen!
"Kızım ayrıl o zaman!"
Zaten canım burnumda, "Neden? Neden abi? Bir insan fit diye ondan ayrılamazsın ki. Tek yanlışı yok adamın. İskender yedirmiyor diye mi ayrılayım Yağız'dan?"
"Şimdiye kadar ayrıldığın en haklı sebep olabilir."
Eğlenceyi bulmuşken Kaan da boş durmuyor, sana hava hoş tabi.
"Libidosu yüksektir onun kesin. O işe yaramaz mı? Sarkmıyor mu karıya kıza salonda?"
Değil! "Yok."
"Emin misin?"
"Eminim tabi. Erkek erkeğe çalışıyorlar, sen kaç basıyorsun? Ben kaç basıyorum?"
"Bak kendi ağzınla diyorsun, basıyormuş adam."
İrem'le bir ağızdan bağırıyoruz bu kez. "Kaan!"
Havluyu boynuna atıp ellerini havaya kaldırarak teslim oluyor, "Tamam kadınlar! Tamam!"
Gözlerini devirip bana dönüyor İrem.
"Bu salağa bakma sen ama, emin misin Hale?"
Onu sormadığını bilsem de istediğim yerden cevap veriyorum, sorma İrem. Sorma, çok açım bebeğim. "Cık. Yok ayol! Hali yok ki, istese de yapamaz!"
Kısa bir sessizliğin ardından durumu kabulleniyor ve elini bana uzatıp her koşulda yanımda olduklarını bir kez daha kanıtlıyor İrem'im.
"O zaman kalk da gidip ızgara tavuk ve basmati pilavın dibine vuralım!"
Gözümün önünde dönüp duran iskenderleri yok sayıp bana uzatılan ele tutunuyorum. Evet sadece tutmuyorum, tutunuyorum. Hayata ve aşka. Ne yapalım canım? Benimki de peri tozu değil protein tozu içeren bir masal olur. Modern way of fairytale, hı?
"Yerim seni!" Öpücük atarak yaptığım şakama tepkisi gecikmiyor.
"Sakın!" diyip gülerek ayırıyor ellerimizi İrem ve soyunma odasına koşturuyor. Kalori yakmadığı bir saniyeye bile tahammülü yok. Kaan ve ben arkada kalınca, bana dönen bakışları yok sayıp derin bir nefesle hızlanıyorum ben de mecburen. Şimdi değil.
"Duş almadan gelme bak!"
"O kadar şüphen varsa gel sen de." Aman altta kalma asla ya. Arkama dönüp minik bir hareket çekiyorum kendisine, asıl ayıp onunki bana ne! Sonra daha da hızlanarak söylenmelerini geride bırakıyorum, asıl çatlak da o.
Olur değil mi ya? Olur, olur. Tutar bu. Beni hayatta da tutar hem. Yemek dediğin nedir, insan sevgisiz yaşayamaz asıl?
*
Tutamıyorum kendimi. Yağız görmeden ağzıma masadaki ekmekten bir lokma götürürüm sanıyorum, olmuyor. Olmuyor.
"Hale, onu yemeyi düşünmüyorsun değil mi?"
Şirin şirin(!) gülümsüyorum. Yok öyle ağzımın etrafında bir tur attırıyordum ekmeğe, gözün çıksın diye. Ay, yani, nazar! Nazar çıksın diye.
"Hayır, tabi ki."
Gıcık bir ifade ile onaylıyor o da beni, öyle ki bir an için diyetisyenimi görüyorum sanıyorum. Başımı şiddetle iki yana sallıyorum. Açlıktan işte. Hep açlıktan bunlar, halüsinasyonlara da başladık artık. Hızla konuyu değiştiriyorum yoksa kalkıp gideceğim masadan,
"Eee nasıl geçti dün akşam?"
Omuz silkiyor konuşmadan önce Yağız, "İyiydi, ben zaten erken ayrıldım biliyorsun-"
Hayır! Söylesin istemediğim için hemen araya giriyorum,
"Biliyorum." Alkol almadığını, uyku saatini asla geçirmediğini ve aslında yemek yemediğini. O yaptığı şey asla yemek yemek sayılamaz, olsa olsa besin alımı. Tavuk, et, protein; gönder gelsin. Suya yaz sıvı tüketimi. Yumurta kutsalımız, karbonhidratın bahsini bile açma. O büyük günah, aman sakın. Ama işte ondan duymadıklarımı kendimden dinleyince az önce yaptığımın hiçbir önemi kalmıyor. Offf, düşünmemeliydim... İçim çekiliyor, mecalim kalmıyor fazlasına. Bu yüzden yemeğin kalanında bana müsaade edilen kadarını yiyip yirmi saniyede bir minik bir baş hareketiyle tek taraflı konuşmayı sürdürmesine onay veriyorum sadece.
Sürekli ekmeğe kayan gözlerim ise içler acısı durumumu daha da dramatik hale getirmekten başka işe yaramıyor. Yağız; geniş omuzlu, sarışın ve tam da benim tipim aslında ama ekmek öyle güzel görünüyor ki şu anda gözüme, mümkünü olsa Yağız yerine onunla evlenirim. Ne ekmek ne de su, sensizlik korkusu açken çok çalışmıyor sanki Teo? Tek istediğim bir lokma ekmek ve içine de azıcık peynir. Kokusu bile geliyor sanki burnuma, oy...
Beni peynir ekmeğe hasret bırakan hayat merhamet nedir bilmediği için Yağız'ın bir lokmayı en az yüz bin milyon kez çiğnemesine gıkını çıkarmıyor. Bekliyoruz ki mekanik, kimyasal ve daha ne kadar varsa sindirimi gerçekleşsin de masadan kalkabilelim. Ki bu bin saat alıyor. Ben; nihayet bugün bitti, yaşanabilecek tüm kötü şeyler yaşandı artık gönül rahatlığıyla eve kadar uyuyabilirim sanıyorken bir şeye çarpıyoruz ve savruluyor. Öyle hızlı ve öyle çok ses geliyor ki bir an kendi sesimi de o gürültüde kaybettim sanıyorum, can havliyle Yağız'ın koluna tutunuyorum.
"O! O... O neydi Yağız?"
Yağız rahat ama. Gevşek gevşek yanıt vermeden önce omuz silkerken, elimi tutup öperken falan az sonra beni şaşkınlıktan dehşete sürüklemeyecekmiş gibi rahat.
"Köpekti güzelim, korkmana gerek yok."
Köpekti mi? Köpek! E çarptık, e gidiyoruz!
"Dursana Yağız! Ya öldüyse?"
"Olmaz bir şey, korkma."
Kafamı görebilecekmişim gibi arkaya çeviriyorum panikle, ya ölürse?
"Dur, dön! Yap bir şey işte! Bakalım hayvana."
"Hale, yavrum saçmalama! Otobandayız, ne dönmesi?"
"Çarpmasaydın o zaman hayvana!"
"Dursaydım da bize mi çarpsalardı?"
"Evet"
"İyi değilsin sen!"
"Sen iyi değilsin asıl." Hiç iyi bir insan değilsin hem de. "Çek sağa."
"Hale."
"Sağa çek!"
"Nasıl durayım anasını satayım?"
Mal ya! "Yak dörtlüleri gir emniyet şeridine!"
Sonunda dediklerimi yapmazsa canını alacağımı idrak edip yavaşlıyor. En sonunda da duruyoruz. Emniyet kemerini çözüp yönümü tamamen ona dönüyorum,
"Bütün o siktiri boktan kaslarını bırak da kalp kasını geliştir biraz, merhamet yoksunu pislik!"
"Hale bak, üzüldün tamam ama ağır konuşuyorsun." Sen haline bak! Fitness budalası!
"Sen ağır seversin Yağız, alışıksındır."
Dönüp çıkacağım sanıyorum ama kolumdan kavrıyor, bu kez yüzümü dönmüyorum bile.
"Çabuk bırak beni, sakın gelme arkamdan da."
"Delirme Hale! Otobandayız, kal sen arabada ben bakar gelirim."
Silkiyorum omzumu, "Bırak! Ve! Gelme!"
Daha fazla ısrar etmiyor Yağız, peşimden arabadan da inmiyor. Sevmiyor beni. Sevemez. Ama sorun bende değil, onda. Hayvan bile sevemeyen biri, insanı nasıl sevsin? Korkulukların diğer tarafına geçerken Yağız'ı geride bırakmam hiç zor olmuyor bu yüzden. Kalbim yalnızca hiç bilmediğim o köpek için acıyor. Koştur koştur yüreğim ağzımda geri gidiyorum tüm yolu. Çok uzun sürüyor. Çok fazla. Yok. Yok! Yok! Yok! Hiçbir yerde yok köpek. Ellerim belimde çaresizce etrafa bakarken korkuluktaki kan izini görüyorum, gözlerim doluyor. Hemen arkamdaki uçuruma bakıyorum, korka korka yaklaşıyorum. Bir damla düşüyor gözümden, aklıma gelenle de arkası kesilmiyor.
Düştün mü bebeğim? Öldürdü mü o gaddar seni?
*
Beni otoban köşelerinden kurtaran canım dostum Pınar'ı zor da olsa çok yorulduğuma ve hemen uyuyacağıma ikna edip kapıdan gönderiyorum. Hak ettiği bu değil asla, ama ben zaten Pınar'ı ne yapsam hak edemem, ne yapsam hakkını ödeyemem ki. Ha bir eksik ha bir fazla...
Anahtarı çevirip kapıyı açıyorum önce, bizimkiler yok bugün. Dünürlerine davetliler. Paltomu çıkarıp soyunup dökünmeye başlıyorum. İnsan evine girdi mi sadece üzerindekileri soyunmuyor, yüzüme yapıştırdığım gülümsemeyi de portmantoya asıyorum. Nihayet rahat bir nefes alıp doya doya üzülüyorum. Köpeğe de kendime de... Olan olmayan her şeyle kavgalı giyiniyorum pijamamı. Ve tüm olanların sorumlusu ilan ettiğim uygulamaya küsüp siliyorum.
Hiçbir şey değişmiyor aslında, yaşananlar buhar olup uçmuyor ya da yaşanmayan tüm mucizeler için bir tuşa basılmıyor ama ben hepsi olmuş gibi rahatlıyorum. Rahatlamak istiyorum. Yarına kadar bile sürmeyecek, içten içe biliyorum ama bilmek neye engel olmuş? Bitti gitti işte diyorum, kurtulduk tüm o saçmalıklardan. Küstüm geçti, kırılmadım ki. Hem belki köpek de ölmedi. Ölmemiştir. Ölmemiştir, ölmek öyle kolay mı?
Bu yalancı rahatlamayı, psikolojik açlıkla taçlandırıyorum; bir tost, iki dilim kek, nesquik ve çekirdek gömüyorum. Rahatsız midem ve zihnim biraz huzur bulsun diye uzanmaya karar vermişken onu görüyorum. Kavanozun içindeki o tek kağıdı.
Her şeyin başıma gelmesinin sebebi bu mu?
Sahiden sen misin her şeyin sorumlusu?
Sen misin, sahiden?
*
Acaba?.. Neyse konumuz bu değil şimdi, ben başka bir şeyler daha söyleyeceğim gelmişken.
Bir gün... Bugün değilse de bir gün inşallah; canlıları cansızlardan daha çok sevdiğimiz, nefes alanlara almayanlardan daha çok kıymet verdiğimiz, amacımızın sağlam bir maaş değil sağlam bir vicdan sahibi olmak olduğu bir dünyaya ulaşmak temennisiyle.
Sadece kendi acınız yetmez, insan olmak var olan tüm acılara bir parça yer ayırmaktır. Bu yüzden korkmayın; acı çekin, üzülün, her seferinde ilk sefermiş gibi. Hepsi sizin başınıza gelmiş gibi.
Alışmayın sakın. Sakın alışmayın, bu olanların hiçbiri normal değil.
Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*