Şeytanın bacağı

2738 Words
"Daha ne kadar alacak bu böyle?" "Ne bileyim anasını satayım? Hepiniz aynısınız." Telefondan gelen bildirim sesi Kaan'ı benim gazabımdan kurtarıyor ama içim rahat. Ben olmasam Gamze, Gamze olmasa Pınar, hiç olmazsa İrem. Biri boş verse diğeri alır ifadesini. Ve tabi ki haklı çıkıyorum, Gamze görevi üstleniyor. Bir kere de yanıl be Hale Özkaraca(!). "Sana sormadı ya! Bilmiyorum ki Pınpın, hiç bu kadar yapmamıştı." Gelen mesajın kimden olduğunu bile bile kontrol ediyorum. Aa- Ateş? Ne tesadüf? Bir saat önce mesajlaşan başkasıymış gibi ne yaptığımı sormuş? Kontrol manyağı mı yoksa bana mı bağımlı bir türlü çözemedim. Hayır, ona göre kızacağım. İkisinin kızma yükü bir değil ki. Doktor adam ya halbuki, deli olabilir mi yine de? Terzi kendi söküğünü mü dikemiyor, nedir? Neyse diyip mesajı görmezden gelerek telefonu çantama geri atıyorum. Belki bakmazsam kendi kendini imha eder hem, belli mi olur? Teknoloji çok gelişti canım, çoook. Yap şovunu Elon! "Neyse bir yerde limiti biter herhalde." Aşk olsun, İrem Hanım. Bunları da bir saniye boş bırakmaya gelmiyor, hani hedefimiz Kaan'dı ordular! "Duyuyorum ben sizi bu arada." "Duyuyorsan cevap ver, sen hayırdır kızım? Ne oldu Ateş'le aranız mı bozuldu?" Yo. Çok iyi aramız. Çok çok iyi hatta. O kadar çok iyi ki artık iyiliğin sınırını aşmış kötülükten baş veriyor. "Maşallahımız var." "E o zaman?" Eli belinde tek kaşını havaya kaldırmış yolumu kesiyor Pınar. Dedim ama boş ver ne yapacaksın trafik kolunda diye, bak hala çıkamıyor etkisinde. Müzik kolu öyle miydi ama? Mis gibiydi; bir marş, serbest şarkı, flüt, kapanış. Ah, ah... Omuz silkip elimi uzatıyorum. "Yeni tanışıyoruz galiba sizinle, merhaba ben Hale." "Hale!" Bir düdüğü eksik, ama bizim eksiğimiz yok fazlamız çok. "Bebeğim ben hamile kalsam yemek değil o son gördüğüm çantayı aşeririm. Beni biliyorsun bazen tek çekim genelde taksit." Kendi ayakları üzerinde duran, modern, şık giyimli ve çoğunlukla yalnız. İki X belki de sadece bu konuda bir Y etmiyor. Pınar henüz tek kaşını indirip de ağzını açamamışken Gamze atılıyor, "Yok! Valla ben seni bilmiyormuşum bebeğim. Ben seni böyle bilmezdim Hale'm." Çalan telefonumla küçük bir kararsızlık yaşıyorum, arayanı elbette biliyorum. En sonunda yüzyıllardır bilinenden şaşmıyorum, her denize düşen gibi ben de yılana sarılıyorum. Göz kırpıp telefonumu sevimlice başımın yanında sallıyorum, bana müsaade. "Ateş arıyor." Sonrasında konuşuyorlarsa bile ben bir tek alo diyen sevgilimi duyuyorum. "Efendim Ateş?" "Hale. Ne yaptınız canım, bulabildin mi bir şeyler? Mesaj attım dönmeyince endişelendim." Derin bir nefes alıp sadece ilk soruya odaklanıyorum. Hayır Hale, tabi ki sen beş dakikadır cevap vermedin diye seni aramadı. Nereden çıkarıyorsun bunu? Yok öyle bir şey. Yok, yok. Dön ilk soruya bakayım. Benim elimde şartlar gereği hiç poşet yok. Şöyle bir arkama dönüyorum; Kaan'da beş, Gamze'de üç, Pınar'da üç, İrem'de iki. Hala yerimiz var, kapasiteler fullenmemiş. "Eh işte." "Hmm... Ne zaman çıkarsınız peki? Seni ben alayım istersen, eve geçene kadar görüşmüş oluruz." Ay bugünde mi ya? Yeter artık. Off günümüz değil mi bugün bizim Hale diye isyan eden beyin hücrelerimi zor bastırıyorum. "Yok hiç zahmet etme sen. Hem benim arabayla geldik zaten." "Sen bana zahmet olmazsın tatlı balım. Gelir alırım ben seni, sabah da aracına ya da iş yerine ben bırakırım. Böylece daha çok görüşmüş oluruz." Yağmurdan kaçarken şu başıma gelene bakın. Dolu bile değil bu, gökten taş yağıyor resmen. Taş! Dünyanın ayarıyla oynadık işte, hadi sağ kal bakalım şimdi kalabiliyorsan insanoğlu. Ne yazı yaz, ne kışı kış, ne taşı taş! Ama Ateş de taş gibi adam be Hale. Ona da böyle kayalar yakışırdı. Öyle düşün. Bir de öyle bak. "Olur, al sen beni o zaman. Ben ayrılacağımız zaman mesaj atarım." "Tamamdır canım, görüşürüz. Çok yorma kendini. Hatta sen garaja indirme sakın poşetleri tek başına, ben arabayı park eder yanına çıkarım." Dönüp bir Kaan'a bakıyorum, koç koç! Taşır. "Yok, gerek yok Ateş. Kaan var zaten, geliriz biz." "Hale, lütfen. Bekle beni aşkım, tamam mı? Öpüyorum çok." "A-ama..." Dedirtmiyor bile, telefon kapı duvar. Off... Of. Ateş. Off günler önemli işte, bedenin buna ihtiyacı var abi! "Hale, hadi kızım ya!" Arkamı dönerken suratımı hemen toparlıyorum. Kocaman gülümserken ağzımdan çıkanlarla bizimkileri ve kendimi şaşırtmayı başarıyorum. "Sadece kendi bacağımı değil, şeytanın bacağını da kırdım galiba bu kez." Madem söyledik boşa gitmesin. 777, manifest, aldım, verdim, ben seni yendim! * Sağ yanağımda aniden beliren parmaklarla ıyyy ne şımarık, Allah yazdıysa bozsun diye düşündüğümüz çocukların neden bir anda durup alışveriş merkezinin ortasında tepinmeye başladığını anladığım o yerde buluyorum kendimi. İnsan kuş misali gerçekten, sabah kalkarken buraya geleceğimi kim bilebilirdi? Üstelik de bu ayakla. "Aşkım benim! Oh!" Bir de sol yanağımı sıkıştırıp öpüyor Ateş. Koskoca adam yetmiş yaşındaki teyzeler gibi beni mıncıklamaya da utanmıyor. Ulu orta yerde bir de. Kaçsam kaçamıyorum da değnekleri aldı. "Ateş." diyip kollarından uzaklaşmaya çalışıyorum yine de. Yanaklarımı da silsem çok mu ayıp olur acaba? "Efendim?" "Ayıp." Nazlanıyorum sanıyor ve işi iyice abartıp boynuma yöneliyor. Allah'ım neden? "Oy, benim güzelim ilgi mi istiyormuş?" Hayır be adam! Hayır! Nasıl bu kadar yanlış anlayabilirsin? "Ateş. İstemiyorum." Bir anda duraksıyor adımları, beni de özgür bırakıyor. Bu sefer oldu galiba. "Efendim?" Boşluğundan faydalanıp değneklerime kavuşuyorum. Sonunda. İkisini de yere vuruyorum, birini havaya kaldırıp ileriyi işaret ediyorum yürümeye başlamadan önce. Kendine yaslanan gerçekten de dik yürüyor. "Oturup konuşalım mı biraz?" Beni onaylarken iyice düşen yüzü az önceki coşkumu götürüyor. Ama ya... Yavaş adımlarla yürüyoruz kahve dükkanına. İki latte söylüyoruz, biri laktozsuz. İnsan yalnız bunun için bile sevmeyedebilir mi acaba?.. Ateş'in sesiyle daha lafımı toparlayamadan başımı kaldırıyorum. "Rahatsız mı oluyorsun?" Çok mu belli ettim? Dışımdan mı söyledim yoksa? Hee... Onu demiyor, yani o kadar da değil. "Rahatsız olmak gibi değil de, bazen birazcık abartmıyor musun sence de?" Ellerini iki yana açıp gözlerini de kocaman büyütüyor, anne?! Bu kadar yakışıklı bir bedende ne arıyorsun? "Seni sevdiğim için." Vıcık vıcık yapmak zorunda değilsin ama bunu. "Böyle sevmesen." Elini uzatıp yanağımı seviyor, sonra da saçlarımı kulağımın arkasına itiyor. Çekilme, çekilme, çekilme. "Nasıl?" Dayanamayıp uzaklaşıyorum biraz, gözlerimle bana uzanmış elini gösteriyorum. "Böyle işte, sürekli sıkıştırıyorsun beni. Yavru kedi gibi hissediyorum." Duyduğum miyav sesinin buraya bir şekilde ulaşmış bir kediden gelme olasılığı, Ateş'ten daha mantıklı geldiği için hemen yere doğru çeviriyorum bakışlarımı. Dört tane insan, bir tane masa ayağı. Başka bir şey yok. Kafamı kaldırıp acı gerçekle fiziksel olarak da yüzleşiyorum, kaynak Ateş. Zoraki bir gülümseme konduruyorum yüzüme, "Ciddi bir şey anlatıyordum." Sandalyesinde dikleşiyor, umut vadeden bir hamle; ağzını açıyor, umutlar yerle bir. Geçmiş olsun. "Tatlım benim, seni çoook seviyorum diye mi? Bunu mu problem ediyorsun gerçekten? Sevgilimle ilgilendiğim için mi suçlanıyorum ben tam olarak?" Tatlım benim ile tatlım arasında milyonlarca fark, bu tonlamayla normal insanların sevgililerine karşı kullanacağı tonlama arasında trilyonlarca frekans var. Ama işte anlamak istemeyene bir şey anlatabilmek hala imkansız. Teknoloji de işine geldiği gibi gelişiyor vallahi. Omuz silkip erkeklerin yaşamadığı için bulaşamadığı en temiz bahaneye sığınıyorum, yapacak bir şey yok. "Regl olacağım ondan sanırım." Ateş de bu konuda hem cinslerinden ayrışmıyor, çok şükür. Hemen gözleri anlayışla parlıyor, yüz ifadesi gevşiyor, hafif hafif başını sallıyor. Sanırsın o acıların çemberinden bizle beraber geçmiş. "Ah, PMS. Tamam o zaman. Ağrın var mı?" Başımı sallıyorum ki bana hiç bulaşmasın. Erken konuştuğumu anlamam içinse garsonumuzun gitmesi ve Ateş'in hiçbir açıklama yapmadan yanıma oturması gerekiyor. Bir anda önce beni alnımdan öpüyor, daha onu atlatamadan tek eli karnımı bulup ovuşturmaya başlıyor. İnsanım ben, insan. Kedi de değilim, prenses de değilim. Normal insan. "Ateş, insanlar." İnsanlar vardır. Kadınlar da insandır. Yok daha neler bakışı atıyor bana ve dünyanın en normal konuşmasını yapıyormuş gibi devam ediyor. Kaan'dan bir kere bile böyle şeyler duymadığımız, bize bunu yaşatmadığı için ilk gördüğüm yerde alnından öpeceğim arkadaşımın. Hiç bilmiyoruz kıymetini bu çocuğun. "Hayatımın anlamı ne olacak insanlar varsa? Tıbbi bir müdahale bu. Rahim duvarındaki kaslar sıkışıyor diye utanacak ne var? Her kadına, yani en azından yüzde altmışına oluyor. Şiddeti ne düzeyde?" Kafein kullanımın nasıl, alkol ne alemde? Ara sıra abartıyorsun sanki. Düzenli egzersiz, peki? Yoga, pilates, hiç olmadı koşu. Bir tek yüzüyorsun çarşamba akşamları. Tiroidlerine en son ne zaman baktırdın? Şişkinlik düzeyin, adet ölçün? Stres seviyen, beslenme düzenin? Uyku saatin, bitki çayları ile aran... Bana uyudum dedikten sonra oturuyor musun yoksa sen? Bu konu meğer açık bir denizmiş, biz şimdiye kadar hep sığ tarafında yüzmüşüz. Boğulunca anlıyorum. Söylediğime söyleyeceğime pişman bir şekilde eczanede buluveriyorum kendimi birden. Hep böyle yapıyor! Hep! Bir kere de he de geç ya. Bu kadar ilgilenme kardeşim benimle. "Yalnız beyefendinin istediği ilacı şu an piyasada bulmak mümkün değil onun yerine muadili olan ve içeriğinde..." Ay yok! Yok, yerim kalmadı! "Lütfen açıklamayın! Ben bugünlük kotamı doldurdum, bana artık bir şey açıklanmasın. Muadil demiştiniz, diğeri de piyasada yok muydu? Tamam süper, alalım bunu!" Ani çıkışıma Eczacı Bey halden anlayan bir insan olarak gülerek, Ateş ise işte bunlar hep PMS canım benim diyerek tepki veriyor. Benim tarafım belli, boşalan sinirlerimin gerçek sebebini bile bile kahkahalarımı tutamıyorum. Doydum ama! Gerçekten bir kelimeye daha yerim yoktu. Kusacaktım. Bu gazla Ateş'ten de ayrılırım belki dur bakalım diye yüzümü ondan yana çeviriyorum ama annem beni kadir gecesi doğurmayı bırak bebek mevlidimi bile üç ayların yakınından geçirmemiş. Babamın halası eczanenin içinde beliriveriyor. "Hale! Ay ne tesadüf kızım, nasılsın? Bu delikanlı da kim?" Delisi doğru da bana artık kimse kan demesin n'olur? "Merhaba, Mücbir hala. Arkadaşım. Sen nasılsın?" Tam tahmin ettiğim gibi benim nasıl olduğumla hiç ilgilenmediğinden o soruyu atladığımı fark etmiyor bile, onun derdi zoru belli. "İyiyim ben de. Arkadaşın demek. İyi, iyi maşallah. Eren de evleniyor, o kuduruk eşek sırayı bozdu ya neyse artık..." Ateş'in tüm yaptıkları gözümde birden siliniyor, o düğüne yalnız gidecek olabilirdin Hale. Mücbir hala gibi yalnız ölecek olabilirdin. Biraz da buradan mı baksak acaba? "...Senin de zamanı geldi kızım, biri gider öbürünü de sürükler demişler. Böyledir bu işler. Hayırlısı, hayırlısı tabi. Kısmet osuruk gibidir, ne zaman çıkacağını bilemezsin... Hadi inşallah -" Osuruk ne alaka ya? Nereye gidiyor bu konuşma tam olarak? Allah'ım sen beni nasıl ateşlerden almışsın böyle de, yanımdaki bunların yanında kamp ateşi kalıyor? O söylemeden ben hemen repliği tamamlıyorum, Ateş'i de kolundan tuttuğum gibi dükkandan çıkarıyorum. "Darısı başıma! Biz kaçalım müsaadenizle, Allah şifa versin." Akıl hastalığı zor. "Ani hareket etme ama bebeğim, kanaman artacak." Bu kez söyledikleri canımı sıkmak şöyle dursun gözüme tatlı bile gözüküyor. Ne var canım adam sürekli beni düşünüyor, benimle yatıp benimle kalkıyorsa? En azından başkasıyla yatmıyor, hem ben de yalnız yatmıyorum. Daha ne olsun? Uzaktan öpücük atıyorum, "Pardon bebeğim, çıkmış aklımdan." Mahalledeki çocuklara marshmallow dağıtacağım vallahi, kamp ateşim benim! * "Yürüyüşe çağırdı beni işte. Kız yanımda hiç erkek görmeyince öyle sandı beni herhalde ne bileyim?" Bir kahkaha kopuyor masadan ben de kafamı buraya çekmeye ve gülmeye çalışıyorum. Ha gayret Hale. "Eee görür müyüz seni de Taksim'de? Şöyle en önde. Yakışır ama he, kıvırırsın sen." Saçlarını geriye savuruyor Gamze, "Aşkım benim kıvıramayacağım iş mi var? Kadınların birbirini sevmesiyle ilgili bir problemim yok, hatta işime de gelir. Konu o olsa cephelerde en önde yer alırım. Ama yakışıklı erkeklerin yakışıklı erkekleri sevmesine karşıyım, kusura bakmasınlar. Biz ne yapalım, taş mı yiyelim?" "İşte problem o zaten, taş yiyemiyoruz." İrem'in elini çenesinin altına koymuş, içli içli uzaklara bakarak yaptığı yorum beni bile koparıyor. Yerim. "Oyy! Hangi taş ağrıttı başını kuşum senin? Söyle, anlat." O sırada çalan telefonum ve bir anda mikrofonu eline geçiren "Bride to be" olduğu su götürmez yeni gelinimiz konuşmamızı yarıda kesiyor. Ateş. Ateş... Yarım saat önce başkasına mı söyledim ben acaba Simay'ın bekarlığa vedasında olduğumu? Bu sefer mesaj da atmıyorum, arama bitsin diye duymuyoruma da yatmıyorum. Çat diye meşgule atıyorum aramasını, telefonumu da sessize alıyorum. Yeter ya. Birden ayağa kalkıp, tamam çok birden değil ama şunlarla olduğu kadar artık, Simay'ın yanına gidiyorum. Kareokeyse en iyisini biz yaparız, gerekirse gelinin elinden mikrofonu da alırız. Görümceyim ben kardeşim. Ayağı ve kafası kırık. Hangi şarkıyı seçtiğini de mikrofon elime geçince fark ediyorum. Olur, uyar. Baya uyar hatta. "Korkmam, kara gün kararıp kalmaz Bi' yolunu buluruz güzelince Işığından ne hayır gördük ki? Etmesin üstüme gölge, gölge, gölge" Cinderella bir masalmış ve harbiden yarıda kalmış Demet ablam, haklısın. Kim biliyor canım bunlar evlendikten sonra prensin kızı darlanamadığını? Kişisel alana saygısı var mıymış o parlak suratlı sarışının acaba? Üç saniyede bir kızı aramak da neymiş? Öyle ömür mü geçer be güzelim? Ayrıl gitsin. Mikrofonu Simay'a bırakıyorum, masadan kaptığım telefonla seke seke dışarıya çıkıyorum. Nankör müyüm? Küstah mıyım? Yoksa yalnızca yorgun mu? İnsanlar mağduru öyle havada kapıyor ki bana her seferinde suçlu rolü düşüyor, sadece onu biliyorum. Üzerine düşünmüyorum, rolümün hakkını veriyorum. Daha ilk çalışta açıyor aramayı Ateş. İşte ona anlatmaya çalıştığım şey bu, her an ulaşılabilir olmak o kadar da matah bir şey değil aslında. Bak şimdi ne olacak? "Ateş. Sorun sende değil, bende. Ben sana layık değilim. Sen benden çok, çok çok, çooook daha iyilerine layıksın. Kusura bakma. Kendine çok iyi bak. Telefon kullanımını da biraz azalt, hep radyasyon alıyorsun bak doktor adamsın sen ya. Lütfen." O bir şeyler demek istese de kapatıyorum aramayı. Hemen tekrar çalıyor ama yok öyle artık. Daha tövbe ilk çalışta kimsenin aramasını açmam. Omuz silkip içeriye kızların masasına geri dönüyorum. Yarıda kalmış bardağımı kafaya dikiyorum. İyi oldu, iyi. Nefes almaya başladım resmen. "Ateş'ten ayrıldım." "Belliydi senin bir karın ağrın olduğu. Bu ne yaptı?" Omuz silkiyorum. Ateş'e söylediğim her şey yalan değildi. "Erkeksiz hayata çok alıştım ben sanırım. O yüzden oldu herhalde." Bu son bahanem harbiden çok dandik oldu çünkü. "Yok artık." "Pes ediyorsun yani?" Nereden bulacağım ki? Ediyorum. Hem rahat böyle. "Hıı..." Çok bilmiş Gamze konuşuyor, "Yarın tutar kolundan getirir bu birini ya. Hayatta inanmam." "Ölünce inanırsın o zaman. Tövbe, tövbe. Bıraktım artık bu işleri, ben yalnızlığa çok alışmışım meğer..." Sütyenin teli batınca aklıma gelenle iyice emin oluyorum. "Sütyensiz uyumak gibi ya. Bir kez uyursun ve bam! Sanki evvelki gün uyuyan başkasıymış gibi bir daha asla onunla uyuyamazsın ya. İşte öyle." Yasemin rahatsızca kıpırdanıyor yerinde, aynen öyle. "Ay evet ya! Düşününce bile boğuyor." "Öyle bir benzetme ki elimiz kolumuz bağlandı. Doğru, öyledir sütyensizlik." Hilal tek eliyle ağzına fermuar çekip yanımda yerini alıyor. Teşekkürler, teşekkürler. "Teksem kapıdan girer girmez çıkarırım ben valla!" Sinirlerimiz boşalıyor İrem'den gelen bu ekstra bilgiyle, sonrasında ciddiyet falan hak getire. Ne kadar gülüyoruz bilmiyorum ama gecenin kalanında Simay bekarlığa veda ederken ben kadim dostumu kocaman açtığım kollarımla kucaklıyorum. Ya nasıl özlemişim? Zayıfladın mı kız sen? * Önümde duran arabanın farları az önce gözümü aldığından cam açılıp da Kaan gözükene kadar gelenin kim olduğundan emin olamıyorum. "Atla." Sözünü ikiletmiyorum açtığım kapıdan içeriye önce değnekleri sonra kendimi bırakıyorum. Yüz yüze geldiğimiz ilk an sorun çıkarmaya başlıyor Kaan efendi, buraya gelmesi bile bir mucizeydi zaten. "Oha Hale! Ne kadar içtin sen? Yanaklara bak, elma gibi olmuşsun." Ne diyor bu be? Güneşliği indirip aynadan kendime bakıyorum, hee. "Allık sürdüm ya." "Allık?" "Evet Kaan, bir depresyonla mücadele yöntemi olarak allık. Duymadın mı hiç?" Başını iki yana sallayıp arabayı çalıştırıyor önce, sonra göz ucuyla bana bakıyor. "Allıkla mücadele olmuş bu daha çok. Bizim senin allık sürmene karşı mücadele etmemiz gerekiyor gibi." Vik vik vik. "Of Kaan. Canım sıkkın zaten, uğraşma benimle." Öpmeyeceğim bunu alnından falan! Aptal! "Anlat o zaman kızım sen de. Ateş'ten ve kızlardan ayrıldım, adrese gel ne lan? Ödüm koptu." "Başka türlü gelmiyorsun ki." Devam edecekken yine Ateş arıyor, yine meşgule atıyorum. Bir durmadı bu da. Sonra engelleyince ben kötü oluyorum, telefonu kapatınca da öldün mü kaldın mı merak ettim olacak. Sanki kızları bin yerden darlamamış, onların yanında mutlu ve güvende olduğumu öğrenmemiş gibi. Neyse. Derin bir nefes alıyorum, sakinleşmeliyim. "Telefonun bağlı mı?" "Değil tabi ki Hale. Dinliyor musun sen beni? Korktum diyorum kızım! Nasıl geldim haberin var mı? Ya sabır." "Ay Kaan. Gelmeseydin keşke. Ayrıldım Ateş'ten. Kızlar da yoruldu bekarlığa vedada. Ateş de bir durmadı sağ olsun; onu ara, buna yaz, şuna güvercin yolla. Ben de seni çağırdım. En yakın mekana sür, bu gece biraz eğleneceğiz ve benim bekarlığa hoş geldim partimi yapacağız." O sırada da telefonumu araca bağlıyorum ve ihtiyacım olanı açıyorum. "Hale tamam allık sürmüşsün ama belli ki o allığın altı da boş değil güzelim. Gel ben seni eve götüreyim." "Ev olmaz!" "Bana gidelim o zaman, bende kal. İstersen Hilal'de kal." Başımı iki yana sallıyorum. "Olmaaz. Unutmam lazım Kaan." "Ateş'i mi? E unutma anasını satayım, adamı ben bıraktım diyorsun. Ne bıraktın o zaman?" Cık, o değil ya. "Yok, Ateş değil." "Kimi?" Bilmiyorum ki. Şarkının da en güzel yeri kaçıyor, camı sonuna kadar açıp Dua'ya eşlik etmeye başlamadan önce Kaan'a dönüp göz kırpıyorum. Aman, bir şeyleri unutacağız işte! Hayatın olayı bu değil mi zaten? Kendimden başlayayım en iyisi! "Adımı bile unutmam lazım. Hadi bas bas bas!" "So I cut you off, I don't need your love Cause I already cried enough, I been done I've been movin' on, since we said goodbye I cut you off, I don't need your love, so you can try all you want Your time is up, I'll tell you why" * Merhaba! Bu Ateş'in barutu sen değilmişsin be Hale'm, nasip. Bölümü beğendiyseniz yıldız çakmayı ve yorumlarınızla buraları şenlendirmeyi unutmayın. Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar! :*
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD