Anaokulu Kertmesi

2008 Words
"Ablaa!" Duymamış olabilirim ya. Tuvaletteyimdir belki. Ya da kulaklık taktım, müziği son ses açtım. Bir anda orta kulak iltihabı oldum, iki kulağım da kapı duvar. Bilemez. Nasıl bilsin? Aniden açılan kapıyla sıçrıyorum ve elimdeki far fırçasını sakince masaya bırakıyorum. Öfkemin öznesine dönüyorum. Ayı! Tam tüm silahlarımı kuşanmış ağzımı açacakken bir de benden önce davranıyor hadsiz. Alıştı tabi. "Niye duyuyorsun da cevap vermiyorsun kızım?" Kapıyı çalmama azarı gitti diye üzülmüştüm ama şu gelenin güzelliğine bakın. İşte kapanan kapının ardından üzülme, açılacak olan falan filan. Boşa söylenmiyor bunlar. Bir elimi havaya kaldırıyorum, sen hayırdır? "Kimmiş senin kızın ya?" "Of abla! Bugün de mi ya?" Bugün ne var sanki? Sanki nişanlanıyorsun Eren. Aa bakayım, evet öyleymiş. Ay-ya! Senin o kravatını yesinler. Çok tatlı olmuş ama bu gereğinden uzun penguen. "Dön bakayım şöyle?" Hemen havaya giriyor, ellerini havaya kaldırıp dönerken soruyor. "Nasılım?" Hala mı? Dudaklarımı büküp, cevap vermemek ve bunu yaparken gülmemek gibi büyük sınavlar veriyorum. Sonra Eren'in e hadi bakışlarına daha fazla katlanamıyorum. Of. Bu çocuğa hayır diyemiyorum. "Jilet." "Dikkat et de kesmiyim ha." İkimiz bu saçma sahnenin bilmem kaçıncı tekrarını berbat bir oyunculukla sergileyip gülerken onu bunu boş vermiş, çok mutlu olduğumu fark ediyorum. İçimde Eren'e karşı ne kırgınlık varsa gitmiş, hem çocuk bu daha be. Vallahi çocuk. İnsanların beklentileri de fikirleri de kötü niyetleri de kendi ceplerine; ablayım ben. Çok da mutlu ve şanslı bir ablayım. Ve evet bekarım. Yok, sevgilim bile yok. Gidip gömleğinin yakasını düzeltiyorum, sonra ceketini kırıştırmayacak şekilde sarılıyorum. Ayrılınca göz göze geliyoruz, çok duygusalım ne yapsam dalga geçecek biliyorum. Ne desem anında Simay'a yetiştirecek bir de tabi. Yirmi ikilik damat seni. Yine de ben onun annesi sayılırım, ne istersem yaparım. "Çok mutlu olursunuz inşallah." Beklediğim gibi olmuyor, Eren de sıcak bir tebessüm ve ağır başlılıkla karşılıyor beni. "İnşallah. İnşallah sen de her zaman çok mutlu olursun." * "İnşallah boyun posun devrilmez Eren. Kendi kendine devrilmesin çünkü, ben devireceğim hepsini. Tependen baksınlar sana da Simay. Ben yüzüne bile bakmayacağım artık." Çıldırtırlar insanı ya. Bunlara bu hakkı kim verdi, ben mi verdim? Benden mi yüz buldular? "Bana da yazıklar olsun." Pınar da elini kendi dudağına götürüp hemşirecilik oynamanın peşinde. Sırası mı şimdi? "Şşşt, tamam. Geliyorlar sus artık." "Ya sana ko-" Bir anda arkamdan gelen sesle anlıyorum Pınar'ın oyun falan oynamadığını, meğer hayatım daha fazla kaymasın diye uğraşıyormuş kızcağız. Ama insanlar böyle işte Pınar, nankör. "Selam, Hale abla. Biz de seni arıyorduk." Sesin sahibi kısa vadeli nişanlı, uzun vadede resmi gelinimize dönüyorum. Adamı da getirmiş yanında, gerçekten. Tutmuş kolundan gelmiş, hadi diyor sevin birbirinizi. Delireceğim. "Babanızı arıyor olma-" Bu sefer risk almıyor Pınar, açıktan bağırıyor. "Hale!" Of. "Ne var ya?" "Efendim?" diyor beyefendi de. Aa, ağzı dili varmış. "Yok bir şey." Hadi, kardeşim uzun etme ya. Ben kendi işimi kendim görüyordum zaten. Yeni tövbe etmiştim ya, büyük sözüme tövbe bir daha. Pınar artık iyice ipleri eline alıyor, elini uzatıyor beyefendiye. "Merhaba, Pınar ben. Siz?" "Engin, memnun oldum" "Biz dee. Değil mi Hale?" Hı. Çok. "Evet. Çok memnun olduk. Tek de çıkıyor musunuz?" Sol kolumda aniden beliren acıyla sıçrıyorum. "Ay..." Etimi büken gözlere dönüyorum, pis kadın. Beni böyle durdurabileceğinden emin ve kendinden memnun gülümsüyor bir de. Göz göze restleşmemizi bölecek bir hamle geliyor Engin abimizden, hayret kendi başına kararlar falan da alabiliyormuş. "Anlamadım Hale Hanım?" Hah! Sana söylüyorum Engin Bey, sen seyret şimdi Pınar Hanım. "Anlatayım hemen. Hani böyle koskoca adam veliniz olmadan baktınız baktınız da bir saat gelemediniz ya yanımıza, bugüne özel mi hep mi böyle diye merak ettim?" Ben alttan alır sanıyorum falan ama "Hale abla Engin abiyle çok yakışırsınız ne olur tanıştıralım sizi" Engin abi beklenmedik bir ukalalık gösteriyor, "Sizinki peki?" Ne diye sorarım sandıysa çok yanılmış, "Hep böyle." Her ne düşünüyor ve düşüneceksen sana hep böyle Engin abi. Pınar da içli içli söyleniyor, "Hep böyle, Allah'ın cezası." Çok sever beni, canım canım. Son beş dakikadır Simay'dan ayrı nasıl nefes aldığına inanamadığımız kardeşim beliriyor yanımızda aniden. Ben de ne eksik diyordum, gel tabi. Gel ablacığım, sen de gel. Parlak fikriniz burada, anası babası olarak sahip çıkın. Uf olmasın sonra. "Engin abi. Abla. Tanıştınız mı?" Tam Engin abi ağzını açacakken araya giriyorum, "Tanıştık bitti ablacığım, ayrılıyorduk tam hatta. Olmaz bu iş." "Hale ama ya!" Pınar ama ya, bari sen yapma! "Ne Hale'si Pınar ya? Kıracağım şimdi kalplerini öyle daha mı iyi? Lütfen, teşekkürler, çok sağ olun. Ama ihtiyacım yok benim böyle şeylere. Hiçbir şeye ihtiyacım yok." Uzun eteğimi savurup tuvaletlerin olduğu tarafa yöneliyorum, makyajım bozulacaksa da bunu bir ben bileceğim. Görümce de hasedinden ağladı dedirtmem kimselere. * Yürürüm ya. Ben bu yolları bir daha aynı hevesle yürürüm nedir yani? Çok da büyük konuşmamak lazım neticede bir kasedir yenisi alınır, kağıtlar yeniden yazılır, kartlar yeniden dağıtılır. Dünya dönüyor da ben sözümden dönmüşüm çok mu? Ayrıca da bekarım herkese de bakarım. Ay gelmişim! Dükkandan girerken kulaklıklarımı çıkarıp Sezen'in sesi ile vedalaşıyorum. "Günaydın, kırılmaz cam bir kavanoz istiyordum ben ama var mıdır sizde?" Bir de bunun kalp olanlarının, kadın için olanı da var mıdır acaba? Bir arkadaş için canım. Adamcağız daha gözlerini açamadan ağzını açıyor benim yüzümden, önce bir esniyor sonra cevap verebiliyor ancak. "Günaydın kızım, şu koridoru geç, sağa dön, hemen orada." "Tamamdır, çok sağ olun." O koridoru geçiyorum, sağa dönüyorum. İşte buradalar. Elime ilk geleni alıp kasanın yanına dönüyorum. "Ne kadardı fiyatı?" "Seksen yedi lira." Öyle sordum ya sanki pahalı mı ucuz mu anlayabileceğim? Çok zor. Artık fiyatlar da erkekler gibi, onların da iyisini kötüsünü bir bakışta anlayabilmenin yolu yok. Başımı sallıyorum, "Temassız var." Pos cihazını uzatırken sabahın bu kör vakti kavanoz satmak adamcağızı şaşırtıyor herhalde, "Bu saatte bu ürünü ilk satıyorum." Gülmemeyi başarsam da sesime biraz alay bulaşıyor, ay napayım canım? "Hayırlı iş bekletilmez diye geldim." Fişi uzatırken iyice kafası karışmış, "Neresi hayırlı kızım? Reçel mi yapacaksın sevdiğine?" Bu sefer de kahkahamı bir öksürükle kamufle ediyorum. "Yok, birini sevdiğim yapacağım. Hadi kolay gelsin. Siftahı senden bereketi Allah'tan, dua et bana." Cevabını beklemeden çıkıyorum dükkandan, eve geçiyorum. Kalan isimleri ekliyorum sıfır kilometre kavanozuma. Hadi bu sefer be, bu sefer uzun bir yolculuğa çıkmak istiyorum. Sonu huzur, sonu mutluluk... Kendi kendime göz devirip b kalite, alternatif rock duamı yarıda kesiyorum. Bismillah! Aaa! Tabi. Bu işte. İşte bu, buldum sonunda. Evet, evet, evet ya! Çıkan Semra teyze yazısını keyifle bağrıma basıyorum, kavanozu da bir köşeye fırlatıyorum. Semra teyze tabi. Kadın daha bizim boylarımız santimetre cinsiyken birleştirmişti kaderimizi. Ön görülü insanmış vallahi kayınvalidem. Ben yeteri kadar büyüdüm Semra teyze, hadi beni oğluna alalım. Söz bu sefer ağlamayacağım. Elimle gösteriyorum, orda işte! Orda bak! "Semih! Annen bak." Bakıyor. "Biliyorum." "Yalancı." "Yalan değil Hale. Geliyor annem benim hep, biliyorum." Bilmiş. "Ama orada diye bilmiyordun." "Biliyordum." "Hayır." Dil çıkarıyorum. O da elini çekip küstüm yapıyor. Hayır. "Tamam, küsme. Yalancı değilsin." "Değil miyim?" "Yok." "İyi." Uzatıyor elini, tutuyorum. Birlikte annesinin yanına gidiyoruz. "Hoş geldiniz güzellikler." Yaa. Elim saçımda tam konuşucam yine kızıyor Semih annesine, "Anne!" "Pardon yakışıklım ve güzelim diyecektim." Semra teyze bana bakıp göz kırpıyor, sonra o gülünce ben de gülüyorum. Hep yapıyor ki. Bilerek yapıyor. Pardon değil. Semih'in elini bırakıyorum, annesinin eline veriyorum. "Görüşürüz Semih, Semra teyze." Eğilip yanaklarımı sıkıyor sonra öpüyor Semra teyze. Öf. Çok öptü. Silersem de ayıp olurmuş, öyle dedi annem. Kahkaha atarak konuşuyor, "Vallahi büyüyünce alacağım seni oğluma." O ne demek? Almasın, gitmem ki ben. Annem var, babam var, Eren var. Olmaz. Gitmem. "Yok. İstemem." Gülüyor yine, "Hale, öyle değil-" Ağlamaya başlıyorum. Annem nerede? "Gelmem ben. Anne!" Semra teyze önüme eğiliyor, hemen kaçıyorum. Orada işte! Annem. "Anne!" Koşarak dizlerine sarılıyorum. "Verme beni sakın." "Hale? Ne oldu anneciğim?" "Verme beni anne." Yüzümü ellerinin arasına alıyor annem, "Kızım, korkutma beni ama-" Geldi işte, hemen annemin arkasına geçiyorum. "Panik yapma Feride, beni söylüyor. Seni oğluma alacağım büyüyünce dedim diye." İkisi de gülüyor. Şakacıktan mıydı? "Hiç kusura bakma Semra. Ben kızımı veremem kimselere. Bir tanedir o." Evet, vermez beni annem. Ben de gitmem. Şaka yapmasınlar. Ama Semih'i de seviyorum. "Olmaz Semra teyze, büyüsün biz Semih'i alırız." * Zile basmadan önce üzerimdeki tüvit ceketi düzeltiyorum. Evet, uçuk pembe tüvit bir takım giydim. Ona on evlenilecek bir kızım işte. Daha ne olsun? Kapı açılıyor ve biraz yaş alsa da küçük Hale'nin tanıdığı en havalı kadınlarından ikincisi olan Semra teyze karşılıyor beni. "E ama hiç yaşlanmamışsın Semra teyze! Aşk olsun." Yemyeşil gözleri şaşkınlıkla büyüyor, genler de sağlam. "Hale?" "Ta kendisi." "Hihh! Kocaman olmuşsun! Ay daha da güzelleşmişsin kızım." Ya, inşallah Semih de kocaman olmuştur ve çok güzelleşmiştir Semra teyzem. Ağzın bal yesin. "Ya çok teşekkür ederim Semra teyzem, o senin güzelliğin." "Ay tatlı dilli kızım benim. Ben hiç beklemiyordum seni Hale, annen de geldi mi? Keşke haber verseydin-" Telaşesini bölüyorum hemen, "Annem falan yok. Haklısın aslında önce aramak istiyordum seni ama numaran değişmiş sanırım ben de şansımı evden yana denedim." Elini bir aşağı bir yukarı sallayarak onaylıyor önce beni, "Ay doğru söylüyorsun güzelim, değişti tabi. Yok iyi ettin, hoş geldin sefa geldin de-" "Hem ne gerek var haber vermeye? Yabancı mıyım ben aşk olsun?" Gelininim bir yerde. "Estağfurullah güzel kızım. Geç buyur, ama içeride-" İçeri girmemle cümlenin gerisini duymama gerek kalmıyor, ay! Gün mü bu? Arkamı dönüyorum hemen. "Gün mü vardı sende?" Gülerek kısık sesle cevaplıyor beni Semra teyze, "Evet." Öyle de tatlı ki insan kızamıyor, niye beni kapının önünde içeri girmemem için gerekirse vurmadın diye? "Gideyim o zaman ben, sonra gelirim." "Olsun kızım, gel otur. Çok güzel şeyler var bak, yeriz birlikte. Sonra yine gelirsin. Hem niye geldin diye merak ederim ben, sen bana öyle durduk yere gelmemişsindir?" "Sende bir emanetim vardı onu almaya gelmiştim aslında." Bir anda ağzımdan çıkana ben inanamazken kadıncağız hiç anlamıyor haliyle, "Efendim?" Hemen toparlıyorum, şu dilime bir yerden bir kemik nakli yaptırmam şart. "Yok, yok Semra teyzem. Sonra geleyim ben." Belki Semra teyzeyi ikna edeceğim ama içeriden bir teyze beni fark ediyor, "Ay Semra! Kim o kız? Gelinin mi geldi yoksa?" O kadar belli ediyor olamam ya. "Yok Asuman değil, onun işi çıkmış gelemiyor maalesef Fikret. Hale'ciğim gelmiş, kızım sayılır." Olamam tabi, olmam. Salaksın kızım. Kısık sesle cevabını bildiğim soruyu soruyorum, "Asuman?" "Semih'in nişanlısı, anlatırım." Aman anlatma, dur anlatma kalbim sıkışıyor. Hani ben? Hani verdiğin sözler, hani ellerin... Düşen yüzümle bana açılan ilk kucakla sarılmaya başlıyorum, derken ardı arkası kesilmeyen bir tanışma faslının sonunda kendimi dizimde bir karışık tabakla iki tonton teyzenin arasında buluveriyorum. "Ee sen de var mı birileri Hale'ciğim?" İsmini hatırlayamadığım teyzeye bakıyorum önce, sonra Semra teyze ile göz göze geliyorum. Vardı. "Bazı sözler tutulsaydı olacaktı." "Aa o ne demek öyle kızım? Söz mü attınız?" Çatalımı kısıra daldırırken düşünüyorum, bir bakıma. "Öyle oldu." "Vah vah, üzülme ama yavrum. O kaybetmiş. Fıstık gibisin maşallah, sana oğlan mı yok?" Saçımı savuruyorum Semra teyzeye; bak da gör, duy da inan Semra Hanım. "Öyle mi diyorsunuz?" Sol çaprazdan başka bir teyze destek veriyor, "Öyle tabi güzel kızım." İki yanındaki diğer teyze de lafa giriyor, "Bu güzelim kız bırakılır mı ayol?" "Akıl yokmuş o adamda." Başka bir teyze daha katılıyor aramıza. Kendimi merhaba ben Hale, yirmi dokuz yaşında ve bekarım, yine de iyi ki varım deyip yerime oturduğum bir terapi seansında hissediyorum. Ve daha iyisi önümde mükemmel bir tabak var, poğaçadan bir ısırık alırken bundan sebep coşuyorum. Ya da ben zaten hep coşkunum, buna bir sebep arıyorum. "Ee siz de yok mu hiç? Yakışıklı, tatlı, tercihen bekar bir oğlan." Bir anda sohbetin rengi değişiyor. Herkes de çocuğunu evlendirmiş maşallah. Ah anne ah, boş yaşıyorsun. Şöyle bir grupta olsan ben şimdiye üçüncüye hamileydim. Onlar hararetle hayıflanırken ağzıma kekten bir parça atıyorum, of. Daha bunu yutamadan bir parça daha bize katılıyor. Of. Of. Bambaşka bir mevzu. Bu nedir? "Tamam oğlunuz yok ama kekin tarifini verin bari. Müthiş olmuş bu, kim yaptıysa ellerine sağlık." Sol iki çaprazda oturan, oğlunu geçen sene evlendirdiğini öğrendiğim Sakine teyze cevaplıyor beni. "Deli kız ay! Yazarım ben sana." "Deme benim kızıma deli, bir tanedir o." Semra teyze ile göz göz geliyoruz. Gülüşüne ortak ediyor beni de, özlemişim ya. Sözüne güven olmuyor falan ama çok tatlı kadın. Böyle bir sevgiyi bulmuşken kaçırmam, Semih ve Asuman'ın düğününe de gelirim gibi. Keki bitmiş tabağım ile ayağa kalkarken hiç yoktan bir aileye daha bekar görümce olmaya karar verdiğimi ilan ediyorum, "Mutfak ne taraftaydı? Bir dilim daha alayım şundan." Geline niyet, görümceye kısmet be Asuman'cığım. Sen daha misafir sayılırsın, mutfağı ben toplarım. * Merhaba, Beğenirseniz yıldız çakmayı, yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın! Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar :*
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD