Daldız o!

1642 Words
Neredeyse pişmek üzere olan makarnalara ve buzdolabındaki malzemelere bakıyorum. Nihayet kendilerinin dile gelip bana bir yol gösteremeyeceğine ikna olunca salondaki Gamze'ye sormaya karar veriyorum, "Peynirli mi olsun, tavuklu mantarlı mı?" Gamze'yi bıraktığım gibi bulacağımdan öyle eminim ki başımı uzattığım anda görmememe rağmen soruyu sorduktan ancak saniyeler sonra sesimin boş odada yankılandığını idrak ediyorum. Tuvalette herhalde diye düşünüp beş dakika beklersem ölecekmişim gibi kapıdan sorabilmek için oraya yürüyorum; kapı yardan yara açık, içerisi bomboş. Nerede bu be? "Gamze! Ner-"derken odamın aralık kapısının ardında karşılıyor beni Gamze. Kavanoz. Kavanoz elinde. Daha değildi ama ya. Göz göze geliyoruz, gözleriyle ateş ediyor. Neyse ki ben asla çelik yeleğimi giymeden çıkmam. "Hale! Boyun posun devrilsin senin! Allah almasın seni, bu ne?!" Planlı sessizliğim onu iyice çileden çıkarıyor, an be an delirişi karşısında korkmalı mıyım? "Sen kurayla adam mı seçiyorsun?" Yani, geçmişe ikinci bir şans veriyorum da denebilir aslında. Gerçi kime neyi anlatıyorum ki? Karşımdaki Gamze sonuçta. Hiç kimse Gamze'den, Gamze de herkesten iyidir. Gözlerini kocaman açınca korkunç yerine sevimli olmasan belki be güzelim. Seni bin yıldır tanıyor olmasam belki biraz korkardım. Sen anca... neyse anmayalım şimdi adını. Haysiyet yoksunu, ahlaksız! Kocaman kocaman açılan gözlere, ağız da ekleniyor. Evlere şenlik. "Genç erkekleri ağına mı düşürüyorsun?" Ve bende filmi koparan bu oluyor, kahkahalar eşliğinde ellerimi ve dudaklarımı balık formuna sokuyorum. "Kaçan balık misali, şu giden kimin yari? Takıl ağıma canım, tadına bakacağım. Takıl ağıma canım, tadına bakacağım." Bir an gülecek gibi olsa da hemen geri çirkefleşiyor, "Arsız! Ahlaksız!" Yatağın üzerinden aldığı yastığı kafama fırlatıyor, karavana! Kaçan balık ben mi oldum şimdi? Ellerini havaya kaldırıyor drama queen, "Benim arkadaşım sapık Allah'ım!" Beyanı karşısında ikimiz de kahkaha atıyoruz, çalan kapıya bakılırsa erken gülen ben oluyorum. Bir an, çok kısa bir an yetiyor Gamze'nin beni yıkıp geçmesine ve Pınar'ın ağzını bile açmasına müsaade etmemesine. Gollerimi açeydim iki yana... "Hoş gel-" "Hale eski manitalarından tombala yapmış!" Derin bir sessizlik oluyor, az evvel ne kadar rahatsam şimdi onun on katı kadar değilim. Pınar. Pınar, benim sonum olabilecek güçte biliyorum. Ya yönetmenin ya yapımcının yakını bu kesin tarzı berbat bir oyunculukla eli ağzını buluyor Gamze Hanımın, göz ziyanı! "Hiiih, pardon! Bilerek oldu." Oysa Pınar belli ki sahne tozu yalamış yutmuş, iki üç seneye belgesellerde rahmetli hocasıyla yaşadığı güzel anılarını anlatacak. "Hale!" Benimki uçtan uca acınası ve boşuna, "Gamze!" Bu kez de dünyayı yakmış kaşlarını almanın peşinde, "Pınar! Hoş geldin, canım!" "Şerefsiz." Daha ağzındaki tükürük kurumadan, henüz birinci çinkoyu bile görmemişken... "Ay ne yaptım ya? Gören de kurayla adam seçip tavlamaya çalışıyorum sanır." Bak hala! "Doğru mu duydum ben?" Pınar'cığım sen bir dur şimdi aşkım; çıplak elle boğmam gereken ortak dostlarımız, omuz omuza siyah gözlük takmamız gereken cenazeler var. Elimi yüzüne doğru sallarken en çok canını acıtacağı yerden başlıyorum. İnceldiği yerden veya en güçlü yerinden hiç fark etmez, kopsun yeter! "Otuz yaşında kadınsın yaptığına bak!" "Hiih! Küfürlü konuşmak yok ama!" Cadaloz! "Daha bu hiçbir şey, daha o G..." "Ağlarım!" Tehdit mehdit söker mi be bana? Çelik yelek diyorum, bordo bere diyorum. Başımla beni ağlatacak, anamdan emdiğim sütü burnumdan getirecek asıl kadını işaret ediyorum. "Yalnız kalmam en azından." "Şuraya girdiğimden beri ilk kez doğru bir şey konuşuldu ama biletinizi kesmeden önce çok önemli bir konumuz var." "Benim niye biletim kesiliyor ki?" Gamze'yi şu an hiç sevmesem ve yalnız yanmamaya daha okay olsam da buna ben de bir şaşırıyorum şimdi, yalan değil. "Bugün ona yarın bana, bilmiyor muyum ben seni? İspiyon kötüdür Gamze, genel." Hoş geldin komutanım ya! Madem burası kışlaya döndü ve madem her erkek aslında erişkin bir bireyden çok çocuktur, bayadır yapmadığım bir şeyi yapıyorum ben de; oh canıma da değsin! Çok saçma ama bu hareket bir şekilde insanın tatminini iki katına çıkarıyor. Erkeklerin basit yaşam döngüsünden öğrenmemiz gereken çok şey var, heyhat! Ve sonra da iradesini konuşturuyor hürgeneral, "Hiç sevinme öyle. Yemeği hazırla hadi, açım!" İki porsiyon ciğer soteyi, hem de kanlı canlı başkası mı yedi demek yerine uslu uslu mutfağıma dönüyorum. O sırada bizim birlik tamamlanıyor ve artık kim kime ne kadarını anlatıyor, kim ne kadar biliyor bunun çetelesini tutamayacak kadar çok konuşuluyor bu konu. Arka fona atıyorum ben de bir süre sonra, yalnız yemek yemek istememişim de bir video açmışım sayıyorum. Ta ki o cümleye kadar, "Ben halledeceğim diyorum ya! Bende!" Kime niyet, kimin cenaze namazına kısmet... Ben de ondan korkuyorum zaten kutsal bakire. Makarna boğazıma takılıyor, sırtıma vuran Gamze'nin gözlerinde ilk kez gerçek bir mahcubiyet görüyorum. Çıkmış bir kağıdı geri atıp kura kanunlarına karşı geldi diye de insanın üzerine bu kadar gelinmez ki canım? Pınar ya. Pınar bana birini bulacak kadar düştüm mü ben gerçekten? * A-aa! A-a-aaa. Yok canım. Belki, evet, peki tamam. Bir miktar büyük konuştum. Büyük konuştum ama Pınar'a bile bana bu çocuğu ayarlatacak kadar büyük konuşmuş olamam. Bu kadarını hak etmiyorum. Baya baya yakışıklı falan bu adam, olacak iş değil. Başka bir masaya mı oturdu benim alık ve yakışıksız adayım acaba? Ay! Ay, gördü beni. Buyur kaşları çatıldı işte, hemen bir şey yapmam lazım. Çabuk, çabuk, çabuk! Aklıma gelen ilk fikirle telefonu elime alıp Pınar'ın attığı numarayı çeviriyorum. Vallahi sapık değilim beyefendi, evlenmek için şey ediyorum da ben. Sizi de o sanmıştım. Hem bakın artık kelimenin tüm anlamlarıyla arıyorum kısmetimi, görüyorsunuz. Zil sesinin geldiği telefon ikimize de büyük sürpriz oluyor belli ki. Ben algıda biraz daha hızlı davranıp aramayı kapatıyorum. Yanına iyice yaklaşıp sorgularken hala yaşadıklarımın gerçek olduğundan emin değilim, parfümü de çok iyi çünkü. "Tolga?" Kaşları çatılıyor, "Evet." E, ne evet? Neyse. Erkek işte. "Hale ben, Pınar'ın arkadaşı olan." Ayağa kalkarken yüz hatları yumuşasa da hala istediğim kıvamda değil, elimi sıkarken sıkıştırdığı soru da saçma zaten. Yakışıksızlık tutmadı ama alıklıkta tutturdum galiba. Oh, Pınar hala Pınar. "Pınar yok mu?" Ama Pınar da Pınar... Tabi işte burada, cebimde. Hiç oralı olmadan tokalaşmamızı bitirip yerime geçiyorum, çantamı sandalyenin arkasına asarken hala bana bakıldığına dair o his geçmeyince gerçekten bir cevap beklendiğini anlıyorum. Gözle gördüğünü sesli destek olmadan algılayamaması bir tık üzücü ama yine erkek işte. "Yok tabi ki." "Nasıl?" Baya. "Yani... Birbirimizi tanırken masada üçüncü olacak yaşı geçtik diye sanki." Eskisi kadar yakışıklı gelmiyor bu artık gözüme. Yakışıklı sayılamayacak kadar salak olma sınırını mı aştı ne yaptı? Dakika bir gol bir ya. Daha ağzımıza lokma koymadan. "A-ama. Pınar bana dedi ki, unutulmaz bir akşam dedi." Ouuu! Ov, ov, ovv! Yapma, yapma. Elim başımı buluyor, sormaya korka korka ama bundan kaçamayacağımı da bilen bir teslimiyetle açıyorum ağzımı. "Ve?" Bakışlarını masaya çevirerek gözlerini kaçırıyor, hiç gerek yok halbuki. Sen niye utanıyorsun enişte, bırak o geri zekalı Pınar utansın? Ben artık konuşacağından ümidi kesmiş en azından aç karnımı doyurmanın peşine düşecekken dile geliyor. Sabahtan beri ağzıma lokma koymadım bu büstiyeri giyebilmek için. "Kusura bakma... Hale'ydi değil mi?" Biraz acıtsa da adam haklı. Adam haklı, Allah tependen baksın sana Pınar. Bir erkeğe hak vermek zorunda bırakıyorsun beni ya, unutma bunu! Salak. "Hale, adım Hale Tolga. Gerisini anlatmana da gerek yok, Pınar gerçekten ikimiz için de unutulmaz bir akşam hazırlamış sağ olsun." Sakinleşmek için bir nefes çekiyorum, unutamayacağız bu akşamı Pınar. İnsan eniştesiyle enişte olmasına sebebiyet veren insandan önce çıktığı baş başa bir yemeği nasıl unutur ki? Ciğerlerimi boşaltıp devam ediyorum. "Kardeş kardeş yemeğimizi yiyelim, bu sırada da Pınar'ın sevdiği şeylerden bahsederiz istersen." Pardooon! Kaçan balık yanlış olmuş ya kusura bakmayın, bizim ki daha çok battı balık... * Çantanın içinde anahtarımı buluyorum, kapı kilitli olmadığından minik bir hamle yetiyor açılmasına. Mutfaktan İrem'in sesi duyuluyor, "Hale?" "Benim." Elindeki yoğurt kasesiyle koştur koştur çıkıyor, "Hiiih! Anlat çabuk! Nasıldı?" Yavaş yavaş hepsi doluşuyor kapının önüne, Pınar'ı görmemle birden eğilip ayakkabımın tekini dizine fırlatıyorum. Pınar şaşkınlıktan ve acıdan konuşamazken İrem kendi sorusunu kendi cevaplıyor. "Uuu... Sığınaklara çabuk! Önce kadınlar ve çocuklar!" Böylece diğer ayakkabımdan da o nasipleniyor; ama İrem'e acısın diye atmıyorum, istersem acıtabileceğimi gösterecek kadar değdiriyorum sadece. Bu sırada her şeyi başıma başkası sarmış gibi gözü kara bir giriş yapıyor Gamze, "Aa deliye bak! Ne oldu yavrum, olmadı mı o iş?" Ve çantamdan da o nasipleniyor. Hayal kurup hep inandırdın. Prezervatifin batsın, yalancısın! Artık elimin kolumun boş olduğundan emin olunca Kaan da ağzını açıyor, eksik olmasın. "Kaçın kurası seniiii!" O kalkan kaşını gözüne soksam kör kalır mı acaba? Kalırsa yapacağım çünkü. "Kaan!" Gerek kalmıyor, "Sustum." Köşede pusmuş, kedi bakışları atan Pınar'a geri dönüyorum. "Ben duşa giriyorum, şunun kaçmasına izin verirseniz hıncımı sizden çıkarırım bilesiniz." Sıcak bir duş, efil efil geceliğim ve bir kutu dondurma sayesinde eskisi kadar sinirli hissedemesem de sinirli olmam gerektiğini bilecek kadar aklım başımda. Bir de Pınar gözümün önünde oturmuş telefonundan sanki dün arkadaşı vasıtasıyla tanıştırılan oymuş gibi alıcı gözle çocuğun fotoğraflarına bakıyor. Nereden tutsam elimde kalıyor. Nereden incelesem 8'de 8 kusurlu taraf kendisi. Nereden baksam büyük falso. Dur ben bir tur daha sinirleneyim. Elimle yanımda olacaklardan habersiz sessiz sakin duran yastığı kafasına fırlatıyorum. "Bana bak, bana!" Sonra birileri beni anlasın, acımı ikiye bölsün diye Yasemin'e dönüyorum. "Bu aptal yüzünden hepsi, insan anlamaz mı ya? Bütün gece şunu dinledim, bütün gece!" Elimle gırtlağımı işaret ediyorum, "Burama kadar Pınar'la doluyum." Daha Yasemin konuşamadan televizyondan gelen düdük sesiyle son kırk beş dakikadır bizi dinlemediğini düşündüğüm Kaan ayaklarını yere indirip çekirdek kasesini kenara bırakıyor. Bir bana bir karşısındaki ekranda sevinen ve üzülen futbolculara bakıyor. Gözleri bir anda öyle bir parlıyor ki, kafasında yanan ampulü elimi uzatsam tutarmışım gibi geliyor. Belli ki kendisinden hoşnut, fikrine güveni sonsuz; sorgusuz sualsiz elimdeki dondurma kasesini alıp koca bir kaşığı ağzına tepiştiriyor. Daha yutmadan da göz kırpıp konuşmaya başlıyor. "Halledeceğim ben senin işi, rahat ol ben-de!" Ay yine mi ya? Bir daha ağzıma balık koymayacağım, yeminle! Bakışlarımı benden bir güven ifadesi bekleyen Kaan'dan kaçırayım derken odanın diğer ucunda boynu bükük duran kasemle rastlaşıyoruz. Gözlerim doluyor ya da lensim batmaya başladı emin olamıyorum ama bir önemi yok. Geri dön. Geri dön, bir kase ne kadar özlenebilirse o kadar özledim. Varlığın ölüm yokluğun zulüm gülüm, geri dön. * Merhaba, Ve evet, bu da gol değil? Gol olana kadar sıkılır mısınız acaba diye düşündüm geçen gün, sonra dedim ki yapacak bir şey yok bu da bir yerlerde bir çeşit aşkı arayan bir aşk hikayesidirtlksdjdlkg. Beğenirseniz yıldız çakın, yorumlarınız başımın üzerine! Sevgiler, saygılar, yaldızlar ve yıldızlar!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD