| 10 Saat Sonra |
Koşar adımlarla, yirmi metre ötesindeki gölgeye yetişmek için uğraştı. Sitenin girişine vardığında, mesafe kapanıyordu. Hala kapanması gereken büyük boşluk vardı "Furkan."
Kendisini duyduğunu sanmıyordu. Hiçbir tepki vermemişti. Akşam ders çalışmak için Elif'e gitmişti ve tabi ki birde Eda'yı görmek için. Köşeyi döndüğünde Furkan'ı karanlık arasında zor seçmişti. Nereden geldiğini bilmiyordu. Apartmanın girişini bulduğunda, Furkan bir üst kattaki merdivenleri çıkıyordu. İkişer Üçer çıkarak 1.katta onu kolundan tutarak yakaladı. Nefes nefeseydi. Yakalayabilmek için büyük çaba sarf etmişti.
Derin bir soluk aldığında, bakışlarını gözlerine dikti. Furkan onun tam aksiydi. Bakışları apartmanın içinde geziyordu. "Sana kaç defa seslendim. Beni duymadın mı Furkan?"
Başını ağır hareketlerle kıpırdattı. Gözleri apartmanda geziyordu. "Duymamışım."
"Nereden geliyorsun?"
"Alp'le birlikteydik."
"Alp'lerden çıkmadın öyle olsaydı görürdüm."
"Alp'teyim demedim zaten. Alp ileyim dedim. Üzerine basarım."
Furkan'ın gereksiz parlamasının ardından, bakışları ilk kez Cansu'nun gözleri ile buluştu. Anlamsız ve buz gibiydi. İnsanın içini üşütecek kadar soğuk. Onu daha önce hiç böyle görmemişti. Sanki Furkan değilmiş gibiydi. Bir başkasıymış gibi.
"Neyin var?"
"Hiçbir şeyim yok."
Gözlerini Furkan'ın üzerinde gezindirdi ve kaşlarını havaya kaldırdı. "Belli."
"Benim eve çıkmam gerek. Sonra görüşürüz."
Furkan kolunu kurtararak, merdivene yöneldiğinde kolundan tutarak gitmesine izin vermedi. "Söylemeyecek misin?"
"Yok bir şeyim."
"Nasıl yok? Boynundaki damarların çıkmış. Yüzün çok solgun ve soğuk. İyi görünmüyorsun."
Bakışları ellerine kaydığında, titreyen elleri yumruk şeklini aldı. Fakat hala gözle görülür biçimde titriyordu. Gözlerini Furkan'ın yüzüne çevirdi. Gözleri yine apartmanı tarıyordu. "Neden titriyorsun?"
"Soğuktan."
"Dışarısı soğuk değil Furkan."
"Benim için soğuk. Ne yapacaksın?"
"Bu saçma konuşmayı sürdürmeye devam edeceğine anlat."
"Anlatacak bir şey yok."
Furkan birkaç merdiven çıktığında, Cansu yanından geçerek önünde dikildi. "Nasıl yok?"
Yan tarafından sıyrılarak kendisini geçtiğinde, kolundan tutarak kendisine çevirdi. Beklediğinden çok farklı tepki alması ile irkildi. Furkan kendisine bağırdı.
"Rahat bırak insanı Cansu! Sıkıyorsun!"
Cansu gözlerini kaçırdı. Dediği kendisini biraz incitmişti. Fakat inatçıydı. Öyle kolay pes edecek hali yoktu. Furkan kötü görünüyordu. Dehşet haldeydi. Bu durumda olmasa, kendisine çıkışmayacağını biliyordu. Sadece sinirliyken, kendisini kontrol edemiyordu. Onunla alakalı bir durum değildi. Gözlerini inatla, Furkan'ın kilere dikti. "Çokta umurumda!"
Furkan merdivenleri çıkmaya devam ettiğinde, Cansu bir kez daha kendisini durdurmayı denedi ve başarılı oldu. Yavaş adımlar ile tam arkasında durdu ve elini yavaşça onun yumruk şeklinde duran elinin üzerine götürdü. "Tamam anlatmak istemiyorsun, anladım."
Diğer elini arkasından beline oradan karnına doğru götürerek, sımsıkı sarıldı. Yeni bir hissin keşif doruklarındaydı. Sadece elleri değil, Furkan'ın bütün vücudu zangır zangır titriyor ve buz gibiydi. "Ama anlatmak istersen her zaman dinlerim. Belki anlatmak sana daha iyi gelir."
Parmak ucuna havalanarak, Furkan'ın ensesine öpücük kondurdu. Konuşmayı istemek ve onu zorlaması ters etki yapacaktı. Rahat bırakması daha iyi olurdu. Sakinleyince kendisi ile konuşacağını biliyordu. Sıcak dudaklarını ensesinden ayırırken, karın kısmındaki ellerini gevşeterek ellerinin üzerine koydu. "Ben yanında yokken bile yanındayım fazlasıyla. Bunu unutma oldu mu?"
Önündeki dizili merdivenlere baktı ve yavaş adımlarla çıktı. Göremediği bir kuvvet onu çektiğinde, ağzından ufak bir çığlık koptu. Ne olduğunu sonradan algılıyordu. Furkan kolundan tutarak onu kendisine sertçe çekmiş ve belinden sımsıkı sarılmıştı. Ondan bir merdiven yüksekte olduğu için daha uzundu. Elleri şaşkınlığı arasında havada kaldı. "Bana sarılır mısın? Sana ihtiyacım var."
Ellerini yavaşça boynuna götürerek doladı ve sımsıkı sarıldı. Vücudu şiddetle titriyor, soğukluğu bedenini koruyordu. Nefesinin düzensizliği, içten içe canını yakıyordu. Ne olmuştu? Güçsüz biri değildi.
Neden şimdi ve şuanda bu kadar güçsüzdü. Ellerini yavaşça saçlarına götürdü ve parmaklarını arasına geçirerek okşadı. Yüzünü boynuna gömdü. Başını döndüren kokusunu doyasıya en derinlerindeki hücrelerine çekti.
"Çok güçsüzüm, bana güç ver."
Sesiyle nefesi kulaklarını bulduğunda, gülümsedi. Furkan'ın her davranışı diğer erkeklerden farklıydı. İçinde uslanmaz çocuk vardı. Kendisi de farksız sayılmazdı. Onunda en derinlerinde uslanmaz bir kız her an gün yüzüne çıkabilmek için tetikteydi. Diğer erkeklerden farklı kılan tarafı, itmesinden çok çekmesiydi. Furkan itmeyi başaramayacak kadar beceriksizdi. En minik hücresine kadar sevgi yüklüydü ve sevgisini istemese bile belli ediyordu.
Onun tarafından sevilmek; hediyelerin en büyüğüydü. Dudaklarını saçlarının arasına götürdü ve kocaman öpücük kondurdu. Gözlerini kapattı ve bir süre o pozisyonda kaldı. Geri çekildiğinde, yanağını yaslayarak, saçlarındaki ellerini oynatmaya devam etti. "Buradayım ukala."
Saniyelerce belki de dakikalarca o pozisyonda kaldıklarında, parmaklarını saçlarının arasında gezindirerek onu sakinleştirmeye devam etti. Merak en derinleri kemiriyor ve midesinde ağrı oluşturuyordu. Kollarını belinden çekti ve hiçbir şey demeyerek yürüdüğünde göz alanından çıktı. Elleri boşluğa düşmüştü. Burukluk hissi büyüyordu. Onu böyle görmeye dayanamıyordu.
Sevdiği çocuğu böyle görmek dayanılmazdı. Dikildiği yerde kıpırdandı ve hemen ardından merdivenleri çıkarak kapının önünde durdu. Zile bastığında Ceren kapıyı açarak girmesi için müsaade etti. Yapması gereken ödevleri fazlaydı. Başlarsa geceye kadar anca bitirebilirdi.
-
Alp merdivenleri sakinliğini koruyarak çıktığında Alisa'nın ayak sesleri mutfaktan giriş katına ulaştı. Alp köşeyi döneceği sırada sorusu onu durdurdu. "Bir şeyler yemek ister misin? Seçil abla yemek yapmış."
"Ben yedim."
"O zaman neden yemek yaptırıyorsun? Nasılsa hepsi çöpe gidiyor."
"Yemediğimi nereden çıkarttın? Belki gece yiyorum?"
"Yemediğini ikimizde biliyoruz."
Umursamayarak köşeyi döndü ve odasına ulaşana kadar merdivenleri çıktı. Alisa'nın ayak sesleri kendisini takip ediyordu. "Yemek yeme düzenin var mı? Hiç sofraya oturuyor musun?"
Cevap vermeyerek odasına ulaştı. Kapısını açarak içeri girdi ve kapattı. Başına ciddi anlamda bela almıştı. Yıllardır kız kardeş isteyerek yakınmıştı. Şimdi bütün sözlerini geri alıyordu. İlk günden bu kadar soruyu kaldıramıyordu. Kardeşi demişti? Evet demişti. Ne kadar kabul etmese de annesi ve babası birdi. Kan bağları vardı.
Alisa, kapıyı çalmadan odasına daldığında bütün sinir hücreleri felç oldu. Hayatta en nefret ettikleri listesini oluşturulsa en başı olmasa da kapı tıklatılmadan odasına girilmesi orta kısımları geçerdi. Arkasını dönerek ciddi ifadesiyle Alisa'ya baktı. "Çık dışarı!"
Ses tonu seviyesi biraz yükselirken oldukça uyarıcıydı. Alisa afallayarak olduğu yerde durdu. "Ama.."
Öfke vücudunun her noktasını kaplarken bağırdı.
"Sana çık dışarı dedim!"
"Beni çocuk gibi azarlayamazsın! Buna hakkın yok!"
"Def ol."
"Konuşmamız gerek. Neden anlamıyorsun?"
"Yemek yeme düzenim yok. Tek yaşayan insanların yemek düzeni olmaz. İstediğim zaman evde istediğim zaman dışarı da yerim. İstediğin gibi takıl. Bana bulaşma yeter."
"Tamam peki. Fakat.."
"Fakatı falan yok çık dışarı."
"Beni bir dakika dinler misin?"
"Dinleyemem."
"Bak. İki saat önce villanın önüne gelip yukarı bakan birilerini gördüm. Birileri evi izliyordu. 3 kişiydiler."
"Sen öyle sanmışsındır. Burayı kimse bilmiyor."
Alisa ellerini yumruk yaparak tırnaklarını avuçlarının içine geçirdi. "Bak ben takip ediliyoruz diyorsam, ediliyoruzdur."
"Takip edilmiyoruz, paranoyak gibi davranmayı kes. Burası güvenli.”
Alisa ellerini havaya kaldırdı. "Ya anlamıyor musun? Takip ediliyoruz."
"Edilmiyoruz."
"Ya.." Alisa bir anlık durdu ve gözlerini kapattı. Cümlesini toparlayamıyor gibiydi. Söyleyeceğini yarıda bırakarak sadece yutkundu. Havadaki ellerini aşağı indirdi. "Ne dersem diyeyim, dediklerim seni ikna etmeyecek değil mi?"
Öfkeden yüzü gerilirken, aynı zamanda gevşemiş gibi duruyordu. "Siktiğimin ailesi. Babamda böyleydi, aynı babamıza benziyorsun."
Ellerini tekrar havaya kaldırarak kendisini gösterdi. "Ben kendi başımın çaresine bakarım. Sana ihtiyacım yok, unut gitsin."
Alisa arkasını döndü ve odanın çıkış kapısına yöneldi. Alp hızla kolundan yakaladı ve onu kapının sol yanındaki duvara yapıştırdı. "Yanımda bir daha küfür edersen kafanı kırarım senin. Ağzını topla. Yoksa küçük demem yapıştırırım."
Alisa öfke ile Alp'i kollarından tutarak sertçe ittirdiğinde aralarında bir metre kadar mesafe açıldı. Geriye doğru sendelemişti. Güçsüzlüğünden değil, bu beklenmedik boşluktu. Alisa'nın kuvveti karşısında afalladı. Kendi yaşına göre bir kız için fazlasıyla kuvvetliydi. "Denesene. Yapabilecek misin bakalım?"
Sorusu kendisine dokunmasına izin vermemekten ziyade Alp'in vicdanını sorgular gibiydi. "Beni sınama."
"Sınasam ne olur? Bana hiç bir şekilde dokunamazsın. Anladın mı? Sende benim sınırlarımı sınama."
Alp şaşkınlık içinde Alisa'dan bakışlarını ayırmazken, seri adımları kapıya kadar ulaştı. Merdivenlerden aşağı indiğinde dönüp arkasına bile bakmadan odasına girdi. Kapıyı kapatarak sakin adımlarla yatağının önünde durdu. Göz yaşları göz pınarlarında birikiyor, akmaması için büyük çaba sarf ediyordu. Durumun düzelebileceği umuduyla İstanbul'a gelmişti. Yanılmış görünüyordu. Alp onu belkide asla kabullenmeyecekti. Yatağının üzerine oturdu. Bakışlarını öne eğdi.
Okulu güzeldi. Düzenli ve güzel bir hayatın başlangıcındaydı. Aşırı derecede normaldi ve sakin bir hayattı. Yatağının üzerine uzanırken gözlerini kapatarak sakinleşmeyi denedi. Kendi iç dünyası ile boğuşmayı bir köşeye bıraktı. Düzensiz nefesini toparladı ve uykuya doğru büyük bir adım attı.
Alp masanın üzerinde duran sigara paketini eline aldı. Günlerdir yoğunluk ve üzüntüden içmek aklının ucundan geçmemişti. Normal insanlar üzüldükleri ve sıkıldıklarında sigaraya vururlardı. Bir Alp Derin farklılığını daha ortaya koymuştu.
Sigara alarak dudaklarının arasına yerleştirdi. Masanın üstündeki çakmağı cebinden çıkarttı ve sigarayı yaktı. Dumanı içine çektiğinde, karanlık odada sadece sigaranın ucundaki ateş görünüyordu.
Zehir ağzından ciğerlerine kadar ulaştı ve buruk tat bıraktığında sıkıntı ile dışarı üfledi. Ufak kızın doğru söyleyip söylemediğine emin değildi. Yaşadıklarından ötürü paranoyak davranıyor olabilirdi. Güvenliği üst seviyedeki siteye girecek kadar aptal olamazlardı. İmkânsızdı.
Sigarasından bir duman daha çekti ve telefonunu cebinden çıkarttı. Numara tuşlayarak kulağına götürdüğünde, ses tonu sakindi. "En kısa zamanda mesaj attığımı istiyorum."
"Peki Alp Bey. İki güne getirteceğiz."
"Tamam."
"İyi akşamlar."
"Size de."
Sigara midesini bulandırdığında, yüzünü buruşturdu. Kül tablayı önüne götürerek sigaradan duman çıkmayacak hale gelene kadar bastırdı. Acıkmıştı. Acı midesini kavurup, yangın yerine dönüştürdü. Kapıdan içeri girdiğinde düşüncesi ilk yemek yemekti. Fakat Alisa'nın sorusu üzerine tok olduğunu söylemişti. Seçil Hanım evde olup yemek yaptığı günler, çoğunlukla yerdi. Olmadığında ise eve gelmeyeceğini haber verirdi.
Odasından çıktı. Büyük adımları 2. Katı bulduğunda, Alisa'nın kaldığı odadan duyduğu ses ile ayakları yere çakıldı. Gitmek istedi fakat hafif inleme sesi kulağını doldurduğunda, ayaklarına beton dökülmüş gibi hissetti. Kımıldayamadı.
Adımlarını kapının önüne usulca ilerletti. Kapıyı bütün sessizliği ile açtığında, oldukça dikkat ile kafasını içeri uzattı. Sesler kulağına artık daha net geliyordu. Yine de anlaması için yeterli değildi. Sakin adımlarını odanın içinde ulaştı ve Alisa'nın hemen başucunu buldu. "An-ne. Anne."
Alisa'nın rüyasında gözünden akıttığı yaş yanaklarını hemen ardından yastığı buldu. Kıpırdanıyor ve acı çekiyor gibiydi. Allah aşkına bu kızın bir dakika kâbus görmeden uyuduğu zaman dilimi yok muydu? "Ba-ba. Bizi bırakmayın."
Yaşlar gözlerine iğne misali batarak acı verdiğinde, görüşü buğulandı. Yavaşça akarak yanaklarını bulduğunda hızla temizledi. "Anne."
Umursamazlığının yerini, bir anlık kocaman bir şefkat kapladı. Boşta olan elini havaya kaldırırken, içindeki gümbürtü dışarı taşacak gibiydi. Yavaşça elini Alisa'nın alnına götürecekken, durdu ve elini yumruk yaparak sıktı. Gözlerini kapattı. Uzun soluklu nefes aldı ve gözlerini açarak elini geri çekti. Yüzü kaskatı kesildi. Şefkatinin yerini kocaman ve büyük öfke aldı.
Hızla arkasını döndü, eşyaları yumruklamamak için zor duruyordu. Odadan çıkarak, şiddetli biçimde kapıyı kapattı. Kapı bulunduğu yerde sarsılırken, baskı ve şiddetli buluşmanın sesi koca malikâne de büyük yankıya sebep oldu. Elinin ayarını kaybettiği için değil, Alisa'nın kâbustan uyanması için yapmıştı. Odasındaki tıkırtı kulaklarını iliştiğinde, ruh gibi adımlarla merdivenlerden inerek mutfağa ulaştı.
Seçil Hanım'ın yaptığı yemek ocağın üzerindeydi ve sofra olduğu gibi kalmıştı. İki tane tabak vardı. Sofranın temizliğinden, Alisa'nın da hiçbir şey yemediği anlaşılıyordu. Ocağın yanına giderek altını açtı. Yukarıdan gelen tıkırtılar daha fazla arttı. Yıllardır koca villanın içinde yapayalnızdı ve şimdi ses olması farklı hissettiriyordu. Adım sesleri merdivenlerden aşağı inmeye başladığında, masanın üzerindeki tabağı eline aldı.
Mercimek çorbasından koyarak, sofraya yöneldi ve sandalyesini çekerek oturdu. Adımlar mutfağın köşesini bulmak üzereyken sakince nefes aldı. Ciddi anlamda artık ona rahat yoktu. Alisa mutfağa girdiğinde, bakışlarını çorba tabağından ayırmadı ve kaşığını içine daldırarak bir yudum aldı. Tedirgin adımlar masanın diğer ucunda durdu. "Bende bir şeyler yiyebilir miyim?"
Cevap vermeye bile tenezzül etmedi. Bu kabullenmek olarak algılanabilirdi. Alisa boş tabağı aldı ve mercimek çorbasından alarak Alp'in tam karşısındaki sandalyeyi çekerek oturdu. Ortamı öldürücü bir sessizlik kapladı. Göz ucu ile Alisa'yı kontrol etti, odadaki halinden eser yoktu. Duygularını gizleme konusunda becerikliydi. Tabi becerikli olacaktı. Derin ailesinin tek fakirliği duygu gösterememekti.
O bir Derin'di. Ufak, minik ve şirin bir Derin. Şirin mi demişti? Düşünceleri ile kafasını iki yana salladı. Alisa'nın konuşması düşüncelerinden sıyrılmasında büyük yardımcı oldu. "Akşamları bir yemek saati ayarlamalıyız."
"Öyle bir şey olamayacak."
"O zaman bende sen gelene kadar beklerim."
"Keyfin bilir, tok geldiğim günler aç kalırsın."
"Mutfağın devamındaki açılan kapıda spor salonu var ve ortasında da havuz. Neden doldurtmuyorsun?"
"Gerek yok. Yüzmek istiyorsam spor merkezine gidiyorum. Yazında zaten tatil kasabasındayım."
"Tatil kasabası?"
"Deniz kenarına yakın yazlığımız var."
"Anladım."
Alisa çorbanın dibini gördüğünde, bakışlarını tekrar Alp'e çevirdi. "Oda işini ne zaman hallederiz?"
"Derken?"
Bakışları tabaktan kalkmamıştı. Alisa ile kesinlikle ilgilenmiyordu. Umuru dışıydı.
"Odayı düzenleyerek kullanır hale getirmeliyim. Ayrıca yatak pekte rahat değil."
"Korumalardan biri sabah sana kredi kartı vermedi mi?"
"Verdi."
"Limitsiz. Ne istiyorsan çıkıp al."
"Tek başıma kaybolurum. Buraları bilmiyorum."
"Şoförü ara."
"Seçme konusunda yardıma ihtiyacım olacak."
"Elif ve Cansu yardım eder."
"Ben seninle gitmek istiyorum."
Alisa sıkıntı ile bakışlarını tavana çevirdi. "Yapabileceğim bir şey yok."
"Ne zamana kadar bu şekilde davranacaksın?"
Alp cevap vermeyerek oturduğu yerden kalktı. Bakışları tenceredeki salçalı makarnaya kaydığında, altını kapattı ve çekmeceden büyük kaşık çıkarttı. Alisa yanına gelerek elindeki kaşığı ve tabağı kaptı. "Neden böyle davranıyorsun? Anlamama yardımcı ol."
Tabağına makarna koyduğunda, Alp umursamayarak yerine oturdu. Alisa tabağı önüne bıraktı fakat gözlerini bile kaldırarak bakmadı. Kendi tabağına da dumanı tüten makarnadan koyduğunda, yerine oturdu. "Çocuk gibi davranıyorsun." Dedi Alisa kaşlarını çatarken. Alp ilk defa bakışlarını kaldırarak gözlerini Alisa'ya dikti. Kaşları çatıldı ve yüzü gerildi.
"Kapa çeneni Alisa!"
"Kapatmayacağım! Ne yapacaksın?"
"Sus ve zıkkımlan. Zıkkımlanmayacaksan kalk git. Kafamı şişirme."
"Zıkkımlanmak ne demek?"
Alisa'nın Amerika'dan geldiğini bazen unutuyordu. Gözlerini yumarak, sakinlemeyi denedi. Bu kız onu gerçekten, delirtiyordu. "Yemeğini ye demek. Kapa çeneni demek. Başımı şişirme demek."
Sustu ve tabağı ile meşgul oldu. Uzun süre sessizliğin ardından Alisa çatalını bırakarak arkasına yaslandı ve bakışlarını Alp'e dikti. "Bak aklından neler geçirdiğini biliyorum. Amerika'da sandığın gibi rahat bir hayat sürmedim. Evet, annem ve babam ile aynı evdeydim ama onlar zaten eve bile hafta sonları uğruyorlardı. Bende senin bu evde olduğun gibi yalnızdım. "
"Anne ve babamı daha az gördün diye canım kardeşim diyerek sana sarılayım mı?"
"Bak uzakta olduğun için gerçekten anlamıyorsun. Anne ve babamız seni uzak tutarak en doğru şeyi yaptılar. Keşke beni de uzak tutsalardı."
"Keşke." Dedi Alp düz ifadeyle.
Kıskançlığı ve kabullenememezliği sesine yansıtmamıştı. "En azından annem, babam olmasa da bir abim olurdu. Onların yanında zarar gördüm. Sende zarar görecektin."
"Başlama yine aynı konulara. Kendini acındırmaktan da vazgeç. Sapa sağlamsın bir bokun yok."
Alisa burukça tebessüm etti. Gözleri volkan misali kızardı ve doldu. Ellerini havaya kaldırırdı ve cümleleri zihninde toparlamayı denedi. Zorlukla yutkundu. Toparlayamacaktı. Ağabeyinin tamda dediğini gibi anlatması onun için sadece anlatmak sıfatına girerdi. Yapmayacaktı, kendini güçsüz göstermeyecekti. Boğazındaki yumru düğümlendi. "Abi."
"Bana abi deme!"
"Abimsin ama ne diyeyim?"
"De-ği-lim!"
"Öfkeni anlıyorum."
"Bir bok anlayamazsın sen! Nasıl bok bir duygu hissettiğimi de anlayamazsın! Buraya gelmiş, bana o adam ve o kadını savunuyorsun!"
Alp sofradan kalkarak, gürledi. Sesi büyük villanın en ücra köşelerine kadar ulaşıyor ve yankılanıyordu. Alisa anne ve babasına "o" şeklinde hitap ettiğini duyması ile kan beynine sıçradı. Oturduğu yerden sertçe kalktı ve Alp'e diklendi. "Sen anne ve babamızdan bahsederken o diye konuşamazsın! Ağzını topla!"
"Lan her boku üstüme yıkıp, siktirip gittiler lan! Seni bile benim üstüme yıktılar! Bunca zaman söylemediler! Ama geberince Alp her şeye sahip çıksın!"
"Doğru konuş diyorum sana! Onlar benim anne ve babam!"
"Sanki benim değil lan! Sanki benim-değil!"
Alp alayla kahkaha attı. Delirmiş gibiydi. Elleri öfkeden titriyor, kontrolünü kaybediyordu. "Pardon. Aslında doğru söyledin. Senin annen, senin baban. Benim kimsem yok!"
Alisa'nın gözlerinden yaşlar geldiğinde, öfke krizi geçirmenin ilk aşamasındaydı. Sertçe masadaki bütün tabakları yere fırlattı. Sinirle elini masaya vurduğunda, Alp masaya tekme attı.
Alisa daha fazla olanlara dayanamayacaktı. Hıçkırığının sesi mutfakta yankılandı. Koşar adımları mutfaktan, merdivenlere oradan da odasına ulaştı.
Her şeyleri birdi; anneleri, babaları, kan bağları, paraları. Onlar kardeşlerdi fakat ayrı ve farklı acılar ile savaşmışlardı. Birbirlerini anlatmaları boştu. Anlamayacaklardı. Her defasında kavga ile sonuçlanacaktı. Karışlıklı verdikleri mücadele, belki görünen kadar kötü değildi. Uğraşmakta bir nevi kendini anlatabilmeye, anlaşılmaya çalışmaktı. Onların başlı başına iç savaştı. Dışarı taşan öfkeler ve duygular her şeyin düzelmesi için belki de kocaman umudun başlangıcıydı.