Bölüm 8

3094 Words
Bir saat; sofranın hazırlanması, yemeklerin pişmesi ile geçmişti. Kulakları dolduran kapı sesinin ardından Alp gelmişti. Herkes sofradaki yerini almış ve kaşıkla çorbalarını yudumluyorlardı. Sofranın etrafındaki her birey sessizliğini korurken, duyulan tek şey tabak sesleriydi. Tizdi ve bu herkesin içinde rahatsızlık uyandırıcıydı. Derya Hanım'ın bakışları Alp ve Alisa'yı bulduğunda uzun süre baktı. Dışarıdan boş görünen bakışlarının altında merak uyandırıcı düşünceleri vardı. Alp ve Alisa ne zaman gerçek kardeş olmayı başaracaklardı? Aralarındaki soğukluk bütün masanın etrafında fırtına estiriyordu. Alisa'dan yana sorun yoktu. O aylarca Abi diyebilmek için beklemişti. Annesi ve babasıyla bu konu yüzünden defalarca tartışmıştı. Alp'i ilk duyduğunda şok yaşasa da, kolay benimsemişti. Alp'te ise durum çok aksiydi. Alisa'ya uzaktı. Aralarında devasa buz dağı vardı ve bunu aşmaları pekte kolay görünmüyordu. Zamanla Alisa belki buz dağını eritir ve her şey yoluna girerdi. Düşünmek ve kafada tartmak için çok erkendi. Esas öncelik Alisa'yı okula yazdırmaktı. Ondan sonrası çorap söküğü gibi gelirdi. Sakince tamamlanan akşam yemeğinin ardından Derya Hanım, Alisa ile okul hakkında konuştu. Yarın Perşembeydi ve okul kaçınılmazlığıyla önünde duruyordu. Alp ayağa kalkarak konuşmayı böldü. Sesi fazlasıyla ruhsuz ve soğuktu. "Ellerine sağlık Derya Sultan. İzninle ben eve gidiyorum. Malum yarın okul var. Yeterince aksaklık oldu. Dinleneyim." "Peki. Yarına kadar dinlen ve kendini toparla." Alp masadan kalkarak, uzaklaştığında adımları koridoru buldu. Montunu üzerine geçirirken sakindi. Sofradan fırlayarak kalkan Alisa herkese dönerek baktı. "Hepinizle tanıştığıma memnun oldum. İyi akşamlar. Yemek için teşekkürler Derya Abla." "Ne demek fıstık, her zaman bekleriz." "Evet bekliyorum. Arada uğra." dedi Fulya tebessüm ederek. Alisa karşılık verdi ve sofradakilere el sallayarak salondan çıktı. Alp çoktan kapıdan çıkmış ve ayakkabılarını giyiyordu. Seri biçimde montunu üzerine geçirdi. Ayakkabılarını giyerken Alp merdivenlerden aşağı iniyordu. Hızla bağcıklarını ayakkabısının içine tıkıştırdı ve uçar misali merdivenlerden indi. Çıkış kapısını bulduğunda Alp ile arasında metreler vardı. Koşarak mesafeyi kapattı. "En azından kalkarken, haber verebilirsin." Alp cevap vermediğinde, hafif sinir vücuduna yayıldı. Resmen onu takarak cevap verme zahmetinde bile bulunmuyordu. Alp'in kolunu tutarak kendisine çevirdi. "Hey!" Sakin bakışlarını Alisa'ya çevirdi. "O eline, koluna hakim ol." "Olmazsam ne yaparsın?" Alp yumruğunu sıkarak bakışlarını boş sokağa çevirdi. "Beni ne zamana kadar yok saymaya devam edeceksin?" Gözlerini tekrardan Alisa'nınkilerle buluşturdu. "Sen zaten benim için yoksun." Dikildiği yerden kıpırdanarak yürüdüğünde, Alisa dolu olan gözlerini kaçırarak peşinden takip etti. "Ne hissettiğini anlayabiliyorum." Alp duraksayarak Alisa'ya döndü ve tehditkar biçimde elini havaya kaldırdı. "Sakın! Sakın ama sakın beni anladığını söyleme. Anlayamazsın! Duydun mu beni? Sen. Amerika'da onların yanındayken..." Alt dudağını dişleyerek öfkesini bastırmayı denedi. "Ne anlatıyorum ki ben sana." Hızla yürümeye devam etti. Alisa peşinden takip ederken mesafeyi açmamaya çalışıyordu. "Benim suçum değil. Neden anlamak istemiyorsun?" Villa sitenin girişine vardıklarında, Alp neredeyse asfaltı sarsacak biçimde sert yürüyordu. "Ne zamana kadar bunu sürdüreceksin? Ben senin kardeşinim!" "Sen benim kardeşim değilsin. Annemin son vasiyeti seni yanıma almam olduğu için şuan yanımdasın. Ne kadar istemesem de aynı evde yaşayacağız. İki kural var basit. Abi deme ve ölmemeye çalış." Alisa gözünden ahenkle yanağına süzülen yaşı, iğrenircesine sildi. Alp bahçe kapısından içeri girdi. Anahtarı arka cebinden çıkartarak, deliğe soktu. "Yapma. Daha 15 yaşındayım ve hayatımda tek değerli şey olarak, sen kaldın." Alisa'nın cümleleri kendisini kaskatı hareketsizleştirdi. Bakışları ve vücudu sanki bir anda -20° havayı hissetmiş, gibi donup kaldı. Gözlerine dolan tek damla yaş, göz bebeklerini yakıyor ve görmesini engelliyordu. Bakışlarını sağa çevirmesi tek damla yaşın dışarı akmasına engel oldu. Gözyaşı sanki volkana dönüşerek göz bebeklerinden içine aktı. Oradan da midesine kadar ulaştı. İçinde ad veremediği bir şeyler yer değiştiriyor, değiştirirken volkan misali yakıp kül ediyordu. Hareketsiz tuttuğu elini sağa çevirerek kapının açılmasını sağladı. "Yarın ilk işim sana kapının yedek anahtarını yaptırmak olacak." İçeri girerek adımlarını hızlandırdı. Merdiven başına ulaştı. Uyumak ve mümkünse uyanmamak istiyordu. Artık yorulmuştu. Evet güçlüydü, fakat bünyesi bu denli büyük acılara baş kaldıramıyordu. "Abi." Alisa'nın sesi ile gözleri tekrar doldu. Öfkesi içinde kaynamakta olan su gibiydi. Her an taşabilir ve taştığı her santimi de kendiyle birlikte yakabilirdi. Arkasını döndü ve Alisa'ya yaklaşarak kolunu sertçe yakaladı. Tutuşları morluk bırakacak kadar tehditkardı. Yüzü kasılırken, dişlerinin arasında tısladı. "Bana! Abi! Deme!" Özenle kelimelerin altını vurguladığında sözcükler küfür eder gibi etrafa yayıldı. Eğer konuşmanın bir cismi olsaydı. Ağzından akan bir volkan görünebilirdi. Yada kelimelerin özenle kırılarak etrafa yayılması… Alisa yüz tepkisi sıkılan kolunun dıştan canı yanmıyormuş gibiydi. Kolunun umurunda olduğu pek söylenemezdi. Alp bir konuda daha yanılmıştı. Kendisine bakan yeşil ve ürkek gözlerin sahibi tanıdığı kızlara benzemiyordu. Sanki kimse ona zarar veremezdi. Gözlerindeki açlık sevginin ta kendisiydi. Küçük kızda 4 yıl önceki halini görür gibi oldu. Kendisi de tam böyle anne ve babasına bakıyordu. Gitmemeleri için yalvararırken. İçinde bir kez daha bir şeylerin koparak canının yandığını hissetti. O burada yıllarca anne baba hasreti çekerken önünde duran kız, her gün onlarla beraber vakit geçirmişti. Hayatı boyunca söylemeyemediği anne ve baba kelimelerini o kız, onun yerine de hitap etmişti. Ondan binlerce kat daha fazla annesine sarılmıştı. İşte sırf bu yüzden bile hayatı boyunca ondan nefret edebilirdi. "Neden?" Abi dememesi için oturup binlerce nedeni önüne serebilirdi ama yapmayacaktı."Çünkü ben öyle istiyorum." "Senin her istediğin her zaman olur mu?" "Evet." "Güzel çünkü benimde olur. Şimdi ne yapacağız?" "Bu kararlılığın annen ve babana söker prenses. Burası benim çöplüğüm ve ben ne dersem o. Beğenmiyorsan siktirip gider, Amerika'ya geri dönersin." Alisa gözlerinin içine bakarak sessiz kaldığında, devam etti. "Sanırım bu çok açık ve net oldu." Kolunu bıraktı ve merdivenlere dönerek ağır adımlarla çıktı. Alisa'nın sesi bir kez daha onu durdurdu. "Buraya kimsesiz kaldığım ya da korktuğum için sürüklenmedim. Çünkü korkmuyorum. Ben buraya kimsesiz olmadığım için geldim." Alp durakladığı merdivenden dönerek bakışlarını Alisa'ya çevirdi. "Ben karanlığın içinde büyüdüm. Sen burada hiçbir şeyden habersiz gününü gün ederken, sıcak yatağında rahat uyurken, ben soğuk yatağımın içinden tehdit için defalarca kaçırıldım. Boğazıma dayanan bıçaklar, kafama dayanan silahların rakamını ben saymayı bıraktım. Beni ikna edeceksen biraz önce gelip yaptığın gibi kolumu sıkma. Aşağı in ve bir bıçak al. Sonra gel boğazıma daya. Belki daha çok ikna edici olursun. Uykumdan kâbussuz ve bağırarak uyanmadığım tek bir gece yok. Sabah eve girdiğimizde odana gittin ve deliksiz bir uyku çektin. İşte sırf bu yüzden bile anne babamıza şükür etmelisin. Sen onlar için o kadar değerliymişsin ki; onlardan uzakta yaşamışsın. Senin yerinde olmak isterdim. Başımı yastığa koyduğumda deliksiz uyuyabilmek isterdim. Anne ve babamızdan uzakta her şeyden habersiz yaşamak isterdim. Ne garip değil mi? Sen benim yerimde, ben senin yerinde olmak istiyoruz. Mutluluk cehalettir. Yaşadıklarımı bilseydin, durduğun yerde olduğun için şükür ederdin. Ne kadar mutlu ve güzel bir hayata sahip olduğunun farkında bile değilsin. Furkan, Derya abla, arkadaşların senin üzerine titriyor. Arkadaşların senin ailen olmuş. Annem ve babam iyi ki seni yanına almamış. Hayatlarında tek yaptıkları doğru seçim bu olmuş. En azından vücudunda ne unutamayacağın yara izi, nede seni gece uykundan uyandıracak kâbusların yok." Alisa cesurca merdivenleri çıktı ve isyankârca bakışlarını Alp'e dikti. Durduğu basamakta dikiliyordu. "Şimdi git ve kendinin ne kadar haklı olduğunu düşünerek güzel bir uyku çek, Abicim!" Merdivenleri hızla çıktığında artık gözlerini daha fazla tutamayacağını fark etti. Gözyaşları çeşme misali yanaklarından süzülürken, odasına kendisini zor attı. Kapıyı yavaşça kapattığında ileride duran yatağına atladı ve hıçkırıklarının yastığın içinde yok olarak kaybolmasını sağladı. İçindeki bütün acı dışına taşmak için delik ararken, hıçkırığı bir kez daha içinde patladı. Alp dakikalarca durduğu basamağı çıktı. Odasına giderek, kapıyı kapattığında sertçe yatağının üzerine oturdu. Duyduklarını hazmetmeyi deniyordu. Defalarca kaçırıldığını mı söylemişti? Evet, kesinlikle söylemişti. Başını öne eğerek iki elinin arasına aldı. Daha fazla düşünmeyecekti. Uykuya ihtiyacı vardı. Sanki ne kadar uyursa uyusun uyku ona yetmiyordu. Hep daha fazlasını istiyordu. Yatağının içine girdi ve başını yastığa koydu. Kendini uykunun güvenli kollarına bıraktı. Hissettiği rahatsız duygu onu, uykusundan uyandırdı. Susamıştı. Yatağında kalktı. Telefonunu cebinden çıkarttı ve bildirimlere baktı. Whatsapp'a girmek bile istemiyordu. Köşede gözüne çarpan 1000 yazısı açma isteğini daha da yok etti. Başın sağ olsun mesajlarını okuyacak kadar güçlü değildi. Saate baktı. 22:30'du. Yarın okul vardı. Hayatın en iğrenç yanı buydu. İçinde kıyamet kopsa, canın ateşe atılmış gibi de yansa hayatına devam etmek zorundaydın. Eskiden olsa bir süre devamsızlık yapardı, fakat öyle bir lüksü yoktu. Üniversiteyi kazanmak istiyordu. Şirketleri doğru yönetebilmesi ve sorumluluk alabilmesi için elini hızlı tutmalıydı. Elindeki telefon ile odasından çıktı. Bulunduğu katın merdivenlerini indi ve adımları 2.katı bulduğunda, giriş katına inmek için koridorun ortasındaki büyük merdivenlerin bulunduğu ana bölüme doğru ilerledi. Adımları Alisa'nın kaldığı odanın hemen yanından usulca ilerliyordu. Belir belirsiz sesler duymasıyla birlikte duraksadı. Dikkat kesildi ve anlamaya çalıştı. Mırıltıları anlamayı başaramadı. Ölü gibi sessiz adımları kapının önüne kendisini getirdiğinde, yavaşça kapıyı açarak içeri baktı. Açık olan gece lambasından yayılan loş ışık, odaya sevimli hava katıyordu. Sakin adımlarla odanın içinde ilerledi ve yatağın tam ayakucunda durdu. Yataktaki masum yüzün sahibine baktı. Uykusunun arasında, rahatsızca kıpırdanarak ellerini oynattı. Sanki birileriyle boğuşuyor gibiydi. Alnında boncuk boncuk oluşan terler ve bedeninin istemsizce kıpırdanarak tepinmesi, kâbus gördüğünü anlaması için yeterli olmuştu. "Bırakın." Uykusunda gözlerinden süzülen yaşlar, saçlarına ulaştı. "Bırak!" Bu durumu daha fazla izleyemeyecekti. Alisa'nın köşede duran telefonunu eline aldı. Arama kısmına girerek, telefon numarasını yazarak çaldırdığında, ekrana düşen yazı ile gözlerini ayırmadı. "Abim." yazıyordu. Gözlerini odanın başka yerine kaçırdı. Kendi telefonu diğer elinde titrediğinde, Alisa'nın telefonuna bakışlarını çevirerek aramayı sonlandırdı. Telefonu sessiz moddan çıkarttığında, Alisa'nın yatakta debelenmelerine bakındı. Gözlerini ondan ayırmıyordu. Telefonu başucuna bıraktı ve hızlı adımlarla odadan çıkarak kapıyı kapattı. Merdivenlere yönelerek aşağı indi ve mutfağa ulaştı. Telefon ekranında duran numaraya bakındı. Ara tuşuna basarak kulağına götürdüğünde telefon uzun süre çalmasını dinledi. Sonunda açılmış, karşı taraftaki ses cevap vermişti. "Alo?" Derin nefes alışverişinde, korku ve endişe doluydu. Sıkıntıyla nefes alarak konuştu. "Ben Alp." Alisa bir süre cevap vermedi. Nefes alışverişlerini ve hala kâbusun etkisinden kurulamadığını anlıyordu. "Bu benim numaram. Kaydet lazım olabilir." "Tamam. Kaydediyorum." Numarasının, Alisa'nın cep telefonunda kayıtlı olduğunu saniyeler önce gözleriyle görmüştü. Kayıtlı değilmiş ayağına yatıyordu. Kendine gelip gelmediğini kestiremezken, konuşmaya devam etti. "Yarın Vedat'a senin için hat aldıracağım." "O kim?" "Bize çalışan birisi." "Anladım." "Yarın tam 9'da kapının önünde hazır ol. Beklemem, çeker giderim." "Tamam." Telefonu Alisa'nın yüzüne kapatarak, büyük mutfakta dolandı. Bir bardak su içti ve merdivenleri çıkarak odasına ulaştı. Yatağa atlayarak yattığında, düşünceleri Elif'e kaydı. Aklında ufak bir hesap yaptığında, bakışları hareketsizce tavandaydı. Sağ gözü hafif kısılıyor gibiydi. Vedat'a kısa mesaj gönderdi ve telefonunu kenara bırakarak, uykusunu yarım bıraktığı yerden devam etti. Çalar saat sesi kulaklarını delerek adeta beynine ulaştı. Kafasının içinde zonklayan sesler, uykusundan sıyrılmasına sebep olmuştu. Göz kapaklarını yukarı kaldırmak için kendini zorladı ve telefonuna uzanarak saati susturdu. Odasına dalarak, koşturan minik adımlar yatağının üzerine atlayarak büyük sarsıntı ortaya çıkarttığında, bakışları kaydı. "Ablayy. Uyann." "Tamam." Eda yataktan serte zıpladı. Elif bütün uykusundan sıyrılarak doğruldu. "Küçük cadı." "Senysin." "Bir uyutmuyorsun. Her sabahta olmaz ki ama canım?" Elif Eda'yı kucağına alarak yanağına kocaman öpücük kondurdu. Ardından yavaşça indirdi ve yatağından kalktı. Adımlarını banyoya yönlendirdiğinde, Betül ile göz göze geldi. "5 dakika sonra kahvaltı yapacağız." "6. Dakikada orada olacağım." Betül elini havaya kaldırarak onayladığında, merdivenlere yöneldi. Elif'te banyoya girdiğinde, eline ve yüzüne soğuk su çarptı. Banyodan çıktı ve adımları odasını buldu. Eda çoktan odasından gitmişti. Büyük dolabına yöneldi. Okul kıyafetlerini çıkartarak üzerine geçirdi. Aynanın karşına geçirdiğinde saçlarına bakındı. Güzelce taradı fakat kararsızdı. Her gün açık bırakıyordu. Onun dışında tepeden toplardı. Bu gün farklılık istiyordu. Elini saçlarına götürdü. Özenle balıksırtı ördü ve minik lastiği saç ucuna taktı. Dolabına döndüğünde bot ve çizmelerinin olduğu bölüme döndü. Bu gün farklılık istiyordu. Pudra pembesi botlarını ayağına geçirdi. Ceketlerinin olduğu kısmı açtı. Aynı renkteki ceketini çıkartarak kolunun altına aldı. Köşedeki siyah çantasını da kaptığı gibi odasından çıktı. Merdivenlerden inerek yemek odasına ulaştığında, çekirdek ailesi sofranın etrafındalardı. Babasının yanına giderek, yanağına öpücük kondurdu. "Günaydın tatlım." "Günaydın baba." Sandalyeyi çekerek, oturdu ve bakışlarını sofraya evirerek tabağına yiyeceklerden koydu. Sakin geçen kahvaltı sofrası, bütün sessizliğini koruyarak bitti. Ayağa kalkarak, ceketini üzerine geçirdi. Kapı zili bütün ailenin kulaklarının doldurduğunda herkesin bakışları birbirine döndü. Betül Hanım sessizliği bozdu. "Birini mi bekliyoruz?" Elif başını iki yana salladı. Çalışanları kapıyı açmıştı. Elif çantasını sırtına taktı ve babasını yanına giderek yanağından öptü. Çalışanları olan genç hizmetli yemek odasından içeri elinde kocaman sepet ile geldi. "Bunlar sizeymiş Elif Hanım." Bakışları sepete kaydı ve yavaş adımlarla hizmetlinin yanına giderek eline aldı. İçi sayamayacağı kadar gül doluydu. Babasının ve Betül'ün gözleri üzerindeydi. Sepetin üzerindeki minik kartı eline aldı ve sakinliğini koruyarak açtı. "Her saat için, 1 gül." –Alp DERİN Yüzünde kocaman tebessüm oluştu. Dudaklarını birbirine bastırarak sırıtmasını önledi. Kaldığı iki geceden bahsediyor olmalıydı. Her saat için gül gönderdiğine inanamıyordu. Bakışlarını sepete çevirdi. Devasa biçimde büyüktü. İçinde 50'den fazla gül olmalıydı. "Kim göndermiş kızım?" Betül Hanım gülümsemesini yüzüne taktı. "Elif'in yüzüne bakılırsa, kimin gönderdiğinin kartviziti." Babası Betül Hanım'a gülümsediğinde, bakışlarını çevirerek cevap verdi. "Alp göndermiş." Betül Hanım sepete daha dikkatli baktı. "Aferin, romantik çocuk." Babası kaşlarını hava kaldırırken, ciddiyetini korudu. "İşin ucu bana dokunacak sanırım." Elif babasına bakarak gülümsediğinde, Betül'de ciddiydi. "Hayır, ne alakası var yani." Babası oturduğu yerden kalktı ve yanına geldi. Elindeki sepete uzanırken, kendisine göz kırptı. "Bir tanesini babana verirsin değil mi?" İçlerinden bir tane gülü alarak, sepetten çıkarttı ve Betül Hanım'ın arkasından dolanarak, tabağının kenarına koydu. Karısının yanağına öpücük kondurduğunda, Elif gülümsedi. Zorda olsa onların bu durumlarına alışmayı başarmıştı. Babası bakışlarını kendisine çevirdi. "Alp'in jestlerine bir şey demiyorum ama bizi bozarsa damatla bozuşuruz." Betül Hanım kıkırdadığın da, Elif ciddileşti. "Baba söyle söylemeyi keser misin? Ayrıca sadece teşekkür için göndermiş." "Bu çocuğun teşekkürü sabahın bir vakti evine 50'yi aşkın gül göndermek mi?" Elif gözlerini kıstı ve elini havaya kaldırarak baş ve işaret parmaklarını birbirlerine yakınlaştırdı. "Alp'in düşünce tarzı birazcık diğer insanlardan farklı olabilir." "Evde olmadığın iki gece Alp'in yanındaydın değil mi?" Babasının sorusu ile gerildi. Derin nefes aldı. Betül'e kurtar beni bakışı attığında, gözleri ile onayladı. "Bu işten hiç böyle kurtulamazsın bil. Alp'in Elif'e aldığı gülden alıp bana vermek size yakışmıyor beyefendi." Elif teşekkür ederce gözlerinin içine baktı. "Neyse ben çok geç kalıyorum, görüşürüz." Yemek odasından hızlı adımlarla çıktı. Kolundaki sepeti yere bıraktı ve bakışlarını üzerinde gezindirdi. Kocaman gülümsemesi yüzüne yerleşmişti. Cebindeki telefonunu çıkarttı. Kamerasını açarak, fotoğrafını çekti ve Cansu'ya gönderdi. Dış kapıyı açarak, çıktığında sepete son bir bakış attı. Tebessümü yüzüne yapışmış gibiydi. Kapıyı kapattı. Bahçe kapısından çıktığında, adımlarını hızlandırdı okula geç kalıyordu. Elindeki telefonu titredi. Cansu arıyordu. Telefonu kulağına götürdüğünde çoktan site çıkışına ulaşmıştı. "Efendim." "O güllerde ne öyle?" "Bil bakalım kim gönderdi?" "Alp?" "Doğru tahmin." "Çok tatlı bir davranış. Neden bir sepet? Orasını anlayamadım." İlerlediğinde bakışları Cansu'ya takılmasıyla telefonu kulağından çekerek, kapattı ve adımlarını daha da hızlandırdı. Yanına geldi ve dibinde durduğunda kocaman sarıldı. "Yanında kaldığım her saat için bir gülmüş." Cansu sımsıkı sarılarak Elif'e karşılık verdi. "Çok sevindim." Ayrıldığında gülümsemesini yüzünden ayırmadı. "Onu gerçekten çok bekledin değil mi?" Elif'in gülümsemesi soldu. Tedirgin bakışları yere düştü. Bir anda mutluluğu solup gitmiş gibiydi. "Hey. Üzülmen için söylemedim." "Haklısın, çok bekledim." "Kafamda tam olarak oturmayan kısımlar var Eli. Sen Alp'ten ne zaman hoşlanmaya başladın? Ben Ankara'ya gitmeden önce, Liseye geçtiğimizde ondan hoşlanmıyordun." "Bilmiyorum. Alp bir anda cazip gelmeye başladı ve kendimi onun hayatını araştırırken buldum. Araştırdıkça içine daldım. Daldıkça dibe ulaştım ve nasıl geri çıkacağımı bilemedim. Hemen ardından hoşlanma hissine dönüştü. Kimsenin onu fark etmediğini gördüğümde, hoşlanma duygum sevgiye dönüştü. Sanırım beni her yok sayışın da sevgim güçlendi. Nasıl bu noktaya geldim, hiçbir fikrim yok." Elif'in morali en uç noktalarda son bulduğunda, Cansu elini omzuna götürerek kendisine çekti ve sımsıkı sarıldı. "Artık bunların önemi yok. Alp'in seni sevdiğini biliyoruz." Elif gülümseyerek karşılık verdi fakat içinde büyük bir tedirginlik vardı. Her an neler olacağını kestiremiyordu. Hep Cansu'ya Furkan'ın yaptıklarını unutmadığı için kızmıştı. Şimdi kızdığı şey başına geliyordu. Alp'in geçmişine takılıydı. Ne kadar silip attım dese de, bu geçmişte bir yanı hala boğuluyordu. Okul görüş mesafesine girdiğinde, düşüncelerinden sıyrıldı. Günler sonra sessiz ve fazlasıyla normal bir gün geçireceği için mutluydu. Su gibi akıp geçen bir saatin ardından, Alp adımlarını okul koridorunda hızlandırdı. Peşinden kendisini takip eden Alisa ve Derya Hanım'a aldırış etmeyerek merdivenlere yöneldi. "Alp buraya gel." Bakışlarını Derya Hanım'a çevirdi. "Siz halledersiniz." Sinirli bakışları kendisini göz hapsine aldığında, adımlarını yürüdüğünün tam tersi yerine çevirerek, müdür odasının bulunduğu koridora girdi. Önden ilerliyordu. Bir an önce bu işin bitmesi taraftarıydı. Müdür Bey'in oda kapısını çaldı ve çağırma sesiyle kapıyı açarak içeri geldi. "Hayırdır Alp?" "Beni özlemişsinizdir dedim." Adımlarını yavaşlıkla ilerlettiğin de müdürün tam önünde durdu. Müdür Bey bakışlarını Alp'in üzerinde gezdirdi. Bir şey arıyor gibiydi. "Yüzünde morluk yok. Üstün başın dağınık değil. Hayırdır Alp?" Alp dudaklarını aşağı doğru büzerken, hafif tebessüm etti. "Beni çok seviyorsunuz ya. Size bir küçük numaramı getireyim dedim." Müdür anlamamış bakışlarını üzerinde gezindirdiğin de, Derya Hanım ve Alisa'nın içeri girmesi ile cevap çok net şekilde verilmişti. Derya Hanım Müdür Beyin önünde durarak, elini uzattı. Karşılık vererek sıktığında, koltuğa oturdu. "Merhaba." "Merhaba Derya Hanım. Sizi buraya hangi rüzgâr attı?" "Alisa rüzgârı." Derya Hanım ayakta Alp'in yanında duran Alisa'yı işaret ederek gülümsedi ve bir anlık ciddiliği bürünürken yüzü fazlasıyla katıydı. "Olanları duymuşsunuzdur." "Evet haberim var." Müdür bakışlarını Alp'e çevirdi. "Başın sağ olsun Alp." Bakışlarını odanın içinde tatsız biçimde gezindirirken, Derya Hanım esas konuya girdi. "Alisa, Alp'in kız kardeşi." Müdür'ün ifade edilemez bakışlarının altında şüphe ve şaşkınlık yatıyordu. Alisa'ya baktı. "Alp'in bir kız kardeşi olduğunu bilmiyordum." Gözlerini müdüre çevirerek kaşlarını imalı biçimde, havaya kaldırdı. Son redde de alaycı ve umursamaz bir tavır takındı. "İşin ilginci bende bilmiyordum. Ne acayip değil mi?" Derya Hanım'ın hafif kızar bakışları Alp'i bulduğunda, sustu. "Amerika'da anne ve babasının yanında okuyordu." "Anladım." "Kaydını yaptırabilmemiz mümkün mü?" "Derya Hanım sizi anlıyorum fakat yıl sonuna geldik. Derslerde ne kadar iyi bir fikrim yok." "Alisa yurt dışında okuluna aksatmadan devam etti. Test yaparak seviyesini değerlendirebilirsiniz." "Peki bunu biz detaylıca konuşuruz." "Sizden ricam, Alisa'yı Fulya ve Ceren'in olduğu sınıfa koyar mısınız? Bu mümkün mü? Onun için fazla zor olacaktır. Tanıdık birilerini görmek daha iyi gelir." "Elimizden geleni deneriz. Fakat Alp sınıfına çıksın dersi başladı." "Bende şuan dersi ne kadar özlediğimi düşünüyordum." Alp başı ile selam vererek müdür odasından ayrıldı. Seri adımlarını merdivene çevirerek sınıfının bulduğu kata çıktı. Önüne geldiğinde, kapıyı tıklattı ve içeri girdi. Hoca başı ile onayladığında, selam vererek en arkada bulunan sırasına yöneldi. Sınıfın bakışları üzerindeydi ve bu fazlasıyla kendisini rahatsız ediyordu. Furkan'ın yanına oturdu. Sırtını rahatça arkasına yasladı. Kulağına gelen fısıltı; Furkan'dan başkasına ait değildi. "Neden geç kaldın lan?" "Derya Hanım onun kaydını yaptırıyor." "Kardeşin hakkında konuşurken, "O" diye hitap etmekten vazgeç." Bakışlarını Furkan'a çevirerek, bir kez daha kelimenin üzerine bastırarak konuştu. "Annen O'nu Fulya ve Ceren'in olduğu sınıfa aldırmaya çalışıyor." "İnat zengin piçi." Alp umursamazca sırıttığın da, gözlerini tahtaya yazı yazmakla meşgul olan hocaya çevirdi. Daha çok formül yazıyordu. "Alisa'yı ne kadar kabul etmezsen etme. Bir gün edeceksin. Onu geri itebilmek için sarf ettiğin büyük çabayı görüyorum." "He, tabi." "Herkesten saklayabilirsin fakat bu zeki arkadaşının gözünden kaçmaz zengin piçi. Kısa zamanda içinde bastırmaya çalıştığın öfken sevgiye dönüşecek. Hatta başladı bile." Sıkıntı ile cevap vermediğinde, sadece sustu. Söylenecek kelimeler yan yana gelip cümle kurulamaz haldeydi. Furkan kendisine eğildi. Hocanın kendilerini azarlamasını istemiyor gibiydi. "Çıkışta benimle gelsene." "Nereye?" "Spor salonuna kayıt olmaya." "Ne işimiz var lan spor salonunda?" "Kes lan. Gel işte, uzatma." "Oğlum yaza ne kaldı şurada? Okul tatil olunca yazılırız." "Başlatma lan tatilinden, geleceksen gel. Gelmeyeceksen ben gidiyorum." Furkan öfkeli bakışını üzerinde gezindirdi. Ateş fışkırıyor gibiydi. Gerginliğinden farklı durum olduğunu anlaması uzun sürmedi. Spor salonuna gitme nedeni başkaydı. Yapbozun uçlarını kafasında yeni oturtabilmişti. "Öyle desene Furk." "Uzatma. Geliyorsan çıkışta gidiyorum." "Tamam, beraber yazılırız. Benimde kafam dağılır." Elini Furkan'ın omzuna götürerek, destek vermek isterce sıktı. Orta yaşlı kadının sert ve keskin bakışları kendilerine döndüğünde, elini çekerek derse konsantre olmayı denedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD