Bölüm 10

3015 Words
Spor ayakkabılarının bağcıklarını merdivene dayanarak bağladı. Yukarı kattaki kapının açılma klik sesi kulaklarını doldurduğunda, gülümsedi. Furkan'da okula gitmek için kendisi ile aynı dakikalarda çıkmıştı. Mavi çantasını omzuna alırken, oyalandı ve uzun düz saçlarını geriye attı. Adımları hızla merdivenden indiğinde, şaşkın bakışları ile karşılaştı. Dudakları hafifçe yukarı kıvrıldığında, duraksayarak saçlarını karıştırdı. Saçlarını düzeltmeden evden fırlamıştı. Bakışları gömleğin açık olan düğmelerine ve gelişi güzel boynuna takılmış olan kravata gitti. Ah! Saçına düzgün demediği için sözünü geri alıyordu. Üzerinde tek düzgün duran sadece pantolonuydu. Çok şükür o düzgünce giyilmişti. Bakışları ağırlaştı ve gözlerindeki mavilik bir an için değişir gibi oldu. Furkan ağır adımlarla tam önünde durduğunda, bakışlarını açık olan göğüs kısmına çevirdi. Yutkunması boğazının tam ortasına dizilmiş, başaramıyordu. Bilinmeyen kıpırtı içinde ağrılar oluştururken, bunun adı heyecandan başka bir şey değildi. Henüz nefesini düzgün ritm de alamayacak kadar heyecanlı değildi. Furkan bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi kapattığında, içinden henüz diye geçirdi. Nefesi anlık kesildi. Gözlerini dağınık kıyafetlerinden ayıramıyordu. "İtiraf et beni gördüğünde, nefesin kesiliyor." Furkan'ın alaylı sırıtması yüzüne yerleştiğinde gözleri kaldırarak gözlerini kaldırarak gözlerine baktı ve içinden kendine küfür etti. Bu kadar etkilenmek zorunda mıydı? Normalde kıyafetli olduğunda böyle bir durum söz konusu olmuyordu. Kıyafetli mi demişti. Pardon sözünü geri alıyordu. Furkan şuanda kıyafetliydi. Sadece bu dağınık kıyafet, özellikle saçları onu etkiliyordu. "Çok karizmatik olduğumu biliyorum. Ağzını kapat papatya." Sırıtması daha da büyüdüğünde fazlasıyla eğlendiğine emindi. Açık olduğunu bile fark etmediği ağzını kapattığında, derin bir nefes aldı. Bu ukala çocuk ne zaman nefesini kesecek kadar büyümüştü? Aklı almıyordu. Küçükken tipsiz, boysuz bir şeydi. Aslında o zamanda sempatikti ama şimdiki kadar değildi. Ah! Ne saçmalıyordu gerçekten? Onu sevmesi kesinlikle dış görünüşü ile alakalı yoktu. Furkan'la aralarındaki şey her neyse olduğunu bilemese de, dış görüşten etkilenme değildi. Küçükken kendisi de çelimsiz ve sıskaydı. Birbirlerinden hoşlanmaları için dış görünüş kategoriye son kısımdan dahi dâhil olamazdı. En saçma özellikleri, sinir huyları ve iğrençlikleri ile seviyordu. Kendisini her sinir etmesinde yüzünde oluşan o sinir bozucu sırıtmasından öpesi geliyordu. "Nefesini düzenlemelisin papatya." Furkan'ın arka arkaya konuşmalarını pek umursuyor gibi durmuyordu. Şuanda iç sesiyle ve kafasının içindeki, onun ne kadar nefes kesici olduğu düşüncesi ile daha mutluydu. Mavi gözleri tekrar göğüs kısmına indiğinde, derin bir nefes alarak iç çekti. Bakışları vücudunu içindeki organları tararcasına dikkat kesilmişti. "Öyle baktığın için kendimi çıplak gibi hissediyorum." "Senin için pekte sorun olmasa gerek." Geçen saniyelerin ardından nihayet konuşmuştu ve devam etti. "Tatil kasabasından kızların bakmasına alışkın olmalısın." "Sevdiğim, kızın bakmasına alışık değilim." Cansu'nun dudaklarını aptalca bir tebessüm göründüğünde, bakışlarını apartmanın içinde gezindirdi ve bakışlarını boyun kısmına çevirdi. "Bana öyle bakma içimde seni öpme isteği uyandırıyor." Dudaklarını dili ile yaladığında, hareketlerine hükmeden beyni değildi. "Ciddiyim devam edersen, seni öperim." Gözlerini ayırmadı. Amacı meydan okumak değildi. Sadece gözlerini ayırıp başka yere çeviremiyordu. Furkan çantasını kenara bırakarak, Cansu'nun üzerine yürüdüğünde, geriye doğru adım attı. Sırtı kapılı olan ev kapısına dayandığında, bakışlarını çekmedi ve alt dudağını ısırdı. "Derdin ne senin? Beni çıldırtmak mı?" Aralarındaki mesafe milim halini alırken, nefesi yüzünü yalayıp geçti. Kendisi de derin nefes alarak Furkan'ın yüzüne üflediğinde bakışları sonunda yüzüne çıkabilmişti. Gözlerinin içine baktı. Sahip olduğu kahverengilikler, hiç olmadığı kadar koyulaşmıştı. İlk defa şahit oluyordu. Gözleri hafif yeni çıkan sakallarına takıldığında, tıraş olmadığını anlamak için geri zekâlı olmak gerekirdi. Fazla tatlı görünüyordu. Boşta olan elini havaya kaldırdı ve Furkan'ın yanağına götürerek, hafifçe yeni çıkan sakallarının üzerinde gezindirdi. Hissettiği tek şey ona olan masum sevgisiydi. Nasıl bu kadar seviyordu? Aklını kaçıracak gibiydi. Birisini bu denli sevmek, mutluluğun en tarif edilemez haliydi. Gözlerini kaldırarak, onun koyulaşmış gözlerine baktı. Sadece kahverengi gözlerinde gördüğü, koşulsuz, şartsız ve beklentisiz sevgiye baktı. İçinde şişirilmiş balon misali büyüyen mutluluğu biraz daha büyüdü. Onun gözlerinde sevgisini görmek, en büyük mutluluk buydu işte. Yavaşça Furkan'a yaklaşarak dudakları yanağını bulduğunda; öpücük kondurdu. Gözlerini kapattı ve kokusunu en derinlere çekti. Kendisini hayata bağlıyormuşçasına ihtiyaç duyduğu o kokuyu. Geri çekilerek gözlerini Furkan'ın gözlerine diktiğinde; yüzündeki şaşkınlık vardı. Mimikleri değişerek kasıldığında, gülümsemesini saklıyordu. Görüntüsü daha komik hale gelmişti. Neden öyle baktığına anlam veremedi. "Neden öyle bakıyorsun?" Kasık yüz hatları gevşeterek sırıttı. "Röntgen çekermiş gibi bakıp, sonrada yanağımdan öpmen garip geldi." Cansu bakışları yere eğdiğinde, yanakları al al oldu. Hafif kızarmış, bu onu daha tatlı gösteriyordu. Furkan elini yavaşça yüzüne götürerek, yanağını okşadı. Gülümsediği için yanağındaki gamze ortaya çıkmıştı. Sevimli, minik kız çocuğu kadar tatlıydı ve bu gün gözüne nedense daha tatlı geliyordu. Aralarındaki milim mesafeyi kapatarak, sağ yanağındaki gamzenin tam üstüne dudakları ile minik öpücük bıraktığında, Cansu'nun yüzü biraz daha öne eğildi. "Ne ara bu kadar güzelleştin sen?" Yavaşça burnunu Cansu'nun burnuna değdirdiğinde, kıkırdama sesi kulaklarını doldurdu. Burnundan gıdıklanıyor olması hoşuna gidiyordu. Elini çenesine götürerek öne eğilmiş olan yüzünü kendisine çevirdi ve tekrar burnunu burnuna değdirdi. Cansu'nun büyük gülümsemesi, tekrar tatlı bir kıkırtıya dönüştü. "Dünyanın en tatlı ve güzel papatyasına sahibim." Cansu'nun bakışları kendi gözlerini bulduğunda, gülümsedi. "Yani, çünkü o papatya benim." "Gerçekten sana ukalalık bulaştırmaya başladım papatya." Elini sarı saçlarına götürdü. Yumuşacıktı. Dokundukça şampuan kokusu burnunu dolduruyordu. Cansu'nun bakışları aşağı indiğinde, ellerini gömleğine götürerek açık olan düğmelerini ilikledi. Tekrar kıkırdamamak için alt dudağını ısırdı. "Gülmeni tutma papatya." Dişlerini dudaklarından, çekerek gülümsedi ve korkunç derecede bozuk duran kravatını açarak, tekrardan yaptı ve güzelce düzeltti. "Kravat bağlamayı öğrenmelisin." Furkan'ın sesi hafif ciddi tona bürünürken, tek kaşı imalı biçimde havaya kalktı. "Neyse ki; gelecekteki karım güzel kravat bağlamayı biliyor." Cansu hiç bir şey söylemeden, bakışlarını havaya Furkan'ın dağınık saçlarına kaldırdı. Elini götürerek parmakları ile düzelttiğinde, gözlerini gözlerine dikti. "Şimdi daha iyi görünüyorsun." "Dağınık halim seni daha etkiliyor." Cansu ifadesizce dudaklarını yana doğru büktü. Doğru söze ne denirdi? Konuyu değiştirmek isterce zihnini dağıttı. "Oyunda hamle tıkanıklığımı yaşıyorsun bayım? Günlerdir ses seda yok." "Doğru zamanı bekliyorum papatya." Zaman kavramı Cansu'nun beyninde tepindiğin de telaş içinde bakışlarını telefonuna kaydırdı. Dersin başlamasına sadece 4 dakika vardı. Furkan'ı görmesiyle geç kaldığını unutmuştu. "İnanmıyorum! Geç kalıyoruz!" Cansu merdivenlerden aşağı yönelerek indiğinde Furkan peşinden takip etti. "Kaç dakika var?" "Sadece 4 dakika." Apartman çıkışını bulduklarında sinirle ayağını yere vurdu. "Şaka gibi ya!" "Hadi sen beni görünce unuttun da, ben niye unuttum?" Cansu Furkan'a dönerek yapmacık sırıtmasını yüzüne taktı. "Çok komiksin sen." "Öyleyimdir." Furkan'da yapmacık biçimde sırıtarak karşılık verdi. "Beni öpmek istediğinden unutmuşsundur." "Aslında onu düşünürken de aynı zamanda geç kaldığımızı düşünüyordum." "Yanağından öpünce olmayan aklının gittiğini kabul ediyorsun yani." "Olmayan akıl nasıl gidiyor cadı. Var olan şey gider." "Cadı?" dedi Cansu kaşlarını havaya kaldırarak. "Evet cadı." "Yukarıda papatya aşağıda cadı olduk." Cansu'nun yüzü ciddi ifadeyle bürünürken, Furkan Cansu'yu sinir etmesinin verdiği hazla daha da sırıttı. Cansu'nun siniri beynine zıpladı. Nasıl bu kadar sinir bozucu olmayı başarıyordu? Furkan'ın bu huyu tam takdire sayan bir ödüllüktü. Yüzü sinirden kızardığında yüz hatları kasıldı ve öfkeli bakışlarını Furkan'a dikti. "Geri zekâlı ukala." Okula geç kalıyorlardı ve daha fazla onunla tartışamayacaktı. Merdivenlerden inerek adımlarını hızlandırdı ve koşmaya başladı. Ne kadar süre kaldığına bakmaya bile vakit yoktu. Adımlarını kocaman ve hızla atarken ciğerleri koşmaktan dolayı kendisine isyan ediyordu. Aldığı nefes zehir misali vücuduna işkence uyguluyordu. Köseyi döndüğünde, Furkan'ın sesi kulaklarını doldurdu. "Cansu." Aldırış etmeden, hızını korudu. "Hey beni bekle." Kolundan yakalayarak kendisine sertçe çevirdi. İkisi de asfalt yolun tam ortasında dikiliyorlardı. "Hey ne oluyor?" "Gıcık. Kolumu bırak okula geç kalıyoruz." Tekrardan koşmaya başladığında ara sokaktan saparak devam etti. Yağmur bir anlık şiddetiyle yeri bulduğunda fazlasıyla şaşırdı. İlk defa yağmurun bir anda boşanırcasına yağdığına şahit oluyordu. Hafif başlangıç ve ardından gelen şiddetli yağmur koşması hızlı adımlara ardından da minik adımlara döndüğünde yüzünü göğe kaldırdı ve kollarını iki yana açtı. Yağmurun bedeniyle bulaşmasını büyük mutluluk ile bekledi. Gözlerini kapatarak olduğu yerde dondu. İşte buydu! Yağmur onun için mutluluk kaynağıydı. Damlaların kuru toprak ve çimen ile tanışması ve ortaya çıkan muazzam koku; huzurun en tarif edilmez haliydi. Kızların önceliği her zaman deniz kenarı ve güneşli havalar olurdu fakat kendisi için yağmur en anlamlısıydı. Yağmurun üzerine yağması damlaların vücudu ile tanışarak ahenkle aşağı dökülmesi ve hissettiği serinlik ile gelen hafif ürperti. Burnuna dolan mis gibi koku ve kulaklarında simsek çakma etkisi bir akan yağmur damlalarının sesi. O yağmura âşıktı. En güzel şekilde böyle tabir edilebilirdi. Islanmak onun için güzeldi. Diğer kızlar gibi hiç bir zaman sacını üzerini ve korkunç görüntüsünü takmazdı. Güzel anin tadını doyasıya yaşardı. "Islanıyoruz ve geç kaldık." Furkan'ın sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı ve bakışlarını zorlukla ona cevirdi. O kadar şiddetli yağıyordu ki gözlerini açabilmekte zorlanmıştı. "Islanıyorsan okula git Furkan." Cansu somurtarak bakış attı ve tekrar bakışlarını havaya kaldırarak gözlerini kapattı. Kolundan tutarak sertçe kendisine çekmesiyle bedeni göğsüne yapıştı. Kolları şaşkınlıkla afallamış bicimde göğsünün tam üzerindeydi. "Derdin ne senin?" "Yok derdim." Kollarını çekerek kurtulmaya çalıştı fakat kendisini tutan kollar izin vermedi. "Belli." "Bırakta ıslanayım bir daha böyle yağmur bulamam." "Okula yürümeliyiz. Geç kaldık." "Ne okulu yağmur yağıyor. Tabi ki tadını çıkartacağım." "Yağmurun anlamı senin için sandığımdan daha fazla sanırım." "Sanamayacağın kadar." "Ama şuan gitmemiz lazım çünkü geç kalıyoruz." Cansu omuz silkti. "Umurumda değil. Yağmur yağdığında kurallar biraz esneyebilir." "Rahatsızsın." Furkan Cansu'ya yaklaşarak eğildi ve bas aşağı yaparak omzundan aşağı sarkıttı. Düşmemesi için bacaklarını tutarken yağmurda yürümeye başladı. Cansu'nun çığlıkları kulaklarını delip geçiyordu. "Manyak bırak beni. Islanmak istiyorum ben." "Seni taşırken de ıslanıyorsun." Cansu sinirle bir kez daha çığlık attı ve yumruklarını Furkan'ın beline geçirdi. "Geri zekâlı! Hödük! Pis ukala!" Furkan umursamayarak yürümeye devam ettiğin de Cansu tekrar çığlık attı. "İndir beni! İndir diyorum sana! Sen ne anlarsın zaten yağmurdan romantizmden! İndir!" Çırpındığın da tekrar yumrukladı. Furkan yürümesini durdurdu ve eğilerek Cansu'yu yere indirdi. Bakışlarındaki öfke direk gözlerine sabitlendiğin de sinirini görebiliyordu. "Şimdi nereye gitmek istiyorsan git." Furkan Cansu'yu kolundan tutarak kendine çekti. "Niye böyle davranıyorsun?" "Gıcık ediyorsun beni Furkan." Furkan kendisini taklit etti. "Gıcık idiyirsin bini Fırkın." "Gıcık." "Gıcık." "Sinir!" "Sinir!" Furkan alayla dediklerini tekrar ederken yüz ifadesindeki muziplik ne kadar eğlendiğinin kanıtıydı. Geri zekâlı çocuk onu delirtiyordu! Sinir kat sayısını en üst seviyeye ulaştırıyordu! Şimdi de geçmiş kendisini taklit ediyordu. "Dediklerimi tekrar etme! Nefret ediyorum bu huyundan! Yine başladın! Çocukken nefret ediyordum! Sen hayatımda tanıdığım en sinir insansın!" Furkan'ın güçlü kahkahası boş sokakları doldurduğunda, Cansu sinirle göğsüne yumruk geçirdi. "Uyuz hoduk! Cidden bu huyun beni sinir ediyor!" Furkan kolundan yakalayarak kendisine çekti ve gülmeyi keserek ciddileşti. Aralarındaki büyük mesafenin yerini santimler almıştı. "Yine de." Duraksadı. "Yine de ne?" "Nefret ettiğin bütün huylarım, beni sevmene engel değil." Ciddiliği karsısında duraksadı. Gözleri nokta koymaktan çok soru sorar gibiydi. Haklıydı. Ne yaparsa yapsın bu onu sevmesine engel değildi. Sinirlerinin daha çok zıpladığını hissettiğinde dudaklarını birbirine bastırarak elini sert biçimde yumruk yaptı. Yanından geçerek şiddetli yağmurun arasında yürüdüğünde başını gökyüzüne bir kez daha kaldırdı. Anın tadını çıkartmak istiyordu. Tabi isler sandığı gibi pek gitmedi. Kendisini tutan kollar onu sertçe çekerek bedenine yapıştırdığında milim mesafe ile duraksadı. "Değil mi?" Sertçe ellerini bedenine vurarak arayı açtı. Ağzını açmayacaktı. "Daha yaşayacağımız güzel anılar listesinin baş sıralarına bunu yazabilirsin papatya." Sağanak yağmurda gözlerini ona çevirdi ve anlamamış bakışlarınızı üzerinde tuttu. Furkan'ın üstü kapalı laflarından anlamıyordu. "Neyi?" Yağmurlar çenesinden akarak vücudunu bulduğunda iliklerine kadar ıslaklık hissetti. Furkan havadaki elini yakaladı ve kendine çektiğinde dudaklarına yapıştı. Elleri belinin etrafını doladı ve vücudunu vücuduna sertçe yapıştırdığında elleri anın verdiği şaşkınlık ile havada kaldı. Çocukça öfkesi anlamsızlaşıyor ve yağmur damlaları sanki büyük bir yangının üzerine yağarak söndürüyor ve etkisizleştiriyordu. Ne yaparsa yapsın bu çocuğu seviyordu. Sevmeye devam edecekti de. Ne kadar sinir ve ukala olması bir nebze sevgisinden eksiltmeyecekti. Çünkü; o aslında nefret ettiği huylarını da içten içe seviyordu. Dudaklarındaki dudakların sertliği arttığında havadaki kollarını Furkan'ın boynuna doladı. Gözleri ağırlıkla kapandığında tereddüt etmeden karşılık verdi. Bütün bedeninin hissettiği soğukluk arasında dudaklarında hissettiği sıcaklık aklını başından götürüyordu. Dudaklarında bir kez daha hissettiği sertlikle, daha sert karşılık verdi. Bir kaç dakika öncenin getirdiği sinir ile hala ciddiydi. Alt dudağında tatlı acı hissettiğinde, kalbi dudaklarında attı. Dudağını ısırmıştı. Şuan gözleri açık olmadığı için göremediği sihirli eller ip seklinde şu akan saçlarını geriye doğru itiyordu. Dudakları serbest kaldığında alnında sıcaklık hissetti bu Furkan'ın dudakları değildi. Alnını yavaş hareketlerle alnına dayamıştı. Burnunu bununa değdirdiğinde içinde hissettiği gıdıklanma hissi ile tebessüm etti. Gözlerini yavaşça açarak Furkan'ın çoktan açılmış olan gözlerinin içine baktı. Yağmur sesiyle birleşerek kulağını delip gecen kadife sesindeki farklı ton içini ürpertti. "Geçmişim, şu anım. Ve geleceğim." Boynundaki ellerini anın büyüsünü bozmaksızın çekerken, yavaşça Furkan'ın yanaklarına götürerek okşadı. Burnunu, burnuna yavaşça dayadığında gözleri kapandı. Kokusu ve yağmur sonrası etrafta yayılan kokunun karışımı zihnini dağıtıyordu. "Ne kadar sinirlendirirsen sinirlendir. Kendini af ettirip, sonrada beni kendine daha çok bağlayacaksın değil mi? "Senden vazgeçmeyeceğim papatya. Sonuçları ne olursa olsun." Cansu'nun yüzüne hafif bir tebessüm yayıldığında, gözlerini açtı ve yavaşça geriye bir adım attı. "Okula gitmeliyiz." Furkan bakışlarının yola çevirdi ve ardından Cansu'ya baktı. "Koşsak iyi olacak." "Yarışa var mısın?" "Beni geçemezsin papatya." "Bilmem göreceğiz." Cansu kıkırdayarak koşmaya başladığında, Furkan'ı çok gerisinde bıraktı. Aradaki mesafeyi kapattığı sırada Cansu okulun bahçesine girmesi ile duraksadı ve arkaya dönerek geri geri yürüdüğünde, kendisine bakan Furkan'a ben yendim bakışı göndermeyi unutmadı. "Paslanmışsın Furkan Aslan." "Olabilir. Isınıyorum ve ısındığım da kaçacak delik arayacaksın Cansu Ateş." Cansu önüne dönerek merdivenleri bulduğunda, teneffüs zili çaldı. İlk ders bitmiş ve yetişememişti. Mine ve Selin'in defterinden notlar alabilirdi. Bu yüzden şanslıydı. Sınıfın önüne vardığında arkasını dönerek kendi sınıfına giden Furkan'a baktı. Kendisine bakıyordu. Göz kırptığında, içinde saçma bir mutluluk gün yüzüne çıktı. Tebessüm ederek karşılık verdi ve ardından sınıfa girdi. Öğretmen sınıftan çıkacağı sırada içeri girmişti ve burun burunalardı. "Geç kaldın Cansu." "Kusura bakmayın." Gözlerini kaçırarak sıraya, Mine'nin yanına geçti. Selin oturduğu yerden kalktı ve tam yanında durması ile defterini uzattı. "Benden bakabilirsin." Gülümseyerek Selin'e baktı. Defteri elinden aldı ve sıraya koydu. Alp'in ailesinin ölümüyle birlikte pek çok şey yarım kalmıştı. Konuşulacak her şey bir anda unutulmuştu. Olması gereken buydu fakat Arda'nın hangi sınıfta olduğunu merak ediyordu. İçinden farklı bir sınıfta olmasını diledi. Furkan ve Alp ile aynı sınıfa düşmüş olsalar facia çıkardı ve çoktan kulağına gelmiş olurdu. Dün gece Furkan ile merdivenlerde karşılaştığında, gerginliğine anlam verememiş ve üstelememişti. İyi değildi. Belki de Ardayla ilgili bir konuydu. "Teşekkür ederim. Sen Alp'i hiç gördün mü?" Selin bakışlarını yere devirdi ve soğuklaştı. "Yanına gidip konuşmaya cesaret edemedim. Daha çok taze ve... Bilmiyorum. Bizim tayfanın hiç biri buna cesaret edemedi. Yarın bütün hepsi buraya gelecek. Gizem'de dâhil. Uçak biletini aldı. Sürpriz yapmak en iyisi olur diye düşündüler. Cumartesi akşamı Alp'ler de olacağız muhtemelen." "Alp'e çok iyi geleceğine eminim. Alisa'dan haberiniz var mı?" "Evet. Dün Elif ile konuştum ve her şeyi anlattı. Tayfanın da haberi var. Kardeşini görmek için gitmek istiyorum fakat ne demem gerektiğini bilmiyorum. Çok zor bir durum." "Gerçekten çok zor." Dedi Mine başı ile doğrulayarak. Cansu kafasını kurcalayan konuyu konuşabilme fırsatı bulmuştu. "Arda hangi sınıfta Selin?" "Elif'in sınıfında." Derin bir nefes aldı. "Furkan'ın sınıfında olmasından iyidir. Onunla hiç konuşmayacak mısın?" "Bilmiyorum. Günlerdir kafam allak bullak Cansu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." "Zamanla her şey yoluna girecek." Cansu tebessüm ettiğinde Selin'de tedirgin bakışlarının arasında karşılık verdi. - Furkan en arka sıradaki yerine yayılarak oturduğunda, Alp sıradan kalktı. "Nereye gidiyorsun zengin piçi?" "Hırçınıma bir bakayım." Furkan sırıtmasını yüzüne taktığında, Alp karşılık vererek ilerledi ve sınıftan çıktı. Adımlarını Elif'in sınıfına yöneltti. Sınıfın çoğu boşalmış, 5 kişi vardı. Hepsinin bakışları kendisine döndü. Orta sıralardaki Arda'ya gözü takıldığında şaşırdı. Elif'in sınıfında olduğundan haberi yoktu. Muhatap olma gereği bile duymadı. Sinirleniyordu. Eskiden arkadaş olabilirlerdi fakat son yıllarda düşman sayılırlardı. Her şeyden önemlisi Selin'i kaçırmıştı. Ne Furkan'ın nede kendisinin kolay hazmedeceği bir şey değildi. Elif'e baktı. Başı deftere gömülü ders yapıyordu. Yanında Gökhan oturuyor ve bir şeyler anlatıyordu. Çocuğa kıl olsa da, gidip dövecek hali yoktu. Elif'in uzun zamandır kardeşi gibiydi. İyi anlaşıyorlardı ve Gökhan'dan yana sıkıntı yoktu. Elif'i kardeş gibi görmeseydi, son olanlardan sonra yakınına yaklaştırmazdı. Elif koşulsuz şartsız onundu. Gökhan Mine ile beraberdi. İnanması güçtü. Hayat böyleydi. Sürprizlere hazır olmak lazımdı. Sıranın tam yanına geldiğinde elini Gökhan'ın omzuna vurarak koydu. "Koçum sen izin ver bir abine." Gökhan'ın bakışları kendisine döndüğünde, Elif bir an için boğuştuğu defterin arasından çıkarak, ürkek bakışlarını kendisine çevirdi. Gözlerindeki şaşkınlık ifadesini net biçimde okuyordu. Gökhan oturduğu yerden kalkarak, Alp'in omzuna vurdu. "Bende zaten benim kuşa bakacaktım." Sınıftan çıkarken, sınıftaki birkaç kızı da yanında götürmüştü. Bunun için bir ara ona teşekkür edecekti. Elif'e kardeş gibi değer verdiğini görebiliyordu. Sınıfta son kalan kişi Arda'ydı. Bakışlarını ona diktiğinde, sırasından kalktı ve sınıftan çıkarak kapıyı kapattı. Bakışları Elif'i bulduğunda, sağ elindeki iki renkli kalem dikkatini çekti. Nasıl oluyordu da aynı anda iki kalemi elinde tutarken yazabiliyordu? Yavaşça elindekileri bıraktığında, derin nefes aldığını görür gibi oldu. Elini yavaşça saçlarına götürecek gibi oldu fakat bir an için durdu. Kendi pot kırmasa saçının halini fark etmezdi. Saçları oldukça dağınık önündeki kısa saçlar yanlarından dökülüyordu. Saçını tepeden bir sürü kalemi geçirerek toplamıştı ve ortada fazlasıyla facia bir görüntü vardı. Eli ayağına dolaşmış görünüyordu. Fazla hazırlıksız yakalamıştı ve havadaki ellerini bir an nereye koyacağını bilemedi. Ardından hızla indirerek ellerini bacaklarının arasına sıkıştırdı. Bakışlarını yere devirdiğinde, gülümsemeden edemedi. Elif Kılıç'ın eli ayağına dolanıyordu. Rüyasında görse sanırım kahkaha atardı. Sınıfına geleceğini hiç tahmin etmediği açıktı. Yavaşça yanına oturduğunda, yüzüne bakmıyordu. Ellerini bacaklarının arasından çekerek tekrar kalemi aldı ve önündeki defterle ilgilenmeye başladı. Çarpık sırıtması yüzünde büyürken, fazlasıyla eğleniyordu. Onu böyle görmek gerçekten komikti. İki gece yanında rezil biçimde kaldığında tipini dert etmemişti de, şimdi bunu dert ediyor olması daha komikti. "Ne yapıyorsun?" "Birkaç ders sonra sınavım var ona çalışıyorum." "Evde de bu halde mi çalışıyorsun?" Gülümseyerek bakışlarını saçlarının arasına saplı kalemlerin üzerinde tuttu. Elindeki kalemleri bırakarak saçına götürdüğünde, elini yakalayarak tuttu. "Ders çalışırken, beni evine çağır." Elif hiç bir şey demediğinde, elini kurtararak önündekine döndü. "Gülleri beğendin mi?" "Elbette, çünkü onlar gül." Not almaya devam ederken, ciddi anlamda ders çalışıyor görünüyordu fakat yanlış yazdığında öyle olmadığını anladı. "İnsan teşekkür eder. Sonuçta 50'yi aşkın gül yolladım." "Parfümü unuttuğumu sanıyorsan yanılıyorsun." Alp'in gözleri Elif'in bileğindeki bileğine kaydığında gülümsedi. Bilekliğini hala takıyordu. "Parfüm konusunda sözüm var. Aldığımda getireceğim. Malum şu aralar yoğunum." Tebessümüne acı karıştığında, Elif gözlerini Alp'e dikti. "Takılıyorum. Ne zaman istersen o zaman getirebilirsin." Gülümseyerek devam etti. "Tabi ne zaman istersen derken bu 15 gün için geçerli." Anlam veremediği biçimde bu kızdan çok hoşlanıyordu. Herkese hissettiği duygulardan farklıydı. Bakışları tekrar saçlarına kaydı. Gerçekten korkunç görünüyor ve bu onu sevimli hale getirmişti. Düşüncelerini kenara attı. O Elif Kılıç'tı hangi halde olursa olsun güzeldi. Elif ellerini tekrar saçlarına götürecek gibi oldu fakat götürmediğin de, artık gülümsemekten dişleri görünüyordu. Onun yanında nasıl göründüğünü fazla umursuyordu. Kendisinin hiç umursamadığı kadar. "İki gün yanımda uyuduğunda daha korkunç hallerini görmüştüm." Saçlarını işaret etti. "Ne ilgisi var benim o kalemlere ihtiyacım var şuan." "Kesin öyledir." "Öyle." "Güzelsin hırçın, şuan bunu içine dert edip durma." Elini kaldırarak Elif'in saçlarına götürdüğünde kalemlerin hepsini tek tek çıkarttı. Omuzlarından aşağı dağınık şekilde döküldüğünde, Elif ellerini saçlarına götürerek düzeltti. Alp saçının arasında kalan son kalemi aldığında ucu takılmasıyla diğer elini götürerek yardım aldı ve saçından çıkarttı. "Neden bu kadar sessizsin?" "Çünkü sınıfıma gelmeni beklemiyordum." "Kapısı kilitli olan evime girmenden daha şaşırtıcı durum yok ortada." "O farklıydı." "2 gün yaşanmamış gibi mi davranacaksın?" "Hayır." Elif bakışlarını deftere gömdüğünde, not alamaya devam etti. İpeksi ve güzel saçları önüne dökülüyordu. Alp elini saçlarının arasına götürerek, dokundu ve ardından kulağının arkasına alarak ona yaklaştı. Yanağına bakıyordu ve değmemek için milimleri oynuyorlardı. "Beni öptüğünü yok saymıyorsun yani?" Gözle görülebilir utangaçlık hissetti. Geriliyordu. Nefesini bir an için tutmuş ve aynı dikkatle vermişti. Nefesi yanağına çarpan Alp'i umursamamayı deneyerek, üzerine basarak söylüyordu. "Deniyordu." Dikkatini defterden ayırmadı. "Çok sert öpüyordun. Fazla istekli." Kesinlikle kızarmış ve içinde bilmediği bir kıpırtı vardı. Elindeki kalemi bırakarak, başını Alp'e çevirdiğinde burunları birbirine değdi. Öküz gibi davranmak zorunda değildi. O an onu yapması doğru geldiği için yapmıştı. Onun içindi. Bu konunun kendisi ile alakası yoktu. Onun üzülmesine dayanamamasıyla ilgisi vardı. Ne diyeceğini bilemedi. "Neden canını yaka, yaka bu konuya devam ediyorsun? O an öyle yapmam gerekti ve yaptım." "Beni öpmen bu kadar müsait ve mantık çerçevesi içindeydi yani?" "Hayır, aksine. Senin hiç anlamayacağını düşündüğüm kadar masum ama umut verici bir öpücüktü ve hiç anlayamayacağın kadar duygu yüklü. Anlamamışsın. Tahmin ettiğin gibi." Bakışları irileşirken, Alp gözlerini gözlerinden kaçırmadı. "Ve ilkti." Dedi Alp düz bir ifadeyle. Biraz geriye giderek aralarında olmayan mesafeyi, olurluğa soktu. "Evet, tamda kendini tatmin edeceğin gibi. Bunu da ilk ben yaptım. Her şeyi ilk ben yaptığım gibi." "Seni ilk ben buldum unutma bunu. 8'de yanına oturup seviyesizce seninle konuşma cesareti göstermesem, şuan bu noktada olmayacaktık." "O zamandan bu zamana değişen ne var Alp? O zamanda beni sevmiyordun. Bu zamanda." Duraksadı. Seviyordu belki ama sevmiyormuş gibiydi. Ruh hali değişkendi. Aralarında doğru dürüst konuştukları konu yoktu. Sadece onu deli gibi kıskandığını biliyordu. Cümlesini tamamlayamadı. "Şuan seni sevmediğimi söyleyemiyorsun. Çünkü sevdiğimi iyi biliyorsun." "Hala sana adım atmam, ilki benim yapıp yapmamam derdindesin? Tükürdüğümü yalatmak istiyorsun farkındayım. Fakat biraz geç kaldın Alp. Çünkü ben tükürdüğümü seneler önce seni severek yaladım." "Derdim bu değildi." "Derdinin bu olduğunu ikimizde biliyoruz. İflah olmaz bir egon var. Yüzüme vurmak hoşuna gidiyor. Çocuk gibisin Alp. Büyümüyorsun. Düşünmüyorsun ve ne hissettiğim umurunda değil. Farkında değilsin." Elini yavaşça Elif'in saçlarına götürdüğünde gözlerini ayırmadı. "Beni gördüğünde elin ayağın bir birine dolanıyor farkındayım. Yanına geldiğimi fark ettiğinde bile, ilk aklına gelen saçlarını düzeltmekti. Çok geç olduğu için yapmadın ve bundan rahatsız oldun. Saçlarının arasındaki, kalemleri çıkarttım. Rahatsız olman geçsin diye. Sana bir haberim var. Nasıl göründüğün aslında benim pekte umurumda değil. Çünkü ne kadar saçma halde olursan ol gözüme fazla tatlı geliyorsun." Saçlarını elleriyle arkaya doğru itti. "Sevilmeye alışık değilim. Ben ne yapabilirim? Ve sen beni öyle bir seviyorsun ki; ne yapacağımı şaşırıyorum." Elif tereddütle elini kaldırdığında, duraksadı ve yavaşça elini Alp'in yanağına götürerek koydu. Ağzından çıkan her kelimeye minnet duyar gibiydi. "Çok iyi sevdiğimi iddia etmiyorum fakat yanında erkek görürsem önce onun sonra senin canını okurum." Elif tebessüm ederek yüzünü öne eğdiğinde, Alp yanağında duran elini tutarak avuç içini açtı ve öpücük kondurdu. Birkaç kez avuç içinin farklı yerlerine öpücük kondurduğunda, Elif'in heyecanlandığı gözle görülebilirdi. "Ayrıca ben seni kalpten gitme diye öpmüyorum. Sevdiğimden yani. Baksana şu heyecana." "Ha-ha. Çok komiksin sen." "Yalan mı?" "Yalan tabi." Alp yavaşça yüzüne yaklaştığında dudakları, dudaklarına değmeye milim kala, Elifin nefesini tutmasıyla durdu. Muzip ve yenmiş olmanın verdiği ifadeyle, dudakları aşağı doğru kıvrılırken yanaklarını içten ısırdı. Sırıtması yüzüne yayıldı. "Hala yalan olduğunu düşünüyor musun?" Elif sertçe kendisini geriye ittirdiğinde, kahkaha atmamak için dudaklarını birbirine bastırdı. "Adi!" "İşin garip kısmı ne biliyor musun?" İttiği mesafeyi kapatarak kulağının dibine girdiğinde, bakışları dikkat kesildi. "Senin heyecanın garip biçimde beni de heyecanlandırıyor." "Dibime girmeyi keser misin?" "Ne o rahatsız mı oluyorsun?" "Evet oluyorum." "Sende bu şekilde dibimde gezinirken rahatsız ediciydin." Elif'in kalbine büyük bir acı oturduğunda gözleri dolmaya başladı. Bu kadarı çok fazlaydı. Gururunu kırıyordu. Sadece onu sevmişti. Yüzüne bu kadar çarpmak zorunda mıydı? Zilin çalma sesi kulaklarında uğuldadığın da, sınıfa arkadaşları dolmaya başlamıştı. Kendini güçsüz hissediyordu. Hızla oturduğu yerden kalkarak, sınıftan çıktı. Öğrenciler koridorda birçoğu sınıflara giriyordu. Tuvalete gitmek istiyordu fakat oranın dolu olduğunu biliyordu. Yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Kütüphane olmazdı. Soyunma odaları da olmazdı öğrenciler dolu olurdu. En üst katta olan, boş sınıf aklına geldi. Kimse olmazdı. Alp'in takip etmemesi için koşarak göz alanından çıktı ve hızla merdivenlerle birlikte en üst katı buldu. Öğretmenler zili kulaklarında uğuldadığın da, boş sınıfa giderek hızla içeri girmesiyle kapıyı kapattı. Boğazına dizilen hıçkırık, tek kalmanın verdiği huzur ile ağzından çıktığında, zorlukla en arka tarafa yürüdü. Sınıf boştu. Sıra dahi yoktu. Bomboştu işte. En arka tarafa duvar dibine gittiğinde, büyük bir karton gördü. Yavaşça eğildi ve üzerine oturarak sırtını köşe duvara verdi. Dizlerini kendine doğru çekerken, yüzünü bacaklarına gömdü. Hıçkırığı bir kez daha içinde patladı. Tamam, Alp'in hakaretlerine alışıktı fakat ona kalbini bu kadar açmışken bu yaptığı adilikti. Nefret ediyordu bu tavırlarından! Ve iflah olmayarak her seferinde sevmeye devam ediyordu. Dakikalarca aynı pozisyonda oturduğunda kapının açılması ile bir milim kıpırdanmadı. "Elif dakikalardır koca okulda seni arıyorum bakmadığım yer kalmadı. Beni kızlar tuvaletine de soktun ya ne diyeyim ben sana?" Alp'in sesi kulaklarına yankılandığında canı bir kez daha yandı. "Git buradan." "Bak cümlemi tamamlamama bile izin vermedin." "Git! Dedim Alp!" Adımlar yaklaşarak hemen dibinde durduğunda eğilerek kolunda dokundu. "Konuşmama izin bile..." Elif öfke patlamasının en büyüğünü yaşadığında, hızla kolunu çekti ve başını kaldırarak sertçe Alp'i itti. Şaşkınca hemen yanına düştüğünde, fazlasıyla afallamış görünüyordu. Titrek ve derin bir nefes aldığında, sesinin yettiği kadar Alp'in gözlerinin içine bağırdı. "Ben sana bu kadar iyi gelirken, sen bana bu kadar kötü gelmek zorunda mısın?" Elif ellerini dizlerine koyduğunda, titrek şekilde derin nefes aldı. Sakinlemeye çalışıyordu. Yüzünü sırılsıklam eden gözyaşlarını umursamayarak sadece Alp'in gözlerine baktı. Şaşkınlığın yerini, buruk bir bakış almış, sessizliği öldürücü derecede can acıtıcıydı. Gözleri dolmaya başladığında içleri kan çanağı gibi oldu. Boğazında sanki kocaman yumru varmışça, yutkunduğunu duyabilmişti. Gözlerini kendisinden kaçırdı ve boş olan sınıfta gezindirdi. "Dinle beni." "Neyini dinleyeyim senin? Hakaretlerini mi? Yoksa egonu tatmin etmeni mi? Neyini dinleyeyim söylesene." Alp biraz daha yanaştığında, sesi sakindi. "Yanlış anladın. Cümlemi tamamlamama izin ver." "Git. Konuşma daha fazla." Elif bir kez daha hıçkırdığın da gözlerinden yaşlar aktı. "Ağlama." Umursamayarak ağlamaya devam etti. "Sana ağlama diyorum." Bakışlarını Alp'e dikti. "Emredersin!" "Evet gerekirse emrederim! Ağlama!" Sesi bu sefer daha uyarıcı tonda çıkmıştı. "Durduramıyorum elimde değil. Tamam mı? Her seferinde daha kötü parçalıyorsun beni! Bıktım anlıyor musun! Bık-tım!" Alp ellerini Elif'in kollarına götürerek sımsıkı tuttu ve sertçe kendisine çekerek dudaklarına yapıştı. Havada kalan elleri göğsüne götürerek vurdu ve itmeye çalıştığında daha sert çekti. Hıçkırmaları artık kendi dudaklarının arasında ve bedeninde hissediyordu. Elif'in onu iten kollarındaki sertliğin aksine yumuşacık öpücüğü dudaklarına bıraktı. Geriye çekildi ve onu kendisine çekerek göğüs kısmına yatırdı. "Özür dilerim." Durdu ve derin nefes aldı. "Demek istediğim. Sana o kadar yakın olup, uzak durmak zordu. Seni sınıfta öpeceğimi düşündüğün ve benim öpmediğim gibi. Her an yanıma gelecekmişsin gibi, ama hiç gelmemen. Dengemi ne kadar alt üst ettin biliyor musun? Sadece bunu demek istedim. Rahatsızlıktan kastım buydu." Elif yumruğunu göğsüne birkaç defa geçirdiğinde, elini yakaladı ve açarak avuç içine öpücük kondurdu. "Ne yapacağız seninle biz?" dedi Alp düşünceli bakışlarını Elif'e gezindirirken. Kendi bedenine daha çok sinerken ufak kız çocuğu gibi görünüyordu. Dünyadaki en güçsüz varlık sanki kollarının arasındaydı. "Ağlama hırçınım." "Zamanla sana ne kadar değer verdiğimi anlayacaksın." Elifi kollarının arasından çekti ve yüzünü ellerini arasına alarak gözlerinin akarak yüzünün her yanını ıslatmış olan gözyaşlarını temizledi. "Kimse beni bu kadar sevmeyi beceremezken sen nasıl sevdin?" Elif hafifçe tebessüm ettiğinde onu utandırdığını anladı. Yarıyıl tatiline kadar Elif hakkındaki bütün düşünceleri zihninde dolandı. Kötü biri olduğunu düşünmüş, ondan kaçmış ve saklanmıştı. Nasıl büyük bir hata yaptığını şimdi görebiliyordu. Elif onun hayatta kalması için tek nedendi. Kollarının arasında bulduğu şefkat ve şuan avuçlarının arasında duran yüzdeki sevgiye açtı. Anne ve babasının ölüm haberini aldığı gün yanında olmasaydı. Belki de şuan bu noktada duruyor olmazdı. Gün geçtikçe kendisini daha etkiliyor sevgisine bir tutam daha serpiştiriyordu. Şuan taşıdığı sevgi fazla gelirken 15 dakika önceki hissettiği sevgi ve sanki sevgisi bile aynı değildi. Sınıfı dolduran anons sesiyle kulakları dikkat kesildi. "İyi dersler arkadaşlar. Alp Derin müdür odasına bekleniyorsunuz." Bakışları hoparlöre kaydı ardından da Elife baktı. "Az önce beni mi çağırdılar?" "Evet." "Yine ne yaptım lan ben? Bir şey yaptım da benim mi haberim yok. Ayakları taşa takılsa benden bilecekler." Elif kıkırdadığın da kendisini daha iyi hissetmişti. Gülümsedi ve ayağa kalktı. Ardından ellerimi Elife uzattı. "Gitsem iyi olacak sende sınıfa gidersin."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD