"Sevdiğini, anlatamadıklarını anlatabildiğinde fark edersin."

2736 Words
Brett yorgunluktan kapanan gözleri yüzünden sürekli başı öne düştüğü için sıçrayarak gözlerini açıyordu. Genç kız durmaksızın saçını okşayıp "şşşiitttt..."demesini istediğinden dolayı bir türlü uyuyamıyordu da. Özellikle bir şeyler olur da bedeni tavana uçar falan diye de deli gibi korkuyordu. En sonunda dayanamayıp kendini serbest bıraktığında bir kurt gibi avının en savunmasız hâlini bekleyen genç kız yavaşça kalkıp yataktan çıktı. Bir hayaletten farksız, hiç ses çıkarmadan etrafına baktı. Küçük yaratık bir köşeye kıvrılmıştı, iblisin yavrusu ise yorgunluktan uyuya kalmıştı. Başının ufak bir hareketiyle açılan kapıya baktıktan sonra sessizce iblisin inini incelemeye başlamıştı. Duvardaki başka iblislerın fotoğrafları çerçevelenmiş ve muntazam bir şekilde sırayla asılmıştı. Bir aile olnalıydılar. Aile... "Bir dişi mi?" "Evet, gen havuzunda buldum. DNA'sı diğerlerinden daha güçlü bir dizilime sahip. Vücudu en güçlü olan ama maalesef ki bir kız." Elindeki dosyayı sinirle kenara attı. "Bir kız ile ne yapabiliriz? At bir kenara." dedi saçlarını geriye doğru tararken. "Toplumdaki yerinin diğerlerinden daha güçlü olacağını düşünüyorum Trelia. Bir bakar mısın? Gözlerindeki ışık resmen güç saçıyor." dediğinde kadının gözleri istemsizce videoya alınmış kızın gözlerine kaydı. Gerçekten de güçlü gözüküyordu. "İlk önce birkaç test yapalım. Göründüğü kadar güçlüyse eğer o zaman mükemmel deneğimiz olabilir." Tik tak, tik tak , tik tak... Asla ritmi bozulmayan, sürekli ve sabit bir şekilde aynı sesi çıkaran bir şey vardı. Kendi sessizliğini bozuyordu ama henüz bu sesi çıkaran şeyin ne olduğunu bulamamıştı. Etraftaki eşyalar, şu zamana kadar bulduğu yerlerdeki, hiçbir şeye benzemiyorlardı. Burası daha...sıcaktı? Derince nefes alıp gözlerini etrafta gezdirmeye devam ettiği sıra bir anda odanın içinin aydınlanmasıyla durup etrafa bakmıştı. Tüm dikkatini toplarken bir anda çıkan yüksek ses ile olduğu yerde sıçradı. Gözleri ışığın ve gürültünün geldiği yöne döndüğünde camdan dışarıya baktı. Gökyüzünden su yağıyordu? Gözleri merakla karanlık gökte gezindi. Bedenindeki elektriğe benzer ışıklar gökyüzünde dans ediyordu. Bu yüksek ses ise sanki onun şarkısıydı. Gökyüzünün... Gökten düşmemiş miydi? Kendi gezegeni ona ihanet etmediği yetmezmiş gibi bir başka gezegende de tutsak edilmişti. Kötü olmak istememişti, onlar gibi olmak asla ama herkes onun için iyilik denen yolları bir bir suratına kapatmışken şimdi kötü yoldan gittiği için ona kızamazlardı değil mi? Uzay boşluğunda canlı kalabilecek hiçbir şey yokken oynanmış DNA'sı yüzünden ölmeyi bile becerememişti. Eğer ölmediyse o zaman bir şeyler yapmanın vakti gelmişti. Çakan bir başka şimşeğin yarattığı o korkunç ışıkta genç kızın mavi gözleri insanı titretecek bir biçimde parıldadı. Cam kenarında sessiz sessiz, olduğu yerde hiç kıpırdamadan kapkara gökyüzünü ve şimşekleri izledi. Saatlerce... Müthiş bir senkronizasyon olduğunu düşündüğü sıra gözleri ormanın içerisinden gelen birkaç ışığa takıldı. Bunların gökyüzüne ait olmadığı apaçık ortadaydı. Bir an sonra, zihnine sızan o sinsi fikirler yüzünden, pencerenin açılmasıyla yüzüne rüzgarın savurduğu yağmur damlaları vurdu. Bedeni hafifçe havalandı ve kendini pencereden aşağı attı. "Sence ölmüş müdür?" Üzerindeki yağmurluk denen şey onu asla ama asla yağmurdan korumuyordu. Donundan çorabına kadar ıslanmıştı. "İmkansız, onca deneye ve işkenceye ölmeyen bir canavar kaçıp da ölmez. Öleceğini düşünseydi kaçmaya hiç yeltenmezdi zaten." dedi Frank el fenerini çalılara doğru çevirirken. "Biraz acımasızca değil mi?" diye mırıldandığında kendisine dönen bakışlarla toparlama ihtiyacı duydu. "Yani bir kız olduğundan..." "O bir kız değil Jhorg , o bir uzaylı." dedikten sonra önüne döndü. "15 sene önce atmosfere girdi ve yanarak okyanusa düştü. Buna rağmen ölmedi. O bir canavar..." Sözlerinin ardından Frank yüzünü genç adama döndü. "Ruhsuz, vicdansız bir Canavar." Jhorg, adamın son sözlerinden sonra arkasında beliren masmavi gözlerin bir fener gibi parıldamasıyla ayakları geri geri gitmesine sebep oldu. Dizlerinin bağı çözülecek gibi olmuş, korkudan gözleri irileşmişti. "Peki, hiçbir türlü ölmemiş birini bulursak...N-ne yapacağız?" dedikten hemen sonra diğer elindeki jobu yere düşürdü. "Y-ya da o bi-bizi bulmuşsa?" Frank beti benzi atmış çocuğa kaşlarını çatarak baktıktan sonra "Ne saçmalıyorsun sen?" demesiyle genç çocuğun titreyen eliyle arkasını işaret ettiğini görmesi bir olmuştu. Frank kalbi ağzına gelmiş bir hâlde arkasına dönüp bakmıştı ki bedeni bir tüy gibi uçup geniş gövdeli bir ağacın gövdesine çarptı. Siyah saçları yağmurda ıslanmış, üzerindeki kırık beyaz elbise ise bedenine tamamen yapışmıştı. Gözleri bir fener gibi parıldarken çakan şimşek yüzünden yüzündeki su damlaları bile parıldıyor, onu çok daha korkunç bir hâle çeviriyordu. "Kaaaaççç!" Jhorg, bunu duyar duymaz arkasını dönüp koşmaya başlamıştı ki birden bire donup kalan bedeni geriye doğru uçmuştu. "Lanet olsun!" diye bağıran Frank kendisini tutan güçten kurtulmaya çalışıyordu. Genç kız alnından akıp kirpine dolan yağmur damlalarının kirpiğinden elmacık kemiğine doğru sızışını keyifli keyifli hissederken en son dudaklarına geldiğinde vahşice gülümsedi ve dilini üst dudağı üzerinde gezdirip içti. Ağacın gövdesine yapışmış adam, "Bırak beni, seni lanet canavar!" diye bağırdığında genç kız hiçbir şey anlamadığı için iyiden iyiye sinir olmuştu. Zaten kendilerini aradığı açıkça belliydi. Onları serbest bırakamazdı. Bırakmak gibi bir niyeti de zaten hiç olmamıştı... Damarlarına yaptığı aşırı basınç yüzünden bütün damarları patlayan iki adam, önce yüzleri ve elleri mormarmış, sonra gözleri kan çanağına dönmüştü. Ağızlarından ve burunlarından akan kanlar ve acı çığlıklar içerisinde can vermişlerdi. Genç kız yüzüne sıçrayan mide bulandırıcı kızıl kanları ile suratını buruşturmuştu. Her şeyiyle iğrençlerdi. Elinin tersiyle yüzünü sildikten sonra cesetlerin yanında biraz gezindi. Sonra çantalarını çıkarıp içlerine baktı. Saçma sapan birçok şey vardı ve ne işe yaradıkları hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Olduğu yerden doğrulduktan sonra vahşi bir hayvan gibi başka bir av bulabilmenin umuduyla keskin gözlerini karanlık ormanda gezdirdi. Liderlerini de bir gün öldürecekti ama önce ayakçılarından kurtulmalıydı. Bir müddet çıplak ayakları dizlerine kadar çamur oluncaya dek yürüdü. Ayaklarındaki bandajlar tüm pis suyu ve çamuru toplamıştı zaten. Hafif hafif üşümeye başlayan bedeniyle son bir kez ormana baktıktan sonra çıktığı eve geri döndü. Genç kız o kadar çok acıya katlanmıştı ki parçalanıp ezilmiş ayaklarının verdiği acı ufak bir sızıyla aynıydı. Yarım saat yürüdükten sonra evin bahçesine geldiğinde birçok garip yaratığın olduğunu gördü. Değişik türler mevcuttu. İki bacağı olan kısa tombul ve oldukça tüylü şeyler vardı. Hepsinin kendine ait küçük evleri de. Dört bacaklıların ise başında boynuz vardı. Gerçekten çok garip yaratıklardı. Bir müddet çiftlik içerisinde gezdikten sonra su içmesi gerektiğini düşündü. Tam toparlanamadan çok fazla güç harcamıştı. Bedenini kavradığı gibi zihin gücüyle kendisini pencereden içeri itti. Islak ayakları kuru zemine bastığında bedeni hafifçe ürpermişti. Yönünü tekrardan pencere döndü ve yavaşça kapattı. Islak elbisesinden zemine damlayan suyun çıkardığı gürültü sessiz evde yankı yapıyordu... Demek ki iblis ve yaratığı hâlâ uyanmamıştı. Sessiz adımlarıyla etrafta gezinmeye devam etmek istediği sıra çamur toplamış bandajlar yerde iğrenç izler bırakmıştı. Dönüp arkasında bıraktığı izlere baktı bir müddet. Bu izler problem çıkartır mıydı acaba? Gözleri iblisin yattığı kapıya döndü bir müddet düşündü, düşündü, düşündü... Sonrasında ise sanki hiç düşünmemiş gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. Kirli ayaklarının çamurlu izleri, ıslak elbisesinin su damlalarıyla tüm evi gezdi. Üstünü kurutmak istemiyordu, iblisin kurutma yöntemi çok daha keyifliydi... En sonunda genç kız girdiği yere merakla baktı. Gözlerinin rengi siyaha dönmüştü. Artık, duruşu ve bakışları hariç, insanı andırıyordu. Elini mutfak tezgahında gezdirdiği sırada etrafta bir sürü aletin olduğunu görerek kaşlarını kaldırdı. Bıçaklar onun gözünde neşterdi, bu yüzden onlara pek yaklaşamıyordu. Merakla ilerleyip bir dolabın kapağını açtı ve geri kapattı. Bütün dolapları bir bir açıp kapattıktan sonra gözü aşağıdaki bir dolaba kaydı. Rengi diğerlerinden farklıydı ve dışı camdı. Merakla dolabı açıp içine baktı. Çok garip şeyler vardı içinde. Siyahtı her yeri mesela. Elini içine sokup çıkardıktan sonra içinin boş oluşundan dolayı sıkılarak kapattı. Tekrardan ayağa kalktığı sıra genç kızın durduğu yerde resmen damlayan sudan bir gölet oluşmuştu. Bu sefer gözleri çok daha büyük bir dolaba kaydı. Meraklı adımları sinsi sinsi dolaba yönelir yönelmez bu sefer zihin gücüyle dolabı açtı. İçindeki eşyalara kaşlarını çatarak baktı bir müddet. Bir sürü şey vardı ve kokuyorlardı... Burnunu hafifçe havaya kaldırıp koklaya koklaya dolaba yaklaştıltan sonra en çok kokusu gelen kırmızı şeylerden birini alıp iyice inceledi. Tatlı kokuyordu, yenmek için gibiydi. Elindeki çileği hafifçe diline sürttü ama bir tar alamadı. Çileğin ucundan minicik, ufacıcık ısırdı ve zehirlenmemeyi diledi. Çileğin tatlı ve mis kokulu tadı damağına yayılır yayılmaz resmen bedeninden bir elektrik akımı geçmişti. Kocaman kocaman açılmış gözleriyle elindeki çileği sapıyla ağzına attıktan sonra yüzünü buruşturarak sap kısmını yere tükürdü. Gözleri çilek dolu kavonaza gitti ve ellerine ikişer üçer tane doldurup ağzına atmaya başladı. Bütün çilekleri bitirdiğinde bu sefer yerde çilek saplarından bir bitki örtüsü oluşmuştu. Çamur, su, bitki... Evet, mümkündü yeni bir bitki örtüsünün oluşması için her şeye sahipti. Gözleri bu sefer dolabın içerisindeki diğer şeylerde gezindikten sonra eli yeşil bir şeye gitti. Salatalığı uzun uzun inceledikten sonra bir ısırık aldı. Kafasını sallaya sallaya salatalığı yerden başka şeyler de arıyordu. Bu sefer eline gelen yeşil soğandı. Onu da hevesle ısırdıktan hemen sonra yere tükürmüştü. Dili dışarıda yüzünü buruştururken yeşil soğanın hepsini yere attı. O sırada salatalığı da düşmüştü. Bir müddet her yeri kurcaladıktan sonra gözleri sırayla dizilmiş yumurtalara gitti. Bir tanesini alıp uzun uzun inceledi. Bu nasıl yeniyordu? Elindeki yumurtayı iyice salladı ve içerisinden gelen garip ses ile kaşlarını kaldırdı. En son yumurtayı ısırmaya çalışmıştı ki etrafa saçılan sıvıyla tükürüp durmuştu. Yumurtayı da yere attıktan sonra elinin tersiyle dilini sildi. İğrençti... Bu iğrenç şeyden neden bu kadar fazla vardı ki? Brett, duyduğu sesler yüzünden huzursuzca yatakta döndükten hemen sonra kaşlarını çatarak kalktı yataktan. Hissettiği boşluk ile gözleri telaşla açılmıştı. Sabahın ilk ışıkları odasını aydınlattığı sıra Pascal'ın havlayışını duydu. "Pascal?" Apar topar yataktan çıktığı gibi salona doğru koşarken gözleri mutfaktaki kızın elindeki yumurtaları Pascal'a attığını Pascal'ın ise kırılmış yumurtaları yediğini görünce şaşkınlıktan kaşları resmen alnından dışarı çıkacaktı. "Siz!" diye bağırmasıyla genç kız kucağına biriktirdiği yumurtalara sıkıca sarılıp omuzlarını kaldırdı. Pascal ise kuyruğunu sıkıştırmış, masum bakışlarını atıyordu. "Ne yapıyorsunuz!?" diyerek bir iki adım atan Brett ayaklarının ıslanmasıyla şaşkınca ayağının altına baktı. "Tanrım! Bunlar da ne?" Gözleri evin her yerini dolanan çamurlu ayak izlerinde gezindikten sonra iri iri olmuş gözleriyle genç kıza baktı. "Sen ne yaptın?" diyerek genç kızın yanına koltuğunda kucağındaki yumurtaları görerek kaşlarını çattıktan hemen sonra üzerindeki ıpıslak ve oldukça çamurlu kıyafeti gördü. Kaşlarını çatmıştı ki kırk beyaz elbisenin içini gösterdiğini görerek gözlerini çevirdi. "Gel buraya!" diyerek kızın in mi cin mi oluşunu boş verip omuzundan tuttuğu gibi kendine çekti. "Bu yumurtalar Pascal'a atmak için değil." diyerek kucağındaki yumurtalardan birini aldı ve tezgaha koydu. Bütün yumurtaları tek tek alıp koyan adama garip ifadelerle bakan kız dışarıdan oldukça komik gözüküyordu. Brett bir adım geri atmıştı ki ayağına batan şeylerle tekrardan genç kıza doğru adımladı. "Lanet olsun! Ne yaptın sen burda?" Yerdeki yeşil soğanlar, kırık yumurta kabukları , çilek sapları, su, çamur... Resmen ne ararsa buradaydı. Gözleri etraftaki çamura kaydıktan hemen sonra kızın çamur içerisindeki ayaklarına kaydı. Bandajlar sanırım su çekmişti ve bu yüzden çamur toplamıştı. "Sen çok yaramazsın." Genç kız elindeki bütün yumurtaların gitmesiyle boş ellerine bakarken birden bire belini saran ellerle gözlerini sonuna kadar açmıştı. Siyah gözleri aniden neon mavisine döndüğü sıra refleksle ellerini adamın omuzlarına koydu. Kalçası soğuk bir yere gelince hafifçe yutkundu. Adamın ılık nefesi soğuk boynunu yalıyordu. Bedeni bu durum yüzünden irkilmişti. "Sen dışarı mı çıktın? Neler olmuş böyle?" diyen Brett başını kaldırıp da yabancının gözleriyle göz göze gelince hafifçe yutkundu. Çok değil, az önce gözleri siyah değil miydi? İstemsizce kendisini rahatsız hissederek gözlerini kaçırdı ve diz çöküp kızın bandajlarını çözmeye başladı. Bandajları nazikçe çözüp ayağa kalktığında kız ile iletişime geçmeye çalıştı. "Böyle dışarı çıkamazsın, bana söylemeye çalış. Ne bileyim, el kol yap..." Brett her ne kadar konuşmaya çalışsa da genç kız hiçbir şey anlamıyordu. Öylece sessiz sessiz durup adamın kendi kendine konuşuşunu izliyor, arada bir ayaklarını sallıyordu ki ayağının üzerinde hissettiği ılık ve ıslak bir şey ile bacaklarını adamın beline sarıp kendisine çekti. Brett , bir anda çekilmenin getirisiyle ellerini genç kızın iki yanından tezgaha yasladığında nefes almayı kesmişti. Çenesi genç kızın boynuna değiyordu. Teni buz gibiydi... Anın şokuyla ne yapacağını bilemez bir hâlde gözlerini kırpıştırırken birinin kırkırdamasıyla şaşkınca başını geri çekti. Genç kız ömrü boyunca ilk kez gülüyordu sanırım. Ayaklarını sallayıp kurtulmak istese de yaratığın dili ayaklarının altından bir türkü gitmiyordu. Ayak parmaklarını açıp kapatırken gözleri kapanmış kendisini geriye doğru atmıştı. Brett kızın tezgahın arka kısmına doğru düştüğünü fark edince ellerini sırtına koymuş ve düşmesini engellemişti. Kapalı gözleri, ıslak siyah saçları, pembe yanakları, gülerken gerilmiş kıpkırmızı dudakları ve bembeyaz hafifçe küçük olan dişleri ile küçücük bir kız çocuğuna benziyordu. Bir de gülerken gözlerini kapatışı... Brett dudaklarının kenarına bulaşmış olan çilek lekelerini görünce hafifçe gülümsemişti. Gerçekten tatlı bir kızdı ama insan değildi... Bacaklarına çarpan ayaklarını hissedince hafifçe geri çekilip baktığında Pascal'ın , genç kızın ayaklarına bulaşan, yumurtaları yaladığı için güldüğünü anlayarak istemsizce kıkırdadı. "Pascal!" Bu bağırış ile zavallı köpek sıçrayarak geri çekilince genç kız gülmekten yaşarmış gözlerini yavaşca aralayıp nefes verdi. Gülerek ölebilirdi... Pascal kuyruğunu sallayarak sağa sola zıplamaya başladığında Brett geri çekildi ve genç kızı doğrulttu. "Gülmekten ağlamışsın resmen." Diyerek yan bir gülüş attı ve kızın gözünün çevresindeki yaşları baş parmağıyla hafifçe sildi. Genç kız teninde gezinen bir başka tenin ılıklığını tüm vücudunda hissetti. Bu adam diğerleri gibi olamazdı değil mi? Böyle bakan birinin kanında kötülük akabilir miydi? Ya gerçekten yüzü güzel olanlar çok daha kötü biri olabilir miydi? Gelen havlayış sesleriyle Brett gülerek geri çekildi ve Pascal'ı tüylerini karıştırdı. "Bakıyorum sen de karnını doyurmuşsun." Genç kız bir anda üzerinden silinip giden sıcaklık ile siyah gözleri ürkütücü neon mavisine dönmüştü. Az önce kendi tenine değen eller, şimdi başka bir şeyin üzerinde geziniyordu... Neden sinirlerine hakim olamıyormuş gibi hissediyordu ki? Kendisine zarar veren de yoktu? Brett, gülümseyerek köpeğinin gözlerine baktığı sıra tezgaha dizdiği yumurtalardan birinin hafifçe hareket ettiğini gördü. Tam kaşlarını çatmış yumurtaya bakarken birden bire uçup alnına çarpmasıyla sırt üstü yere düştü. "Tanrım!" Bağırarak yüzüne bulaşmış yumurta sarısını temizlemeye çalışırken birkaç kez yere tükürdü. "Lanet olsun! Ne yapıyorsun sen?!" Avazı çıktığı kadar bağırırken genç kız yüzünü çevirip boş boş tavana bakmaya başlamıştı. Yaralı ayaklarını tezgahtan aşağıda sallarken büzdüğü dudaklarıyla mutfak tavanını izliyordu. Ne alaka ne hikmetse korkutucu mavi gözleri tekrar siyaha dönmüştü bile. "Ah iğrenç!" diyerek sinirle yerinden kalkan Brett bir iki defa da olduğu yerde zıpladıktan sonra sinirini yerdeki bütün o pisliklerin arasına döktü. "Yumurtanın işlevi bu değil bayan yabancı şey! İnsan olmadığın belli!" diyerek sona doğru homurdandıktan sonra yerdeki çamura falan aldırmadan iki üç tane yumurta aldı ve ocağın altını yaktı. Genç kız çıkan alevlerle hemen gözlerinin rengini değiştirmiş ve herhangi bir saldırı için tektikte beklemeye başlamıştı. Brett bir tava alıp içine yağ döktükten sonra yumurtaları kırdı ve üzerine tuz ekeledi. Tüm bu süreç boyunca genç kızın merakla oturduğu yerden kendini izlediğini bildiğinden bu işi omuzlarını gere gere yapıyordu. Sanki star bir şefti kendisi... Pişen yumurtayı genç kızın yanına koyduktan sonra bir çatal ve ekmek aldı. "Bak şimdi, uzaylı hanım..." diyerek dudak büzdükten sonra çatalı yumurtaya batırıp biraz aldı. "Bunu böyle yiyoruz..." diyerek uzattığında genç kızın gözlerine bakan gözlerinin bir anda maviye dönmesiyle korkarak geri çekildi. "Aman aman hemen saldır! Bu yemek yemek! Zehir değil, silah değil!" dedikten hemen sonra ağzına attı ve çok leziz olduğunu anlatmaya çalışır gibi "hmmm MMM hmm mm..." diye sesler çıkarmaya başladı. Genç kız adamın o şeyi yediğini görünce istemsizce yutkundu. Az önce yediği o kırmızı şeyler çok güzeldi ve şu anki de çok kötü durmuyordu. Bir müddet dikkatle ağzına baktı ve zehirlenmediğini görünce gözlerini kaçırıp ağzını açtı. Brett onun bu haline istemsizce gülse de tekrar ağzını kapatmadan aceleyle bir çatal yumurta aldı ve genç kızın ağzına uzattı. Ağzındaki hafif tuzlu tatla gözlerinin rengi siyaha dönen kız hemen çiğnemeye başlamıştı. Bu sefer tavadaki yumurtaya döndü bakışları. Tam elini daldırıp bütün yumurtayı aldığı gibi ağzına atacaktı ki Brett elini havada yakaladı. "Hey! Hey hey! Dur bakalım... Dünya üzerindeki en mükemmel icatlardan biriyle tanıştırayım seni." dedikten sonra elindeki çatalı havaya kaldırdı. "Çatal!" Genç kız kaşlarını çatarak adama baktığı sıra Brett elindeki çatalı kızın eline tutuşturdu ve elini tutarak yumurtaya götürdü. "İşte bu şekilde alacaksın ve ağzına atacaksın... Böylece ellerin ve üstün kirlenmeyecek." diyerek genç kızın ağzına bir lokma daha uzattı. Genç kız ne demek istediğini anladığı an istemsizce hafifçe bir gülüş oluşmuştu yüzünde. Brett bunu görür görmez geri çekilmiş ve bir bebeğe benzeyen kızı acıyarak izlemişti. Buraya ait olmadığı her halinden belliydi. Bir robot değildi. Bedeni sıcak olmasa da teni yumuşacıktı. Bir insan da değildi, kanı siyah ve gözleri renk değiştiriyordu. Uçabilmesi veya başka şeyleri uçurabilmesi ise bambaşka bir mevzuydu. Acaba...bir uzaylı mıydı? Sadece anladığı kadarıyla çok çabuk öğreniyordu. Çatalla biraz tavasını çizmiş olsa da çok güzel kullanmıştı. Hiç dökmeden yemiş ve dahasını arar gibi gözlerini beklentiyle kendisine çevirmişti. "Sanırım çok uzaklardan gelen bir misafirimiz var Pascal. Dünyayı ona en güzel şekilde tanıtalım!" diyerek güldükten sonra ellerini çırptı. "Ama önce evi toplamalıyız! Her yeri batırmış bu yaramaz misafirimiz." dediğinde genç kız bir şey anlamadığından boş boş etrafa baktıktan sonra kenardaki yaratığa baktı kaşlarını kaldırarak. "Ama her şeyden önce sana bir isim bulmamız gerek." diyerek elinin altına çenesini koyduktan sonra bir müddet düşündü. "Bence sen bir uzaylısın bu yüzden..." diyerek işaret parmağını birkaç kez çenesine vurdu. "İsmin Allia olsun..." ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ Merhaba! Yazardan kucak dolusu sevgiler! Yeni kitabımız hakkında ne düşünüyorsunuz? Umarım beğenmişsinizdir ( ꈍᴗꈍ) O zaman... Nasipse bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle! LadyReBeL Love MrReBeL ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD