Acı. Zihin ve ruh odalarıma dolan tek şey keskin bir acıydı. Suratımın yarısı buz gibi karın içine gömülmüştü. Bacağımda tarifi imkansız bir sızı vardı. Sanki bir şey etimi yarıp geçmişti. Gözlerimi aralamak istediğimde sadece bir tanesi açıldı ve bulanıkta görsem iri gövdeli birkaç ağacın varlığını seçebildim. Beynim zonkluyor kanım ise ılık ılık akıyor gibiydi.
Dirseğimin birinden destek almaya çalışarak sırt üzeri dönmeyi denedim. Beşinci denemede başardım ama destek alamadığım kolum kırılmış gibiydi. Kımıldatmam demek acı içinde çığlık atmam demekti. Oysa ben çığlığımı hafif oturur hale gelebildiğimde bacağımı görünce attım.
İri bir dal parçası bacağıma girmiş beyaz kara kanımın akmasını sağlıyordu. Dişlerimi sıkarken oduna dokunmaya çalıştığımda “Siktir, Tanrım kahretsin ölüyorum” diye inledim ve ardından gözlerimi kapatıp çığlık attım. Zihnimde defalarca kez “Darius, İbis” diye haykırsam da onlardan sadece “Geliyoruz, lütfen sabret biraz çok yaklaştık” cevaplarını aldım.
En merak ettiklerim arasında ise o güzel at Thorbisea’ya ne olduğuydu. Saniyeler sonra en alt dalları karla kaplı ağaçlar arasından küçük yusufçuğa benzeyen kanatlı şeylerin uçuşarak bana geldiğini gördüm. Gözlerim acıdan dolup taşarken daha fazla ne görebilirim diye düşünmeyi bırakmıştım. Ben öyle fazla da savaşçı ruhlu biri değildim. Daha günler önce işinden evine evinden işine giden arada pizza ve dondurma yemek için dışarı çıkan kitap okuyan hayatın rutinini benimsemiş bir kızdım. Şimdi geçmişte güçleri olan ve önüne her defasında farklı bir mitolojik varlık çıkan biri haline gelmiştim. Delirip delirmediğimi tüm bunların aslında ben komadayken kafamın içinde olup olmadığını kestiremiyordum.
Kanatlı canlılar sağa sola kelebek misali manevralar yaparken bir adım ötemde sabit kaldılar. Dikkatli bakınca küçük başlarını bana ilgiyle bakan beyaz gözlerini ve ufacık ağızlarını görebiliyordum.
Tek kelime edemedim ama yanağımdan süzülen damla çeneme kadar gelip kucağımdaki elime damlayınca içlerinden biri temkinli şekilde yaklaştı yaklaştı yaklaştı ve burnumun dibinde durdu. Yeni bir yaş göz pınarlarımı terk ederken uzanıp minicik eliyle o yaşı tutmaya çalışan şey incecik bir ses tonuyla “Ağlıyor” diye diğerlerine dönüp söyledi.
“Canım çok yanıyor.”
Dudaklarımdan inler gibi dökülen sözcükler sonrası göz yaşıma dokunan küçük varlık gözlerini bacağıma çevirdi. İlgisi bu deva yere sızan kanın odağı olmuştu. Diğerleri de yanın gelince bacağımdaki dalın etrafında uçuşmaya başladılar. Kulağımın dibinde beliren ses irkilmeme neden oluyorken “Korkma küçük cadı, sana şifa vereceğiz” demesi gözlerimi irileştirmemi sağladı. Ne yaptıklarını anlamaya çalışırken “Sizde kimsiniz?” diyebildim.
Kulağımın dibindeki o ses “Biz Fay’iz. Orman içinde yaşayan şifacı periler. Şimdi yaşayacağın acı geçici. İyi olacaksın.” dediğinde dudaklarımın arasından sessizce dökülen şey “Fay” di.
Dönüşleri hızlandı. Kanatları parlamaya başladığında incecik tozlar dal parçasına ve bacağıma dökülmeye başladı. Ama yaraya değen parlak tozlar asit görevi görmeye başlamıştı. Acı içinde çığlık atarken tüm sinir uçlarıma sanki kızgın şişler sokuluyordu. Grilerim bacağımdan yavaşça yükselerek çıkan dal parçasına bakarken acının son raddesinde olduğumu düşünüyordum. Zihnimde Darius “Alessia!” diye haykırırken benzer tozlar kırık olduğu morarmasından belli koluma da döküldü.
Kımıldamak ve kaçmak istiyordum ama bedenim felç olmuş gibiydi. Sonunda dal parçası kenara düştü. Yara kapanmaya başladığında kolumda da aşırı bir sıcaklık hissettim. Ben ki bedeninde ateş barındıran ve defalarca kez ellerinde ateş oluşan bir cadıydım. Oysa şimdi tenimdeki ateş derimi kavuracak kadardı.
Gözlerimi kapadığım an Thorbisea hemen baş ucumda belirdi ve boynuzunu alnıma dayadı. Bu beni rahatlatmaya ve tenimdeki acıyı hafifletmeye yetti. Gözlerimi açıp ona baktığımda iyiydi. Sevindim. Benimle bağ kurup onun değimi ile seçtiğinde aramızdaki görünmez ipler sağlamlaşmıştı. Çok farklı hissediyordum. Cadıydım. Geçmişe gelmiş ve fantastik canlılarla yan yanaydım. Periler beni iyileştiriyor Thor ise ruhumu tenimi rahatlatıyordu.
Saniyeler geçti. Ben olduğum yerde artık daha iyiydim. Acım azalmış bedenim yorgun olsa da iyileşmişti. Ayağa kalktığımda periler etrafımda dönüp dururken bir anda dikkat kesildiler. Thorbesia da kulaklarını dikti ve öylece durdu. Benim de kulağıma iki yanımızdan gelen ayak sesleri gelmeye başladı.
Bir adım Thor’un yanına yaklaştım.
“Dağa doğru koş. Sakın arkana bakma. Senin için geliyorlar küçük cadım. Darius, seni koruyacak.”
Zihnimde Thor’un sesi yankılanırken kafasıyla beni düştüğüm yöne itekliyordu. Ne yapmam gerektiğini hızlıca düşünürken o yabancı ses “Geliyorum Alessia. Kavuşmamıza az kaldı.” diye yankılanırken periler uçuşarak ağaçların arkasında kayboldular.
“Hadi hızlı koş. Acele et.”
Bu defa Thor beni daha sert ittiğinde “Sende gel.” deyiverim.
“Ben seni koruyacağım. Benden geçip sana ulaşamazlar. Ama koşman ve Darius’a ulaşman lazım.”
“Olmaz, sana zarar verirler.”
“Git küçük cadı, git!”
Öyle bir bağırdı ki ellerimi sanki engel olacakmışım gibi kulaklarıma kapadım. Koşmaya başladığımda ağaçların arasında ilerliyordum. Ara ara arkama baksam da neler olduğunu seçemiyordum. Önüme baktığımda uzaktan gelen siyah atları ve üstlerindeki karaltıları görebiliyordum. Bunların Darius ve diğerleri olduğunu fark ettiğimde daha hızlı koşmaya çalıştım ama ayağım yerde köklerden birine takılınca yüz üstü yere düştüm. Ormanın içinde ağaçlar sıklaştıkça kar azalmış keskin uçlu taşlar varlığını iyice belli etmişti. Avuç içlerimdeki yaralar bu yüzdendi.
Ayağa kalkmaya uğraşmadım. Olduğum yerdeki ağacın gövdesine yaslandığımda gözlerimden artık yaşlar akıyordu. Tanrı aşkına ben ne yaşıyordum böyle.
Ayak sesleri çok yaklaştı. Birkaç adım ötemde durduklarında İbis hemen yanıma konmuş “Leydim, iyi misin?” değip duruyordu. Sinirlerim o kadar bozulmuştu ki burnumu çekerek “Değilim. Hiç iyi değilim hem de” diye çıkıştım ama kollarımdan tutup beni ayağa kaldıran Darius’un “Geçti artık. Güvendesin” sözleriyle patladım. Hem deli gibi ağlıyor hem de yorgun olsam da göğsüne vuruyordum.
“Güvende miyim? Siz şaka mı yapıyorsunuz bana? Ne güveni ne geçmesi? Geçmişe geldik. Bildiğiniz yüzyıllar önceci. Tek boynuzlu kanatlı atlar, orman perileri, sürekli kafamın içinde dönüp duran konuşmalar.”
Arkalarında kalan dağı işaret ettim.
“Oradan düştüm. Bacağıma odun parçası girdi kolum kırıldı. Yetmedi, periler geldi ciğerimi söke söke iyileştirdi ama bu defa da peşimde başkaları vardı. Thorbisea geride kaldı. Bak, avuç içlerimden akan kanın kokusunu alıyorum ben. Sende güvende miyim ya da geçti mi bir şeyler.”
Sözlerim biterken yere damlayan kana bakan Darius’un gözleri resmen karardı. İrisleri benim irislerime tutunurken yerdeki damlayan kanın dahi kızıl alevlere teslim olduğunu hissediyordum.
Zihnim karıncalanıyor içimdeki ateş kendini daha fazla belli ediyordu. O an çok acı ve yüksek bir kişneme sesi kulağımıza doldu ve kuvvetli rüzgar anlık olarak hepinizi birkaç adım ileri savurdu. Kolumdan tutan Darius ile yere düştüğümüzde hepsinin birbirine baktığını gördüm. İbis konduğu yerde başını öne eğmiş karın üzerine incecik damlalar döküyordu. O, ağlıyordu. Boğazıma kocaman bir düğüm gelip oturdu. Göğsümün sol yanında acı hissetmeye başladığımda kulağıma doluşan zorlu soluk sesleri, zihnimde sancılı bir biçimde dolanan kalp atışları birkaç saniye sonra durdu.
Ayağa kalktığımda diğerleri de ayaklanmış ve beni kolumdan çekiştirip atın üzerine bindirmeye çalışıyorlardı.
Yapamıyordum. Hareket ettiğim an sol yanımdaki acı büyüyordu. Tüm hücrelerim o kalp atışını duymayı bekliyordu.
“Küçük cadım.”
Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Dudaklarım aralanmadı ama ona cevap verdim.
“Thor.”
“Artık tamamen ruhuna karıştım leydim.”
“Sen, sen öldün mü?”
“Bizler ölmeyiz leydim sadece bağlı olduğumuz cadılarımızın ruhlarına bürünürüz.”
Bu defa dudaklarım aralandı.
“Hayır.”
“Gitmemiz lazım Alessia. Hadi.”
Darius bana bir şeyler söylüyordu ama umurumda değildi. Sadece saatler önce tanıdığım bir canlının benim için ölümü ve ruhunun ruhuma karışması vardı tüm dikkatimdeki.
Bir kez daha “Hayır” dediğimde ayakları ile doğru bir adım atmıştı. Kolumdan bu defa daha sert çekildim.
“Alessia, gitmemiz gerekiyor. Kalabalık gelmişler. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok.”
Tekrar ettim.
“Onun için yapabileceğim bir şey yok. Artık yok.”
Alex, “Kahin bizi bekliyor. Koruma duvarını oluşturacak gidelim.” dediğinde bakışlarım ona döndü. Bana ilk defa kaşlarını kaldırarak baktı. Sonra o gözlerde korku ile hayranlık karıştı. Ilık bir rüzgar esmeye başladı. Oysa olduğumuz yer göz alabildiğine kardı. Saçlarımın havalandığını hissettim. Avuçlarım, bedenim mavi ile kırmızının karışımı alevlerle çevrelenmeye başladı. Gözlerim tek bir noktaya sabitlenmişti. Thor’u ardımda bırakıp geldiğim yön.
İlerlemeye başladığımda arkamdan gelen ve bana engel olmak isteyenler oldu. Darius kolumdan tuttuğunda onu geri savurdum. Ateşimle. Gleb, önüme geçmek istediğinde sadece elimle yana ittim. Sırtı kalın bir ağacın gövdesine çarparken dönüp nasıl olduğuna bakmadım. Arman “İbis konuş onunla kontrolünü kaybediyor” dediğini duyduğumda dudağımın ucunun havalandığını hissettim. Haklıydı. Kontrolümü kaybediyordum. Havada siyah bulutlar toplanırken ben bana yardım etmekten başka bir şey yapmayan ruhen bağlandığım Thor’un ne halde olduğunu görmek istiyordum. Beni korumak isterken nasıl bir ölümle yüzleşti bilmeliydim. Ona bunu yapanların ise Tanrı bile yardımına koşmayacaktı.
Koşarak geldiğim yolu sanki ayaklarım yerden kesilmiş gibi hızla süzülerek gidiyor gibiydim. Orman bitip açıklık alana geldiğimde gördüğüm manzara ile dudaklarım aralandı.
“Hayır.”
Kısık bir hayır, peş peşe devam etti. Defalarca kez “Hayır” dedim. Her defasında sesim yükseldi. Karşımda bir sürü kızıl pelerinli demir maskeli kişiler vardı. Ben onlara bakmıyor yerde gövdesi ikiye ayrılmış Thor’un ölüsüne bakıyordum. Onu vahşice katletmişlerdi.
Gözlerimden yaşlar ateşler halinde dökülürken bakışlarım bana bakan kızıl pelerinli sürüye döndü. En önde elinde oldukça büyük bir kılıç tutan vardı ve gözlerini bu uzaklıktan seçebildiğimde açık açık güldüğünü gördüm. Ben acı çekerken, Thor vahşice ölmüşken o gülüyordu. Kılıcının ucundaki kan kırmızıydı. Kan benim ruhuma mühürlü arkadaşımın kanıydı.
Thor’un yanına geldiğimde onun cansız yelelerini okşadım. Özür diledim. Ayağa kalktığımda siyah bulutlar daha da artmış hatta çok keskin yıldırımlar şimşekler kendini belli etmeye başlamıştı. Onlara doğru bir adım attığımda aralarından biri öne çıktı ve elinde papazların ayin yaparken kullandığı tütsüyü sallamaya başladığında üstlerine saydam bir bulut çökmeye başladı. Umurumda değildi. Onları yok edecektim. Thor’a yapılanları ödeyeceklerdi.
Darius “Alessia dur!” diye bağırsa da durmadım. Bedenimde var olan acı ve ateş daha da yükselirken gözlerimi üzerlerinden ayırmıyordum.
“Lanetli cadı. Tanrının gazabı üzerine olsun. Yok olacaksın. Küllerin bile toprağa değmeye layık değil. Tanrı seni azaplandıracak.”
Gülümsedim.
“Tanrı bana ne yapar bilmem ama şu an sizi korumayacak. Sizi kimse benden koruyamayacak.”
Elimi öne savurduğumda parmak uçlarımdan çıkan kızıl alev okları üzerlerine yağmaya başladı. Saydam bulutun üzerinde çarpıp yok olurken birkaç adım daha attım. Hemen önlerine güçlü bir yıldırım düştü. Az önce bana gülen kılıçlı adam şimdi sadece önünde tütsü sallayan adama bakıyordu.
Onun bile gözlerinde şaşkınlık vardı. İki kolumu iki yanıma açtığımda tepemde dönüp durmaya başlayan duman ile ayağımın yerden kesildiğini havalandığımı hissettim. Güç bana daha fazlası için yalvarıyordu. Bağıranları duymuyordum. Tıpkı geçitte olduğu gibi büyük bir fanus onları ve beni kapladı. İki yanıma açtığım kollarımı sertçe önümde birleştirdiğimde onları saran saydam duvarın etrafını çevreleyen ateş tıpkı insanın koluna dolanan kırbaç gibiydi. Avuçlarımı sıktıkça ateş çemberi de sıkışıyor kızıl pelerinli grup birbirine yaklaşıyordu.
“Bunu yapamazsın. Bize gücün yetmez.” diyen adamın gözlerinde korkuyu gördükçe kahkaha attım. Bakışlarım fanusun dışında kalan Thor’un bedenine çevrildiğinde hırsım daha da arttı. Grilerim nefret kusmak istediğim adamların üzerine çevrildiğinde etraflarını saran ateş kırbacım daha da sıkılaştı.
Elinde kılıçla duran adam tütsüyle bir şeyler mırıldanan rahibe “Bir şeyler yap. Bize zarar veremeyeceğini söylemiştin.” diye bağırdığında başını yana eğdim.
“Arkadaşıma zarar verdiniz. Onu yok ettiniz. Artık inandığınız tanrınız bile bunu değiştiremez.”
Gözlerimi kapadım. Dudaklarım kımıldanıyordu ama ne yaptığımın ya da söylediğimin farkında değildim. Saniyeler sonra acı haykırışlar etrafı sardığında göz kapaklarım aralandı ve önümdeki manzaraya baktım. Kırbaç o kadar sıkılı bir hale gelmişti ki etraflarını saran saydam sis dağılmaya başlamıştı. Sonunda şiddetli bir gök gürültüsü sonrası üzerlerine düşen yıldırımla ışık patlaması gerçekleşti ve ateş kırbacım onları tamamen sardı. Kaçamıyor, kurtulamıyor acı içinde bağırıyorlardı. Zihnimin bir köşesinde Thor’un son kişneyişi geldi.
İkiye bölünürken yaşadığı o tarifi imkansız an. Ellerimi öne doğru kaldırıp avuçlarımı açtığımda kırbaç gevşese de aynı hızla ve sertçe kapayınca alev çemberi onları sardı. Yanan bedenleri, kızarmış et kokularını ve sonlanan hayatların sönen ışıklarını hissedebiliyordum. Yok oluşlarını izledim. Her birinin küle dönüşmesine karşın sessiz ve duygusuz kaldım. Bana ne oluyordu bilmiyordum ama kendimi oldukça iyi hissediyordum.
Onlar yok oluyorken bulunduğumuz alanın karları eridi. Toprak açığa çıktı. Bakışlarım yeniden Thor’un bedenine çevrildiğinde onun usul usul toprağa karıştığını ve oradan itibaren kar olmayan yerlerin yemyeşil çimenlerle ve çiçeklerle donandığını gördüm.
“Sakin ol küçük cadım. Sen kötü değilsin. Dur artık. Ben hep seninleyim.”
Thor'un sesine “Alessia, artık dur. Kendine zarar vereceksin. Yapma" diyen İbis’in sesi karıştı. Darius “Aless, Aless!” derken bedenimdeki ateşin hafiflediğini hissettim.
Bedenim yere doğru inmeye başladığında “İşte böyle Alessia, gücün farkına var. Tadını al. Yakında benim kraliçem olduğunda daha da kuvvetleneceksin. İçindeki karanlığı keşfet.” diyen o yabancı sesle kalbimin kıyısına çöreklenen korku titrememe neden oldu. Yere serildiğimi ya da düştüğümü hatırlamıyorum. Karanlığa gömüldüğüm anda beyaz saçlı, göz bebeklerini seçemediğim ateşler içindeki bir kadın elini uzatıp “Sonunda geldin Alessia. Artık benimlesin” dediğinde avazım çıktığı kadar bağırdım ama sesim çıkmadı. Yokluk ve hiçliğin içinde yok oluyordum.