DARİUS...
Onu böyle görmek ben dahil diğerlerini şoka uğratmıştı. Gücünün bir sınırı yoktu. O gücü değil güç onu kontrol ettiği içinde tahribat yüksekti. Tüm rahiplerin ve yanlarında olan adamların küle dönmüş beden parçaları öyle çoktu ki normal insanları midesi asla kaldırmazdı. Kahin zihin odalarıma girdiğinde “Onu hemen bana getirin” diye sertçe uyarıda bulundu.
İbis uçup Alessia’nın hemen yanına konduğunda atın olduğu kısımda çok değişik küçük parlak ışıklar var olmaya başladı. Hepimiz ibis gibi hareket ederken ışıklar daha parlak hallere büründü ve ikiye ayrılmış beden canlanan toprağa karıştı. Arman “Neler oluyor böyle?” derken İbis sorumuzu cevapladı.
“Ölümden sonra toprağa karışırlar ve hoş kokulu çiçekler açarlar. Bu ruhlarının saflığından kaynaklıdır. Alessia bunun daha hızlı var olmasını sağladı.”
Uzanıp Alessia’yı kucağıma aldığımda inler gibi sesler çıkardı. Canı yanıyor gibiydi çünkü kaşları büzüşmüş dudakları birbirine bastırılmış hale gelmişti. Arkamızı dönüp yürümeye başladığımızda az önce ışık huzmelerinin olduğu yerde çiçek açması gerekirken ejderha yumurtasına benzer beyaz üzerine kızıl alev desenleri oluşan bir yumurta belirdi. Yine ışıklar içinde toprağa usulca bir kelebek gibi kondu ve öylece durdu.
Kahin “Onu da alın” derken Alex çoktan dikkatle yumurtayı almış boynunda asılı olan deri çantaya sıkıştırıyordu. Atların olduğu tarafa doğru sert ama hızlı adımlarla ilerledik. Kilisenin bunlardan haberi elbette olacaktı ve o zaman savaş bizim öngördüğümüzden önce başlayacaktı. Alessia daha çok acemi ve saftı.
Bakışlarım kucağımdaki kıza kaydı. Sarı saçları daha da beyazlamıştı. Her defasında gücü daha da artıyor ve bu saçlarının beyazlamasına gözlerinin grisinin koyulaşmasına neden oluyordu.
Atlara bindiğimizde önüme oturttuğum kızı kemerlerle bedenime sarmış düşmemesi için sabitlemiştim. Bedeninin bu kadar yakınımda olması benim de zorla sahip olduğum irademi zorlasa da dişlerimi sıktım ve atı son kız koruma kalkanının olduğu bölgeye koruyucuların ormanına sürdüm. İbis arada yanıma iniyor Alessia’yı kontrol ediyor ve yükselip devam ediyordu. Kahin ise düşünceliydi. Alex yanıma yaklaşıp “Kahin neden bu kadar değişik davranıyor?” derken bile bizi duymamıştı.
“Bilmiyorum ve bundan hiç hoşlanmadım.”
Bu defa diğer tarafıma Arman geldi.
“O, iyi mi?”
Önümde başı göğsüme yaslanmış kıza baktım.
Arman benim cevabımı beklemeden “Merak etme son kıç yakıcı bence iyi olacak.” değip ilerledi. İyi olacaktı. Olmak zorundaydı. Sonunda büyük ağaçların içinden geçip kayaların önüne geldiğimizde kahin elindeki sopayı kaldırdı ve dudaklarını bizim duyamayacağımız şekilde oynattı. Kaya görünümü ortadan kalkarken birkaç kişilik ahşap yapıları ve bizi bekleyen diğer koruyucuları görebildik. Onlara yaklaştığımız da arkamızdan yine aynı kalkan varlığını sürdürmeye başladı. Yapıların meydanında olan büyük ateşin yanında durduğumuzda beyaz saçlı ve farklı kıyafeti altı kızın daha varlığı ile kasıldım.
Arman atından inmiş bana yardım ederken kemerler çözüldü ve dikkat ederek Alessia’yı aldı. Bende inince hemen kucağıma geri vermesi için bekledi. Tek kaşı kalksa de sesini çıkarmadı. Kahin ateşi hemen yanına “Yatak getirin” dediğine hasırdan yapılmış, yerden iki karış yüksekliğinde genelde hasta taşımakta kullandığımız yatak yanında yerini aldı.
Gözleri bana değdiğinde “Getir Darius” deyip boynunda hep var olan deri torbadan otlar çıkarmaya başladı. Ben kucağımdaki kızla yürüyüp yatağın yanına gelerek usulca yatırırken “Bu o mu? Çok zayıf değil mi? Saçmalama gücünü buradan hissettim ne zayıfı? Geçitteki muhafızı da becermiş biliyor musun?” tarzında fısıltılar kulağıma doluyordu.
Monan, yani kahin alevlerin içinde yaktığı otların dumanını onun üzerinde dolandırırken kendi nefesimin daraldığını hissettim. İbis ateşten biraz uzakta ama Alessia’ya yakın şekilde durmuş öylece bakıyordu.
Dakikalar geçti. Diğer koruyucular ve her yüzyıldan alıp geldikleri cadılar dumanların üzerine kapandığı kızı izliyorlardı. Neden uyanmıyor diye düşünürken Monan’ın kaşları çatıldı. Ayağa kalktığında birkaç adım geriledi. Beklemediği bir şeylerin olduğu kesindi. Yanına gidip kolunu tuttuğum da işaret parmağını kaldırdı ve “O, onu hissettim. Aysara, Aysara’nın ruhunun en saf parçası bu cadının bedeninde.” dedi.
Hala eli titriyordu. O sırada gözlerini açmasa da öksüren Alessia ile bakışlarım yatağa kaydı. Ellerim buz kesmiş yumruk olan parmaklarımın kütürtüsü alana yayılmıştı. Öksürük şiddetlendi. O şiddetini arttırdıkça yanındaki ateş de koyu kızıl bir ton aldı. Eli önce midesine sonra da boğazına giderken Alex “Boğuluyor!” diye bağırdı. Monan’a “Ona yardım et” desem de başını sağa sola sallayan ihtiyar “Hayır, ona yardım edemem. Ben bunu yapmam” diyor gözleri daha da kırmızıya dönen aleve dikili titriyordu. Kahin, kaderin habercisi, herkese yol gösteren ve güçlerinin sonu yok denen adam şu an elinden bir şey gelmemesini sindiremiyor gibiydi.
Kıvranmaya başlayan kızla yaklaşmak istedim ama bir şeye çarptım. Yeniden denedim ama bu değişmedi. Arman, Gleb ve Alex de benim gibi ona ulaşmaya çalıştıkça sanki önümüzde saydam bir duvar varmış gibi çarpıyorduk. Uzanıp dokunmaya çalıştığımda gerçekten de önümüzde saydam bir duvar vardı. Alessia olduğu yerde kıvranıyordu. Artık yan dönmüş cenin pozisyonu almıştı.
İbis bir anda yere devrilip çırpınmaya başladığında herkes tedirginlik içinde olan bitene bakıyordu. Diğer altı cadının baykuşları tıpkı bizim Alessia’ya ulaşmaya çalıştığımız gibi İbis’e ulaşmaya çalışıyor ama olmuyordu.
Sonunda büyük bir çığlıkla başını yatağın yanına eğdi ve boğazından yükselen ateş topuna benzer şeyi ağzından kusar gibi dışarı attı. Az önce Alessia resmen lav kustu. Onunla birlikte biraz daha rahatlamış görünüyordu. Baykuşu da aynı şekilde durulurken saydamlık ortadan kalktı ve usulca gözlerini aralayan kızla ileri adımladım.
Yanına çöküp “Aless, iyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?” sırt üstü uzandı ve gözlerini gökyüzüne dikip gözlerinin dolmasına engel olmadı. Şakağından süzülen yaş saçlarında kaybolurken “Ben ne yaşıyorum? Kimim? Tüm bunlar neden oluyor?” diye kısık ama benim duyabileceğim kadar yüksek seste konuştu.
Manon sonunda ona yaklaşmayı akıl edebildiğinde sesinde bir ton tedirginlik vardı.
“Önce bir şeyler ye küçük cadı. Sonra sorularına yanıt alacaksın.”
Acı acı tebessüm etti.
“Sorularıma yanıt alacağım. Bu bir kabustan da ötesi ve ben sadece sorularıma yanıt bulacağım. Güzel. Öyle olsun bakalım.”
Oturmak istediğinde ensesinden tutarak yardım ettim. Aklına yeni gelmiş olacak ki bana dönüp “Sizden birine zarar verdin mi?” dediğinde başımı sağa sola salladım.
“Hayır. Biz iyiyiz. Hatta senin ruhuna mühürlenen arkadaşın da iyi galiba.”
“Bu da ne demek?”
Alessia, dikkatle bana bakarken ben arkadaşıma işaret ettim. Alex, atın heybesine koyduğu yumurtayı getirdi. Yumurta şimdi mavi alev desenleri ile doluydu. Yanımdaki heyecanla ayağa kalktı ve yumurtayı avuçlarına aldı. Mavi alevler yeniden kızıla dönerken gözlerini kapadı dudaklarını oynatarak “Thor” dedi sessizce.
Zihninde her ne duyduysa gözleri irice açıldı ve titremeye başladı. Göz bebekleri fazla hareket etmeye başladığında İbis “Onunla konuşuyor” dedi. Bir dakika kadar sonra yatağın üzerine sakince oturan kız elindeki yumurtanın başına bir öpücük kondurdu ve kolunu uzatıp “Gel İbis” dedi. Baykuş havalandığında hemen onun koluna kondu. Benzer öpücüğü bu kez baykuşunun başına kondurduğunda kıskandım. Sanki kanım damarımı yakmak ister gibiydi.
Arman, elinde ahşap kase ve kaşıkla geldiğinde burnuma dolan et kokusu karnımın acıktığını gösteriyordu. Alessia önüne uzatılan kase ile gülümsedi. Alıp yemeği yerken yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Bir an o huzurun nedeni olmak istedim. Gözlerimiz kesiştiğinde duru saf bir tebessüm armağan etti bana. Bilmiyordu ki ben o tebessüm ile mühürlemiştim kanımı.
Ateşin etrafında toplanıp oturduğumuz da diğer cadılar ile yan yana gelen Alessia şaşkındı. Hepsi birbirine çok benziyordu ama göz renkleri başkaydı. En belirgin özellikleri buydu. Bir de saç renkleri.
Rosa. Minaya. Norbelli. Casandra. Lisa. Bethi.
Rosa, kızıl saçlıydı. Gözleri de tıpkı saçları gibiydi. Bilmeyenler onu vampir sanabilirdi. Minaya, kahverengi saçlıydı. Gözleri saçları gibiydi. Norbelli, siyah saçlı ve gözlüydü. Hariçten dudağının biraz uzağında küçük beni vardı. Casandra, onun saçları siyahla başlıyor uçlara doğru yeşile dönüyordu. Gözleri de iç kısımları siyah dışa doğru yeşildi. Lisa, değişik bir renge sahipti. Mor. Saç telleri sanki mor menekşe bahçelerinden çıkmış gibiydi. İrisleri mordu. Baktığında hipnoz ediyormuş gibiydi. Bethi, koyu sarı saçlıydı. Gözleri sarısının üç tonunu aynı yerde gösteriyordu. Alessia ise artık daha çok beyaz saçlara sahipti. Gözleriyle bir ton koyulaşmış griydi.
Hepsinin ayrı ayrı koruyucuları ve baykuşları vardı. Bu yedi kız tıpkı bir bütünün parçaları gibilerdi. Hepsi yaşanacak savaş için hazır olmalıydı.