Yine aynı kaledeyim. İçerisi bir kiliseden farksız. Duvarları ve tavanı süsleyen melek figürleri, kabartmalar, büyük çarmah, etrafa dizilen dua sıraları. İçeriyi aydınlatan camlardan sızan ayın ışığı ve tam tepede büyükçe bir meşhalenin alevleri. Gözlerimi kısıyorum. Etrafımda birileri var, hissediyorum. Kafamın içindeki fısıltıları her köşeden fırlayan düşman askeri gibi ve ben üzerimdeki beyaz lekesiz elbise ile kusursuz görünüyorum. Aralarda bulunan sütunlarda büyük büyük aynalar var. Hangisinin önünden geçsem beyaz saçlarıma konmuş kan kırmızısı çiçekleri görüyorum. Taç şekli verilmiş daha önce görmediğim bitkiler sanki kar üzerine damlamış kan gibiler.
İrislerimde de farklılık var. Artık birer ateş topu taşıyorum. Harelerim kıvılcımlar saçıyor. Yüzümde büyük bir hüzün nedenini bilmiyorum lakin bakışlarım bedenime kaydığında birkaç adım geri sendeliyorum. Gördüğüme inanamıyorum. Bu, bu nasıl olur?
Bir kez daha aynı duyguyu hissediyorum. Enseme değen soğuk nefes ve karnıma dolanan eller. Eller bu kez birleşmiyor ama çok fazla acıya neden oluyor. Sanki kaburgalarım kırılacakmış gibi ve herkesin sesini bastıran ses zihnimi talan ediyor.
“Anne.”
Dudaklarıma değen kalın dudaklardan sızan bir hava birikintisinin boğazımdan aşağıya indiğini hissetmeye başladığımda geri yükselen suyu dışarı atmak için öksürmeye başladım. Neredeydim ben? Neler olmuştu? Gözlerimi açmakta güçlük çeksem de yan döndürüldüğümü ve yavaşça sırtıma vurulduğunu fark ettim. Öksürdükçe rahatladım rahatladıkça zorlanan göz kapaklarım usulca yukarı kalktı. Bana saçları alnına yapışmış ıslak şekilde bakan Darius merakla bir tepki bekliyordu.
“İyi misin? Bir şey yaptılar mı sana? Lanet olsun neden benden habersiz çıktın evden. Bitti artık gittiğimiz zaman da öğrenirsin cadılığı. Seni daha fazla burada güvende tutamam işler karıştı.”
Bir türlü susmak bilmiyordu. Onu böyle telaşlandıran neydi? Peki beni böylesine bir bilinmezin içine kim atmıştı? Annem, teyzem ya da büyükannem? Bilmiyorum ama öğrenmek elimde. Gördüğüm şeyler hayal ile gerçek arasında sıkışmış arafı temsil eder gibi. Ben kimim ve neden bu kadar önemliyim?
Darius hala konuşurken gözlerim gök yüzüne çevrildiğinde yıldızları ve en son güneşi gördüğüm yerde cam gibi parlayan ayı gördüm. Kaşlarım ağır ağır çatılırken hemen yanıma büyük bir esinti ile konan İbis konuşan adama nasıl olduğumu soruyor sürekli etrafı gözlüyordu.
Sonunda acıyan boğazıma rağmen kısık sesle “Darius” dedim. Sürekli bir şeyler söyleyen adamın sesini bıçak gibi kesen hitabım gözlerinin yarı baygın gözlerime kilitlenmesine neden oldu.
“Alessia.”
“Üşüyorum.”
Konuşmadı. Az önce susmayan adam tek kelime etmeden uzanıp kollarını bana sararak kucağına aldı ve hızla yürümeye başladı. Hayır bana göre hızlı değil Darius gerçekten hızlı bir şekilde ilerliyordu. Kollarında ben varken üstelik. Evemime geldiğimizde aralık duran kapıdan içeri girdik. Gözlerim hala yarı açıktı ve titremelerimi başımı yasladığım göğsün sıcaklığı ile azaltmıştım.
Merdivenlere yöneldiğimiz sırada mutfaktan ve oturma odasından iki kişi bir anda çıkıverdi.
“Hey onu bulmuşsun.”
“Durumu nasıl?”
İbis konuşanlardan birinin omuzuna konarken basamakları çıkan Darius “İyi ve evet gördüğün gibi buldum. Sabah gitmemiz lazım ona göre geçide önden gidin ve muhafızları uyarın” diyerek yoluna devam etti. Bu defa gözlerimi kapatıp bay ukala dediğim adamın göğsüne daha da sokuldum. Sırtım yumuşak yatağıma değdiğinde acı içinde inledim. Sanki onlarca iğne vardı ve dokunmak onları etimin içine doğru itiyordu. Oysa az önce onun kollarında acıyı hissetmemiştim.
Bunu fark eden Darius dikkatlice oturmamı sağladı.
“Kollarımdayken acı çekmiyorsun çünkü gücümden faydalanıyorsun. Fiziksel acı koruyucular için uzak bir etken. Bak neler olduğu ile ilgili konuşacağız ama önce üzerini değiştirmemiz ve yarana bakmamız lazım.”
Boğazım acıyordu. Ağzımda ise iğrenç bir tat vardı. Yutkundum. Ardından kalkmaya çalıştığımda geri yatağa düştüm. Tüm bedenim sanki ölesiye dayak yemişim gibi acıyordu. Dikkat ederek beni ayağa kaldırdı ve sıkıntı ile nefes vererek “Şimdi seni soymam lazım. İstersen ışığı kapatabilirim ya da gözlerimi bağlar öyle çıkarırım üzerini” dediğinde yorgunca gülümsedim. Bay ukala bir anda huy değiştirmişti de haberim mi yoktu.
“Sadece yüzüme bak yeter. Çıkarmama yardım edersen kendim giyine bilirim.”
Giyinemedim. Darius sık nefesler eşliğinde önce beni soydu. İç çamaşırlarımla yıkadı ve gözlerini gözlerimden ayırmadan üzerimi giyinmeme yardım etti. Ardından elindeki eski bir kutudan yeşilimsi bir şey çıkarıp yüz üstü uzanmamı sağladı ve sırtıma kollarımın arkasına ve bacaklarıma serin bir sıvı sürdü. Daha ilk andan derime değen tuz ruhu gibi bir his yaşatsa da sonrasında yanan tenimin rahatladığını hissettim. Hemen yatağımın baş ucuna gelip tekli pufuma oturduğunda yüzümü ondan tarafa çevirdim.
“Onlar kim?”
Sorumun cevabı gecikmedi.
“Gleb ve Arman. Benim gibi onlarda koruyucu. Geçmişte bazı olaylar olmuş ve haber getirmişler. Bu nedenle yarın sabah gitmemiz gerekiyor.”
Anladım der gibi başımı sallamak istedim ama zor oldu. Bu defa soru sorma sırası ondaydı.
“Sen neden bana haber vermeden evden ayrıldın? Seni bulamadım. İbis nehirde bulmasa yine nerede olduğunu bilmiyordum. Etrafında senin gücünden hariç bir güç vardı ve sana ulaşmamı engelliyordu. Neler oldu?”
Birkez daha yutkundum. Ağzımdaki tat gitmiyordu.
“Markete gittim mağazaya uğradım. Dönüşte nehir kıyısında yürümek istedim ama sonra hemen vazgeçtim. Lakin geri dönemedim. Dün gördüğüm kanlı şelale rüyasının benzeri ile karşılaştım. Hava siyah bulutlarla doldu karşı orman sislendi. Nehir kan gölüne dönüştü. Biri vardı. İkidir onu çok yakınımda hissediyorum. Sarıldı ve bırakmadı. Ben en son ellerimin alev aldığını ve ona bırakmasını söylediğimi hatırlıyorum. Sonra attığım çığlıkla ellerini tuttum ve büyük bir patlama gibi birşey sonrası havalandım. Sonrası yok bende.”
Ona gördüğüm şeyi de anlatmalıydım. Belki bir cevap verebilirdi ya da yol gösterebilirdi ama zihnimde yankılanan o “Anne” sözcüğü ruhumu ve kalbimi sıkıştırıyordu. Korkuyordum ama neden korktuğumu bilmiyordum.
İç çekti. Gürültülü şekilde bıraktığı nefes sonrası komodinin üzerinde duran su şişesinden bardağa koyup beni biraz kaldırarak içirdi ve geri yatırdı. Ayaklandığında “Uyu, ben buradayım. Uyandığında daha iyi hissedeceksin. Sorularına cevabı kahin verecektir. Kapa gözlerini.” Diyerek ışığa uzanıp kapadı. Geri geldiğinde dışarıdan gelen ayın ışığında gölgesini takip ediyordum. Gözlerim daha da ağırlaştığında kapayıp uyumayı seçtim. Garip bir şekilde yanımda bay ukala varken uyumaktan ve rüya görmekten korkmuyordum. Tam dalmak üzereyken kulağıma bir şey fısıldadı ve saçlarıma dudaklarını bastırdı. Ne dediğini ise tam anlayamadım ardından hemen uykuya daldığımı hatırlıyorum.
“Uyu Cara, kader yolumuzu çizerken ruhun rahat olsun.”
***
Aşağıdan gelen viyaklama sesi ile gözlerimi araladığımda yüzüm cama dönüktü ve yastığımın birine sarılarak pozisyon almıştım. Gözlerim mavi gökyüzü ile karşılaşınca esnemeye başladığım anda bir ciyaklama sesi daha geldi. Kaşlarımı çatıp geri dönerek ayağa kalkmayı istemiştim ki karşımda siyahlar içinde duran Darius ile küçük bir çığlık attım. Giydiği zırhı ile bedeni ilk gördüğüm an ki gibi iriydi. Elimi kalbimin üzerine koyarak “Tanrım, ölüyordum korkudan. Sen aklını mı kaçırdın?” dediğimde başını yana eğdi.
“Hala çığlık atıp korkuyorsun. Bunu aşman lazım Alessia. Şimdi acele et. Arman ve Gleb geçiş kapısında bizi bekliyor. Koltuğun üzerindekileri giy ve aşağıya in. Bende İbis’e bakıyorum. Kalan son fareleri yakalıyordu.”
Kaşlarım çatılırken o arkasını dönüp odadan çıktı. Birkaç saniye başımı yastığa koyup yüz üstü uzandım ve tavanı izledim. Zihnim kapılarını açar açmaz olan biten her şeyi hatırladım. Sinir uçlarım uyarılırken yaralarım aklıma geldiği an yerimden zıplayıp ayna karşısına geçtim. Üzerimdeki pijamayı çıkarıp çıplak halimi aynada süzdüm. Nasıl izler bekliyordum bilmiyorum ama tenimde hiç bir şey yoktu. Rahatça nefesimi bırakırken gördüğüm giysiler ile iç çamaşırı çekmecemden bir takım aldım. Önce onları sonra da giysileri giydim. Deri benzeri sağlam kumaştan pantolon üzerine tıpkı Darius’un gömleğine benzer siyah gömlek, gömleğin üzerine gerçek deri olduğunu belli eden ince bir zırh ve yüzüme takmam için maske tarzı son parçayla tam olarak orta çağ kadın savaşçılarına benzemiştim. Elimde yayım ve okum olsa efsane kahramanları gibi pozlar verebilirdim. Biraz rahatsız edici olsa da bedenime tam oturuşu eh işte dedirtiyordu. Ayağıma geçirdiğim bot ve çizme karışımı şey yere basınca hem rahat hissettiriyor hem de kavradığı için ayağın şeklini alıyordu. Sarı saçlarım günden güne beyaza dönüyordu. Bir dönem küllü gri renkleri denesem de sarı her zaman sabit rengim olmuştu ama aynaya bakınca neredeyse yarısının beyaz olduğunu görebiliyordum. Lastik toka ile tepeden ay kuyruğu yapıp komodinin üzerindeki telefona uzandım. Elim havada asılı kalırken gideceğimiz dönemde telefonun çalışmayacağını hatta belki de icat dahi edilmediğini bildiğimden vazgeçtim.
Aklıma gelen detay ile hemen komodinin çekmecesindeki sedef kutuyu çıkardım. Kapağını açtığımda küçük taşları vuran güneş ışığı ile parlıyordu. Uzanıp kolyeyi avucuma aldığımda bu defa daha da parlamaya başladım. Annem bu kolyeyi bana bırakmıştı ve galiba geçmişe giderken yanımda olmasını isteyeceğim şey anahtar şekilli kolye olacaktı.
Sonunda odadan çıkıp aşağı indiğimde oturma odasında oturan adamlar onlara susmalarını söyleyen İbis’i sinir etmekle meşguldü.
“Hadi ama İbis ufacık fareyi nasıl da kaçırdın. Oysa üstünlük sendeydi.”
“Yapma Arman, düşmanını küçümsersen kaybedersin. İbis sadece kazanacağından çok emindi o kadar. Yoksa onun gibi baykuşlar yenilmez olur.”
“Susmanızı istiyorum. Ben onu bilerek bıraktım. Hayatını bağışladım.”
Darius istemsiz kahkaha attı. Onun bu hareketi kalbimde deprem etkisi yaratıyordu.
“Elimden kaçırdım demiyor da hayatını bağışladım diyor.”
Benim beyaz tüylü baykuşum sinirlenmiş olacak ki konduğu yerde önce kabardı sonra da iri kanatlarını açıp pençelerini koltuğumun kenarına geçirdi. Ne yapacağını merak ediyordum ki duyduğum yırtılma sesi ile gözlerim kocaman açıldı. İlk maaşım ile beğenerek aldığım koltuğumun süngerleri dışarı fırlamış kumaşı ise acı çığlıklar atarak parçalanmıştı.
Üç adam da sesini keserken sert birkaç adım atıp karşılarında durdum ve alkışladım. Hemen parçaladığı koltuktan uçan ve şömine üzerine konan baykuşum kafasını yana eğip suçlu çocuklar gibi bakmaya başladı. Sesim yüksekti.
“Beğendiniz mi yaptığınızı, o koltuğu ilk maaşımla almıştım ve çok seviyordum.”
“Üzgünüm leydim. Bir an kendimi kaybettim. Bu arada çok güzel olmuşsun Puer Pythonissam.”
Soluğumu sertçe verirken gülmemek için çaba sarf etmem gerekti.
“Teşekkür ederim İbis ve kıçın iki kere yanacak bunu unutmazsan iyi edersin.”
Başını uysalca eğip “Hay hay leydim. Cezama razıyım.” Dediğinde sırıtan Gleb ve Arman’a dönüp parmağımı salladım. Darius ve İbis bana alışmış olsa da bu ikisinin şaşkın bakışları çok komikti.
“Siz de onu kışkırttınız. Yanmaya hazır olun.”
Sözlerim biter bitmez mutfağa gitmek için yürümeye başlamıştım ki Dairus nefesini verir gibi ona neler olduğunu soran ikiliye “Kendisi son kıç yakıcı olur. Bence geçmişe gidince zırhlarda değişim yapıp kıç koruyucu da taktırmalıyız.” Dediğinde şaşkınca geri dönmekten kendimi alamadım.
Kaşlarını kaldırıp omuz silken adam “Hiç öyle bakma canını sıkana aynı tehdidi savuruyorsun. Koruyucuların kalanına da benzer şeyler söylersen adın son kıç bükücü olarak kalacak” diyerek ayaklandı. Bir şey dememe izin vermeden “Karnını doyur yolumuz uzun” dediğinde sadece başımı sallamakla yetindim. En kolayından tost yapmak için uğraşırken üç adam da evin etrafında bir şeyler yapıyordu. Yiyeceklerimizi yediğimizde gitme zamanımız gelmişti. Dışarı çıktığımızda beyaz tozdan bir çember fark ettim. Kalan açıklığı da bizden sonra kapatan Darius başını eğip sırtındaki kılıcı çıkardı ve bazı sözler sonrasında sertçe toprağa beyaz tozun tam üzerine sapladı. Küçük bir ışık huzmesi sonrası yüzümüze vuran rüzgar yerden başladı ve evin çatısına kadar devam edip durdu. Kılıcını çeken adam “Bitti. Geçmişten geleceğe dönene kadar ev bekçiler için mühürlendi. Eğer girmeye kalkarlarsa hepsi yok olacak” dediğinde bu defa şaşkınlıkla kaşları havalanan bendim.
Nereye ve nasıl gideceğimizi soracağım anda büyük bir cip kaldırım kenarına yaklaştı ve durdu. Cam açıldığında gördüğüm yüz ile bir adım geriledim ve “Bay Alex” dediğimde gülümseyip başını eğdi. Şakacı bir tavırla “Burada geçmişe gitmesi gereken bir leydi varmış. Onu geçide götürmem gerekiyor.” Deyip göz kırptığında aklım uçmak üzereydi. İrileşmiş gözlerimle Darius’a döndüğümde sıkılmış gibi “O da koruyucu ve biz gelene kadar sana göz kulak olmak için yıllardır şimdiki zamandaydı. Artık geçmişe döneceğimiz için bizimle geliyor.” Dedi ve kapıyı açtı.
Bir saattir yoldaydık ve ben hala çeşitli sorularla Doktor Alex’i bunaltıyor diğerlerinin ise beni öldürmeyi düşünmesine neden oluyordum ama ne yapabilirdim ki. Yaşadıklarım normal değildi.
Akşam olmak üzereyken eski bir tapınağın önünde durduk. Gözlerim yuvalarından fırlamak istercesine büyüyor geçmişe nasıl gideceğimiz konusunda aklımda onlarca senaryo kendini belli ediyordu. İndiğimizde Darius yanıma gelip elini belime koyarak oldukça büyük bir taşın önüne doğru yürümemi sağladı.
“Burası mı? Geçmişe buradan mı gideceğiz? Canımız yanıyor mu? Umarım dönerek gitmiyoruzdur çünkü midem bu konuda kendine hiç güvenmiyor. Siz yine genç mi kalacaksınız? Benim silah-“
Elini ağzıma kapatan Darius gözlerime çatık kaşlarla bakarken kısık ama bıkkın bir tonla “Yeter, sus artık. Kılıçlar aşkına hiç susmak nedir bilmez misin sen? Sorular bitiyor teorilerin başlıyor onlar bitiyor yine sorular başlıyor, çenen boyundan büyük haberin olsun” deyip bu defa kolumu tutup yürütmeye devam etti. Bense tüm sözlerimi yutmuş onun irislerindeki dalgalanmaya takılmıştım. Taşa yaklaştıkça beden ısımın yükseldiğini hissediyordum. Sanki ayaklarımın altından saç diplerime kadar küçük kıvılcımlar çıkıyor, iliklerim titriyordu.
Taş garip bir şekilde biz yaklaştıkça renk değiştirmeye başladı. Önce gök yüzü gibi duru bir mavi ardından gece kadar siyah en sonunda zümrüdü andıran yeşile döndü. Hepimiz o taşın karşısında durduğumuzda her bir hücremin kıvılcımlarla dolu olduğunu düşünecek kadar sıcaktı. Şu an yere yatıp “Yanıyorum” ya da “Ölüyorum” değip demir gibi erimem lazımken ben sadece ılık bir kupa tutuyormuşum gibi hissediyordum. Gözlerim taştan diğerlerine kaydığında çığlık atmak istesem de içimde yakaladım ve dışarı çıkmasına engel oldum. İbis de dahil hepsinin göz bebekleri tamamen yeşile dönmüş parlıyordu. Derilerinin altındaki damarlar belirgindi ve içinde akan kanın hareketini dahi görebiliyordum. Onlara ne olduğunu anlamaya çalıştığım birkaç saniye sonra taş ortadan ikiye sanki yıldırım düşmüş gibi yarıldı ve sağa sola açıldı. Bir adım gerilemek istediğimde dirseğimden tutan Darius o yarığın içine doğru yürürken beni de çekmeye başladı.
Geçemeyeceğime o kadar emindim ki çarpma hissi yaşayacağımı düşünsem de hiç bir şey olmadı. Bulutun içinden geçmek kadar kolay ve değişikti. Gözlerim her yerde seri şekilde dönerken karşımızda beliren dört adet gölge ile elimde olmadan çığlık attım ve hala dirseğimi tutan adamın koluna sarıldım. En azından Darius’un kim olduğunu biliyordum ve güvenebilirdim.
“Yine çığlık attı.”
Arman hemen arkamdan başını uzatıp sırıtırken Gleb kıkırdadı. Hadi ama gençler yeni alışıyorum ben bu şeylere ve korkmam çığlık atmam hatta sizden kaçmam normal değil mi? Tabi karşımızdaki gölgelerden biri usulca bize yaklaşmaya başladığında tutunduğum kolu daha da sıktım. İçimdeki o bilinmezlik etkisi beni delirme noktasına getiriyordu. Karanlık süliet yavaş yavaş insan bedenine dönüşürken dişlerimi sertçe birbirine geçiriyor akan kanımın hızını hissedebiliyordum.
“Korkma.”
Karşıma kadar adım adım yürüyen kişi ile gözlerim yuvalarından fırlamak ister gibi irileşti ve ortamı saran yutkunuşum kulaklarımda gürültülü patlamaya neden oldu. Gözleri siyah birer kuyu gibi beni içine çekerken, benden en az iki katı uzunluktaki bedeni dövmeye benzer desenlerle kaplıydı. Bacaklarını saran siyah kumaş belindeki kalın demir kemerle bütünleşiyordu. Belden üstü çıplaktı. Göğsünü saran çizgiler bir ejderhayı ve hemen yanında kanatlı atı simgeliyordu.
İbis omuzuna konduğu Darius’tan ayrılıp benim omuzuma kondu ve “Korkma Alessia. Rani geçmiş ve geleceğin kapısındaki muhafızların başı” değince bakışlarımı muhafızdan çekip baykuşuma döndürdüm.
“İbis, bana korkma demekten vazgeçmeniz gerekiyor. Tanrı aşkına bu şey resmen dev gibi ve gözleri...”
Sözlerime devam etmeden önce göz ucuyla ona bakıp hızla geri döndüm. Sesim daha da kısılmış fısıltıya dönüşmüştü.
“Gözleri simsiyah, sanki yok gibi.”
Adının Rani olduğunu öğrendiğim muhafız “Genç cadı çoğu şeyden habersiz ve bilgisiz. Zaman içindeki geçişlerde kaybolabilir ya da zihni silinebilir. Onun geçişine izin veremeyiz.” Dedi. Sesi insanın içini üşütecek kadar soğuk, damarlardaki kanı çekecek kadar ürkütücüydü. Darius, duyduklarından sonra gerilirken İbis derince bir nefes alma ihtiyacı hissetti. Bense sözlerinde takılı kalmıştım.
“Ne demek kaybolabilir ya da zihni silinebilir? Bu mümkün mü? Kaybolunca ne oluyor?”
Sorularımdan sonra hemen yanımda olanlar ellerini yüzlerine sıkılmış gibi kapatırken Rani başını hafifçe yana eğip göz bebeklerime daha derin baktı. Sorularım onu rahatsız etmiş gibiydi. Orada sanki ben yokmuşum gibi konuşmaya devam ederken sinirlendiğimi hissediyordum.
“Çok zayıf ve bilgisiz. Onun geçmesine izin veremem.”
Alex “Ama geçmesi gerekiyor. Geçmişe dönmeli ve savaşı kazanmalıyız. En azından onun için bunu denememiz gerekiyor. Zaman azaldı. Kilise peşine çoktan düştü. Kanlı ayda her şeyin seyri değişebilir.” Diyerek ikna etmek istese de muhafız umursamadı.
“Güçsüz ve bilgisiz. İzin veremem.”
Tenimin altında titreşmeye başlayan damarlarımı hissedebiliyordum. Sanki içinden geçen kan ısınıyor hatta kaynıyordu. O her defasında güçsüz ve bilgisiz dedikçe bilmediğim tarafım nedenini çözemediğim bir güçle doluyor zihnimin odaları kilitli kapılarını kırıyordu. Hemen omuzumda olan İbis kanatlarını açıp muhafıza doğru “Geçmişe dönmesi için geçitten geçmesi şart.” Dese de arkasını dönen adamın umursamadığı açıktı. Neden bilmiyorum ama bir adım ileri çıktım. Oysa ben az önce korktuğum için sinir olduğum Darius’un koluna yapışıp ona sığınmıştım ama şimdi her şey çok farklıydı.
At kuyruğu yaptığım sarı saçlarımdan tokanın sıyrıldığını hissediyordum. Etrafımdaki herkesin kalp atışlarını ve güçlerini ruhumun her yanında birer ışık huzmesi şeklinde görebiliyor, aldığım nefesin şekli dudaklarımdan sızarken kendini belli ediyordu. Parmak uçlarımda yanma hissi beni sarmalarken adımlarım daha da cesaret ve güç doluydu.
“Ben güçsüz değilim.”
Sözlerim tane tane ve sertti. Sanki onu dedikleri için pişman edersem güçsüz olmadığımı kanıtlarım gibi geliyordu. Arkamdan seslenen hatta kolumu tutmaya çalışan Darius’u önemsemiyordum. Tek hedefim ve durağım Rani adlı muhafızdı.
Geri dönen adam ile karşı karşıya bu defa ben geldiğimde “Geri çekil genç cadı” demesini aldırmadım. Tek kaşım kalkarken havalanmaya başlayan saç tellerim omuzlarımdan ve sırtımdan ayrılmıştı.
“Ben güçsüz değilim.”
“Sen güçsüz bilgisiz ve aptal bir cadısın. Geçmişin kaosunu senin çözeceğine nasıl inandılar anlamıyorum.”
Gözlerimi büyük bir öfke ile kapatıp açtığımda olduğumuz ortam aydınlanmış sadece ikimizi içine alan saydam bir fanusun içinde kalmıştık. Şu an nasıl görünüyordum bilmiyorum ama kulağıma dolan bağırışlar, fanusa uygulanan güç çok uzaktan geliyordu. Muhafızın kaşları çatılmış gözleri artık ilk anda gördüğüm gibi siyah değildi. Normal insan formuna geçmiş ela tonlarına bürünmüştü.
Bu defa başımı yana eğip ona küçümseyen bakışlar atan bendim. Garip olan onun da gülümsüyor olmasıydı. Hem de istediğini elde etmiş gibi ukalaca bir sırıtış köşeli yüzünde sinir bozar halde duruyordu.
“Sen hala oldukça aptal bir cadısın.”
Yanan parmak uçlarım mavi ile kırmızı tonun karışımı olan alevleri havaya karıştırırken aydınlık olan zihnim bir anda güneşin önüne geçen ayın ışığı kesmesi gibi karanlığa gömüldü. Neler olduğunu bilmiyordum ama bedenimde patlayan güç beni yok etmek için çabalıyor gibiydi.
DARİUS’TAN...
Karşısına çıktığımız andan itibaren küçük bir kız çocuğu olarak gördüğüm ve başına gelecekler için endişelendiğim kızın şu an ki hali gözlerimi irileştirmemi sağlamıştı. Delirircesine güç kalkanına yumruklarımı geçirmem bir işe yaramıyordu ya da Arman Alex ve Gleb’in kılıçları ile güç uygulamaları fayda etmiyordu. Kapı muhafızı Rani onu küçük görmüştü. İçindeki gücün potansiyelinden habersizdi. Aslında bundan hepimiz habersizdik. Yapabilecekleri sınırsızdı. Ne olduğu nelere gücünün yettiği büyük bir bilinmezlikti. O hem geçmiş hem de gelecek için kurtarıcı ama aynı zaman da gücüne kilisenin erişmesi halinde yok ediciydi. Kahin onu hemen geçmişe isterken gördükleri kaburga kemiklerinin kırılmasına neden olmuştu. Acı içinde haykırırken çoktan yola çıkmış olmamız duyduğumuz çığlıklardan etkilenmemize engel değildi. Şimdiyse başının etrafında uçuşan sarı saçları, yerden kesilmiş ayakları ve muhafıza karşı güç gösterisi hem kiliseyi hem de yer altı konseyini buraya çekmeye yeterliydi. Bir an önce gitmemiz gerekiyordu.
“Onu durdurmamız gerekiyor Darius, kontrolden çıkıyor.”
“Biliyorum İbis ama çok güçlü, kalkanı kıramıyorum.”
“Lanet olsun, dur artık Alessia dur!”
Diğer muhafızlar da bizim gibi güç alanına girmeye çalışıyor ama beceremiyorlardı. Gözlerim onun bedeninde beyaza dönen gözlerinde ve havada dans eden saçlarında dolanırken nehirde bulduğum an kafamın içinde çığlık attı. Nefessiz kaldığını düşünmüş kollarımda taşırken beden ısımla rahatlamasını sağlamıştım. Alessia. O çok farklı bir cadıydı. Daha cadılıktan bir haber kendi kendine yaşadığını düşünen, sıradan şeyleri seven ve ruhu kirlenmemişti. Ona ulaşamadığım her an kalbimde büyükçe bir sızı ile elim göğsüme giderken dizlerimin üzerine çöktüm. İrislerim göz kapakları altına saklanmayı reddedercesine ona sabitlenirken teninin de alev aldığını göğsünde büyükçe bir ateşin harlandıkça harlandığını fark ettim. Gücü çok fazlaydı ve kontrol edemediği için yok olmasına neden olacaktı.
Sesim kesilen nefesimle kısılırken “Alessia” diye fısıldadım. Sesimi duyması ve durması gerekiyordu. Etime yerdeki ince taşlar batmaya başladığında kanımdaki güç mıknatıs etkisi gibi çekilirken kalkanın da ışığının azaldığını fark ettim. Işık azaldıkça gücüm de yavaşça yerine gelmeye başladı. Göğsümdeki sızı yerini ufak tefek teklemelere bırakıyordu. Yerden bir metre kadar yükselen kızın avuçlarındaki ve göğsündeki ateş cılızlaşmış, sağa sola savrulan saçları ipek telleri gibi omuzlarına geri düşmeye başlamıştı. Etki daha da azaldığında yerden kalktığım an zemine çarpacak olan bedeni son anda yakaladım. Teninde hala incecik kıvılcımlar süzülüyor damarları parlıyordu. Saçlarını okşadığımda avuçlarıma bulaşan mavi pırıltılar yıldız tanelerini anımsatıyordu.
Alex yanımıza çökmüş bileğini tutarken nabzını kontrol ediyor iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Rani ise yerde kıvranıyor ama kıkırdamadan da kendini alamıyordu. Kaşlarım çatıldı.
“Rani, gülmeyi kes ve ne yapmaya çalıştığını açıkla. Ikiniz de ölebilirdiniz!”
Oturur hale geldiğinde yüzünde ince çizikler vardı. Sanki bir kaplan ile savaşmış ve tırnak darbeleri almıştı.
“Onu denedim koruyucu. Ne kadar güçlü olduğunu ve bunu kontrol edip edemeyeceğini öğrenmem gerekiyordu. Geçmişin kaosu geçit kapısını ve katmalarını da etkiliyor. En az siz kadar biz ve koruduğumuz şeyler de tehlike altında. Kilise bizim iznimiz olmadan geçitten geçmenin yollarını bulmuş durumda. Zaman akışında yırtıklar var, en önemlisi olay örgülerinin değişimi demek geleceğin bozulması anlamına geliyor.”
Gözleri bir an kollarımdaki kıza kaydı. Irislerinde gördüğüm hayranlık dişlerimi sıkmama ve gerilmeme neden olurken yeniden bana baktı ve “O, çok güçlü. Bizim kilisenin hatta yer altı konseyinin bile tahminlerini aşan etkisi ve kabiliyeti var. Sen ve koruyuculara çok iş düşüyor çünkü o yok olursa başta geçmiş sonra gelecek ve en nihayetinde hepimiz yok olabiliriz.” dedi. Ayağa kalkarken sırtını tutup dişlerini sıksa da yine de iyi durumdaydı.
Alessia onu yatırdığımız taşın üzerinde hareketsiz yatarken zayıfça inip kalkan göğsü her nefesinde daha da kuvvetlenmeye başladı. Sanki aldığı hava içindeki görünmeyen yaralarına şifa oluyordu. Ibis hemen baş ucuna tünemiş ara sıra başını onun yanağına sürtüyor, ötüş şeklini değiştirerek sihirli sözler fısıldıyordu.
Gleb, yarıktan geçip yanımıza geldiğinde kaşları çatılmış yüzü kızarmıştı.
“Geliyorlar.”
Rani muhafızları bir araya toplayıp yarığı koruma altına alırken oturduğum taşın üzerinden kalkıp hızla Alessia’nın yanına ulaştığımda üzerine eğilip hafifçe yanağına dokundum. Bir an önce geçitten geçip gitmemiz gereken zamana ulaşmamız gerekiyordu. Dokunuşum ile teninin titrediğini hissettim. Sağlam bir nefes alıp yeniden yanağına dokunduğum an da yarıktan giren Rani “Onu alın ve gidin. Kilise kalabalık bir grup göndermiş durumda.” dediğinde ayılmasını beklemeden onu yeniden kucağıma aldım ve mavi büyük taşın önüne geldiğimizde hepimiz ruhlarımızın kapılarını ardına kadar açtık. Gözlerimizi kapadığımızda açılan kapının ve önümüze çıkan köprünün hissi her yerimizde dolanıyordu.
Kucağımdaki kızı sıkı sıkıya tutarken ilk adımı attım. Arkamdan gelenler sürekli olarak dikkat etmem gerektiğini fısıldaması bir yana her adımda geçtiğimiz zaman tünelleri sanki savaş meydanındaki puslu havayı andırıyordu. Her adımda evime biraz daha yaklaşırken yanımda onun olması hem yaşanacakların büyüklüğünü gösteriyordu hem de tam hissettiriyordu.
Geçtiğimiz köprü üzerinde büyük kapılar yer alıyordu. Her kapı bir geçtiğimiz asrın izlerini taşıyordu. Alex ve Gleb çevremizi koruyucu ağ ile sararken en az hasarla kurtulmak tek isteğimizdi. Alessia kollarımda kımıldansa da uyanmıyor ama anlayamadığım sözler mırıldanıyordu. İbis hemen yanımızda uçsa da gözleri saçlarının ucu beyaza dönmüş kızdaydı. İlk kapıdan geçtiğimizde rüzgar uğultu şekilde her yerimize kırbaç gibi iniyordu. Birbirimize daha da yaklaştık. Kendimi yumurtasını koruyan bir penguen gibi hissediyordum. Bu düşünce yüzümü buruşturmama neden olurken ikinci kapı bizim için açılıyor ayaklarımız yerde kalmakta zorlanıyordu. Bedenimiz hortumu andıran hava akımı içinde direnirken gücümüzü son kırıntısına kadar kullanıyorduk.
Geçmemiz gereken son kapının önüne geldiğimizde nefesimizi tutmadan edemedik. Arman Gleb ile kapıyı zorlarken kollarımda hareketlenen Alessia sanki canı yanıyormuşcasına inlemeye başladı. Yüzü kasılıyor bedeni titriyordu. Zaman arası geçişler onu kötü etkiliyor olmalıydı ama hızlı olmamız gerekiyordu.
Kapı son kez bizim için aralandığında bir anda çığlık atan kız ile duraksasak da ileri adımlamakta gecikmedik. Sanki uçurumda düşüyormuş gibi olduğumuzda hepimiz endişeliydik. Çünkü bu düşüş devasa bir hortumun tam da içineydi. Sadece saniyeler sonra kollarımdaki Alessia yok oldu. Döne döne savrulduğumuz için artık onu tutamamıştım. İbis acı acı bağırırken tek istediğim onunla aynı yere düşmemizdi. Yine de sanki hava akımına karşı koyabilecekmiş gibi git gide bizden uzaklaşan kızın peşinden gitmeye çalışırken Arman ile Gleb benimle hareket etmeye çalışıyordu.
Son bir gayretle ona ulaşma çabasına bürünsem de dibe çekilmemiz ve sert biçimde yere çarparak durmamız saniyeler içinde oldu.