3.DAVETİSİZ MİSAFİR?

2392 Words
Darius, karşımda şimdilik bilmem gerekenleri sıralarken gücüm ile ilgili de daha net şeyler anlatmaya çalışıyordu. Az önceki mutfak olayını ise göz ardı etmek benim için oldukça zordu. Geçmişten gelen bir adamın kışkırtıcı gözlerinin tenimde böylesine dolaşması karnımdaki ateşi körüklemişti. Cinsellik konusunda bilgin okuduğum ve izlediklerimle sınırlı olsa da o an hem deli gibi ölmeyi istemiş hem de tek hamlede kaslarını gözüme gözüme sokan adamın kucağına atlayıp bedenime kabul etmek istemiştim. Aptallık. Delilik. Saçmalık. Her ne denirse artık. Adam geçmişten gelmişti ve tanrı bilir kaç yüz yaşındaydı. Üstelik durup dinlenip bana laf sokuyor, sürekli olarak alt etmeye çabalıyor ve gücüm konusunda anlattıklarını dinlerken kendimi tam bir idiot olarak hissetmemi sağlıyordu. Ama bir şeyden emindim. Güçlerimi kontrol ettiğim ilk anda yakacağım ilk kıç onun olacaktı. "Alessia, ateşi kontrol edebilir ya da bedeninde oluşmasını sağlayabilirsin. Zihninde kutsanmış varlıkları duyabilir, gücü olan her varlıkla iletişime geçebilirsin ama..." "Ama?" dedim. Cümle iyi giderken araya giren ama sözcüğünden nefret ediyordum. Bu bir sorun ya da sıkıntı olduğunun kanıtı gibiydi. Her şey birbiri ile öyle karışmıştı ki aklımı toplamakta zorluk çekiyordum. İbis hemen yanıma tünemiş Darius anlatırken onun sözlerini pekiştirir gibi tepkiler veriyordu. Evet, ben Alessia Dalca şu an karşımdaki adamın büyücülük cadılık ve daha fazla fantastil bilgi verişini yanımdaki “KONUŞAN” baykuş ile dinliyordum. Birkaç gün önce bunu söyleseler ilk önce söyleyen kişi için klinik araştırması yapıyor olurdum. Dikkatimi kalın dudakları ile bir şeyler anlatan Darius’a vermeye çalıştım. "Ama, senin soyundan gelen bazı güçlerin var ve açığa çıkmış şeyler değiller. Bunu senin başarman gerekecek." "Şimdi ben doğru anladım değil mi? Kilise bize karşı. İnsanların beyinleri bizleri yakmak parçalamak ve daha bir çok uçuk fikirle dolu. Geçmiş aslında geçmiş değil ve orada hala bir şeyler yaşanıyor. Biz de o zamana geri döneceğiz. Durdurmam gereken şeyler var gücümü açığa çıkarmalıyım ve sana zorluk çıkarmamalıyım." Kısaca bana anlatılanı ve anladıklarımı özet geçerken Darius sırıtarak "Evet, çığlık atmadan bayılmadan ve bizi yakmadan sakince dinleyince en azından ana kısımları net şekilde anlamışsın." Dediğinde İbis "Darius" diye uyarıda bulundu. Bense gözlerimi kısıp karşımdaki adamın gözlerine dik dik bakıp sevimlice sırıttım. "Merak etme bay ukala, güçlerimi açığa çıkarayım yakacağım ilk kıç seninki olacak." Sözlerim biter bitmez ayaklandım. İçimden geçenleri açıkça söylemek iyi hissettirmişti. En azından bazı yerlerinin yanacağını bilmek ve bunu benim yapacağımı öğrenmek az da olsa ukalalığına birazcık ara vermesini sağlatabilirdi. Yanından geçerken göz devirmeden edemedim. En sevmediğim şeylerden biri olsa da Darius göz devirme rekoru kırmamı sağlayacak gibiydi. Mutfağa geçerken "Ben acıktım siz neler yiyorsunuz" dedim çünkü gerçekten acıkmıştım. İbis "Bana iri bir fare olabilir" değince istemsiz kahkaha attım. "Hemen dolaba bakıyorum geçen gün yediğimden kalan parçalar varsa sana ikram edebilirim" diyerek görüş açılarından çıktım. Tanrım, resmen delirmiştim. Zaten gördüğüm kabuslar yaşadıklarım akıllı kalmam için çok fazlaydı. Geride bıraktığım Darius’un ise benden tepki büyük ihtimalle "Ne fare mi?" diye çığlık atmam ve yüksek bir yere çıkmamdı ama hiç de öyle olmayacaktı. Ben diğer NORMAL insanların aksine fare böcek yılan tarzı hayvanlardan kokrmazdım. İzlediğim çoğu belgesel onlarla ilgili olurdu ve gayette güzel ilerlerdi. Düşüncelerime gülerken dolaptan çıkardığım etten sonra "İbis gel sana etini hazırladım" diye bağırdım. Kanatlarını açan hayvan anında havalanırken kanatlarının esintisini tenimde hissedebiliyordum. Onun sesini zihnimde hissederken kaşlarım çatılmadan edemedi. "Darius, Ales ile iyi geçin o bu işlerde en masum olan. Kehaneti unutma." Kehanet? Neyin nesiydi bu böyle? Tezgahta daha fazla şeyi anlamak ister gibi çattığım kaşlarım ile küçük küçük parçaladığım kırmızı etlerin yanına konan hayvanın yemesi için ileri iterken diğer yandan sandalyeye oturan adama bakmamaya çalışıyordum. Aslında belki de bakmalıydım. Daha dikkatli ve daha derinden incelemeli sorular sormalı ve cevapları net bir şekilde almalıydım. Etleri yutmaya başlayan İbis teşekkür amaçlı başını koluma sürterken zihnime dolan şeylere kısa bir ara verip tüylerini okşarken ona nasıl da hemen alıştığımı düşündüm. Aklıma gelen düşüncelerle gözlerim açılırken kollarımı göğsümde bağlayıp "İbis, teyzemin de bir baykuşu var mıydı? Yani senin gibi başkaları da oldu mu?" diye sordum. O kadar çok merak konusu ve öğrenilmesi gereken şey vardı ki sek sek oynayan çocuklar gibi oradan oraya atlıyor önüme geleni sormaya çalışıyordum. Kafamın içindeki liste ise oldukça uzundu. Gagasındaki eti ağzının içine alıp yutan hayvan usulca başını eğip kaldırdı. "Vardı. Her cadının olur. Yani en azından bizim soyumuzun hizmetine layık olanların. Cadı yaşadığı müddetçe hayvanı da yaşar ve ruhu bedeninden ayrıldığı an onlar da ölür. Yaşamlarımız birbirine bağlı." "Mühür gibi bir şey mi demek istediğin?" Mühür sözünden sonra bana bakmayı kesen İbis gözlerini Darius'unkilere dikti. Bu durum dikkatimden kaçmazken alacağım cevabı sabırla beklemeye başladım. İkisi bir süre daha bakıştıktan sonra geri bana dönen İbis yeniden başını salladı ve “Evet, mühür gibi diyebiliriz.” Diyerek geciken cevabı verdi. Öğlen olduğunda öğrendiğim yeni bir konu daha vardı. Geçmişe gitmek. Gitmeden güçlerim için sıkı bir çalışma ve tüm bunların sadece iki hafta için de olacak olması. Benim bir işim vardı. Düzenim ve yapmam gerekenler bir köşe de öğrendiklerimle kaderim olan şeylerse diğer köşedeydi. Sonunda üzerimi giyinip evden çıkmak istediğim de merakla bakan ikiliye açıklama yapma gereksinimi hissettim. Bunu neden yaptığımı bilmesem de kilise tarafından istenmiyor oluşumuz ve yabani geyik gibi bizi avlamaları biraz da olsa asi kişiliğime zincir vuruyordu. “Ben çalıştığım tıp merkezine gidip istifamı vermeliyim. Oradaki dolabımda eşyalarımda var ve biraz da hava almak istiyorum.” Ayağa kalkan Darius “Bende geliyorum” dediğinde göz devirdim. Evet evet sende gel ve ben herkesin dikkatini bir güzel çekeyim. Hatta şu Bekçiler bile rahatlıkla beni avlasın. Başımı geri yatırıp oflarcasına bir nefesi içime çekip geri koyverdiğimde yüzüme yerleşen ifade bıkkınlıktı. “Gelme dersem de geleceksin değil mi?” Başını salladı. Ellerimi belime koyup şöyle bir üzerini süzdüm. Gözlerimle işaret ederken “Böyle çıkarsan herkesin dikkatini çekersin. Bunu tahmin ediyor olmalısın.” Dediğimde yüzüme başta anlamaz şekilde baktı. Sonra durumu fark etmiş olacak ki ne yapacağını bilmeyen küçük erkek çocuklarını gibi eli ensesine gitti. Ah lanet olsun öyle değişik duruyordu ki bedenimde oluşan o kıpırtılar can sıkıcı boyuta geçmişti. Başımı yana eğip gözlerimi kıstım. Bir dakika kadar düşündükten sonra aklıma gelen fikirle sırıtmaya başladım. Demek ki bay ukalanın kıçını yakmadan da sinirimi çıkarabilecektim. “Dur ya aklıma ne geldi. Babamın giysileri evin küçük odasında hala dolapta duruyor. Biraz eski model ama en azından şu bedenine yapışmış pantolon ve milattan öncesine ait gibi duran gömlekten daha iyi olur.” Tek kaşı kalktığında yüzüme dikkatle baktı. İşaret parmağını kendine çevirip “Bunlar zaten çağlar öncesine ait” diyerek tespitte bulundu ama ben umursamazca elimi sallayıp merdivenlere yönelmiştim bile. “Benimle gelmek istiyorsan acele et. Hatta kısa bir duş fena olmaz. Resmen kızma ama küf kokuyordun.” Yalan. Tanrı bana cehenneminde büyükçe bir oda ayıracaktı bunun için ama gerçeği söyleyemezdim. Arkamdan İbis’e “Onu boğabilirim” dediğini duydum. Basamaklar biterken bende karşılık olarak “Seni yakabilirim” dedim. Yalan değil şu güçlerim açığa çıktığında yakacaktım o kıvrımlı sıkı ve güzel kıçını. Önce giysileri ayarladım. Şükür babam da en az onun kadar iri yarıydı da yazlıık bir tişört ve kapri kıyafet sorununu halledecekti. Sonra da banyoya girip suyu ayarladım. Her ne kadar itiraz etse de kendi şampuanımı ve duş jelimi verdim. Aşağı inip koltuğa kendimi attığımda İbis bir kedi edası ile kucağıma geldi ve tünedi. Tüylerini sevmem hoşuna gidiyordu. Bunu küçük mırıltılarından anlayabiliyordum. Dakikalar sonra kısık sesle aklıma gelen düşünceyi onunla paylaştım. “İbis, gerçekten fare istiyorsan bodrum kattaki yaşayan küçük koloni senindir. İlaçlamama rağmen resmen ölüme meydan okuyorlar. Üst kata çıkmasalar da çıkardıkları gürültü can sıkıcı. Biz gidince her şey senindir.” Boynunu bana çeviren hayvan sanki gülümsüyor gibiydi. Başını eğip “Çok naziksiniz leydim. Bu iyiliğinizi geri boş çevirmeyeceğim.” Dediğinde kahkaha atıp gagasının ucuna öpücük kondurdum. Başını kaldırdığımda gördüğüm manzara ile aynı anda zihnimde bir ses yankılanmaya başladı. “Alessia. Puer Pythonissam.” Tepki vermek istedim. Kıpırdanmak, yutkunmak, gözlerimi çekmek ya da nefes almak ama hiç birini yapamadım. Sadece küçük bir göz kırpması sonrası kendimi büyükçe bir dağın tepesinde akan şelalenin yanında buldum. Kuş bakışı baktığım orman simsiyahtı ve yer yer alevler yükseliyordu. Derken akan şelale kızıla boyandı. Su kıvam aldı ve daha ağır akmaya başladı. Şaşkındım. Tüm bedenim gözlerim hariç sanki benim isteğim dışında hareket ediyordu. Bir nefes hissettim. Buz gibi ama üşütmekten çok zihnime dokunan bir nefes. Ensemdeki saçlarımın arasından sızıp boynumu dolanan hava akımı göğsümün büyük bir nefes ile havalanmasını sağladı. Arkamda biri vardı. Sırtım sert göğse değmeye başlamıştı. Kaburgalarım sızladı. Kolumun üzerine yatmışım da uyanınca acı verici uyuşması ile karşı karşıya kalmışım gibiydim. Saç diplerimden ayak tırnağıma kadar acıyordu. Belimi bir çift kol sardığında karanlık ormandaki alevler yükseldi. Sanki ağzından ateş püskürten bir ejderha yakıp küle çeviriyordu. Kulağıma dolan fısıltı gözlerimi kapamama neden olurken kollarımdan sarsıldığımı hissettim. İrislerim göz kapaklarından yeniden azat olduğunda ise çatık kaşlarla Darius bana bakıyor İbis ise gözleri kapalı bazı sözcükler söylüyordu. Bedenim kilitlenmiş gibiydi. Neler olduğunu anlayamıyordum. Evimdeydim hatta koltuğumda oturuyordum ama gördüklerim hayal olamayacak kadar gerçekti. Alevler kanlı şelale, belime dolanan kol ve tenime değen fısıltı. Sonunda yutkunabildiğimde kollarımdan tutulduğum gibi ayağa kaldırıldım. Beynim uyuşmuş gibi tepkisiz kalırken İbis sözcüklerini bitirmiş “Onu hemen soğuk suyun içine koymalısın” diye tek hamlede beni kucağına alan adama talimat vermişti. Hey, bende buradayım neler oluyor biri anlatacak mı? Merdiveni onun kucağında çıktım ve kendi odama girdik. Yolu ezbere biliyormuş gibi banyoma ilerledi ve küvetin karşısındaki klozetin üzerine oturmamı sağladı. Hala kıpırdayamıyor irislerim haricinde hiç bir uvzumu oynatamıyordum. Oysa merdivenlerden inen Darius ile birazcık eğlenip evden çıkmayı istemiştim. Göz açıp kapayana kadar olan sürede gördüklerim ruhumun girdiği derin girdap resmen tüm sinir uçlarıma uyuşturucu iğne yapmış gibiydi. Suyu açışını ve üzerindeki tişörtü çıkarışını izledim. Sırtında birkaç dövme vardı. Ya da işaret emin değilim. Kılıç ve ok şekilleri çarpı işareti gibi iç içe geçmişti ve ortasında kızıl bir alev vardı. Değişikti. Şu an aklımın almayacağı kadar derin görünüyordu. Yanıma yaklaştı ve üzerime giydiğim bebe mavisi kalın askılı elbisemi dikkatlice çıkardı. Karşısında altımdaki kısa şortum ve sporcu sütyenim ile kalsam da gözleri irislerimden başka bir yere bakmıyordu. Onun bakışları kalbimi titretmeye yetiyordu. Sanki içimdeki küçük yangının etrafını korumaya alıyor sadece bir yeri tutuşturup küle çevirmesine müsade ediyordu. Zihnim uyarı çanlarını çalmaya başladığında göz bebeklerim onun hapsinden kurtuldu. Bu da neydi böyle? Geçen yarım saatte benimle kuvete girdi ve soğuk suyun her zerreme nüfuz etmesine özen gösterdi. Başımızdan aşağı akan damlalar beni gerçekliğe döndürmeye başladıkça derin derin nefesler almaya başladım. Ciğerlerim resmen bayram ediyordu. Çenemi açarken dişlerimdeki acı zonklama ve damağıma yayılan derisimsi tat çok fazla sıkılı kaldığının göstergesiydi. Kımıldamaya ve ondan bir milim de olsa uzağa gitmeye çalıştığımı gördüğünde kalkıp küvetten çıktı. Üzerindeki ıslak kapri ile bedeninden süzülen sular yanaklarıma kanın hücum etmesini sağlarken dışarı çıktı. Sonunda bende kalkıp suyu ılığa sevirerek duş aldım ve çıktım. Her şey çok garipti. Oldukça garip. Merkeze gitme fikri bugünlük askıya alınmış üzerinde eski gömleği ve pantolonu ile karşımda oturan adamın gözlerine dikkatle bakıyordum. Son yarım saattir neler olduğu konusunda onlarca soruma tek bir mantıklı cevap veremiyorlardı. “Bakın ikinize de son kez soruyorum.” Dedim ve İbis’e döndüm. Parmağımı tehdit eder gibi sallarken “Şu bay ukalanın kıçı ile senin kıçını da yaktırma bana ve lütfen düzgünce anlatın neler oluyor?” deyip gözlerimi kıstım. İbis başını yana eğip baka dikkatle baktıktan sonra usulca eğilerek reverans yaptı ve sakin bir tonla konuşmaya başladı. Ah ben bu hayvana neden kızamıyordum. “Leydim, inanın ne bilmeniz gerekiyorsa hepsini sırayla öğreniyorsunuz. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibisiniz ve bir bilgiyi vaktinden önce öğrenirseniz bunun size yararı değil zararı çok fazla olur. Benim kıymetli kıçım sizin ateşinizden nasiplenecekse cezama elbette sessizce durarak boyun eğerim ama şu an için yapmamız gereken güçleriniz konusunda sizi eğitmek.” Başımı olumsuz anlamda sallarken beni bekleyen şeylerin büyüklüğüne bir kez daha şahit oldum. Büyük ihtimalle canım yanacak, oradan oraya savrulacaktım ama sonunda iyi bir şeyin olmasını umut etmekten başka çarem yoktu. **** Market dönüşü girdiğim giysi mağazasından Darius’a iki tişört ve şort alarak çıktığımda değişik hissediyordum. Gıcıktı. Ukalanın önde gideniydi ve kendini beğenmişti ama yanıma yaklaştığında kalbim göğüs kafesimde hızını arttırıyor nefesim boğazıma düğümleniyordu. İşin garibi zihnim bundan rahatsızlık duymam için adeta savaşa girmişti. Nehir boyunca yürümek için ana yoldan patikaya saptığımda bedenimde karıncalanmaya başladı. Sanki biri ıslak parmak uçlarımı ucu açık elektrik kablosuna dokundurmuş da voltajı arttırıyormuş gibiydi. Geri dönmek istediğimde bedenim buna izin vermedi ve ben Aniene nehrinin berrak suyunu görene kadar yaklaştım. Öyle tuhaf bir histi ki parmak uçlarımda küçük sızılar hissediyordum. Karmında ise büyükçe bir ateş. İki büklüm olmayı istesem de yapamıyordum. Öğlen güneşi tam tepedeyken etrafı saran bulutlar normal değildi. Hele ki karşı ormanın içinden yükselen sis normalde olsa avazımın çıktığı kadar bağırmama neden olabilirdi. Bense sadece bakıyordum. “Alessia.” Yine aynı fısıltı. Ensemde hissettiğim o buz gibi nefes ve önümdeki nehrin adım adım kırmızıya boyanışı. Sadece dudaklarımı aralayıp “Kimsin sen?” diyebildim. Bedenim yine kilitlenmişti. Sanki biri ya da bir şey sadece ona odaklanmamı istiyordu. “Alessia. Benim Puer Pythonissam.” Yeniden sordum. “Kimsin sen?” Sırtımda hissettiğim göğüs almaya çalıştığım nefesin ciğerlerimde hapsolmasına neden olduğunda karnımdaki ateş yükselmeye başladı. Sanki kusmak üzere olduğum bir safra gibiydi. “Yakında Alessia, çok yakında karşılaşacağız. O zamana kadar zihninin sana söylediklerine uy.” Belimden karnıma doğru bir çift kol uzanmaya başladığında kafamın içinde ikinci bir ses duymaya başladım. “Alessia! Alessia neredesin?” Bu Darius’tu. Onun sesi yükseldikçe kim olduğunu bilmediğim ses kısıldı. Ama belimi sarmayı planlayan eller devam etti. Kulağımın hemen altına doğru sızan serin soluklar kalbimi buz tuttururken zihnim bana her şeyin doğru olduğunu haykırıyordu. Kalbim ve zihnim. Çetin bir savaşa tutunduğunda gözlerimin gördüğü nehir tıpkı şelale gibi olmuştu ve içindeki canlılar yüzeyde cansız şekilde öylece duruyordu. Saniyeler içinde soru cümlesi değil de “Hayır” nidası dudaklarımdan dışarı kopup kurtulduğunda karnıma sarılan eller gerildi. Dişlerimi birbirine bastırmaya başladım. Yükselen ateş ile öfke de bedenime hükmetmeye başlamıştı. Avuçlarım kaşınıyordu. Öyle tatlı ama bir o kadar da can yakıcıydı ki tasvir etmek şimdilik imkansızdı. Kasılıp kalan bedenimde önce ellerim oynadı ve gözlerimin önüne kadar kaldırmaya çalıştım. Mavi ve kızılın karşımı olan alevler avuç içlerimden yükseliyor parmak uçlarıma kadar yükseliyordu. Gerilen eller ise benim bu hareketim ile canımı yakacak kadar sıkı sarılmaya devam ederken dişlerimin arasından sadece “Bırak” dedim. Yine de bırakmadı. Kolları elleri etime gömülüyor biraz daha sıkarsa iç organlarım ağzımdan fırlayacakmış gibi hissettiriyordu. Tepemizde dönen ve şimşeklerin çakmasına neden olan siyah bulutlar benim öfkemle şiddetleniyor bir girdap gibi bana doğru iniyordu. İkinci kez bırak demedim. Sen kimsin ya da neden bunu yapıyorsun diye de sorularımı yenilemedim. Sadece boğazımın acıyacağına emin olduğum bir tonla çığlık atıp tamamen alev alan ellerimi onun ellerinin üzerine bastırdım ve bırakmasını sağladım. Anından hemen ardıma şiddetle inen yıldırım ile birkaç metre yerden yükselip suyun içine düşerken hala kafamın içinde adımı haykıran Darius’un sesi yankılanıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD