Dakikalardır titreyen bedenimin, yanan canımın ve evin camına vurup duran şeyin arasında öylece oturuyordum. Beynimin içi sanki güneşini kaybetmiş zifiri karanlığı misafir ediyordu. Kendimi bulamıyordum. Neredeydim ya da ben kimdim? Tüm bunlar ne anlama geliyordu? Onlarca soru birbirini takip ederken cama vuran her ne ise küçük bir tık sesinden sonra kesildi. Boğucu ölümü andıran bir sessizliğin içine dolan bir kanat esintisi saçlarımın içinden geçerken alev alan ensem damarlarım ve sıkışan ciğerlerimde mentol etkisi yarattı. İrileşmiş grilerim salona giren kar beyazı baykuşa kilitlenirken çığlık atma istiyor ama sesimi bulamıyordum.
Bir tur içeride uçup hemen önüme yere attığım küçük kutunun yanına konduğu an mum alevi gibi yanmaya başlayan eşyalar boğazımdan hırıltılı nefesler almama neden oluyordu. İçten içe onlarca küfrü sıralarken başını yana eğip beni izleyen baykuşun gözleri bal sarısından kızıla döndü. Bense göz kapaklarımı kapatıp bunların hepsinin benim saçma kabuslarım olmasının diliyor ama hipnotize olmuş gibi sadece bakmakla yetiniyordum. Başını düzelten hayvan göz kontağımızı kesti ve büyük metal kutunun içine eğildi. Hem deli gibi korkuyor ve ürküyor hem de parlak beyaz tüylere parmak uçlarımı değdirmek istiyordum. Kabus mu yoksa gerçek mi emin değildim ama bir şey kesindi ki delirmiştim. buna kesin gözü ile bakabilirdim.
Zihnimde yankılanan ses ile yerimden sıçradım. Ağzımdan kaçan çığlık sanki suyun altında bağırıyormuşum gibi kısık ve boğuktu.
“Oku. Gerçeği anlayacaksın. Korkma delirmedin sadece gerçekle yüzleşiyorsun Puer Pythonissam.”
Kaçmak için yürümek istediğimde bacaklarım sanki bana itaat etmiyordu. Parmak uçlarım sızlıyor tüm kemiklerim bir gürzün atında eziliyormuş gibi iç içe geçiyordu. Aynı ses daha tok bir tonla “Oku. Kaçamazsın. Tüm koruma çemberi bozuldu.” Diye beni uyarınca dizlerimin üzerine çöktüm. Beyaz parlak tüylü baykuş gagasında tuttuğu eski bir kağıt parçası ile önüme kadar geldi. Bırakıp yeniden gözlerime bakarken kızıllık yerli yerindeydi. Kanadını açıp ucu ile kağıdı iterken bakışları sertleşmişti. Uzanıp almaya korkuyordum. Kalbimde anlamını çözemediğim bir üşüme vardı. Buz gibi hissediyordum.
“Korkma, oku ve seni bekleyen geleceği ve de geçmişi kucakla Puer Pythonissam.”
Kafamın içindeki sesin sözleri karışık olan durumu daha da beter bir hale sokuyordu. Tüm uzuvlarım titreye titreye uzanıp aldım ve katlanan yerlerinin yırtılmamasına dikkat ederek açtım. O kadar eskiydi ki kağıda az biraz güç uygulasam toz olacak gibiydi. Yazan yazıları okumaya başladığımda tam olarak neyin içine düştüğümü kavramak uzunca bir zamanımı alacaktı.
“Alessia, benim güzel yeğenim. Bu mektubu bulduysan bir şeyleri öğrenme zamanında gelmiş demektir. Aklının çok karışık olduğunu hatta korktuğunu daha şimdiden hissedebiliyorum ama korkma. Senin damarlarında akan kan içinde taşıdığın ruh iliklerine kadar bir savaşçı olman için yeterli bebeğim.
Sana biraz aile geçmişimizden bahsetmeliyim. En azından sana gelen yol arkadaşına ve koruyucuna sırt dönmemen için bunun gerekliliğinin farkındayım. Tatlım biz yüzyıllar boyunca soydan soya aktarılan bir takım özel güçlerin kullanıcılarıyız. Geçmişte şimdi ve gelecekte bize ve bizim gibi olanlara verilen ad CADI. Kilisenin kesinlikle karşı çıktığı insanların ise kötü uğursuz bildikleri ama aslında sadece yaşamaya çalışanlarız. Sen doğmadan çok önce kahin dostlarımızdan biri bize gördüğü şeyi anlattı. Bu senle ilgiliydi ama ne olduğunu yazamam. Bunu senin yaşayarak öğrenmen gerekiyor. Seni herkesten korumak için yirmi beşinci yaş günün geçip yol arkadaşın olacak beyaz baykuş yanına gelene kadar bir büyü ile seni korumaya aldık. Küçük kutuda gördüklerin sana ait. O kutu açıldığı an koruma kalktı ve artık yüzleşmen gereken şeyler karşına çıkmaya başladı.
Dediğim gibi korkma ve anlamaya çalış. Güçlerimiz arasında zihnimizle iletişim kurma ve ateşe hükmetme de var. Umarım kalan güçlerini de keşfeder ve seni bekleyen kadere uyum sağlarsın. Alessia, benim küçük beyaz saçlı meleğim. Hayat bize seçim şansı sunmadı ve sana da sunmayacak. Hep güçlü ol ve zekanla her şeyin üstesinden gelmeye bak.”
Seni seviyorum benim Puer Pythonissam...
BİANCA TEYZEN
Her bir harf sanki kafamın içinde büyük kilise çanı gibi yankı bırakıyordu. Cadı diyordu. Güç, kader, seçim, koruyucu. Lanet olsun neler dönüyordu böyle. Ne demek biz cadıyız? Puer Pythonissam da neyin nesi? Tanrı aşkına hangi fantastik kurgunun içine düşmüştüm. Aklım almıyordu. Birkaç kez büyükçe yutkundum ve kafamı yavaşça kaldırıp beni izleyen baykuşa çevirdim. Sanki bana selam veriyormuş gibi hafifçe başını eğdi ve kanatlarını açıp ne kadar ihtişamlı olduğunu kanıtlar gözlerimin önüne serdi.
“Ben yol arkadaşın İbis. Alessia emrindeyim.”
Ağzıma kadar bilinmezlik ve korku doluydum. Dilimden dökülenler de bunun kanıtıydı.
“Bir baykuşun benimle konuştuğuna inanamıyorum.”
“Neden eğitilen bir papağanın sözleri siz insanları oldukça mutlu ediyor oysa.”
“Hey o bir papağan ve ezberlediği şeyleri konuşuyor. Sen baya baya normal şekilde dile geliyorsun.”
“Ben büyülü bir varlığım Alessia, basit kuşlarla kıyaslama beni.”
Durdum. Şu an bir kuşla diğer kuşların konuşması hakkında inatlaşıyordum. Gözlerimi kapatıp başımı geri attığımda inler gibi mırıldandım.
“Komaya girip yıllarca uyumak istiyorum.”
“Bence bunun için yeterince vaktin yok.”
Hızla açılan gözlerim ve düzelen başım ile karşımdaki duvara yaslanmış siyah tonda değişik giysiler giyen adamı görmem avazım çıktığı kadar bağırmama neden oldu. Bir ara ses tellerimin tahriş olduğuna yemin edebilirdim.
***
Güneş tam her şeyi karanlığa boğmak ister gibi batıp yerini geceye bırakırken salonumun bir köşesinde hala ayakta dikilen şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Korku çığlıklarım yerini sessizliğe bırakmış bundan rahatsız olduğu belli olan buruşmuş yüz ifadesi normale dönmüştü. Hoş görebildiğim sadece kadınları kıskandıracak kadar doldun ve kırmızı dudaklar, hafif kemerli bir burun ve rengini çözemediğim gözlerdi. Baykuş hemen karşımda dikkatle beni izliyor daha nasıl tepkiler verebilirim bunu anlamaya çalışıyordu. Ya da ben tamamen aklımı kaçırmış bu evin içinde gördüğüm sanrılarla günlerimi geçiriyordum. Ortamdaki soluk seslerine daha fazla tahammül edemeyince küçük bir boğaz temizleme hareketi sonrası aklımdaki ilk soruyu sordum.
“Sende kimsin?”
Sonunda konuşmaya karar vermeme karşın göz devirip duruşunu hiç bozmadan kollarını göğsünde toplayıp soğuk bir tonla “Koruyucun ve güçlerini kontrol etmen için seni eğitecek eğitmenin” dedi. Yüzüne karşı nasıl baktım bilmiyorum ama kendi kendine konuşur gibi homurdanmaya başladı. Sanki benim hakkımda yanında görmediğim biri ile konuşuyordu.
“Bana ne tür bir ceza verdiler böyle, bu kız mı her şeye son verecek ve savaşı durduracak. Daha tepki verirken bile beş yaşındaki bir çocuk gibi. Bu resmen benim güçlerime ve zekama hakarettir.”
Gözlerim büyürken beni böylesine aşağılaması hiç hoşuma gitmemişti. Evet, sinir eşiğim biraz değişikti ama kim karşısında konuşan bir baykuş ve nereden geldiğini bilmediği birini görse çığlık atar. Üstelik yazları yanında kaldığım bana annemden çok bakan teyzem bir cadı olduğumuzu mektupla itiraf etmişken. Olduğum yerden ayağa kalktığımda hafif başım dönse de umurumda değildi. Camlardan içeri sızan ay ışığı altında çatılı kaşlarımla sertçe konuşmaya başladım. İçimde yükselen yangının ısısını hissedebiliyordum ve öfkelendikçe o yangın daha da alevleniyordu.
“Çok affedersin her nereden geldiğini bilmediğim ama ukalalığın dibine kamp kuran varlık. Dün geceden bu yana yaşadığım saçmalıkların listesi azımsanmayacak kadar çokken, karşımda konuşan baykuşlar cadı olduğumu söyleyen mektuplar varken ansızın ortaya çıkmana sakinlikle mi karşılık vermem gerekirdi? Ya da dur hemen kalkıp elime geçirdiğim dal parçasını asa yaparak büyümü yapmalıydım? Belki de seni yakmalıydım, öyle değil mi hani ateş gücüm varmış ya. O zaman şu kendi kendine kurduğun baştan sona aşağılama kokan cümleleri engellemiş olurdum. Ne dersin sana hangisi daha uygun bay ukala?”
O kadar öfkeliydim ki parmak uçlarımdaki ateşin ısısı kendini belli ediyordu. Sanki az daha uğraşsam koca bir alev topuna dönüşecektim. Gözlerim usulca siyaha dönen gözlerden avuçlarıma kayarken ellerimin kırmızıya döndüğünü ve tırnaklarımın mavi alevlerle kaplandığını gördüm. Nefesim kesiliyor göğsüm sıkışıyordu. Baykuş yani İbis bana bir adım yaklaşıp “Alessia sakin olmalısın. Darius sadece seni denemek istedi. İçindeki ateşi dizginlemelisin” derken mavi alevler daha da belirginleşti ve büyümeye başladı.
Dişlerim birbirine geçmiş çene kemiğim kırılacakmış gibi gerilmişti.
“Sakin ol.”
Hem beni öfkelendirip hem de sakin ol diyen adama bakışlarımı yeniden çıkardığımda bir adım daha yaklaşmış olduğunu gördüm. Ensemdeki damarlarda kanım kaynıyor omurgalarım arasında kıvılcımlar dolanıyordu. Tüm bedenimde öylesine bir baskı vardı ki sonunda dayanamayıp yok olacağıma kendimi ikna ederken ellerime buz gibi iki tutundu ve irislerimi kendi irisleri ile esir aldı.
“Sakin ol ve gözlerime odaklan. İçindeki ateşi burada açığa çıkarırsan geçite kadar seni koruyamam ve bekçiler bizi dağlardaki ceylanlar gibi avlar. En azından şu an sen bu kadar savunmasızken. Şimdi benimle nefes al ve ver. Seni rahatlatan şeyler düşün.”
Dişlerimin arasından tıslar gibi “Suratını dağıtmak gibi mi?” dediğimde doldun kızıl dudakları kıvrıldı ve yüzünü daha da yakınıma getirdi.
“Bu, seni eğer rahatlatacaksa neden olmasın.”
Sağ avucumu serbest bırakan serin eli yanına çekilirken, tüm gücümle yumruk halini alan elim suratına indi. Benden daha iri ve uzun olmasına rağmen tam da çenesine vurdum lakin gelen kırt sesi ve yayılan acı ile gözlerim büyüdü. Sanki bir yüze değil de duvara ya da daha kötüsü demir kapıya yumruk atmışım gibiydi. Acıyan parmaklarımı tutarak geri çekilip ne düşünceğini umursamadan küfürler ederek yerimde zıplarken, erkeksi kıkırtısına karşılık yüzünü bir kanadı ile kapatıp başını sağa sola sallayan İbis gördüklerinden memnun değildi sanki.
“Lanet olsun parmaklarım kırıldı. Ne var senin çenen de kaya falan mı?”
“Bana zarar veremezsin. Bunu test ederek öğrenmen senin için en iyisi diye düşündüm. Hem bence eline buz koymalısın.”
Sözlerine ve alaycı tavrına öyle sinirlenmiştim ki acıyan elime rağmen bacak arasına tekme atacakken sırtımın zemine vurması gözümü açıp kapayana kadar oldu. Az önce bu iri yarı insan azmanı şey beni bacağımdan tuttuğu gibi yere fırlattı. Ben yerde kabuğunun üzerine düşen kaplumbağa gibi debelenirken İbis’in sözlerini zar zor duyuyordum.
“Darius ona daha nazik davranmalısın.”
“Nazik mi? Ben zatne yeterince nazik davrandım İbis, biliyorsun ki gücümün sadece çok az bir kısmını kullandım.”
Orada yokmuşum gibi konuşmaları gelip en azından nasıl olduğuma bakmamaları öyle sinir bozucuydu ki ağzımın içinde küfürler dolanırken yerimden kalktım ve belim ile elimi tuta tuta merdivenlere yöneldim.
“Ben yatıyorum. Sabah kalktığımda tüm bunların birer kabus olması için dua edeceğim. Sizde her neyseniz defolup gidin. Umurumda bile değilsiniz.”
Her basamakta beni izlediklerini bilsem bile arkama bakmadan sözlerimi sıraladım ve odama girdim. Sıcak olmasına rağmen camları kapatıp kapımı kilitledim. Odamdaki banyoya girip soyunur soyunmaz duşa girdiğimde soğuk suyun etrafımda dolanmasına izin verdim. Büyük bir okyanusun ortasında kalmışım da etrafımda tek bir kara parçası yok gibiydi. Tüm bunlar doğru olabilir miydi? Ben, teyzemin dediği gibi bir cadı mıydım? Peki aşağıdaki konuşan İbis ve Darius. Alnımı fayansa yaslayıp kaburga kemiklerimin iç içe çekmesine neden olacak kadar kamburumu çıkarıp karnıma sarıldım.
Dakikalar sonra kurulanıp şortlu takımımı giydiğimde yatağıma girdim. Gözlerim tavanda dolandıkça zihnimin odalarında kapılar tıklanmaya başladı. Nasıl oldu bilmiyorum ama uykuya dalmam oldukça kısa sürdü.
Büyük bir yapının karşısındayım. İki yanımda büyük ve karanlık ormanları yer alıyordu. Kulağıma dolan karga sesleri sanki beynime çivi çakıyormuş gibi sert ve yüksek. Yapının en az on insan boyundaki kapısı önüme yanlarındaki zincirler yardımı ile inerken kurt ulumaları devreye giriyordu. Etrafımı çevirmeye başlayan sisin nedenini bilmiyorum ama gerildikçe parmak uçlarımda küçük mavi alevler yer almaya başlıyordu. Ense kökümdeki damarlarda minik köz taneleri kan yerine dolaşıyor ve mavi alevleri besliyordu.
Bir adım attım. Ayağımın altındaki taşlar derime batarken eğilip baktığımda çıplak ayaklarım eteklerinin zik zak şekilde kesiklerle dolu olan beyaz eteğin altında parlıyordu. Kollarım dahi daha beyaz ve daha parlak, sanki milyonlarca yıldızı tenime hapsetmiş gibiydim. İki göğsümün arasına uzanan bir zincir vardı. Merakla uzanıp onu kaldırdığımda yıldız figürlü bir kolye beni karşılıyordu. İçinde üç renk birbiri ardına dönüyor karışmadan hareket ediyor. Siyah, mavi, kırmızı.
İç güdüsel olarak avuçlarıma hapsettiğimde kulaklarıma bir fısıltı dolmaya başladı.
“Alessia.”
Gözlerim sağımı solumu kontrol etse de kimseyi göremiyordum. Sis daha da yoğunlaşmaya devam ederken nefesim hızlanıyordu.
“Alessia.”
Bağırmak istiyorum ama sesim çıkmıyor am biri sanki beni arkamdan ileri doğru ilerletiyormuş gibi adımlarım ilerledi. Tahta kapıdan geçtiğimde buz gibi bir odadaydım. Lakin bu oda öyle büyüktü ki ilerideki kapıyı görmek için gözlerimi kısmam gerekti. Arkamdan uluyan kurtları ötüp duran kargaları bırakarak o kapıya doğru yürüdüğümde yeniden o ses yankılandı.
“Alessia.”
Sanki beynim o sesi duydukça gideceği yönü ayaklarıma söylüyor ve bedenim kendi kendini yönetiyordu. Benim ruhsal olarak bir hükmüm yok gibiydi. Yürüdükçe nefesim daha da hızlanmaya başladı. İrislerim etrafımı tararken gördükleri ile ara sıra şaşkınlıkla büyüyordu. Yüksek duvarlar, o duvarlarda oldukça geniş ve üzerlerinde melek figürlerinin işlendiği camlar, bazı duvarların betonlarına sabitlenmiş haçlar, bir köşeye yığılmış sıralar ve sıraların üzerindeki koyu örümcek ağları ürkütücüydü.
“Alessia.”
Aynı ses aynı çağrı devam ederken ulaşmak istediğim kapının iki yanında büyük mavi ve kırmızı iki büyük örtü beni karşıladı. esen rüzgarla sallanan örtüler tavandan aşağıya sarkıyordu. Mavi örtünün ardından çıkan kişi ile nefesim kesilir gibi oldu. Teyzem kanlı canlı karşımdaydı. Benim gibi gri renk gözleri beyaz saçları ve parlayan teni vardı. Saç uçları mavi alevlerin ev sahibi olmuş gibiydi. Daha o şoku atlatamadan kırmızı örtü de aralandı ve annem çıktı. Onun da saçları beyaz ve gözleri griydi ama saç uçlarında kırmızı alevler vardı. Tıpkı teyzem gibi. Sesim derinden ve boğuk bir şekilde sonunda çıkmaya karar verdiğinde “Ama siz” dedim lakin bir anda etrafımızı siyah gölgeler sarmaya başladı. Tüm bedenleri karanlığın esiri olsa da gözleri ateş kızılıydı. Dışarıdan gelen yabani hayvan sesleri artmıştı.
Gölgeler çoğaldıkça çoğaldı. Bize yaklaşmaya başladıklarında annem nereden aldığını bilmediğim yay ve ok çıkarıp konumunu aldı ve ensemde serinliğini hissettiğim gölgenin üzerine fırlattı. Teyzem ise avuçlarında alev alan kılıcını tutuyor yaklaşan siyah yaratıkları ikiye bölüyordu. Yine o ses ben onca kargaşanın odağı olmuşken daha kuvvetli yankılandı.
“Alessia!”
O sesle birlikte ortadaki kapı açıldı ve bileklerime yapışan annem ile teyzem içeri doğru savrulmama neden oldu. Arkamdan kapı kapanırken hala gölgelerle savaşıyorlardı. Hem her şeyin içinde hem de hiç bir şeyin kıyısından dahi geçiyordum. Karanlıkta adım atmakda zorlansam da hemen duvarda asılı duran bir meşale birden yanında yerimden sıçradım. Bu beklediğim bir şey değildi. Aslında şu an yaşadıklarımı asla beklemiyordum ama büyük bir girdabın içine düşmüş savruluyordum. Uzanıp aldığım meşale ile önümü aydıklattığımda kapının ardından gelen gürültüler yerini fısıltılara bırakmıştı. Zihnimde ismim bir kez daha yankılanınca bitmek bilmeyen merdivenleri inmeye başladım. İndikçe ortam daha da soğuyor iliklerime kadar titriyordum. Ense kökümdeki ateşin ne zaman beni terk ettiğini anlayamasam da şu an çok ihtiyacım vardı.
Dönen basamaklar bittiğinde tavandan kılıca benzer buzların sarktığı, her yerde daha önce hiç denk gelmediği büyüklükte örümceklerin yaptığı ağların olduğu, duvarlarında kadim dinlere ait çeşitli sembollerin yer aldığı bir odaya girdim. Tam ortada büyükçe bir taş taşın üzerinde etrafı tozlansa da parlayan bir kutu ve kutunun üzerinde büyükçe paslı kilit vardı. İleri doğru adım attığım an tepemdeki buzlar sallanmaya başladı. Bir kaç tanesi ayağımın ucuna düşünce geri çekilmek istesem de hemen karşımda kutunun üzerinde beliren hayal ile devam ettim.
Üzerinde benim giysime benzeyen ama eteği daha gür ve uzun bi elbise, saç uçlarında mavi ve kızıl alevler, göz bebeklerinin yeri ise tamamen beyaz genç bir kız vardı. Yüzünde gülümseme ile dudaklarını araladı ve “Alessia, benim Puer Pythonissam” dediği an zemin sallanmaya başladı. Ayakta zor duruken büyük buz sarkıtları üzerime düşmeye başladı. Bir tanesi yanağımı sıyırıp geçtiği an benim bile ummadığım bir çığlık attım. Öyle ki sanki kulaklarım sağır oluyor, tüm bedenimin içindeki damarlar patlıyordu. Tüm her şey karanlığın esiri olduğun da dudaklarında hala çığlık vardı.
“Uyan Alessia, uyan ve kaderinle yüzleş onu kabullen ve özümse. Zamanın azalıyor. Seni bekliyorum Puer Pythonissam.”
Yattığım yerden nefes nefese doğrulduğumda bedenim zangır zangır titriyordu. Saçlarım terden sırıl sıklamdı ve resmen boğazım yutkunmaya çalıştıkça acıyordu. Yanımdaki komodinin üzerinde su olmadığını görünce mutfağa gidip içmek istedim ama bacaklarım sanki benimle aynı fikirde değildi. Soluk almaya çalıştım. Gördüklerim, zihnimde dolanan sözler, annem ve teyzem; işler iyice karışıyordu. Öyle düşünmeye daldım ki duvara tutunarak odadan çıkıp merdivenleri inerken elimde meşale ile adım attığım basamaklar tabanlarımda yer ediniyor gibiydi. Kendimi mutfağa atıp iki büyük bardak suyu içerken yaşadığımı hissetmek güzeldi. Tam son yudumu da bitirmiştim ki arkamdan gelen sesle geri döndüğüm an bardak avuçlarımdan kayıp yeri boyladı ve parçalara ayrıldı. Adının Darius olduğunu öğrendiğim adam ise karşımda elinde tuttuğu yeşil elmayı yiyordu. Üzerindeki zırhı çıkarmış sadece siyah eski çağlara ait olduğunu düşündüğüm gömlek ve koyu kahve pantolon ile kalmıştı. Anladığım tek şey bu adam zırh olmadan da oldukça iriydi.
Elimi zorla kalbimin üzerine koyup içime kaçan soluğumu yeniden yakalamak isterken tek kaşı kalkan bay ukala “Dövmen güzelmiş” dediğine anlamadan yüzüne baktım. Sözleri ile bacaklarımı işaret ettiğinde karşısında şortlu pijama takımı ile durduğumu anladım.
Tanrım lütfen biri öldürsün. Pompalı tüfek ya da yüksek voltajda elektrik de olabilir.