AK-28

923 Words
Gözlerimi açtığımda olduğum odaya baktım. Burası Ahmet'in evindeki odamdı. Buraya nasıl gelmiştim? Yataktan çıkıp kapıya gittim. Kilitliydi. Bir kaç kez kapıya vurdum ve göz yaşlarım akmaya başladı. Burada olmak istemiyordum! Kilit sesini duyduğumda bir kaç adım geri çekildim. İçeri girenin yüzündeki kötü gülümsemesiyle kalbim korkuyla doldu. Üzerime yürürken geri yürümeye devam ettim. Sırtım duvarla buluştuğunda aramızdaki mesafeyi kapadı ve elleri bedenime uzandı. ''Seni özledim.'' dediğinde ''Uzak dur!'' diye bağırdım. Elleri sıkıydı. Hareket etmeme engel oluyordu. Dudakları boynuma yaklaştığında gözlerimi sıkıca kapadım ve ''Dokunma bana!'' dedim. Dudakları hareket etmeye başladığında tüm gücümle ''Dokunma!'' diye çığlık attım ve gözlerim açıldı. ''Ela, iyi misin?'' Bana uzanan ellere vurmaya başladım. ''Dokunma, dokunma bana!'' ''Hey, dokunmuyorum.'' Ellerini geri çekti. Sonra yavaşça kendime geldim ve her zamanki kabuslardan birini gördüğümü anladım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. ''Dışarı çıkmam gerek.'' dedim. Yine nefes almakta zorlanıyorum. ''Nefes alamıyorum.'' Hemen pencereyi açtı. ''Zarar vermeyeceğim.'' dediğinde eli yavaşça bana uzandı. Uzanan eli tuttum ve ayağa kalktım. Pencereye yaklaştığımda gelen serin havayı içime çektim. Sabah olmuştu. Güneş çoktan doğmuştu. Dün geceki yangın kabuslarımı tetiklemişti. Pencerenin kenarına oturdum. O eve dönmenin düşüncesi beni boğuyordu. ''Nasılsın?'' Aldığım nefesler rahatlamıştı. ''Daha iyiyim.'' Üzerimdeki badinin uzun kollarını çekiştirdim. ''Az önce bağırdığım için kusura bakma.'' dedim. ''Seninle ilgisi yoktu.'' ''Farkındayım.'' Uzanıp saçımı kulak arkama itti. Telefonu çalınca cebinden çıkarıp ekrana baktı. ''Sabahtan sonra bu üçüncü arayışı daha fazla bu konuşmayı erteleyemem.'' Başımı salladım. Yaşlar gözlerime hücum ediyordu. ''Lütfen, bunu şu an yapamam.'' ''Ama yapmak zorundasın.'' Telefonu bana uzattı. ''Kısa bir iyiyim kelimesi yeterli, eğer dün gece olanları anlatmak istersen serbestsin.'' Telefonu elinden alıp çağrıyı ''İyiyim.'' diye cevapladım. ''Gerçekten iyi misin yoksa zorla mı söyletiyor?'' ''İyiyim.'' ''Olduğun yeri bulacağım biraz daha dayan.'' dediğinde telefonu Can'a uzattım onu dinlemek istemiyordum. Can telefonu elimden alıp kulağına götürdü. ''Bu kadar konuşma yeter. Sevgilini istiyorsan ne yapman gerektiğini biliyorsun ve bu konuşmaları istediğin her an yapamayacağını olmayan beynine kazısan iyi edersin.'' Sonra telefonu kapadı. Sözleriyle Can'ın beline kollarımı dolayıp sıkıca sarıldım. ''Lütfen, bunu yapma.'' dedim. Gözyaşlarım yine akmaya başlamıştı. ''O eve geri gönderirsen beni öldürmüş olursun.'' Elleri saçlarıma dokundu sonra kollarımdan tutup geri çekince sarılmayı bıraktım. Parmağı yanağımdaki gözyaşlarına uzandı. ''Beni öyle bir çıkmaza sokuyorsun ki!'' ''Bunu yapma lütfen! Hayatım senin ellerinde.'' Bu defa kendine çekip sarılan o oldu. Bedenimi saran kolları sıkıydı. ''Neden bu şekilde karşılaşmak zorundaydık ki!'' Gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu. Sarılmayı bıraktığında bir adım geri çekildi. ''Ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyorum Ela. O yerden vazgeçemem ama sen?'' Elleri saçlarında gezindi. ''Lanet olsun.'' Öfkeyle çıkıp gittiğinde kapıyı sertçe kapamıştı. Arkasından öfkeyle yatağa serili nevresimi tutup yere fırlattım. Dudaklarımdan çıkan çığlıkları serbest bıraktım. Yere saçılan nevresimin üzerine uzanıp ağlamaya devam ettim. Bu döngü asla bitmiyordu. Fırtınam dindiğinde kalkıp odadan çıktım ve üst kata yöneldim. Artık arkamda takip eden biri yoktu. Her yer simsiyah olmuştu. Odaya girdiğimde içeride pek hasar oluşmamıştı ama yine de duvarlar siyahtı. Kıyafet dolabını açtığımda bütün kıyafetlere is kokusu sinmişti. Hepsini alıp çamaşır odasına gittim ve makineye atıp çalıştırdım. Üzerimde hala dün geceden kalma pantolonum ve Can'ın badisi vardı. Muhtemelen kıyafetler gibi bende is kokuyordum. Berbat bir haldeydim. Makinenin dönmesini seyrederken kendi içimde kaybolmuştum. ''Günaydın.'' sesle bir an havaya sıçradım. ''Korkutmak istememiştim.'' Ali şef elindeki mutfak önlüğü ve masa örtülerinin olduğu sepeti yere bırakıp yanıma oturdu. ''Nasılsın? Dün gece biraz zordu.'' ''İyiyim. Teşekkür ederim.'' dedim. ''İşin bitince yanıma gel sana meşhur pankeklerimden yapayım.'' Çok babacan bir adamdı. İçinde olduğum durumun farkındaydı ama bu konularda hiç konuşmadan her şey sıradanmış gibi davranıp teselli etmeye çalışıyordu. Yaptıklarının farkındaydım. Başımı omzuna dayadım. ''Ali şef, sen iyi bir adamsın.'' Baba şefkatiyle hafifçe elime dokundu. ''Unutma, güneş her zaman doğar. Bak gecenin sabahı çoktan oldu.'' Çamaşır makinesi durunca içindeki kıyafetlerimi çıkarıp kurutma makinesine attım ve Ali şefe fırsat vermeden getirdiği sepetteki örtüleri çamaşır makinesine doldurup çalıştırdım. Tekrar eski yerime otururken ''Can nasıl biri?'' dedim. ''Kime kıyasla?'' diye sordu. ''Ahmet'i tanıyor musun?'' ''Biraz.'' dedi ve elleri sakalsız çenesine uzandı. ''Bu alemi diğer adamlar kadar iyi bilmem. Benim işim mutfak ama Can Bey diğer adamları evde ağırladığı zamanlardan az çok fikrim var.'' ''Anlatmanda mahsur var mı?'' ''Hepsinin başında Büyük abi var.'' dedi. ''Krallık gibi düşün. Büyük abi kralsa diğerleri prens. Hepsinin bölgesi bellidir ve sınırları geçmek yasaktır.'' ''Ahmet bu sınırı ihlal etti.'' dedim. Başını hafifçe salladı. ''Öyle duydum. Can Bey kendine ait olanı geri almak için uğraşıyor.'' ''Ama sorumun cevabını tam olarak alamadım?'' diye üsteledim. ''Kral ölürse ne olur?'' Omuz silktim. ''Taht için prensler arasında bir savaş başlar ve bu savaştan sadece bir kişi galip gelir. İşte hepsinin arasından galip gelebilecek güce sahip iki kişi var ve o kişi Ahmet Bey mi olur yoksa Can Bey mi olur cevap vermek çok güç.'' ''O kadar kötü mü?'' dedim umutsuzca. ''Birisini öfkesi kontrol ediyor diğerini mantığı.'' Kurutma makinesinin sesiyle gidip kıyafetlerimi çıkardım ve boş çamaşır sepetine doldurdum. Çamaşır odasından çıkacağımda Ali şef arkamdan konuştu. ''Sanki bu savaş taht savaşı değilde truva savaşı gibi olacak.'' Cevap vermeden yürümeye devam ettim. Kimse benim için savaşmayacaktı bu kesindi. Ya Ahmet burayı bulup beni alacak ve Can bölgesinden olacaktı ya da Ahmet bölgeyi vererek beni alacak ve ikisi de istediğine kavuşacaktı. Kazanmayan tek kişi ben olacaktım. Merdivenleri çıkarken Can ile karşı karşıya geldik. Yanımdan geçip gidecekken. ''Dolabını ve banyonu kullanabilir miyim?'' diye sordum. ''Odam çok kötü kokuyor.'' ''Rahat ol.'' dedi ve yürüyüp gitti. Odasına çıktığımda dolabını açtım ve boş raflardan birine kıyafetlerimi katlayıp yerleştirdim. Sonra bir pantolon ve kazağı alıp banyoya girdim. Su başıma aşağı döküldüğünde rahatlığını hissettim. Acele etmeden uzun bir süre suda oyalandım. Sudan çıktığımda parmak uçlarım buruşmuştu. Kenardaki havlulardan birini alıp kurulandım ve üzerimi giydim. Saçlarımı hızlıca kurulayarak açık bıraktım. Banyodan çıkıp Ali şefin söz verdiği pankekler için mutfağa yöneldim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD