AK-1
‘’Sana inanamıyorum. Kartımı yine benden izinsiz almışsın.’’ Cüzdanından yere düşürdüğü kredi kartımı alıp yüzüne fırlattım. Cep telefonumu çıkarıp internet bankacılığından harcamalara baktığımda dün gece kredi kartının limitini tamamen doldurduğunu gördüm.
‘’Senden nefret ediyorum.’’ diyerek bağırmaya devam ettim. ‘’Yetti buraya kadar. Senden boşanacağım. Kumarın, içkin bitmiyor. Bıraktım diyorsun özür diliyorsun sonra yeniden başlıyorsun.’’
‘’Sesini kes.’’ diyerek üzerime yürüdüğünde bir kaç adım geriye gittim. Nefesinden iğrenç bir alkol kokusu yayılıyordu. ‘’Hiç susmadan konuşuyorsun. Bıktım sesini duymaktan.’’
‘’Buraya senin için taşındım. Seni o iğrenç alışkanlıklarından uzak tutabilmek için kendi işyerimi kapattım ve bu küçük kasabaya gelip başkasının emri altında çalışmaya başladım. Ben tüm bunları yaparken sen ne yapıyordun?’’ Bu defa bağırarak üzerine yürüyen bendim. ‘’Sen cevap vermeden ben söyleyeyim. Kendine kumar oynayıp, içki içecek yeni arkadaşlar bulmakla meşguldün.’’
‘’Sıktın ama.’’ diyerek dış kapıya yöneldiğinde kenarda duran vazoyu alıp duvara fırlattım.
‘’Neden senin gibi biriyle evlendim ki? Bundan sonra tek başınasın. Boşanma davasını bugün açacağım.’’ Cevap dahi vermeden kapıyı çekip gitti.
Evde tek kalınca yere oturup ağlamaya başladım. Evleneli sadece üç yıl olmuştu ve bu üç yıl hayatımın cehennemi olmuştu.
Evlendikten sonra bir anda farklı birine dönüşmüştü. Kumar ve içki hayatının gerçeği olmuştu. Ne yaptıysam bu bataktan onu çıkaramamıştım. Benden buraya kadardı. Daha fazla sevgisiz bir evlilik sürdürmeyecektim.
Ağlamam biraz olsun geçtiğinde göz yaşlarımı silip cep telefonumdan patronumu aradım. ‘’Merhaba Hatice abla bugünlük izin isteyecektim.’’
‘’Bir sorun yoktur umarım.’’
Gerçeği söyleyemezdim bu yüzden ufak bir yalana başvurdum. ‘’Biraz hastayım. Bugünlük dinlensem yeter.’’
‘’Tamam Ela. Sen dinlen. Yarında iyi hissetmezsen buraya gelme doktora git.’’
‘’Teşekkür ederim.’’ diyerek telefonu kapattım.
Oturduğum yerden kalkıp kırılan vazonun parçalarını temizledim ve üzerimi değişmek için odaya gittim.
Beyaz kot pantolonumun üzerine mavi tişörtümü giydim. Siyah saçlarımı küçük bir tokayla ensemde topladım. Havanın sıcaklığı oldukça bunaltıcıydı. Ağladığım belli olmasın diye güneş gözlüklerimi ve çantamı alıp evden çıktım.
Arabaya bindiğimde adliyeye giden yola girdim. Suat muhtemelen yine boş tehditlerimden birini savurduğumu sanıyordu ama bu defa sondu. Daha fazla sevgisiz ve mutsuz olan bir evliliğe katlanmayacaktım. Üç yıl boyunca yeterince sabretmiştim.
Adliyeye girdiğimde ilgili birimi sorarak buldum ve işlemleri başlatmak için başvurdum. Küçük bir yer olduğu için kalabalık değildi ve işlemler hızlıca halloldu. Adliyeden çıktığımda hissettiğim tek şey rahatlamaydı. Üzüntü yoktu.
Arabaya binip biraz kafamı dinlemek için deniz kenarına gittim. Arabadan çıkıp kumsala doğru yürüdüm ve sıcak kumların üzerine oturdum. Son üç yılda hayatımı nasıl mahvettiğimi şimdi daha iyi görüyordum.
Çok iyi işleyen bir pastanem vardı. Kendi işimde mutluydum. Kazancım iyiydi. Sonra hayatıma Suat girmişti ve her şey tepetaklak olmuştu. Onu ortamlardan uzak tutmak için pastanemi kapatmış ve bu küçük ilçeye taşınmıştım. Bir pastanede işe girip tüm mutluluğumu öldürmüştüm.
Sonrasında her gecemi tek geçirdim ve sabah işe giderken eve sarhoş gelmeye devam eden bir kocayla yaşamaya devam ettim. Ama artık bitmişti. Boşanma işlemleri bitince tüm kötü anılarımı bu ilçeye gömüp gidecektim.
Sıcak iyice yakıcı olmaya başladığında oturduğum yerden kalktım ve arabayı bıraktığım yere gittim. Arabamın hemen önüne park edilmiş siyah bir araba vardı ve çıkabileceğim bir yol bırakmamıştı.
Arabanın camları filmliydi, içerisini göremiyordum. Cama tıklatıp bekledim ama bir değişiklik olmadı. Eğilip camdan içeri baktığımda boş olduğunu fark ettim. Üzerinde arayabileceğim bir numara da yoktu. Gerçekten park edilecek bir sürü yer varken neden arabamın önünü seçmişlerdi ki?
Her şey üst üste gelmek zorunda mıydı? Maaşımın dört katı borcu olan bir kredi kartım vardı, birkaç saat önce boşanma davası açmıştım ve şimdi de burada sıcakta arabam mahsur kalmıştı. Öfkeyle arabanın tekerlerine tekme atmaya başladım. Çantamla camlarına vurdum.
Ben bunları yapmaya devam ederken biri kolumdan tutup geriye çekti. ‘’Gündüz vakti belanı mı arıyorsun? Arabadan uzak dur.’’
Konuşanın yüzüne baktım. ‘’Sen de arabanı arabamın önüne çekmeseydin.’’
‘’Bekle biraz patron gelince gideriz.’’
‘’Patronuna başlatma şimdi. Hemen arabanı çek.’’
‘’Uzatma dedik.’’ derken üzerime yürümeye başladı.
‘’Neler oluyor?’’ sesin sahibine baktım. Bu sıcakta baştan aşağı simsiyah giyinmişti. Yürüyüşü kendinden emindi.
Karşımdaki ‘’Yok bir şey Patron.’’ deyip hızla giderek arabanın arka kapısını açtı.
‘’Var bir şey.’’ diyerek araya girdim. ‘’Arabanızı park edecek başka yer mi bulamadınız?’’
Patron dediği adam gözündeki güneş gözlüklerini çıkarıp yüzüme dikkatle baktı ve bana doğru birkaç adım attı. ‘’Bizim çocuklar bir kabalık etmiş kusura bakma.’’
Adamların bakışlarından rahatsız olmuştum. Daha fazla uzatmamak için bir adım geri attım. ‘’Arabanızı çekerseniz bende gidebilirim.’’
Yüzüme dikkatle bakmaya devam ediyordu. Bakışları deliciydi. Boyu boyumdan uzundu ve önümde durduğunda güneş ışığını tamamen kapatmıştı. Güneş gözlüklerimi çıkardım ve bakışlarına karşılık verdim. ‘’Artık gidebilir misiniz?’’ dediğimde eliyle adamına işaret yaptı ve adam hemen arabaya binip geri giderek arabamın önünü açtı.
Delici bakışlarından kurtulmak için hızlıca arabama bindim ve çalıştırdım. Adam olduğu yerden arabayı geçirmem için birkaç adım geri attı ama o bakışları hala üzerimdeydi. Gaza sonuna kadar basıp yolda ilerledim. Bakışlarından fazlasıyla rahatsız olmuştum.
Eve geldiğimde her zamanki gibi boş buldum. Gelmesini de beklemiyordum. Hep olduğu gibi gibi yalnızdım ve artık bundan rahatsızlık duymuyordum.
Ertesi gün işe geldiğimde mutfakta tatlıları yapmakla meşguldüm. Seher içeri ‘’Ela!’’ diye seslenerek girdi. Pastanenin garsonuydu ve buradaki sayılı arkadaşlarımdan biriydi.
‘’Tatlıları fırına yeni verdim.’’ dedim.
‘’Onun için gelmedim. Bugün biraz erken çıkacağım. Yerime bakabilir misin?’’
‘’Olur.’’ dediğimde geldiği hızla mutfaktan çıkıp gitti.
Tatlıları fırından çıkardığımda şerbetini döktüm ve bekleme yerine koydum. Yarına hazır olacaklardı. Mutfakta yapacak başka işim kalmamıştı. Seher’in yerine bakmak için dışarı çıktım. Gelen müşterilerle ilgilenmeye başladım.
Akşam üzeri müşteriler azalmışken içeri giren yeni müşteriyi karşılamaya gittiğimde üzerimdeki bakışlarla öylece kaldım. Tesadüfün bu kadarı!
‘’Hoşgeldiniz, ne alırdınız?’’ diyerek bekledim. Üzerimdeki bakışları dünkü gibi deliciydi.
‘’Bu ne güzel tesadüf?’’ dediğinde sabrım üst sınırındaydı.
‘’Ne alırdınız?’’ diye tekrarladım.
‘’Bir demli çayını içerim.’’ dediğinde cevap vermeden arkamı dönüp tezgaha gittim ve çayı tamamen dem doldurup servise hazırladım. Madem demli istiyordu öyle olsundu.
Çayı önüne bırakıp yüzüne bile bakmadan tezgahın arkasına döndüm. Çok geçmeden başka biri daha geldi ve onun karşısında oturdu. Etrafına dahi bakmadan ‘’Demli bir çay getir.’’ dediğinde içimden söylene söylene çayı götürdüm.
Tavırlarından rahatsız olan müşterilerde gidince içeride sadece ikisi kaldı. Aralarında oldukça ciddi bir konuşma vardı fakat söylenenleri duyamıyordum. Onlarla ilgilenmemek için başka işlerle uğraşmaya başladım. Neredeyse varlıklarını unutacaktım ki ‘’Sana olmaz dedim.’’ diyen yüksek sesin ardından masaya birkaç çarpma sesi geldi.
Ne olduğunu görmek için baktığımda ikiside ayağa kalkmış birbirlerine düşmanca bakışlar atıyorlardı ve masanın üzerinde iki tane silah vardı. Daha fazla dayanamayıp yanlarında gittim.
‘’Lütfen o masanın üzerine bıraktıklarınızı alıp hemen pastaneden çıkın. Burada böyle şeylere izin verilmez.’’
‘’Sen işine bak.’’ diyen yabancıya öfkeyle baktım. O çayı hödük gibi sipariş edendi.
‘’Şu an zaten işimi yapıyorum. Lütfen buradan gidin aksi halde polis çağıracağım.’’
Yabancı üzerime yürürken diğeri ona engel oldu. ‘’Dışarıda konuşalım.’’
‘’Bu iş burada bitmedi Ahmet.’’ diyen yabancı silahını alıp pastaneyi hızla terk etti.
Adının Ahmet olduğunu öğrendiğim adama döndüm. Dünden beri sinirlerimi fazla zorluyordu. ‘’Lütfen siz de gidin.’’
‘’Kabalığımı nasıl affettirebilirim?’’ derken üzerime doğru birkaç adım attı.
‘’Buradan gitmeniz kafi.’’ dedim ama pek gitmeye niyeti yok gibiydi. O delici bakışlarını üzerimden çekmeden masanın üzerinden silahını alıp beline sıkıştırdı.
‘’Cesursun.’’ derken gülümsüyordu.
‘’Lütfen artık gidin.’’ Bir an önce o bakışlarından kurtulmak istiyordum.
‘’Tekrar görüşeceğiz.’’ diyerek pastaneden gittiğinde derin bir nefes aldım ve en yakın sandalyeye çökerek oturdum. Bu adamın bakışları aşırı rahatsız ediciydi ve iki gün üst üste karşılaşmak fazla gelmişti.
Boşanma davasının bir an önce bitmesini diliyordum. Sonrasında bu ilçeden çekip gidecektim.