Buraya geleli iki hafta olmuştu. Can ilk gün nasılsa hala öyleydi. Onunla yaptığımız sohbetleri sevmeye başlamıştım. Sadece iki kez Ahmet ile telefonda konuşmam için zorlamıştı. İyi olduğumu kendi duyması gerekiyormuş. Her defasında seni kurtaracağım diyordu. Burada mutlu olduğumu fark etmiyordu bile.
Evdeki adamların çoğunu tanımıştım. Benimle rahatça sohbet ediyorlardı. Sınırlarımı koruduğum ve zorluk çıkarmadığım sürece gayet sıcakkanlıydılar.
Kaçmayı düşünsemde evi iyi koruyorlardı. Dışarı çıkabileceğim en küçük bir açıklık yoktu. Hepsi bir fırsatını bulursam bunu yapacağımı biliyordu ama dile getirmiyorlardı.
Mutfağa girdiğimde ''Günaydın.'' dedim şefe. ''Dün istediğim malzemeler geldi mi?''
''Geldi.'' diyerek kenardaki malzemeleri gösterdi. ''Bunlarla ne yapacaksın?''
''Görürsün.'' dedim ve bir önlük alıp üzerime geçirdim. Aklımda iki katlı bir pasta yapmak vardı. Üst kattaki pastadan alt kattakine inen bir şelale ve etrafında çiçekler falan.
Kafa dağıtmak için iyi olacaktı. Evin içinde rahatça gezsem de vakit geçirecek bir şey bulamıyordum. Kek harcını hazır edip kalıplara bölüştürdüm ve fırına yerleştirdim.
Kremayı karıştırma işini Ali şefe bırakıp şeker hamurlarıyla uğraşmaya başladım.
''Pasta yapma konusunda iyisin.'' dediğinde gülümsedim.
''Gregor Johnson'u tanıyor musun?''
''Büyük hayranıyım. Gel yanımda çalışıp çöplerimi topla dese koşarak giderim.'' Sözleriyle güldüm.
''Kendisi pastacı olarak yanında çalışmamı istemişti.''
''Kabul etmedin mi? Öyle bir şefi nasıl geri çevirirsin?''
''Gençlik diyelim. Mantık hayata pek etki etmiyor ve o zamanki seçimim yüzünden şu an buradayım.''
Hafifçe öne eğildi. ''Senin gibi bir şefin önünde eğilir, saygımı sunarım. Gregor Johnson'dan teklif almak herkesin harcı değil.''
''Abartma.'' dedim gülerek.
''Övgüyü hak ediyorsan almayı da bileceksin.'' Ocağın altını kapadı. ''Krema hazır.''
Keki kremayla buluşturup. Açtığım büyük şeker hamurunu üzerine yerleştirdim.
Sonra şelaleyi yapmaya başladım. O da tamam olduğunda etrafını süsledim ve şelalenin başladığı yere küçük bir köprü yapıp iki yanından çıkıp ortada buluşacak olan kız ve erkeği yaptım.
İşim bittiğinde bir adım geri çıkıp pastaya baktım. Ellerim şeker kaplanmıştı. Yorulmuştum ama değmişti. Üzerimdeki önlüğü çıkarıp ellerimi yıkadım.
''Muhteşem oldu. Bahçede hak ettiği değeri göstererek keselim.'' Ali şef hala pastayı inceliyordu.
''Tadı daha önemli.'' dedim. Pastanın boyu büyüktü ve yapmak bütün günümü almıştı. ''Çok yoruldum. Adamlara söylerim yardım için gelirler.'' dedim ve mutfaktan ayrıldım. Arkamda gardiyanımla bahçeye çıktığımda adamlardan birine yaklaştım. ''İki kişi mutfağa yardım için gidebilir mi?'' dediğimde başıyla onayladı ve yanına birini alıp eve girdi.
Adamlar her zamanki gibi semaver yakmış çay demliyorlardı. Birkaçı semaver yanında tabureye oturmuştu. Yanlarına gidip ''Yer var mı?'' dediğimde biri hemen kalkıp taburesini uzattı ve alıp oturdum.
O kadar yorulmuştum ki ayaklarım ağrıyordu. Adamlardan biri çay doldurup verdiğinde mutlulukla kabul ettim.
Bahçenin içerisini dolduran ışıkla gelen arabaya baktım. Can arabadan inince şoför arabayı alıp götürdü. Olduğumuz tarafa baktı. ''Bana da bir bardak hazırlayın, üzerimi değişip geliyorum.'' Hızlı adımlarla eve girdi.
Yaklaşık on dakika sonra adamlar pastayla yavaşça evden çıktılar. Yürüyüşleri çok dikkatliydi. Pasta büyüktü, dengeyi sağlamazlarsa düşürebilirlerdi.
Sonunda olduğumuz yere geldiler ve pastayı Ali şefin getirdiği küçük masanın üzerine bıraktılar. Adamların hepsi pastayı inceliyordu. İçlerinden biri. ''Biz böyle güzelliklere pek alışkın değiliz.'' deyince diğerleri gülmeye başladılar.
Bir diğeri pastaya uzandığında Ali şef eline vurdu. ''Hayvanlık etmeyin. Azıcık kibar olun.'' Sonra cebinden büyük bir maytap çıkardı ve pastanın kenarına koydu. ''Çakmak verin.''
Adamlardan biri çakmağını çıkarıp maytabı yaktı. Kıvılcımları havaya yükselirken ışığı köprüye çıkan çifte vuruyordu. Adamların hepsi neşeli sesler çıkarıp, ıslık çalarken ben de mutlulukla ellerimi çırptım. Maytap sönünce Ali şef büyük bir bıçağı bana uzattı. ''Kesme şerefi sadece sana ait.''
''Teşekkür ederim.'' dedim ve bıçağı alıp pastaya ilk kesiği bıraktım. Sonra gelen tabaklara büyük dilimler koydum. ''Devam eder misin?'' diyerek bıçağı şefe verdim.
Yorulmuştum ve oturmak istiyordum. Arkamı döndüğümde Can'ın uzaktan bizi izlediğini gördüm.
Ali şefin elime tutuşturduğu tabağı alıp oturmak için salıncağa gittim. Ayaklarımı bağdaş kurup topladım ve pastadan bir dilim alıp ağzımdaki tadı duyumsadım.
''Ahmet'i anlamaya başladım ve bu işimi zorlaştırıyor.'' Mavi gözleri her zamanki gibi karanlıkta parlıyordu.
Salıncağın demirine omzunu dayadı ve kolları göğsünde birleşti. Bir ayağı diğerinin biraz önündeydi. Sözlerini hangi anlama yormalıydım?
''Onu anlamak için bana daha fazla sebep verme.''
''Neden bahsettiğini anlayamıyorum.'' dedim ve o anda telefonu çaldı.
Telefonun ekranına baktığında isteksizce cevapladı. ''Odasında uyuyor. Daha sonra.'' dedi ve telefonu kapattı. Kim olduğu belliydi ve konuşmam için telefonu vermemişti.
Bakışları yüzümdeydi. Yaslandığı yerden ayrılıp yanıma oturdu. Kokusu burnuma doluyordu. Eli yavaşça yüzüme uzandı ve yanağıma dokundu. ''Sanırım artık buraya gelmemem gerek.''
''Neden?'' diye sordum.
''Gelirsem, yanlış kararlar almaktan korkuyorum. Ahmet'e hak vereceğimi söyleseler asla inanmazdım. Senden neden vazgeçemediğini seni gördüğüm hergün daha iyi anlıyorum.''
Baş parmağı dudağıma doğru kaydığında karşı koymadım. Dokunuşları korkutmuyordu aksine kalp atışlarımı hızlandırıyordu.
''Durmamı söyle!'' dediğinde sessiz kaldım. Burnuma dolan kokusu davetkardı. Olmaması gerekiyordu ama durdurmadım. Belki bu hissettiğim sadece stockholm sendromuydu belki de Ahmet'in çektirdiği acılardan sonra Can'ın sıcakkanlılığı cezbetmişti belki de bunlarla hiç ilgisi yoktu. Bu soruya cevap verebilecek durumda değildim.
Bir kez daha ''Durmamı söyle Ela.'' deyince ''Durmalısın.'' dedim. ''Eğer, beni geri göndereceksen durmalısın.''
Elini yüzümden geri çektiğinde kalkıp hızlı adımlarla eve yürüdüm. Odaya çıktığımda kapıyı kapatıp arkasına dayanarak oturdum. ''Hayır, Ela'' dedim. ''Bunun zamanı değil.'' Önüme düşen saçları geri ittim. ''Buna izin verme yoksa daha çok acı çekersin.''