Arabanın sarsılmasıyla gözlerimi açtım. Üzerimdeki baskıyla yine bağladıklarını düşündüm ama sadece uyurken düşmemem için emniyet kemerini takmışlardı ve üzerime adamlardan birinin ceketi örtülüydü.
Bir süre daha yatıp kendime gelmek için bekledim. O kadar çok ağlamıştım ki gözlerim şişmişti ve açıkken ağırlığını hissediyordum. Sonrasında emniyet kemerini çözüp doğrularak oturdum ve üzerimdeki ceketi bilerek yere bıraktım. Karşımda oturan adamlardan biri uyuyordu, diğeri uyanıktı ama bana bakmak yerine camdan dışarı bakmaya devam etti. Yaralıyı görmüyordum, şoför zaten uyanıktı. Karşı koltukta, adamların arasında duran çikolata dolu poşeti gördüm. Almak için uzandığım anda camdan dışarı bakan adam hızla kolumu tutup geri bükünce dudaklarımdan acı dolu inilti döküldü.
Diğerleri de sese uyandı ve Yaralının önden uykulu sesi duyuldu. ‘’Ne oluyor?’’
‘’Sadece çikolata alacaktım.’’ dediğimde bileğimi bıraktı.
‘’Ulan şu elinize, kolunuza hakim olun.’’ diyen Yaralı sanki yaptıkları normalmiş gibi konuşuyordu.
Bileğimi tutan adam cevap vermeden çikolata dolu poşeti kucağıma fırlattı. Gerçekten bunların derdi neydi? Beni tanımıyorlardı, onlara bir zararım olmamıştı. O zaman bu öfke nedendi?
Poşetten çikolatalardan birini alıp paketini açtım ve yemeye başladım. Sonra bir tane daha, bir tane daha derken hepsini bitirdim. Stresim geçmiyordu. Sürekli gelen bir ağlama isteği vardı.
Güneş tamamen doğduğunda biz hala yola devam ediyorduk. ‘’Ne kadar yolumuz kaldı?’’ diye sordum.
Yaralı önden cevap verdi. ‘’Bir kaç saat.’’
Sözleriyle yine göğsüm sıkışmaya başladı. O pislikle karşılaşmaya hazır değildim. Gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım ama pek işe yaramamıştı. ‘’Biraz durabilir miyiz?’’ dedim. Sesim gerçekten kötü çıkmıştı ve araba yol kenarına yanaşıp durdu.
Kapı koluna uzandığımda engel oldular. ‘’Lütfen, temiz hava almam gerek. İyi değilim.’’ dedim. Kapıyı açtıklarında benimle birlikte indiler. Yere ayak basar basmaz kusmaya başladım. Yediğim çikolatalar boğazımı yakıp geri çıkarken yere diz çöküp ellerimle destek aldım.
Kusmam bitince yere tamamen oturup kendime gelebilmek için bekledim. Adamlar etrafımı tamamen sarmıştı ve kaçabileceğim en küçük bir alan bırakmamışlardı. Bu kadar stresi kaldırabilecek biri değildim ve bedenim bu strese isyan ediyordu. Yaralı küçük bir şişe su uzatınca alıp birkaç yudum içtim ve ağzımdaki acı tadın geçmesi için bekledim.
‘’Umarım, çektirdiğiniz acılarla eğleniyorsunuzdur.’’ dediğimde cevap vermediler. Bir süre daha oturduğumda bunun sonunun gelmeyeceğini bildiğimden oturduğum yerden kalktım ama başım dönünce sendelemeye başladım. Yaralı hemen kolumu tutup düşmemem için engel oldu.
Arabaya binerken camdaki yansımamı gördüm. Yanağımdaki parmak izleri görülüyordu. Koltuğa oturduğumda Yaralı, adamlardan birine başıyla işaret yapınca adam öne geçti ve o da arka tarafta karşıma oturdu.
Tekrar yola çıktığımızda bileğimdeki ip izlerine baktım ve elim yanağıma gitti. Sonra Yaralı’nın gözlerinin içine baktım. ‘’Bana zarar vermeyecektiniz ama şu halime bakınca bu emir olmasa başıma ne gelirdi diye merak ediyorum.’’
‘’Seni elimden kaçırıp alacağım cezayı çekmektense bu kadar zarar için azar işitmeyi tercih ederim.’’
Dudaklarımdan hıh diye küçümseyici bir ses çıkınca konuşmaya devam etti. ‘’Ayrıca patron sana değer verdiği için şükretmelisin aksi olsaydı ölmek için acı içinde yalvarıyor olurdun.’’
‘’Son dediğini tercih ederim.’’ dediğimde yumruk halini alan elini hafifçe dizine vurdu.
‘’Yolun geri kalanını bağlı gitmek istemiyorsan sesini kes.’’
Tehditlerinin boş olmadığını anlamam için yaşadıklarım yeterliydi. Bu yüzden sessizce oturdum. Geçip giden yola baktım. Çok geçmeden şehre girdik. Yaşadığım küçük ilçeden sonra bu kalabalık tuhaf ve gürültülü gelmişti. Bu kaçmak için son şansım olabilirdi. Şehir içi kalabalıktı, birilerine sesimi duyurabilirsem belki kurtulabilirdim.
Diğerleri uslu olduğuma karar vermiş olacaklar ki üzerimdeki bakışlar başka yönlere çevrilmişti. Hızla camı açan düğmeye basıp ‘’İmdat! diye bağırmaya başladım.
Yaralı ağzımı eliyle kapayıp geri çekerken diğeri camı kapatıyordu. ‘’Bir kez söz dinle.’’ dedikten sonra tekrar ipler ortaya çıktı.
Bağlamamaları için çırpınmaya devam ettim ama o ipler yine de bileklerime dolandı. Ağzımı da bağladıklarında tekrar hareketsiz kalmıştım. İpleri çözebilmek için sürekli çırpınıyordum ama işe yaramıyordu. En sonunda bakışlarımı yaralıya diktim. Yüzüne dik dik bakıp duruyordum.
Yanındakine, ‘’Bağla şunun gözlerini yoksa elimde kalacak.’’ dediğinde bir kez daha gözlerim bağlandı. Bitmeyecek bir döngünün içinde hapsolmuştum.
Ne kadar daha yol gittik bilmiyordum. Bu halde kestirmesi güçtü. En sonunda araba yavaşladı ve sonunda tamamen durdu. Gelmiş miydik? Bitmiş miydi bu işkence dolu yolculuk? Biri gözlerimi ve ağzımı açtığında nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum.
Arabanın kapısı açıldığında büyük bir bahçenin içindeydik. Etrafta bir sürü adam vardı ve hepsi korkutucu görünüyordu. Yaralı uzanıp ayaklarımı ve kollarımı bağlayan ipleri çözdü. ‘’İn!’’ dediğinde olduğum yerde oturmaya devam ettim.
Bu defa kolumdan tutup arabadan indirdi. Güneş ışığı gözlerimi almıştı. Çevreye dikkatle bakmaya çalışıyordum ve kaçabileceğim bir açıklık arıyordum. Yanımdaki düşüncelerimi anlamıştı.
‘’Boşuna bakınma her yerde adamlar var. Kaçmanın imkanı yok. Yürü hadi.’’ diyerek bahçenin ilerisindeki evi gösterdi. Eve doğru istemesem de yürüdüm. Söylediklerini yapmazsam sonra zorla yaptırıyorlardı.
Birkaç adım atmıştım ki evden çıkan birini gördüm. Bu Ahmet’ti. Yüzündeki gülümsemeyle bana doğru geliyordu. Adımlarımı durdurdum. Ona kendi ayaklarımla gitmek istemiyordum.
‘’Beklediğim kadın sonunda gelmiş.’’ diyerek tam karşımda durdu.
‘’Birini evine hep böyle mi davet edersin?’’
‘’Pek sayılmaz. Benimle gel.’’ dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Onu dinlemeyecektim.
Birkaç adım sonra dönüp bana baktı. Tekrar geri geldi. ‘’Ela sana iki seçenek sunuyorum; birincisi uyum sağlarsın ve senin için herşey daha kolay olur, ikincisi inat etmeye devam edersin ve acı çekersin.’’
Sözleriyle yüzüne tükürdüm ve aynı ayna yüzüme gelen tokatla yere savruldum. Yanımda diz çöküp çenemi sıkıca kavradı. ‘’Onca söylediğin söze rağmen sana fazlasıyla iyi davrandım ama bir daha adamlarımın önünde bana böyle davranırsan seni öldürürüm.’’
Çenemi bırakıp ayağa kalktı. ‘’Odasına götürün.’’ deyip arkasını döndü ve çekip gitti. Yaralı hızla gelip kolumdan tuttu ve ayağa kaldırıp eve doğru yürümem için zorladı. Eve girdiğimizde alt kata inen merdivenlere götürdü ve merdivenleri inince karşımıza çıkan odalardan birinin kapısını açtı.
İçeri girdiğimizde kolumu bıraktı ve yüzüme baktı. ‘’Acı çekmek istemiyorsan patrona karşı gelme. Onun emir aldığı biri yok.’’
Kapıdan çıktığında dönen kilidin sesi duyuldu. Olduğum yerde yere oturup ağlamaya başladım. Bu belaya bulaşmak için hiçbir şey yapmamıştım ama yine de beni bulmuştu. Neden? Neden bunları yaşıyordum?