RESEPSİYON

1710 Words
Sabah uyandığımda burnuma dolan kokuyla uykudan tam ayılamadan ayaklarımı sürüyerek mutfağa ilerledim. Babamın salçayla kavurduğu soğanın kokusu her yeri sarmıştı. Yanağından öptüğümde tavadan bir parça alıp üfleyerek ağzıma uzattı. Verdiğini iştahla yedim. El lezzeti çok iyiydi. Diğer kahvaltılıkları çıkarıp masaya yerleştirdim. Çayları doldurduğumda babamda sıcak tavayı ortaya bıraktı. Kahvaltımı iştahla yaptıktan sonra soğan kokusundan kurtulmak için uzun uzun dişlerimi fırçaladım ve sonrasında ağzıma naneli bir sakız aldım. Banyoya girmeden önce odamda günlük esneme hareketlerimi yapmaya başladım. Bedenimin esnekliğini korumam için bunları düzenli yapmalıydım. Kolumdaki saat titremeye başladığında telefonumu dün gece bıraktığım yerden aldım. Ferit arıyordu. Çağrıyı cevaplayıp telefonu masanın üzerine sabitledim görüntüye bakarken hareketlerime devam ettim. ‘’Ne yapıyorsun diye aramıştım ama çalışıyormuşsun.’’ dediğinde gülümsedim. ‘’Davet için aradıysan henüz erken yetişirim.’’ Konuşmak için eli havaya kalktığında beş yaşındaki oğlu Toprak bir anda kucağına atlayınca dengesini sağlayamayıp düştü. Telefonda elinden başka bir yere gidince tavandan asılı avizeyi görmeye başlamıştım. Çok geçmeden telefonu geri aldı. ‘’Korkup kaçmayacağına emin olmak istemiştim.’’ dedikten sonra dağılmış saçlarını düzeltti. Toprak bu defa gelip sırtına atladı. Boynuna dolanan kollarla başının arkasından uzanan küçük başı gördüm. ‘’Kaçmıyorum beni düşünmeyi bırak ve Toprak ile ilgilen. Belli ki ufaklığın canı sıkılıyor.’’ ‘’Güreş yapacakmışız.’’ dedi gülerek. ‘’Yenilmeyi unutma.’’ Telefonu kapattığımda hareketlerime devam ettim. Bittiğinde duşa girip keyfini sürerek yıkandım. Resepsiyon saati geç değildi. Akşamüzeri başlayacaktı ve sabah erken uyanmadığım için bir an önce hazırlanmaya başlamam gerekiyordu. Giyeceğim kıyafeti güzelce paketledim ve yanıma aldım. Saçlarım için kuaföre gidecektim. Üzerimi de orada değişirdim. Odamdan çıktığımda babamın yanına geçtim. ‘’Beni kuaföre götürür müsün?’’ dedim. Taksiyle uğraşmak istemiyordum ve araba da kullanamıyordum. Televizyonu kapatıp atletinin üzerine koltuğun kenarındaki tişörtünü geçirdi. Yola çıktığımızda randevu aldığım kuaförün adresini verdim. İş saatleri olunca trafik yoğun değildi de kolayca yol almıştık. Kuaförün önünde durduğunda ‘’Bekleyeyim mi?’’ diye sordu. ‘’Hayır Ferit, Çınar ile birlikte gelip alacak ve hep beraber gideceğiz. Evde görüşürüz.’’ ‘’Cumhurbaşkanına selamımı söyle bizim yaylanın yolu hala toprak bir ara asfalt döksün.’’ dediğinde gülüyordu ama ben gözlerimi devirdim. ‘’Tabi ki öyle bir şey söylemeyeceğim.’’ Saçlarımı okşadı. ‘’Sinirlenme takılıyorum. Eğlenmene bak. Olumsuz bir durum olursa da görmezden gel.’’ Yanağından öptüm. ‘’Seni seviyorum.’’ ‘’Ben de seni seviyorum.’’ Kuaföre girdiğimde boş sandalyelerden birine oturdum. Giyeceğim kıyafeti açıp gösterdim. Saçımı kıyafete uygun yapsınlar istiyordum. Benimle ilgilenecek genç kız maşayı fişe takıp ısıttıktan sonra saçlarımı tek tek ayırıp kıvırmaya başladı. Saçım düz olunca yapması da zor oluyordu ama saatler sonra istediği şekli verebilmişti. Kahküllerim her zamanki gibi alnımı kapatıyordu ve su dalgası gibi şekil alan saçlarım sırtımda salınıyordu. Makyajımda güzel olmuştu fazla abartı değildi. Gösterdikleri odaya geçtiğimde elbisemi saçlarımı bozmadan giydim. Parfümümü üzerime boca ettikten sonra duvara sabitlenmiş boy aynasında kendime baktım. Artık gitmeye hazırdım. Ödemeyi yaparken kolumdaki saat titreyince telefonu çıkardım. Ferit dışarıda beklediklerini söyleyen bir mesaj atmıştı. Minik çantamın zincirini omzuma astım ve elbiselerimin olduğu paketi alıp kuaförden çıktım. Arabayı gördüğümde arka koltuğa oturup elimdeki paketleri koltuğun boş yerine bıraktım. Ferit şoför koltuğundan geri dönüp bana baktı. ‘’Yakıyorsun yine.’’ ‘’Teşekkür ederim ama bir an önce gidelim yoksa kaçacağım.’’ dediğimde cevap vermeden gaza bastı. Resepsiyonun yapılacağı yere geldiğimizde dışarıdaki kalabalık gözümü fazlasıyla korkutmuştu. Habercilerin sayısı her zaman olandan iki kat fazlaydı. Gelen konuklar içeri girene kadar flaşların ışığına ve soru yağmuruna tutuluyordu. Yerde çok uzun bir kırmızı halı vardı. Çantamı alıp almama konusunda kararsızdım ama sonunda almaktan vazgeçtim. Elimde engel olmasını ya da bütün gece omzumdan bir çanta sallanmasını istememiştim. Babama hızlıca mesaj attım. ‘Telefonumu arabada bırakıyorum. Acil bir durum olursa Ferit’e ulaş.’ Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalışırken Ferit ile Çınar arabadan iniyordu. Kapı koluna uzandığımda Çınar benden önce davranıp kapımı açtı. Bu yaptığına tebessüm ederek dışarı çıktım ve uzattığı koluna girdim. Ferit bir adım önümüze geçmişti. Kırmızı halıda yürürken bir yerden sonra patlayan flaşlar üzerimize yöneldi. Adımlarımız durduğunda fotoğraf çekmeleri için birkaç poz verdik. Dudak hareketlerini takip etmeye çalıştım ama hepsi aynı anda konuşuyordu bu yüzden yapamadım. Ferit her zamanki gibi kurtarıcım olmuştu. ‘’Hepsi farklı yollardan altın madalya kazandığınızda ne hissettiğinizi soruyor.’’ Çınar’ın konuşması bitene kadar bekledim. Söyledikleri klasik şeylerdi çok mutluyum, heyecanlıyım… Onun konuşması bitince ben de cevap verdim. ‘’Kazanmak için çok çalışmıştık ve ülkemizin adını birinci sıraya yazdırdığımız için mutluyum.’’ Yürümeye devam ederek gösterişli binaya girdik. Önümüzde yürüyenlere uyum sağlamıştık. Büyük salona adım attığımızda kalabalık insanların arasındaydık. Ferit’in dudak hareketinden ‘’Aşırı gürültülü.’’ dediğini anlamıştım. Yüksek bistro masalardan birinin yanına geçince Ferit’e doğru döndüm. ‘’Burada tam olarak ne yapacağız?’’ diye sordum. ‘’Burada böyle duracağız gelenlerin tebriklerini kabul edeceğiz. Strese girmeni gerektirecek bir durum yok.’’ ‘’Tamam.’’ dedim. Gözüm kalabalığın üzerindeydi. Herkes birbiriyle sohbet ediyordu. Yüzlerinde nezaketi bırakmayan bir gülümseme vardı. Yanımıza gelenleri görünce gülümsedim. İki kız bir erkekti. Onlarda kendi alanlarında altın madalya kazanmış sporculardı. Arkadaş olacak kadar samimiyetimiz yoktu ama birbirimizi uzaktan tanırdık. Birbirleriyle selamlaşıp sohbet ederken Ferit hep yaptığı gibi benim kulağım olmaya devam ediyordu. Filiz, ‘’Nasılsın?’’ diye sorduğunda ‘’İyiyim, teşekkür ederim.’’ diyerek cevap verdim. Serdal bana bakarak konuşmuştu. ‘’Bence ortam çok sıkıcı herkes aşırı ciddi.’’ ‘’Benim için hep aynılar.’’ dediğimde gülmüştü. Güreşçi olduğu için bedeni fazla iriydi. Omuzlarının genişliğinden giydiği ceket bile gerilmişti ama yüzü yakışıklıydı. ‘’Tanımadığımız bir düğüne girsek daha çok eğlenirdik.’’ ‘’Duyamasam da içeride müzik çaldığına eminim. Oynamak istiyorsan işte meydan.’’ Sözlerimle kahkaha attığını görebiliyordum. Bir süre daha sohbet edip gittiklerinde Ferit bana garip garip bakıyordu. ‘’Ne oldu?’’ diye sordum. ‘’Serdal sana yazıyor.’’ dediğinde yüzünde sinsi bir gülüş vardı. ‘’Numaram onda yok, elinde kağıt kalem de görmedim nasıl yazıyor?’’ Sözlerime gülmüştü ama sebebini anlayamamıştım. ‘’Özür dilerim kelimelerin mecazi anlamlarını anlamakta zorlandığını bazen unutuyorum. Serdal’ın bence sana bir erkek olarak ilgisi var. Biraz sıcak davransan hoşlandığını söyleyeceğine eminim.’’ ‘’Ama ben ilgilenmiyorum.’’ diyerek konuyu kapattım. Aldığımız içecekleri içerken Cumhurbaşkanı içeri girince herkes ciddi bir duruşa geçmişti. Yürürken gördükleriyle selamlaşıyordu. Diğer sporcu arkadaşlarımızın yanına gidip onları tebrik ettikten sonra bizim olduğumuz yere doğru yöneldi. Ferit ile tokalaşıp tebriklerini ilettikten sonra aynı şekilde Çınar ile de tokalaştı. En son eli bana uzandığında biraz gerilsem de uzanan eli hafifçe tutup sıktım. ‘’Başarınız için tebrik ederim.’’ dediğini dudaklarından anlamıştım ama Ferit yanımda işaret diliyle çevirisini yapıyordu. ‘’Teşekkür ederim.’’ dedim kısaca. Yanımızdan uzaklaştığında diğer insanlarla konuşmaya devam etti. Olduğumuz yerde durmaya devam ederken bir süre sonra Çınar yanımızdan diğerlerinin yanına gitmişti. Filiz ile oldukça samimi bir sohbete dalmış gibiydiler. ‘’Bunların arasında bir şey mi var?’’ diye Ferit’e sordum. ‘’Yok ama neden olmasın?’’ derken gülümsemişti. Garsondan aldığımız içecekten bir yudum içtiğimde ‘’Seni on dakika yalnız bırakacağım.’’ dedi. ‘’Neden?’’ Bu kalabalıkta benim dilimi anlamayan onlarca insanın arasında yalnız kalmak gözümü korkutuyordu. ‘’Tuvalete gidip geleceğim.’’ ‘’Tamam.’’ dediğimde yanımdan ayrıldı. Yalnız kaldığımda yine kabuğuma çekilmiştim. Stresten önümdeki bardaktan birkaç yudum daha içtim. Beklemeye devam ederken yanıma daha önce hiç görmediğim bir adam yaklaştı. İşaret dilinde, ‘’Merhaba, tebrik ederim.’’ dediğinde ‘’Teşekkür ederim.’’ dedim. Burada işaret dilini bilen birini beklemediğim için şaşırmıştım. Ceketinin cebinden çıkardığı not defterini masanın üzerine koyup bir şeyler yazdı ve bana çevirdi. ‘Açıkçası işaret dili bilmiyorum. Dün gece televizyonda programınızı izledim bugün de buraya geleceğinizi öğrenince birebir tebrik etmek için bu iki kelimenin nasıl söylendiğini öğrendim o kadar. Bana verdiğiniz cevapta hakaret bile ettiyseniz anlamadım.’ Yazılanları okuduğumda istemsizce gülmüştüm. Kalemi elinden alıp cevap yazdım. 'Çok naziksiniz. Hakaret etmedim sadece teşekkür ettim.’ Yanımızdan geçen garsonun taşıdığı yuvarlak tepsiden iki kadeh şeklindeki bardağı aldı ve birini bana uzattı. Tebessüm ederek aldım. Not defterine yine bir şeyler yazıp bana çevirdi. ‘Yakında yeni bir gösteriniz var mı? Canlı olarak izlemeyi çok isterim.’ Kalemi verdiğinde yavaşça aldım. ‘Şu an planlanmış bir programım yok.’ Kalemi benden geri alıp yazmaya devam etti. ‘Özür dilerim kendimi tanıtmadan doğrudan konuşmaya başlayarak kabalık ettim. Ben Çetin Aktan, buradaki diğer sıkıcı iş adamlarından biriyim.’ Yazdıklarını okuyunca yüzümde yine tebessüm oluşmuştu. Benden beş ya da altı yaş büyük olmalıydı. Birçok insan gibi siyah saçlı, kahverengi gözlüydü. Bıyıklarının ve çenesindeki sakalının birleşerek oluşturduğu bir top sakalı vardı. Görünüşü fazla çekiciydi ve parfümünün hoş kokusu aldığım her nefesle burnuma doluyordu. Elimi uzattığımda kalemi avucuma bıraktı. ‘Tanıştığıma memnun oldum ama kabalık ettiğinizi düşünmemiştim.’ Hızlıca karşılığını yazdı. ‘Sevindim. Kötü bir izlenim bırakmış olsaydım üzülürdüm.’ ‘İnsanlar ne düşündüğümü genelde umursamazlar bu yüzden dert etmeyin.’ yazdım. Kalemi elimden alırken parmakları parmaklarıma temas edince sıcaklığını hissetmiştim. Gözlerimin içine fazla anlamlı bakıyordu. ‘Asıl kabalığı onlar yapmış. Sizin gibi birini yok saymak için tamamen kör olmak gerekir.’ Sözleri hoşuma gitmişti. Daha önce böyle yaklaşan biri hiç olmamıştı ve kendimi iyi hissettirmişti. Ne cevap yazacağımı bilemediğimden sadece omuz silktim. Benim yerime o yazmaya devam etti. ‘Sanırım densizlik ettim.’ yazınca üç defa okudum ama anlayamamıştım. Densiz kelimesinin altını çizdim. ‘Bunun anlamını bilmiyorum.’ Kalemi benden geri aldı. ‘Konuşmalarım fazla saygısızca mı oldu demek istemiştim?’ Hayır anlamında başımı sallayınca yazmaya devam etti ve bir saate yakın not defterinin sayfalarını karalayarak konuştuk. Ferit’in gelmediğini bile unutmuştum. En son yazdığına baktım. ‘Sizin için sorun olmayacaksa telefon numaranızı verebilir misiniz? Daha sonra buluşup bir kahve içmeyi çok isterim.’ Kalemi geri verdiğinde biraz kararsız kalmıştım ama babam sürekli; seninle arkadaşlık kurmak isteyen insanları korkularına yenik düşüp geri çevirme, diyordu. Deneyebilirdim. Numaramı yazdığımda rakamların olduğu sayfayı yırtıp cebine koydu ve diğer sayfaya yazdı. ‘Not defteri siz de kalsın. Böylece konuştuklarımızın aramızda kalacağından emin olursunuz.’ Gülümsediğimde vedalaşıp yanımdan ayrıldı. Ferit’in geldiğini gördüm. ‘’İnanamıyorum.’’ derken yüzünde büyük bir gülümseme vardı. ‘’Tam bir saattir o adamla konuşuyordun ve yüzünde büyük bir gülümseme vardı.’’ ‘’Abartma sadece tebrik etmek istemiş.’’ dedim ama utanmıştım. ‘’Bak bak yanaklar nasıl da kızardı. Yoksa hoşlandın mı?’’ ‘’Utandırma.’’ dediğimde gülerek ağzına fermuar çekti. ‘’Hem sen bir saattir neredeydin?’’ ‘’Muhabbetinizi görünce bilerek gelmedim. Senin yanında işaret dili bilen birine ihtiyacın yok anlaşmanın yolunu her zaman buluyorsun. At artık o korkularını.’’ ‘’Bir daha yapma.’’ dedim sitemle. ‘’Tamam tamam yapmam.’’ dedi ama alttan alta hala gülüyordu. Not defterine uzandığında eline vurdum ve alıp kapağını kapattım. ‘’Merak ediyorsan yanıma gelip çevirmenlik yapacaktın.’’ ‘’İyilik de yaramıyor. Belki ben yanına gelmediğim için ileride kocan olacak adamla tanıştın ne biliyorsun?’’ Hala dalga geçiyordu. ‘’Kapa çeneni.’’ dediğimde gülerek karşılık verdi. ‘’Çenem zaten kapalı elim işliyor.’’ ‘’Seni var ya…’’ Üzerine doğru bir adım attığımda geri adımladı. ‘’Cumhurbaşkanı burada beni mi kovalayacaksın?’’ Adımımı durdurdum ama somurtarak yan tarafa dönmüştüm. Tamam Çetin ile konuşmaktan biraz hoşlanmış olabilirdim ama ne vardı yani bunda da dalga geçiyordu?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD