OLİMPİYAT YARIŞMASI
Havaya sıçradığımda etrafımda dönerek partnerimin beni bekleyen kollarına indim ve ayaklarım yere bastığı an Çınar’ın elini tutup kaymaya devam ettim. Ellerimiz ayrıldığında önce birbirimizden uzaklaştık sonra tekrar yakınlaşmaya başladık. Kostümümün üzerindeki boncuklu saçaklar her hareketimle sallanıp parıldıyordu. Son kez bir araya geldiğimizde sırtım göğsüne dayandı ve kollarına doğru yarı yatar pozisyona geçtim.
Durduğumuzda ikimizde nefes nefeseydik. Doğrulmama yardım etti ve beraber seyircileri selamladık. Hissettiğim özgürlükle yüzümde mutlu bir tebessüm vardı. Alkışladıklarını görebiliyordum ama her zamanki gibi benim için sadece sessizlik vardı bir tek babam benim dilimde alkış işareti yapıyordu. Bakışlarım Ferit’e kaydığında anlamam için işaret dilinde ‘’Harikaydı.’’ dedi.
Çınar ile son kez selam verip buz pistinden kayarak uzaklaştık. Kenardaki banka oturduğumda dinlenmeye çalışıyordum. Ferit yanımda durmadan benim dilimde konuşuyordu. El hareketleri fazla heyecanlıydı. ‘’Muhteşemdiniz havadaki dönme hareketin eksiksizdi. Buradan altın madalyayla ayrılacağız. Puan kıracakları ufak hatalarınız oldu ama geneli kusursuzdu.’’
Çınar’ın uzattığı şişeyi alıp bir yudum su içtim. Karşımdakine işaret diliyle ‘’Biraz sakin ol bizden daha heyecanlısın.’’ dedim.
Anında karşılık verdi. ‘’Tabi ki heyecanlı olacağım. Yarışın sonunda buradan ülkeye altın madalya ile dönmek var. Bunu başarırsanız antrenörünüz olarak benim ismimde duyulacak. Bırak da biraz gururunu yaşayayım.’’
‘’O gururu yarışı kazanırsak beraber yaşarız.’’ dediğimde oturduğum yerden kalktım ve hep beraber yarış bitene kadar bekleyeceğimiz küçük odaya gittik.
Sessizliğimin içinde otururken duvardaki küçük ekrandan diğer yarışanları izliyorduk. Hepsi fazla iyiydi gerçekten birinci olabilir miydik emin değildim. Hissettiğim stresle kenarda duran çantama uzandım. İçini açtığımda çikolatalı gofreti çıkardım. Birer tane Çınar ve Ferit’e verdim bir tane de kendime aldım. Bir ısırık aldığımda gözlerimi kapattım ve o güne geri gittim.
Henüz altı yaşımdaydım. Sessiz dünyam beni fazlasıyla korkutuyordu ve sığındığım tek kişi babamdı. Her anımda yanımdaydı, benimle iletişime geçebilen tek kişiydi. Babam hep işaret dilinde konuştuğu için özel olarak öğrenme ihtiyacı hiç hissetmemiştim çünkü çocukların konuşmayı öğrenmesi gibi ben de işaret dilini öğrenerek büyümüştüm. Yanımdan bir an olsun ayrıldığında korkup ağlamaya başlardım. Dünya çok ürkütücüydü çünkü insanlar yüzüme baktığında dudakları hareket ederdi ama ne olduğunu anlamazdım. O zamanlar babam dışındaki herkes canavarmış gibi gelirdi.
Yaz sıcağının her tarafımızı sardığı bir gün karşıma geçip ‘’Gidiyoruz.’’ dedi ve elimden tutup kapalı bir spor salonuna götürdü. Mevsimin yakıcılığına rağmen içerisi biraz soğuktu ve ortada bir buz pisti vardı. Babam tanımadığım genç bir kadınla konuşurken pantolonunun paçasını sıkıca tutmuş yanında bekliyordum.
Bir süre sonra kadın önümde diz çöktü. Yüzünde bir gülümseme vardı ve babamla konuştuğumuz gibi el işaretiyle ‘’Merhaba.’’ dedi. Şaşırmıştım. İlk defa tanımadığım biri benim dilimde konuşmuştu. Karşılık vermek isterken kendimi babamın bacağının arkasına doğru sokulurken bulmuştum. Babam da diğeri gibi yanımda diz çöktü.
‘’Güzel kızım, Selma ablanla neden tanışmıyorsun?’’
‘’Korkuyorum.’’ diyerek karşılık verdim. ‘’Herkes çok korkutucu.’’
Selma dediği kadın saçlarımı okşayıp yine işaret diliyle konuştu. ‘’Seninle arkadaş olmak istiyorum. Bana bir şans verir misin?’’
‘’Ama sen çok büyüksün.’’ dediğimde gülümsemesi genişledi.
‘’Olsun bence iyi anlaşacağız. Benim adım Selma senin adın ne?’’ dediğinde elini uzattı.
Biraz tereddüt etsem de ‘’Kardelen!’’ diyerek uzattığı elini tuttum.
Elimi tutmayı bıraktığında işaret dilinde konuşmaya devam etti. ‘’İsmin çok güzelmiş. Kardelenlerin karda açtığını biliyor musun?’’ Başımı evet diye salladım. ‘’Sen de o karda açan gerçek bir kardelen olmak ister misin?’’
‘’Nasıl açabilirim ki ben çiçek değilim?’’ dediğimde yine gülümsedi.
‘’İstersen sana öğretebilirim.’’ Başımla onaylayınca biraz öteden eline aldığı ayakkabılarla yanıma geldi. Farklıydı, altında bıçak gibi bir demir vardı. Babam bu ayakkabıları giymem gerektiğini söylemişti. Anlayamadığım her şey beni korkutuyordu. Geri kaçmaya çalıştığımda Selma abla kendi ayakkabılarını bana göstererek ayağına giydi ve ‘’Sana zarar vermez.’’ dedi.
En sonunda ikna olup ayakkabıları giydirmelerine izin verdim. Babam gözlerimin içine bakarken ‘’Selma ablana bana güvendiğin gibi güven. Seni burada bekliyorum.’’ dedi.
Diğeri elimden tutup götürmek istediğinde babamdan ayrılmak istememiş ağlamaya başlamıştım. İkna edemeyince Selma abla yanıma oturup çantasından iki tane çikolatalı gofret çıkarmıştı. Birini açıp bana vermişti diğerini kendine almıştı.
‘’Bu benim gizli silahımdır. Ne zaman stresli hissetsem bir tane yiyorum ve mutlu oluyorum.’’ Sözleriyle gülerek bir ısırık aldı ve işaret diliyle konuşmaya devam etti. ‘’Bu sırrımı sadece seninle paylaştım kimseye söyleme tamam mı?’’
Tavrıyla gülmeye başlamış, elimdekinden bir ısırık alırken ‘’Tamam.’’ demiştim.
Çikolatalı gofretlerimizi yiyip bitirdiğimizde elimden tutup yanında götürünce adımlarına uydum. Buzun üzerine çıktığımızda ayaklarım kayınca ince bacağına sarılmıştım. Eliyle ‘’Korkma, seni bırakmayacağım.’’ dedi ve diğer eliyle elimi sıkıca tuttu.
Buz pateni maceram o gün başlamıştı. Babam korkularımdan kurtulup kendimi özgür ve güvende hissedeceğim bir yol bulmuştu. Selma abla yıllarca eğitmenliğimi yapmış hem akıl hocam hem de annem olmuştu. Kız çocuğu olarak babamın bana öğretemeyeceği her şeyi ondan öğrenmiştim. Daha sonra profesyonel bir sporcu olmam için gerekli yerlere kaydımı yaptırmıştı ve sonuç olarak bugün ülkemi temsil etmek için buradaydım.
Çikolatalı gofretimin son parçasını ağzıma attığımda stresim azalmıştı. Dizime konan elle gözlerimi açınca Ferit ‘’Sanırım telefonun titriyor.’’ dedi.
Yarışa çıkarken akıllı saatimi çıkarmak zorunda kalmıştım bu yüzden biri mesaj atsa da haberim olmazdı. Telefonumu çıkardığımda mesajı açtım. Selma abla göndermişti.
‘Televizyondan gösterini izledim canım birinciliği size vermezlerse hepsine küfür edebilirsin.’
Yüzümde bir gülümseme oluştu. Biraz delidolu biriydi ve yaşına rağmen pek olgunlaştığını söyleyemezdim.
‘Büyük bir zevkle.’ yazıp gönderdim ve telefonumu çantaya geri attım.
Çok geçmeden Ferit ‘’Sonuçlar açıklanacak gidiyoruz.’’ deyince oturduğum yerden kalktım.
Çınar elini uzattığında cesaret alabilmek için sıkıca tuttum. İşaret dili bilmediği için konuşamıyorduk ama durumumla alakalı olumsuz bir tavrı yoktu. Diğer ülkelerden gelen çiftlerle beraber gösterilen alana geçtik ve sonuçların okunmasını bekledik.
Ferit sessiz dünyamla gerçek dünya arasındaki bağımdı. Sunucunun söylediği her şeyi işaret diliyle bana çeviriyordu. İyi bir antrenördü. Ülkemi temsil için seçildiğimde birçok antrenör benimle çalışmak istememişti çünkü nasıl iletişim kuracaklarını bilmiyorlardı. Böyle şeyler kalbimi biraz kırıyordu. Ferit kendisi gönüllü olmuş ve çalışmalara başlamadan önce gece gündüz uğraşıp işaret dili öğrenmişti.
Üçüncü ve ikinci olan ülkeler açıklandığında yanımızdaki iki çift gidip madalyalarını almıştı. Birinci olacak ülke açıklanacağında kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu.
Gözlerim Ferit’in üzerindeydi. Eli hareket ettiğinde ‘’Kazandık.’’ diyerek havaya sıçradı ve Çınar ile ikimize aynı anda sarıldı. Sesimi duyamıyordum ama attığım sevinç kahkahasını diğerlerinin duyduğuna emindim.
Partnerimle birlikte sahneye çıktığımızda basamakta en üst nokta yerimizi aldık ve madalyalarımızı gururla taktık. Bakışlarım kalabalık arasında sadece babama odaklanmıştı. Hiç kimsenin bilmediği bir kahramandı O. Erken doğumla dünyaya gelmiştim ve annem doğumumdan sağ çıkamamıştı. Bende haftalarca kuvözde yaşam savaşı vermiştim. İşitme engelim o zaman fark edilip söylendiğinde hem annemin hem de babamın ailesi; tek başına engelli bir çocuğu büyütemezsin zaten erken doğdu uzun süre yaşamaz yetiştirme yurduna ver diyerek çok diretmiş ama babam hepsine resti çekip elimi bırakmamıştı.
Kuvözden çıktığında kucağıma verdiklerinde o kadar küçüktün ki seni aldığım gibi hemşirenin kucağına geri bırakmıştım. ‘’Ben bunu tutarken anlamadan öldürürüm biraz daha büyüsün öyle verin demiştim.’’ diyerek gülerdi.
Alkışlar son bulduğunda ve tören bittiğinde üzerimizi değişmek için odaya geri döndük. Paravanın arkasına geçip kostümümü çıkarıp tek parça uzun elbisemi giydim. Boyu topuklarıma kadar iniyordu ama iki tarafından da dizimden oldukça üst tarafında biten yırtmacı vardı ve kısa koldu. Kot ceketimi de üzerime geçirince diğerlerinin yanına döndüm. Çantalarımızı omuzlarımıza alıp odadan çıktık.
Binadan sokağa adım attığımızda etrafımızı saran haberci ordusunun arasında kalmıştık. Ferit her zamanki gibi aramızda köprü görevi görüp söylenenleri çeviriyordu ama dudak okuyabiliyordum. Tabi bu babamla benim sırrımdı kimseye söylemiyorduk çünkü bu sayede insanlar yanımda anlamayacağımı düşünerek konuştuğunda hakkımda ne düşündüklerini öğrenebiliyordum. Sırrımı fark etmesinler diye Ferit’i takip ediyordum. Özel durumumdan dolayı gazetecilerin dikkatlerinin çoğu benim üzerimdeydi. Sorulara kısa kısa cevaplar veriyorduk. Beni bekleyen babamı gördüğümde el sallayarak yanıma çağırdım. Haberciler yaptığımı fark edince babama geçebilecekleri bir yol açtılar.
Yanıma geldiğinde yüzündeki gururlu ifade açıkça görülüyordu. Kolu belime sarıldığında güçlü bedenine dayandım. Sorulan soruya cevap verdim. ‘’Bugün buradaysam babamın sayesinde.’’
Biri aşk hayatımı sorduğunda gülümseyerek. ‘’Tek aşkım babam.’’ dedim. Tamam biraz fazla babacı olabilirdim ama hak ediyordu. Altı yaşıma kadar bir an bile ayrılmamıştık. Uzun yol şoförüydü. O koca tırıyla nereye gittiyse ben de onunla gitmiştim. Kendi ailesine güvenip emanet edememişti ve yollarda büyümüştüm. Bugün bile kendi yaşıtım arkadaşım pek yoktu ama babamın arkadaşlarıyla aramız iyiydi. Yollarda karşılaşa karşılaşa birçoğu benimle birlikte işaret dilini çat pat öğrenmişti ve mola duraklarında yollarımız kesişince benimle oyun oynamaya alışmışlardı. Altı yaşına girdiğimde okul zamanımda gelince babam yola çıktığı zamanlarda benimle kalacak bir bakıcı bulmak zorunda kalmıştı ve bir de Selma ablaya emanet etmişti.
İlk ayrılığımızda günlerce babamı istiyorum diye ağlamıştım. Okuldaki çocukların hepsi benim gibiydi ve onları görünce de babamın yokluğunu kabullenmeye başlamıştım. Emekli olduktan sonra da ben gösteriler ve yarışlar için nereye gidiyorsam O benimle gelmeye başlamıştı ve ayrılmadan yaşadığımız günlere geri dönmüştük. Bazen neden başkasıyla evlenmediğini sorardım o da ben hala annenle evliyim derdi.
Bekleyen arabaya bindiğimizde hep beraber yola çıktık. Kutlama için yemek yiyecektik. Restorana geldiğimizde siparişleri verdik. Ferit sürekli telefonla uğraşıyordu. Tebrik için durmadan birileri arıyordu. Kolumdaki akıllı saatim titremeye başladığında ekrana baktım. Selma abla arıyordu. Telefonumu çıkarıp çağrısını cevapladım. Görüntüde belirdiğinde yüzünde büyük bir gülümseme vardı. ‘’İşte benim kızım. Tebrik ederim canım.’’ dediğinde öpücük attım.
‘’Teşekkür ederim. Birinci olmazsam ayıp olurdu sonuçta senin öğrencinim.’’ dediğimde o da güldü.
‘’Ülkeye dönünce yanıma gel ve yüz yüze kutlayalım. Sana kendi ellerimle pasta yapacağım.’’
‘’Pastanın içinde muz da olsun.’’ deyince ‘’Tamam anlaştık.’’ dedi.
Karşılıklı birkaç öpücük gönderip telefonu kapattık.
Ferit de telefonunu masanın üzerine bıraktığına hem konuşuyor hem de işaret diliyle aynı şeyleri benim için tekrar ediyordu. ‘’Sayenizde ünlü oldum ama ilk dakikadan bıkıp telefonumu kapattım. Sürekli birileri arıyor ve hiçbirini tanımıyorum ki arayanların çoğu da siyasetçi. Ülkeye dönünce çokça röportaja, önemli kişilerle görüşmeye ve gösteri yapmaya hazır olun.’’
‘’Bu birincilik için yanıp tutuşurken şimdi şikayet etme.’’ deyince güldü.
‘’Ünlü şımarıklığı böyle oluyor demek ki.’’ Hepimiz sözlerine güldük.
Yemekleri yerken mutluyduk. Sürekli bir şeyler için gülüyorduk. Otele döndüğümüzde odalarımıza çekildik. Babam ile aynı odada kalacaktık. Yataklarımız ayrıydı ama pijamalarımı giydikten sonra yanına gidip kollarına sokuldum. Alnımdan öptüğünde beyazlamış kısa sakalları biraz gıdıklamıştı. Göbeğinden dolayı tek kişilik yatakta üç kişi gibiydik ama yanında kalmak istiyordum çünkü sıcaklığını hissettiğimde güvende olduğumu biliyordum.
‘’Teşekkür ederim baba. Sen bana yol göstermeseydin ben bugünlere gelemezdim ve kendi dünyamdaki korkularımda bir süre sonra tamamen kaybolurdum.’’
Yanağımı okşadığında elleri hareket etti. ‘’Sen benim bu hayattaki tek varlığımsın. Bütün yolu güçlü karakterinle yalnız yürüdün ben sadece yanında senin ilerleyişini seyrettim.’’
Kollarımı bedenine dolayıp sıkıca sarıldım ve başımı göğsüne dayadım. Babam ilkokul mezunu, köyde çobanlık yaparak büyümüş sonra şoförlük işine başlamış sıradan biriydi ama benim için pelerinsiz kahramandı. Özel bir çocuk olduğum için zaten okula gidemez dememiş, sormuş öğrenmiş ve benim gibiler için olan özel okullarda gerekli bütün eğitimleri almamı sağlamıştı.
Okuma yazma biliyordum, dudak okuyabiliyordum ve işaret dili zaten ana dilimdi. Bir de kendimi koruyabilmem için belli bir seviyede karate eğitimi aldırmıştı. Gerçi o konuda hiç başarılı değildim. Tüm bunların yanında adımı dünyaya duyurarak ülkeme altın madalya getiren milli bir sporcu olmuştum.
Günün mutluluğuyla uyuyabilecek miydim bilmiyordum ama denemek için gözlerimi kapattım.