Resepsiyon bittiğinde dışarıda park halindeki arabaya ilerledik. Kapıyı açtığımda kendisini almaya gelen arabaya binen Çetin ile göz göze geldik. Tebessüm ederek başıyla selam verince aynı şekilde karşılık verdim ve arabaya oturdum.
Eve geldiğimde babamı televizyon karşısında uyurken buldum. Üzerini örtüp odama geçerek elbisemi çıkardım ve makyajımı silip saçlarımdaki spreyden kurtulmak için hızlıca yıkadım. Yatağa yattığımda ışığı gece lambasıyla değiştim.
Sabah uyandığımda öğlen olmuştu. Odadan salona geçtiğimde boştu, babamın odasına baktım orası da boştu. Mutfağa girdiğimde masanın üzerinde hazırlanmış kahvaltı vardı ve bir de yazılı not kağıdı. Alıp üzerinde yazılanlara baktım.
‘Köyden halan ile kuzenin geliyormuş onları almak için otogara gidiyorum.’
Çayımı doldurduktan sonra sandalyeyi çekip oturdum ve yeşil zeytinden bir tane ağzıma attım. Anne tarafımdan kimseyle görüşmüyordum, baba tarafından akrabalarla da görüşmek istemezdim ama babam için katlanıyordum. Doğduğumda beni babama terk etmesini söyleyen insanlarla işim olmazdı. Bu konuda merhametli davranmayacaktım.
Kahvaltımı bitirdikten sonra masayı toplayıp günlük egzersizlerimi yaptım. Bugün boştum ama yarın röportaj yapmam gereken bir haberci vardı, sonrasında Çınar ile bir spor dergisi için fotoğraf çekimimiz olacaktı. Onlar da bitince Hacer Hanım ile görüşüp okula gidebilirdim.
Tekrar mutfağa girdiğimde taze fasulyeleri alıp pişirmek için temizleyip çırptım. Şeklini böyle çok seviyordum. Pişmesi için ocağa koyduğumda, yanına da çorbayla, pilav yaptım ve salatayı da hazır ettim. Üzerimdeki mutfak önlüğünü çıkartırken omzuma konan elle biran korkup havaya sıçradım. Evde tek olduğumu bildiğim için beklemediğim bir durumdu.
Geri dönünce babamla göz göze geldik. ‘’Korkuttum mu?’’ dedi.
‘’Biraz.’’ diyerek gülümsedim.
‘’Halanla, Akif ağabeyin içeride gelip hoş geldin de.’’
Umursamazca omuz silktim. ‘’Ben hoş geldin derim de onlar anlamaz.’’
Başını yana eğip bir bakış attığında söylemek istediğini anlamıştım. Daha fazla üstelemeden mutfak önlüğümü kapının arkasına asıp salona geçtim. Halamın elini öpüp Akif ağabey ile tokalaştım.
Babam yanımıza geldiğinde dudak hareketlerinden ‘’Yemek yiyelim acıkmışsınızdır.’’ dediğini anlamıştım. Bana dönüp ‘’Yemekleri hazırlayalım.’’ deyince başımla onayladım ve bir kez daha mutfağa girdim.
Çok geçmeden hep beraber yemek yiyorduk. Kahvaltıyı geç yaptığım için acıkmamıştım ama ayıp olmasın diye çorba içmiştim. Üçü kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Konuştuklarını dudaklarını okuyarak anlasam da onlar bunu bilmediği için her şeyden habersizmiş gibi davranmaya devam ediyordum. Halam köyde kim ne yapmış, kiminle evlenmiş, kimin çocuğu olmuş gibi birçok şey anlatmıştı. Akrabalar dışında kimseyi tanımıyordum. Köye en son dört yıl önce babaannem hastalandığında gitmiştik. O dönem vefat edince cenazesinden sonra da geri dönmüştük. Babam bayramlarda kardeşlerini görmeye giderdi ama ben gitmek istemediğim için zorlamaz evde kalmama izin verirdi. Buraya neden geldiklerini de anlayamamıştım hiç konusu geçmemişti.
Yemekleri bitince babam masayı toplamama yardım edecekken engel oldum. ‘’Ben hallederim sen ablanla ilgilen.’’
Bulaşıkları hallettikten sonra demlenen çayı bardaklara doldurdum ve tepsiye yerleştirdim. Salona girecekken babamla halamın şiddetli bir konuşma içerisinde olduğunu fark edince adımlarımı durdurup gizlice ne konuştuklarını dudaklarından takip ettim.
Halam, ‘’Televizyonlara çıkıp aşka kapalı değilim derken aklı neredeydi? Bütün köye rezil etti bizi. Dünyanın bir ucuna gidip herkesin gözü önünde bir erkekle kucak kucağa dans etmesi yetmiyormuş gibi bir de olmayacak şekilde konuşuyor sen de buna destek oluyorsun. Nerede kaldı adamlığın?’’ demişti. Sanırım bağırarak konuşuyordu.
Babama baktığımda sakin kalmaya çalıştığını anlayabiliyordum. ‘’Abla, büyüğümsün sesimi yükseltmek istemiyorum ama konuştuklarına dikkat etmezsen cidden kalbini kıracağım. Kardelen sadece benim değil bu ülkenin de gurur kaynağı çıkın artık o sığ düşüncelerinizden.’’
‘’Özürlü diye fazla yüz veriyorsun.’’
Ellerim titremeye başlayınca tepsiyi düşürmeyeyim diye mutfağa geri bıraktım ve konuşmaların devamını takip etmek için gizlice izlemeye devam ettim. Gözlerimden akan birkaç damla yaşa engel olamamıştım. Özürlü kelimesinden nefret ediyordum. Engelim olabilirdi ama herkes gibi insandım bende!
‘’Esas özür konuşuyor dediğiniz köydeki insanların o işe yaramaz beyinlerinde, yirmi dört yıl önce bana kızımı terk etmemi söyleyen sizlerde.’’ Sanırım babamda bağırmaya başlamıştı.
‘’Adnan, bütün aile bu durumdan rahatsız. Kaç yaşına geldi artık Kardelen çocuk değil hayatına böyle devam edemez.’’
‘’Benim kızımın hayatından size ne?’’ diyen babamla Akif ağabey araya girdi.
‘’Dayı sinirlenmeden önce dinle. Kardelen’in adına gelecek söz hepimize gelmiş demektir. Biz de bunun önüne geçmek için buraya geldik.’’
‘’Nasıl önüne geçecekmişsiniz acaba?’’ Babamın sorduğu soruyu anlamıştım ama konuşmasını duymadığım için nasıl sorduğunu anlayamıyordum. Dalga mı geçiyordu yoksa ciddi olarak mı sormuştu? Kaşları havalanmıştı bu genelde sinirli olduğu zamanlarda oluyordu.
Akif ağabey konuşmaya devam etti. ‘’Biz buraya Kardelen’i kardeşim Emir’e istemek için geldik. Evlilik olursa insanların da konuşmaları son bulur.’’
Daha fazla olduğum yerde duramadım. Dudak okuduğumu anlamaları umrumda bile değildi. Babam beni gördüğünde oturduğu yerden kalktı ama diğerleri tepkisizdi çünkü her şeyden habersiz olduğumu düşünüyorlardı.
‘’Evlenmem.’’ dedim babamın yüzüne bakarken. Gözlerimdeki yaşlar zorluyordu.
‘’Kimseyle evlenmeyeceksin.’’ diyerek karşılık verdi ama hissettiklerim çok yoğundu.
‘’Ben özürlü değilim. Evimize kadar gelip bunları söyleyip nasıl evlilik konusunu açarlar?’’ Diğerleri ne konuştuğumuzu anlamıyorlardı ama öfkeli halimden tahminleri olduğuna emindim.
‘’Öyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Lütfen üzülme.’’ Kendine çekip sarıldığında ağlamaya başlamıştım. İnsanlar neden bu kadar acımasızdı? Geri çekildiğinde yanaklarımı ıslatan yaşları sildi. ‘’Odana git ben halledeceğim.’’
Sözünü dinleyip odama gittim. Ayaklarımı karnıma toplayarak yatağa uzandığımda ağlamamı durduramıyordum. Kalbim acıyordu. Bir süre tek başıma ağladım sonrasında babam geldi.
‘’Güzel kızım.’’ dediğinde yanıma oturup saçlarımı okşadı. ‘’İkisini de kovdum evden. Benim için önemli olan tek kişi sensin. Zamanında söyledikleri için ailem diyerek hepsine bir şans vermiştim ama bu defa tüm bağları kopardım. Seni üzgün görmek beni de çok üzüyor.’’
Benim ağlamam durmuyordu da bu defa O da ağlamaya başlamıştı. Yattığım yerden kalkıp sıkıca sarıldım. Saçlarımı okşayıp, sırtımı sıvazladı. Ağlamam durana kadar sarılmaya devam etti.
Geri çekildiğimde ‘’Yanımda olduğun için teşekkür ederim.’’ dedim. ‘’Sen bana destek olmasaydın ben hayatımın getirilerini kaldıramazdım.’’
‘’Sen düşündüğünden çok daha güçlü bir karaktere sahipsin sadece korkularına teslim oluyorsun. Ben olmasam da tek başına hayatını en iyi şekilde devam ettirebilirdin.’’ Ellerimi güçlü ellerinin arasına alıp sıktı. ‘’Artık ağlamak yok anlaştık mı?’’ dediğinde başımla onayladım ve bir kez daha sarılıp yanağından öptüm.
Babam yanımdan gittiğinde tekrar yatağa uzandım. Gözümden akan bir damla yaşı daha sildim. Kolumdaki saat titrediğinde önce ekrana baktım. Kayıtlı olmayan bir numaradan mesaj vardı. Telefonu elime alıp mesajı açtım.
‘Merhaba ben Çetin resepsiyonda tanışmıştık. Senin için de uygunsa bir kahve içmeyi çok isterim.’
Ağlarken yüzümde bir anda gülümseme oluşmuştu. Neden böyle olmuştum ki şimdi? Gitmek istiyordum. Dünkü muhabbeti hoşuma gitmişti. Belki iyi arkadaş olurduk.
‘Olur.’ yazdığımda hiç bekletmeden cevap yazdı.
‘Gelip alayım diyeceğim ama tanışalı bir gün olmuşken muhtemelen ev adresini vermezsin. Sevdiğin bir yer varsa orada buluşalım.’
Yattığım yerde yüzüstü dönüp kollarımın üzerinde durdum ve cevap yazdım. ‘İki saat sonra Göksuyu kafede olacağım.’
‘Ben de bekliyor olacağım.’ diye cevap yazmıştı.
Telefonu yatağa bırakıp fırlayarak ayağa kalktım ve elbise dolabını açtım. Ne giyecektim? Saçımı nasıl yapacaktım? Neden böyle heyecanlanmıştım ki? Fazla abartıya kaçmamak için kot pantolonumu ve kısa kol tişörtümü giydim. Bu kadarı yeterdi. Dolabın kapağını kapattığımda dayanamayıp geri açtım ve askılıkta göz kırpan su yeşili elbiseyi üzerimdeki kıyafetle yer değiştirdim.
Kesinlikle onun için süslenmiyordum. Sonuçta yaz ayındaydık, havalar sıcaktı neden dar paça pantolon içinde terleyecektim ki? Sandaletin topuklu olanını seçmemin tek sebebi de elbiseye daha çok yakıştığı içindi!
Makyajımı yaptığımda saçıma minik bir fiyonklu tel toka taktım. Bence kahküllerimle çok tatlı oluyordu. Odamdan çıkınca babamın yanına gittim. ‘’Dışarı çıkacağım.’’ dedim. Ruh halimdeki değişikliği fark etmişti.
‘’Çok güzel olmuşsun. Kiminle buluşacaksın?’’
‘’Arkadaşımla.’’ Babama yalan söylemezdim ya da bir şeyleri saklamazdım.
‘’Bu kadar özendiğin arkadaşını merak ettim.’’ derken gülüyordu.
‘’Baba!’’ dediğimde sitemimi anlamıştı.
‘’Telefonuna istediğimde ulaşabileyim.’’
‘’Tamam.’’ dedikten sonra elimle öpücük gönderip evden çıktım.
~~~~
Söylediğim kafeye girdiğimde Çetin’i görmüştüm. Benden önce gelmişti. Yanına gidince işaret dilinde “Merhaba, nasılsın? Çok güzelsin!” dediğinde yüzümde yine gülümseme oluşmuştu.
‘’İyiyim, teşekkür ederim.’’ dedim ama söylediğimi anlamadığını belli eden bir baş işareti yaptı. Sanırım yine sadece bu söylediğini öğrenip gelmişti.
Sandalyeyi çekince oturdum. O da karşıma geçti. Aramızdaki masa küçüktü bu yüzden birbirimize yakındık. Cebinden çıkardığı not defterini ve kalemi masanın üzerine koydu. ‘Özür dilerim işaret dilini tam olarak öğrenmem için biraz daha zamana ihtiyacım var.’
Kalemi elinden aldım. ‘Sorun değil. Bu kadarını düşünmen bile büyük bir incelik.’
Garson yanımıza geldiğinden sormasını beklemeden önümdeki not defterine ‘Sade kahve lütfen.’ yazdım. Çetin kendi istediğiyle birlikte siparişleri verdi.
‘Teklifimi geri çevirmediğin için teşekkür ederim.’ Yazdığını okuyunca sadece tebessüm edip başımı salladım. ‘Biraz kendinden bahseder misin?’
Kalemi masanın üzerinde önüme bıraktığında aldım. Daha önce hiç kimseyle böyle konuşmamıştım ve biraz tuhaf geliyordu. ‘Benimle ilgili her şey internette yazıyor. Bütün hayatım buz pateninden ibaret ama sen kimsin?’
Sorumla dudakları kıvrılmıştı. ‘İşadamı olduğumu söylemiştim. İlaç sektöründeyim. Bu ülkede tek yaşıyorum; Annem, babam ve ağabeyim yurtdışında. Herkes gibi sıradan biriyim.’
‘Hangi ilaçlar?’ diye sorduğumda hemen cevap verdi.
‘Karışık. Birçok hastalıkta kullanılan ilaçlardan üretiyoruz. Bunların dışında tedavisi olmayan hastalıklar için ilaç araştırması yapan bir laboratuvarımız var.’
Neden söylediklerine şaşırmıştım ki? O resepsiyona basit bir iş adamını çağırmazlardı ama yine de böyle büyük bir şey beklememiştim. Garson kahvelerimizi getirdiğinde bir yudum içtim.
‘Hasta insanlara çare bulmak güzel hissettiriyor olmalı?’ dediğimde hızlıca ‘Evet.’ diye karaladı not defterine.
Kahvelerimizi içerken buz patenine nasıl başladığımı sormuştu ben de anlatmıştım. Birazda onun hayatını öğrenmiştim. İşletme ve Eczacılık okuyarak iki üniversite bitirmişti. Birini şirketi nasıl yöneteceğimi öğrenmek için diğerini de ürettiğimiz ilaçları daha iyi anlamak için bitirdim demişti. Ağabeyi şirket ile ilgilenmek istememiş yurtdışında eğitimini tamamlayarak oradaki saygın üniversitelerden birinde profesör olarak görev yapıyormuş ve annesiyle babası da torunları dünyaya gelince yakın olmak için oraya taşınmış. Tahmin ettiğim gibi otuz yaşınaydı yani benden altı yaş büyüktü ama çok samimi ve içtendi. Yanında kendimi rahat hissediyordum. İşitme engelim de aramızdaki iletişimi hiç engellememişti.
Son yazdığına baktım. ‘İtiraf etmem gerekirse televizyon programına çıkana kadar seni tanımıyordum. Buz pateniyle ilgili bildiğim tek şey buz üzerinde yapıldığı ötesi yok. Son zamanlarda işlerim çok yoğundu bu yüzden resepsiyona da gelmeyi düşünmüyordum ama seni gördükten sonra oraya geleceğini de öğrenince fikrim değişti.’
‘Neden?’ yazdım. Sadece tebrik etmek için gelmesine gerek yoktu. Hiç tanımadığım binlerce insan sosyal medyadan mesaj atıp tebrik ediyordu. O da böyle bir yol seçebilirdi.
Kalemi eline aldığında yazacakken duraksadı. Cevabı neyse söylemekte tereddüt ediyordu. Elinin hareket etmesi için uzun bir süre beklemek zorunda kaldım. Sonunda yazmayı başardı. ‘Güzelliğini gördüğüm an adımı bile unuttum.’
Okuduğumu tam olarak anlamlandırmaya çalışırken eli masanın üzerindeki elimi tuttu. Biraz gerilmiştim. Diğer eliyle yazmaya devam etti. ‘Lütfen söylediklerim gözünü korkutup benden kaçmana sebep olmasın. Kabul edersen arkadaş olmak istiyorum.’
Cevap vermek istemiyordum. Çetin ile vakit geçirmek hoşuma gitmişti ama diğer yönde bir arkadaşlık korkularımı tetikliyordu. Ya durumumdan dolayı bir gün konuşamadığı biriyle arkadaşlık yapmak istemezse o zaman benim kırılan kalbimi kim onarırdı?