Demir kadar çelik yüz hatları, kurşun kadar sert bakışlar ile birleşince ortaya cidden ürkütücü bir görüntü çıkıyordu. Aslında korkmak değil, insan direk saygı duruşuna geçiyor. Tam karşımda duran kadının biraz önceki tepeden bakan halinden eser kalmamış, kaçabileceği bir yer arıyormuş haline bürünmüştü. Yiğit Bey, yavaş adımlarla ofise girerken, avını pençesine düşürmüş aslan gibi gözlerini kızıldan bir saniye bile ayırmıyordu. Bir anda
"Telefonumu unutmuşum Aylin!" diye gürleyince bana gün doğmuşcasına, hızla
"Tamam, hemen getiriyorum" diyerek masamdan kalktım ve hızla odasına girdiğimde, içimde patlamak üzere olan nefesimi tek seferde dışarıya saldım. Ya bir insan bu kadar sert olabilir mi? Olabiliyormuş. Onca zamandır çalışma hayatındayım. Çalıştığım yerler açısından hep hukuk adamları ile muhatap olmuştum. Savcısı, hâkimi her biri meslekleri dolayısıyla sert bir ifadeye sahipti. Ama sertlikleri genelde duruşma esnasında olurdu. Bu adam hayatını bir duruşma salonunda yaşıyormuş gibi, her söyleneni dikkatle dinliyor, her kelimenin ardında bir oyun arıyor gibi. Sanki her dakika bir duruşma anında yapılan bir suçu veya hatayı cezalandırmak için bekliyormuş gibi. Her zaman kaşlar çatık, gözler mermi ateşlenecek gibi insanın her an hazır ol da olmasını sağlıyordu. Hızla masasının üzerine baktım ve orada duran telefonunu kaptığım gibi aynı hızla kapıya yöneldim. Kapıdan çıkmam ile onun Yiğit Bey ile göz göze gelmem bir oldu. Kızıl neredeydi? Yok, artık iki saniyede yok etmedi ya kızı diye içimden geçirsem de bu iç geçirmelerimi bir kenara fırlatıp, Yiğit Bey'e telefonunu uzattım. Yiğit bey telefonu alıp, tekrar benim ile göz göze geldiğinde az önceki sesinin aksine daha yumuşak bir ses ile
"Hasan Yılmaz, Bora Yılmaz, Selim Yılmaz ve Çağlar Albayrak hariç hiç kimseye benim haberim olmadan nerede olduğumu, kiminle olduğumu, ne zaman geleceğimi söylemeyeceksin. Bu gibi durumlarda istediğin kadar sert ve kırıcı olabilirsin. Hiçbir şeye zorunlu değilsin. Anladın mı?" diye sorduğunda sadece tamam anlamında başımı salladım. Bu hareketime hırlayarak
"Ve sana bir uyarı, sorduğum veya söylediğim hiçbir şeye başınla onay ya da tepki verme!" dedi ve daha konuşmama izin vermeden
"Tamam, evet, hayır kelimeleri onaylamak adına da kullanılır." Dediğinde 'ukala' diye her ne kadar bağırmak istesem de dışımdan tebessüm ederek
"Tamam" dedim. Ama içimden ukala!! Diye haykırıyordum. Yiğit bey
"Tamam, o zaman ben çıkıyorum. Saat 14.30 gibi geleceğim. Av. Nevin Hanım gelecek, ben gelmeden burada olursa. Pasken firmasına ait feragat namesini ver gönder" dediğinde tekrar
"Tamam" dedim ve Yiğit Bey hızla ofisten çıkıp gitti. Onun ardından kendimi bir çuval gibi sandalyeme bıraktığımda, nasıl bir adamın asistanı olduğuma hayıflandım. Adam insan değil, çelik adam mübarek. O filmler de görünen çelik adam değil, o adamın bir espri anlayışı var. Bunda bırakın espriyi adamın yüzünde mimik oynamıyordu.
..........
Yiğit Bey’in gidişi ile işlere tekrar gömüldüm. Yaklaşık 1 saat geçmişti odamdan içeriye giren kız ile başımı gömdüğüm bilgisayardan kaldırdım. Gülen bir surat ile bana yaklaşan kıza aynı onun gibi tebessüm ederek,
"Merhaba" diye seslendim. Kız
"Merhaba sen Yiğit Bey'in yeni asistanı olmalısın" diye sorduğunda hızla gülümseyerek,
"Evet, siz?" diye sordum. Kız
"Ben Bora Bey'in asistanı Derya" dediğinde duraksadım. Kız,
"Yardıma ihtiyacın var mı?" Diye sorduğunda derin bir nefes alarak
"Her şey karman çorman hiç düzen yok." Dediğimde gülümseyerek yanıma kadar geldi ve ben hemen
"Şey Aylin ben" diyerek kendimi tanıttığımda kız hızla
"Biliyorum şu anda tüm şirket senin ne zaman gideceğin konusunda iddiaya girdi. Duyduğuma göre Selim Yılmaz sana sadece 1 hafta veriyormuş. Oda Yiğit Bey'in bu hafta çok fazla duruşması olduğu için" dediğinde gülümsedim ve alaycı bir tavırla
"O zaman Selim Bey'e iddiayı kaybettiğini söyleyin. Çünkü ben 1 haftada pes etmem" dediğimde kız alaycı bir tavırla
"Yiğit Bey patronun sayılır, onun özel asistanısın. Sana patronunun 1 ay içinde 5 asistan değiştirdiğini söyleyen oldu mu?" diye sorduğunda gözlerim kocaman oldu. Duyduğuma kekeleyen ses tonu ile
"Neden bu kadar çok asistan değiştiriyor?" diye sordum. Derya
"Çünkü onların hepsinin aptal olduğunu söylüyor" dediğinde benden sadece
"Hepsi mi?" Diye bir soru çıktı. Kız
"Aslında haklı gerçekten salaklar. Sana Yiğit Bey’i tanıtan olmadı değil mi?" diye sorduğunda olumsuz anlamda başımı salladım.
"Ben Bora Bey'in 1,5 yıldır asistanlığını yapıyorum. Seneye Amerika'ya gidiyor. Oradaki şirketin başına geçecek ve yüksek lisansına başlayacak. Yiğit bey ile çok uzun süredir arkadaşlar. Yiğit Bey çok ters, inatçı, dediğim dedik bir yapıya sahiptir. Geç kalmayı, yalan söylemeyi, yanlış yapılmasından hoşlanmaz. Genelde kahve içer ama asıl çayı sever. Çayı demleme sevdiğinden burada içmez. Her sabah kahvaltısını sandviç yiyerek yapar. Ama pastaneden alınan değil, mutfak bölümünde istediğin bütün malzemeler var yaparsın. Diğer kızlar dışarıdan almayı tercih ediyordu oda yemiyordu. Artı işine karışılmasından, düzenin bozulmasından, söylediklerinin dışına çıkılmasından hoşlanmaz. Fazla soru sormamaya ve ofise gelen erkeklere yakınlık göstermemeye bak. Eğer böyle bir şeye şahit olursa ciddi kırıcı olabiliyor." Dediğinde aklıma Ozan Bey geldi ve hızla
"Ozan Bey kim?" diye sorduğumda kız gözlerini kocaman açarak
"Bu şirketin bir numaralı pisliğidir. Hani tehlikelidir uzak durun kuru kafası var ya işte bu adamı gördüğünde o işareti aklına getir. Çünkü çok fazla çapkınlık vukuatı var. Hepsinde de kızları rezil etmekten geri kalmadı. En son Yiğit beyin genç bir asistanını yoldan çıkardı. Onunla birlikte olmuş, kızı da şirkette yaymış, kız utancından intihar etti. Zor kurtarıldı. O günden beridir sesi çıkmadı ama bu piçlik yapmayacağı anlamına gelmez." Dediğinde şaşkınlıkla
"Neden hala burada peki" diye sorduğumda Derya sıkıntılı bir nefes ile
“Babası Hasan Bey'in çocukluk arkadaşı onun için çıkaramıyorlar. Zaten birçok şeyden Hasan Bey'in haberi olmuyor." Dediğinde anladığımı belli edercesine başımı salladım. Derya
"Her neyse ben şimdi geçiyorum. 5. Katta koridorun sonundayım. Dâhilimi bak oradaki listeden bulabilirsin. Herhangi bir yardım isteğinde araman yeterli. Bu arada kızıl sürtük uğradı mı?" diye sorduğunda şaşkınca
"Kim ?" diye sordum. Derya
"Nazan Hanım. Kızıl saçlı, uzun boylu, alımlı bakımlı ve büyük ölçüde sürtük olan" dediğinde gülümseyerek,
"Sürtük mü bilmiyorum ama kızıl bir kadın geldi" dediğinde Derya
"Hah o. Ona dikkat et. Bora beyin kuzeni Nazan Hanım, birde kız kardeşi Selin var o melek gibi ama Nazan Hanım cidden şeytandır. Aynı zamanda Yiğit Bey 'e de fena saplantılıdır. Yiğit bey kaideye bile almaz. Sakın istediklerini yapma. Sert bir şekilde sorar, ister pabuç bırakma" dediğinde gülümseyerek
"Tamam, teşekkür ederim" dedim. Derya'da
"Rica ederim" diyerek odamdan çıktı.
................
Saat 14.30 olduğunda Yiğit Bey'in bahsettiği Avukat kadın gelmiş ve gerekli belgelerin hepsini kadına vermiştim. Yiğit bey geleceğini söylemesine rağmen, saat 17:50 olmuş hala gelmemişti. Bunu önemsemeyerek, son kontrollerimi yarınki iş notlarımı alarak, toparlanmaya başladım. Yorucu bir gündü. Bunun için eve ne kadar gitmek istemesem de odama gidip hızla yatağa girmeyi istiyordum. Hem Rubi'in de canı fena sıkılmış ve beni özlemiştir diye düşünüyordum. Bu düşünceler içerisinde tüm işlerimi hallettim ve saat 18.00 gösterince hızla ofisten çıktım.
1 Saatlik metrobüs, yolculuğunun ardından sonunda evdeydim. Babamın erken geldiğini belli eden tok sesi kapıdan duyuluyordu. Açlıktan ölüyordum ve gelirken eskilerden kalma mahalle bakkalımıza koca bir sandviç yaptırmıştım. Telaşe ile kapıyı açtım ve ayakkabılarımı çıkarıp hızla odama geçerken babamın
"Saatten haberin var mı senin? Saat 20.30 oluyor işten 18.00 da çıkmıyor musun?" diye soran babama
"Bakkala uğradım onun için biraz geciktim" dedim ve İçimden 'sadece 30 dk. ' diye geçirirken tabi ki bunu dile getirmedim. Babam sert bir ses ile
"Ne o işe başladın diye bize tatlı mı aldın?" diye sorduğunda canıma tak etmişti ve alaycı çıkan sesime engel olmayarak,
"Hayır, karın mutfağın kapısını kilitlediği için bende kendime yiyecek bir şeyler aldım." Dediğimde babamın bir an duraksadığını, ardından Ayşe cadısına baktığını gördüm. Bir an içimden sonunda, onca yılın sonunda ilk defa benim için bir 'neden sorusu' sorulacak diye ümit ettim. Ama babam sadece 2 saniye Ayşe cadısına baktı ve sonrasında bana dönerek,
"Sen bıkmadın mı annene iftira atmaktan" diye söylediğinde şaşkınlıktan ağzım açık kaldı ve ardından öfke tüm bedenimi bu iğrenç yaratık benim annem falan değildi. Buna artık bir son vermeliydi. Bunu tüm nefretim ile
"Annem değil o benim! Hiçbir zamanda olmayacak! Artı iftirada atmıyorum. Sabah mutfağın kapısını kilitlemişti." Dediğimde babamın ne ara yerinden kalkıp yüzüme tokadı yapıştırdığını anlamamıştım bile. Aldığım tokadın şiddeti ile yere yığıldığımda elimdeki poşetten fırlayan sandviç ve meyve soyu ortalığa saçıldı. Babamın karnıma attığı tekme ile büklüm olurken ellerim ile yüzümü korumaya çalıştım. Bu sefer olmazdı. Bu sefer iş yerinde baba dayağı yiyen zavallı kız olamazdım. Hiçbir zaman olmadım ama her zaman bilindi. Onun için elim ile yüzümü korudum. Karnıma, sırtıma, bacaklarıma aldığım sayısız darbe ile yerde iki büklüm yatarken babamın sesi yükseldi kulaklarımda
"Bir daha yalan söylememen gerektiğini anlarsın umarım." Dedi ve başımdan gittiğinde, gözlerimi kapadım. İçimden seslendim Allah'a
"Bir gün bu tekmelerin hesabını sormandan, bu adamı benim elime düşürmeden ne onun canını al nede benim" diye dua ettim ve yavaşça yerimden kalktım. Ortalığa saçılan domates salatalık peynirleri toparlayıp poşete yerleştirdim. Ve çöpe attığımda poşetin içinde kalan ekmeğimi çıkararak odama gittim. Rubi ağlarcasına havladığında onunda bu duruma artık dayanamadığını ve eminim ki şu anda bir pitbul olmayı ve babamı parçalamayı dilediğini hissedebiliyordum.
.............
Üzerimi değiştirdim ve tokat attığı yanağıma krem sürerek, yavaşça yatağıma girdim. Sabah erken kalkacaktım ve çok fazla ağrım olacaktı. Gözlerimi kapadım ve huzurlu bir rüya görmek ümidi ile kendimi yaklaşan uykuya teslim ettim. Bugüne kadar gördüğüm tek huzurlu uyku rüyamda annemi gördüğüm uykularımdı. İnşallah bu gece rüya uğrardı da bir nebze olsun huzur bulurdum.
Sabahın acımasız ışıklar gözlerimi açmamı sağladığında tüm bedenimin felç geçirdiğini zannettim. Kendimi toparlayarak, yavaşça yataktan kalktım. Üzerimi giydim ve aynada kendime baktım. Tam tahmin ettiğim gibi tokat attığı yanağım hafif kızarmıştı ama bir kapatıcı ile sanırım kamufle edilebilirdi. Makyajımı yaptıktan sonra odamdan çıktım ve karşılaştığım kişi ile derin bir nefes aldım. Pis pis sırıtan suratını her ne kadar dağıtmak istesem de umursamamaya çabalayarak Ayşe cadısının yanından geçtiğimde beni kışkırtmak istercesine,
"Diyorum ki artık evlensen de birbirimizden kurtulsak" dediğinde duraksadım. Geri dönerek onunla göz göze geldim ve tehdit vari çıkardığım sesim ile
"Bende diyorum ki seni fırsatını bulduğum an işkence ederek öldürsem ve sonsuza kadar birbirimizden kurtulsak. Sanırım daha zevkli olur." karşılığını verdiğimde gözlerindeki korkuyu görmek, azıcıkta olsa içimi ferahlatmıştı.
.................
iş yerine yine erken gelmiştim ve aldığım sandviçi yedim ve mutfakta Yiğit bey için tutulan küçük çaydanlıkta demlediğim çaydan bir bardak alınca bedenimin canlandığını hissettim. Mutfaktan çıkarken mutfağın duvarındaki aynada kendime baktım. Çok fazla solgun görünüyordum. Aynada gördüğüm görüntü gözlerimin dolmasına sebep olurken, kendimi toparladım. Derin derin nefesler alarak, göz yaşlarımı geri gönderdim ve masama geçtim. Yaklaşık 15 dk. sonra gelen Yiğit Bey beni gördüğü anda bir duraksadı. Çatık kaşlar ile bana baktı ve
"Günaydın" dediğinde hızla
"Günaydın Yiğit Bey" karşılığını verdim. Yiğit bey odasına geçti ve bende hızla çayını, kahvaltısını almak için mutfağa geçtim. Derya'nın söylediği gibi sandviçi hazırladım, demleme çayını da tepsiye koyarak odasına doğru hızla yürürken arkamdan,
"Günaydın Aylin" diye seslenen Ozan Bey'e gayet ciddi bir tonda
"Günaydın Ozan Bey" karşılığını verdim. Ozan Bey alaycı bir tavırla
"Resmiyet ha?" diye iğneleyici tepkisine sinirlenerek,
"Ozan Bey, arkadaşım değil üstlerimden birisiniz ve iş yerinde samimiyeti sevmem. " dediğimde kaşları çatıldı. Değişen ses tonu ile
"Sanırım birkaç uydurmayı duymuşsun" dediğinde bu geri zekalıya birisinin kim olduğunu göstermesi gerekiyor sanırım diyerek ona doğru bir adım attım ve
"Kadınları sadece yatak odasında ağırlayan, bununla da yetinmeyip ortalık yerde mahremini anlatmaktan çekinmeyen karaktersiz adamları genelde hayatımdan uzakta tutarım. Samimiyetiniz sizde kalsın ve iş ile alakalı olmadığı sürece benim ile muhatap olmazsanız sevinirim" dediğimde konuşmasına izin bile vermeden hızla ofise girdim. Yiğit beyin odasının kapısını çaldım ve içeriden
"Gel" sesini duyduktan sonra kapıyı açıp içeriye girdim. Yiğit Bey yine bilgisayarına gömülmüş kimin geldiğine bile bakmıyordu. Onun için hızla masasına yaklaşıp, tepsiden önce çayı sonra ise sandviçi masasına bıraktım. Önce masadakilere sonra ise bana baktı. Şaşkınlığına anlam veremeyerek ona baktığımda panikleyerek,
"Demleme çay ve sandviç hazır alınmadı mutfakta hazırladım." dediğimde hala suratıma bakıyor olması beni germeye başlamıştı. Masadakilere aldırış etmediği kesindi ve ne olduğunu anlamamıştım. Gözlerini yüzümden çekmeden sakin bir ses tonunda
"Yanağına ne oldu?" diye sorunca gözlerim kocaman oldu. O kadar kapatıcı sürdüm. Ben bile aynada yerini bilmeme rağmen fark edilmediğine inanmıştım. Bir insan bu kadar keskin bakışlı ve dikkatli olabilir mi ya? diye düşündüm ve tüm bedenimi bir panik alevi sardı. Nasıl bir yalan uydurmam gerekiyor, düştüm, çarptım, yanlışlıkla oldu. Ben bu düşünceler ile kavrulurken Yiğit Bey'in o alev atan bakışları bakışlarım ile buluştu. Ne diyeceğimi ne uyduracağımı bilemeden, gözlerine sadece baktım. Bir kez daha böyle bir adamın kızı olduğum için lanet okudum. Böyle bir adama baba demek zorunda kaldığım için lanet ettim. Binlerce baba olmayı hak edipte olamayan adam varken, baba olmayı bir kenara bırakın insan olmayı bile hak etmeyen bir adamın kızı olduğum için artık utanmaktan yorulmuştum... Cevap verememekten, açıklama yapmak zorunda olmaktan, yapacağım açıklamanın ardından acınarak bakılmaktan, bıkmış usanmıştım......