Sesi o kadar sert ve soğuktu ki insanın kanını donduruyordu resmen. Onun için hızla ona döndüm ve en az sesi kadar soğuk bakan bakışları ile karşı karşıya kaldım. Yiğit Bey'in gözlerine bakarken kendimi yutkunmaktan alamadım. Lanet olsun bu kadar sert olmasının özel bir nedeni var mıydı acaba? Diye aklından delice sorular geçerken Yiğit Bey, yerinde doğruldu ve derin bir nefes aldı ve sakin ama bir o kadar da korkutucu sesi ile
"Yanlışı, yalanı affetmem. Ben son sözümü söylemeden sakın karşımdan gitmeye veya kalkmaya kalkışma. Esra Hanım sana iş prensiplerimi anlatır. İşte acemi değilsin diye ümit ediyorum. Çabuk kavrayacağına inanıyorum. O üvey abine de sıra gelince. Ona bu şirketin resmi avukatı olduğumu ve değil buraya gelip olay çıkarmayı, yakınından dahi geçme tenezzülünde bulunursa, onu soktuğum delikten çıkmaması için elimden geleni yaparım." Dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Adamın bunca lafına karşılık birde salak gibi,
"Şey, işe alındım mı yani?" diye sormam mı? Yiğit bey karşısında deli varmışçasına bir bakış attı ve ardından derin bir nefes alarak,
"Anlaşılan algılama problemimiz var" karşılığını verdikten sonra daha yumuşak bir ses tonunda,
"Bana şu durumun sadece şaşkınlıktan olduğunu söyle çünkü kapıdaki geri zekalıya daha fazla katlanamıyorum." Dediğinde panikle,
"Şey- şaşkınlıktan tabi şey ben beklemiyordum. Şey yani beni işe almanızı" karşılığını verince daha devam etmeme izin vermeyen sert sesi ile
"Tüm 'şey' ile başlayan cümlelerini de al ve insan kaynaklarına git hangi evrakları istiyorlar öğren ve çarşamba gününe kadar hazırlayıp iş başı yap" dediğinde gülümsedim ve hızla
"Teşekkür ederim" karşılığını verince Yiğit Bey odasına girdiğimden bu yana ilk defa tebessüm ederek aslında tebessümden çok alaycı bir gülümseme ile
"Bence acele etme" karşılığını verdiğinde duraksasam da hızla kendimi toplayarak, odadan çıktım. Odadan çıkmam ile kapıyı arkamdan kapatmam bir olmuştu. İçimde sanki saatlerdir tuttuğum nefesim göğsümü yakarcasına çıkınca gülümsedim. İşe alındım. Onca olumsuzluğa rağmen beni işe almıştı. Üsteli çıkabilecek sorunlardan beni sorumlu tutmayacağını da söyledi. Resmen mucize gibiydi. Artık bir işim vardı. Hem de bu devasa yerde. Ben bu düşüncelerde içimden sevinç dansı yaparken, tam karşımdaki kız,
"seni de sepetledi değil mi?" diye sıkıntılı bir o kadar da bıkmış bir ses tonunda söylendiğinde transtan çıkıp, şaşırarak
"Ne?" diye sordum. Söylediğini tekrar etmesini istercesine kız,
"Yiğit Bey, senide beğenmedi değil mi?" diyerek sorusunu tekrarladığında gülümseyerek,
"A yok, yani şey işe alındım" dedim ve saçma sapan cevaplarıma bir son verip hızla
"İnsan kaynakları departmanı ne tarafta acaba?" diye sordum. Kız gözlerini kocaman açarak
"Beğendi mi? Yani başlıyor musun?" diye sorduğunda olumlu anlamda başımı salladım ve kıza baktım. Kız bir parmağında tek taş olan elini şükredercesine göğsüne yerleştirdi ve derin bir nefes alarak
"Artık, ömür boyu asistan bulmak için Cv'ler de kaybolacağımı düşünüyordum. Dediğinde gülümsedim ve
"Pek katlanamıyormuş gibi bir halin var" dediğimde kız,
"Sözlümü bu kadar seviyor olmasam inan bana, sandviçine biraz fare zehri atardım" karşılığını vermesini kesinlikle beklemiyordum.
Kızında yönlendirmesi ile insan kaynakları departmanını buldum ve söylenen evrakları bir an önce ayarlamaya çalıştım. Çok fazla bir şey yoktu ama çok zaman alıcı şeylerdi. Cüzdanımı açtım ve son 200 Tl kaldığını gördüm. Bu para ile hem şu evrakları ayarlamam hem de ilk maaşımı alana kadar idare etmem gerekiyordu. Onun için hızla aşağıdaki metro durağına doğru ilerledim.
Yaklaşık 5 saat süren koşuşturmanın ardından birde 2 saatlik trafik çektim ve sonunda, sıradan bir insanın nefes aldığını hissetti ama benim cehennemi yaşadığım ev denilen bu cehennem koğuşunun kapısında öylece kapıya bakıyordum. Bu ev benim evimdi. Hani tüm çocukların dışarıdaki tehlikelerden korunduğu tek yer olan evimdi. Sanırım ben dışarıda bu evden daha güvende oluyordum. Derin bir nefes aldım ve çantamdan çıkardığım anahtar ile kapıyı açtım. Yavaşça içeriye girdiğimde portmantoda babamın ceketini görünce cehennemin zebanisinin de çoktan geldiğini anlamış oldum. Geriye sadece 1 hafta üzerine onunla tekrar yüz yüze gelmekti. Gerçi ilk değildi. Her defasında daha az canım acıyordu. Bir kitapta okumuştum. Bir insanı sevmekten vazgeçtiğinizde, yaptıkları artık ilk günkü kadar acı vermezdi. Duraksadım. Babamdan ilk dayak yediğim zamanı hatırladım. Daha 5 yaşındaydım, istediğimde bayramlıktı. Herkesin temiz, yeni güzel kıyafeti olurdu. Benim ise hep milletin kıyafetleri. Çalışma hayatına başlayana kadar kendime ait hiç montum olmamıştı. Hep mahalleden arkadaşların ya da ablaların bana verdikleri mont, bot, kıyafet olurdu. O gün yediğim dayaktan sonra ondan bir daha hiçbir şey istemeyeceğime yemin etmiştim. Öylede olmuştu. Derin bir yutkunuşun ve nefesin ardından hızla kendimi toparladım ve salonun önünden geçip, odama geçmeye kalktığımda babamın
"Neredesin bu saate kadar?" diye bağırmasına tekrar duraksadım. Allahtan sabır dileyerek geri döndüm ve tam konuşacağım sırada Ayşe cadısı
"Nerede olacak sürtmeye gitmiştir. Sorsan iş görüşmelerine gidiyordur" dediğinde öfkeli bakışlarım ile gözlerine odaklandım. Öldürebilirdim. Bunu ona da nefret ile kusarak
"Tek bir kelime daha edersen, yemin ediyorum sonucu ne olursa olsun fırsatını bulduğum ilk dakika seni öldürürüm" dediğimde gözleri fal taşı gibi açıldı ve titreyen sesi ile babama
"Duyuyorsun değil mi?" diye söylediğinde babamın öfke dolu gözleri ile göz göze geldim. Babam
"Sana saygısızlık etmeyeceksin demedim mi?" diye kükrediğinde daha sert çıkan sesim ile
"Sen bir tek bu pisliğin kelimelerini mi duymuyorsun." Karşılığını verdiğimde babamın öfkesi daha da tavan yapmıştı. Buna aldırış etmeden
"Biliyorum biliyorum döversin, kemiklerimi kırarsın, falan filan işte ama işe alındığım gün atılmamam adına en azından şimdilik ellerini benden uzak tut. " dediğimde sert bir tokadını yedim. Kime ne diyorum ki ben hayvan her yerde hayvandır. Babam olması hiçbir şey ifade etmiyor işte. Ben yediğim tokat ile sendelerken babamın bununla kalmayacağını biliyordum ve öylede oluyordu. Babamın eli ikinci kez havalandığında gözlerimi kapamıştım. Beklediğim saniyeler içerisinde bedenime gelmeyen şiddet ile şaşırdım ve gözlerimi açtım ve açmam ile kocaman olması bir oldu. Babamın elini havada yakalayan Kadir miydi? Bana vurmaması için mi? Nasıl ya? Diye aklımdan milyonlarca soruyu bir saniyede geçirirken Kadir'in babama öfke dolu bakışını resmen gördüm. Kadir birkaç dakikalık bakışın ardından babama
"Bir daha aklından bile geçirme babalık" dediğinde bu sefer babamın gözleri kocaman olmuştu. Ne? Ne dedi? Aklım tamamı ile donmuştu ve duvardan farkım yoktu artık. Babam
"Annene hakaret etti" diye bağırdığında Kadir sert bir ses tonunda
"Annem hak edecek bir şey yapmıştır muhakkak" karşılığını verince Ayşe cadısı
"Kadir!" diye ciyakladı. Kadir benim ile göz göze gelip,
"Odana geç" diye söyleyince duraksadım. Bu kişiliksiz beni mi koruyordu? Kesin bir çıkarı vardı ama neyse diyerek odama yöneldim. Kapıyı açar açmaz üzerime zıplayan Rubi sevinç havlamaları eşliğinde yüzümü yalamaya başlayınca kahkahamı tutamadım...
....................
İlk İş günü
Yataktan kalkmam ile Rubi'nin havlaması bir olmuştu. Rubi'ye
"Günaydın Rubi" diye seslendikten sonra hızla banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkayıp, odama geri geldim. Kıyafetlerimi giydiğim ve saçımı makyajımı yapıp aynı hızla odamdan çıktım. Oldum olası öyle saatlerimi hazırlanmaya vermezdim en uzun 10 Dk. Bu telaşede dilimin kuruduğunu hissettim ve su içmek için mutfağa yöneldiğimde mutfak kapısının kilitli olduğunu gördüm. Açılmayan kapıya baktığım esnada arkamdan gelen ses ile olduğum yerde kaskatı oldum.
"O kapının açılmasını istiyorsan, eve para vermen gerekiyor. Yeterince boğaz var ve birde seni besleyemem" diye Ayşe cadısını işe gidecek olmasam burada tekrar parçalardım. Bir insan, insanlıktan nasibini bu kadar mı almamış olur ya diye içimden geçirdim ve derin bir nefes alarak, arkamı döndüğümde onun o iğren sırıtması ile daha da iğrençleşmiş olan bakışları ile karşı karşıya kaldım. Birkaç saniye bakıştıktan sonra
"Olsun bakalım. Ama unutma Ayşe Hanım" dedim. Ona bir adım daha yaklaştım ve
"Bugün aç olan ben isem, yarın senin tok olacağının garantisini kimse veremez. Ama sana şunun garantisini verebilirim. Bir gün bunların intikamını fazlasıyla alacağım." Dedim ve bakışında saliselik bir korku geçti. Ardından hızla kapıdan çıkıp, otobüs durağına doğru yürümeye başladım.
Yaklaşık 15 dk. Otobüs beklemenin ve 1 saatlik yolculuğun ardından 08.45 de ofiste masamın başındaydım. Ortalıkta kimse yoktu. Normal şartlarda asistanların 15dk. Önceden mesaiye başlaması gerekmiyor muydu? Neyse diyerek masanın hemen önündeki sandalyeye geçip gelecek olanları beklemeye başladım. Birkaç bayan çalışanın koşuşturması haricinde pek gelen yoktu. Bunun için masanın üzerinde unutulmuş olan dosyaya gitti gözüm. Elime alıp baktığımda dava dosyası olduğunu fark ettim. Bu dosyanın klasöründe olması gerekirken konuk sehpasının üzerinde ne işi vardı ki? Diye içimden düşündüğüm esnada kapıda beliren kişi ile nutkum tutuldu. Allah'ım bir insan hem bu kadar hoş hem de bu kadar soğuk yapıya aynı anda nasıl sahip olabilirdi ki?
Boyu, duruşu, kalıbı ve insanın bakışlarını alamadığı o büyüleyici bakışları ile tamamı ile ayrıcalıklı yaratılmıştı. Bu her halinden belli oluyordu. Ama bu buz dağını andıran bakışlara ne demeli tamam mesleği gereği sert olur avukatlar ama bu sertliğin ardında gerçekten başka şeylerin olduğu kesindi. Nutkumun tutulmasını bir kenara bırakıp, hızla
"Günaydın Yiğit Bey" diye seslendiğimde, kapıdan içeriye girdi ve tam karşımda durup derin bir nefes aldığında, zor geçecek bir güne merhaba dediğimi anladım. Yiğit Bey boş olan masaya baktı ve
"Neden masanda değilsin?" diye sorduğunda kekeleyerek,
"Di diğer arkadaş işleri henüz devret..." daha cümlemi bitirmeden
"O gitti. Sanırım çoktan devralmış oldun" dediğinde yutkunmamı engelleyememiştim. Nasıl ya? Ben işe alınınca resmen kaçarak gitmiş miydi? Yok, artık. Hatta yuhhhh diye içimden geçirdim ve
"Tamam, geçerim" dediğimde hala olduğum yerde durmama bende anlama verememiştim ta ki Yiğit Bey hırlayan sesi ile
"E geçsene o zaman " diye söylediğinde hızla masanın oraya geçtiğimde duraksadım ve derin bir nefes alarak mantomu çıkarıp, dolaba astım çantamı dolabın içine yerleştirdim. Sandalyemi çektim ve bilgisayarımın açma tuşuna basarak hala yerinde beni izleyen yiğit bey ile göz göze geldim. Sonrasında ise bunca pısırıklığa bir son vererek,
"Evet Yiğit Bey tekrar günaydın. İlk günüm olduğu için bugün sorayım." Dedim ve derin bir nefes alarak,
"Çay mı? Kahve mi?" diye sordum" yiğit bey önce bir şaşırdı ve sonrasında daha sakin çıkan sesi ile
"Sabahları çay, öğlenleri kahve" dedi ve derin bir nefes alıp,
"Dün ona bu günkü dava dosyasını hazırlamasını söyledim ama sanırım hazırlamadan gitti çayı boş ver bir şekilde, Tahran Holding ile olan dava dosyasını bulmaya çalış. Saat 10.00' da duruşmaya gitmem lazım" dediğinde aklıma masanın üzerindeki dosya geldi. Hızla Yiğit Bey'e
"Tamam, efendim" dedim ve Yiğit Bey hızla odasına geçtiğinde resmen nefes aldığımı hissettim. Adam içeri girince resmen soğumuştu burası. Bu ne gölgesinden buzul hava üfleniyordu sanki. Neyse diyerek, çayı alamaya gittim. Bir fincan çayı doldurdum. Sonra ise masamın üzerindeki dosyaya baktım tam tahmin ettiğim gibi o dosyaydı. İçine söyle bir baktım sanırım eksik bir şey yoktu. Varsa da söylerdi yani diyerek üzerimi düzelttim ve kapısını çaldığım gibi içeriden
"Gel!" diye bir sert ses çıkınca önce bir yerimde sıçradım. Ardından kapıyı açtım ve içeriye girdim. Bana bakmıyor elindeki dosyayı inceliyordu. Onun için 2 saniyelik bir zamanın ardından elimdeki çayı masasına bıraktım. Aynı anda yiğit bey sert çıkan sesi ile
"Çay boş ver dosyayı bul dedim" dediği anda kafasını kaldırdı ve onunla göz göze geldiğimde hızla kendimi toparlayarak,
"Bende size tamam dedim " diye söylendim ve elimdeki dosyayı masasına bıraktığımda şaşkınlığını gizleyememişti. Bu duruma her ne kadar gülesim gelse de buna cesaret bile etmemiştim. Yiğit bey bana bakarken
"Eksik bir şey yokmuş gibi görünüyor. Siz bir kontrol edin eksik varsa onlarında bulmaya çalışayım" dediğimde sadece başını sallamak ile yetindi. Bende bu vesile ile odadan çıktım.
Bu şirket tekti. Ne kadar fala davası olabilirdi ki? 50 dava, 100 icra Cihan Hukukta avukat başına 500 dosya vardı ve Buket ile birlikte bunun üstesinden geliyorduk. Burada ne kadar karışık olabilirdi ki? Diye düşünerek bilgisayarın başına yöneldim.
Yaklaşık 2 saatin ardından birçok şeyi kavramıştım. Zaten kendime ait bir program çıkaracaktım. Şimdilik şu bir haftayı aşana kadar burada yazılı olan iş listesini takip etmem gerekiyordu. Ben bu iş yoğunluğu ile bocalarken kapıda beliren kişi ile duraksadım. Arkadaş erkek manken ajansımı burası. Tüm erkekler erkek dergisi için takım elbise giymiş poz verircesine kaslı, yakışıklı, endamlı. Bu şirkette tüm erkekler böyle ise kadınların neden her sabah güzellik salonuna uğradıkları belli oluyordu. Neyse bu konu ile daha sonra gır gır geçerim diyerek, karşımdaki kişiye
"Merhaba" diye seslendiğimde adam,
"Merhaba da sen yeni misin?" diye sorduğunda gülümseyerek
"Evet, bugün başladım" karşılığını verdim. Adam anlamsız bir sırıtma ile kapıdan girdi ve masama doğru yaklaştı. Tam masamın dibine geldiğinde bende ayağa kalktım. Adam bana elini uzatarak
"Ben Ozan Kahraman" değinde bana uzattığı elini sıktım ve
"Memnun oldum bende Aylin. Yiğit Bey'in yeni asistanıyım" dedim ve elimi çekmeye kalktığımda elimi bırakmadı ve o şekilde konuşmaya devam etti
"Sen ne kadar dayanacaksın 1 hafta? 2 hafta?" diye sorduğunda anlamayarak
"Ne demek istediğinizi anlamadım?" diye sordum. Ozan Bey,
"Boş ver zamanla anlarsın. Saat 12 oluyor öğlen yemeği dışarıda yenir. Hadi sana öğle yemeği ısmarlayayım" dediğinde içinden 'ohaa yavaş gel' diye haykırsam da avucundan elimi çekip,
"Teşekkür ederim kavramam gereken çok şey var ve şu anda bana işleri gösterebilecek arkadaşta yok. Onun için çok yoğunum. Size afiyet olsun" karşılığını verince Ozan Bey'in suratı asılsa da sanki ısrar edercesine
"Hem kaynaşmış oluruz" dediğinde içimden o suratına bir tane yapıştırmak gelirken suratına sadece yapmacık bir sırıtma ile
"İşim var Ozan Bey size afiyet olsun" karşılığını verdim. Fakat buda işe yaramamış gibi tam bir şey söyleyecekti ki ikimize de ait olmayan sert bir ses araya buz gibi bir giriş yaptı
"Size afiyet olsun Ozan Bey dedi. Bu cümleyi duyan bir adam olarak çoktan defolup gitmen gerekmiyor mu?" diyen Yiğit Bey'e baktığımda yutkunmadan edemedim. Adamın kahverengi gözleri var ama o kadar öfke doluydu ki o kahverengi gözler kapkara bir kuyu gibi görünüyordu. Yiğit Bey'in sesine olduğu yerde kaskatı kesilen Ozan Bey, birkaç saniyelik sessizliği iğneleyici bir sırıtma ile
"Asistanlarının abisi ya da babası değilsiniz Yiğit Bey. Kendi kararlarını verebilirler" karşılığını verdiğinde Yiğit Bey kapısından dışarı çıkarak,
"Sana zaten kendi kararı ile kibarca defol git dedi. Ben sadece işini kolaylaştırıyorum" karşılığını verdiğinde is resmen nefesim tutuldu. İkisinin arasında ciddi anlaşmazlıklar olduğu kesin. Birbirlerine resmen nefret ile bakıyorlardı. Bu iki savaşçının arasında kalmamak adına sesimi hiç çıkarmıyor sadece onları izliyordum. Ta ki Yiğit Bey'in
"Senin yüzünden bir asistan daha aramaya başlamak istemiyorum. Asistanımdan uzak dur" diye Ozan Bey’i tehdit edene kadar. Ne yani bu adam benimi korumuştu. Yani ozan beyin her halinden pislik bir kadın avcısı olduğu belli oluyordu ama diye düşünürken Ozan Bey'in
"Şimdilik" diye karşılık vermesi tepemi birden attırmıştı. Şerefsize bak diye içimden geçirdim. Ozan Bey gayet gıcık bir tavır ile ofisten çıktığında Yiğit Bey ile göz göze geldiğimde Yiğit Bey derin bir nefes aldı ve
"Bu şirkette adının farklı alınmasını istemiyorsan bu adama karşı tutumun hem bu günkü gibi olsun." Dediğinde kızsam mı? Yoksa beni uyardığı için teşekkür mü etsem bilemedim. Neyse dedim ve
"Önemli bir durum değildi zaten. Bu tipler ile çok karşılaştım. Başımın çaresine bakabilirim. Ama yine de teşekkür derim" karşılığını verdiğimde dudağının kenarı hafif kıvrıldı. Minicik hatta mini minnacık, böyle saniyelik bir gülümseme. Oha o kadarı bile bu sert suratı nasılda tapılacak bir görüntüye dönüştürmüştü. Ama saniyelik hatta saliselik bir zamanda eski sertliği geri gelmişti. Biri bu adama kendisine gülümsemesinin ne kadar güzel olduğunu söylemesi gerekiyor bence... Ben bu düşünceler içinde kaybolurken Yiğit Bey
"Ben Adliyeye geçiyorum. Bugün geri gelmeyebilirim. Haber vermeniz gereken bir durum olursa telefonum kartlarda var. Sistemden mesaj atmayı biliyorsunuz değil mi?" diye sorduğunda evet anlamında başımı salladım. Yiğit bey memnun olmuşçasına
"Güzel oradan mesaj atarsınız. Şirketi basmaya gelmedikleri sürece beni telefon ile sakın arama." Dedi ve hızla çıkışa doğru yürüdü. Aynı hızla da gözden kayboldu. Çok meraklıydık ya bu buz gibi sesinize diye içimden söylendikten sonra işime geri döndüm. Daha 10dk. Dolmadan tepemde biten. Ve her halinden ben belayım diyen kızıl saçlı, bol makyajlı, uzun boylu ve güzel bir kadın ile göz göze geldim. Gözleri kibirli, ezici ve küçümseyiciydi. Her an aşağılayıcı bir kelime ağzından çıkacakmış gibi suratıma bakıyor ve benden bir şey beklercesine suratıma bakıyordu. Onu ve bu tavrını anlamayarak,
"Nasıl yardımcı olabilirim?" diye sorduğumda kadın gerçekten tipine yakışır bir ukalalıkta
"Yiğit'in nereye gittiğini, ne zaman geleceğini ve bundan sonra da attığı her adımı bana haber vererek yardımcı olabilirsin." Diye söylediğinde içimden önce bir yuh çektim. Sonra derin bir nefes aldım. Daha sonrasında ise, ayağa kalkarak
"Tamam, söylediklerinizi yaparım. Ama Öncelikle bunları hangi sıfat ile öğrenmek istediğinizi söyleyin" diye sorduğumda az önceki kendini beğenmiş hali yerini tamami ile şaşkınlığa bırakmıştı. Onun bu halinden faydalanarak
"Ve bu bilgilendirmeden Yiğit Bey'in bilgisi olacağını, kendisinin izin vermesi durumunda size bilgi vereceğimi de eklemek isterim." Dediğimde iyice şaşırmıştı. Bu şaşkınlığını birkaç saniyede toparlayarak.
"Ben sana ne söylersem yapmak zorundasın" dediğinde sert bir çıkış yaptığı sırada yine o sert, soğuk insanın kanını donduran soğuk ses ile
"Hayır, zorunda değil!" diyen Yiğit Bey oldu.