Yaşadığım şokun ardından, kendimi toparlayarak hızla işe geri döndüm. Yorucu ve yoğun bir gündü. Gelen giden eksik olmuyor, karşılama ve ikramların ardı arkası kesilmiyordu. Şirket çoktan sabahki olay ile çalkalanmaya başlamıştı. Ofisin önünden geçen herkes meraklı gözler ile bana bakıyor ve bu durumun ne kadar rahatsız edici bir durum olduğunu algılayamıyorlardı. Bu duruma tepki göstererek sesimi çıkarmaktan çok, o bakışlardan kaçma isteği ile dolup taşıyordum. Bu saçma günü bitirmek adına derin bir nefes aldım ve hızla işime yoğunlaştım. Hesabıma düşen birkaç maile baktığım esnada kapıda görülen kişiye dikkatim kapıya yöneldi. Kapıda gördüğüm kişiye bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. 'bir bu kadın eksikti'. Diye de içimden söylendim. Onun ile bakışmaya devam ettim. Nazan Hanım, öfke saçan bakışları eşliğinde odaya girdi ve masamın tam karşısında durarak, gözlerini saçtığı öfke ile bana dikti. Bu duruma derin bir nefes aldım ve
"Buyurun Nazan Hanım. Nasıl yardımcı olabilirim?" diye sorduğumda ise gayet çirkef bir ses tonunda
"Senin bana yardımcı olabileceğini sanmıyorum. Yani çok yoğunsun. Şirketteki erkekleri kavga ettirmek ile uğraştığından " diye hırladığında gözlerim kocaman oldu. Bu kendini dünyanın merkezi sanan şapşal benim ile böyle konuşamazdı. Lanet olsun kimse benim ile böyle konuşamazdı diye içimden söylendim ve sert bir ses ile
"Siz benim ile böyle konuşamazsınız! " diye hırladım. Nazan Hanım alaycı bir tavırla
"Sana benim kim olduğumu söylemediler sanırım" diye söylediğinde dişlerimi sıktım. 'senin nasıl takıntılı bir sürtük olduğunu söylediler biliyorum' demeyi her ne kadar haykırmak istesem de, daha usturuplu bir söz söylemek için ağzımı açtım. Tam o sırada Yiğit Bey ile göz göze geldim. Onun o öfke ile neredeyse alev almaya başlamış olan bakışları yutkunmamı sağlamıştı. Ben konuşmak için açtığım ağzımı hızla kapatmıştım. O esnada Yiğit Bey'in arkada olduğunu fark etmeyen Nazan
"Bu şirket senin gibi asistanları çok gördü. Hiçbiri de emeline ulaşamadan kapı dışarı edildi. Onun için çok heveslenme" dediğinde şaşkınlık ve öfkeme engel olamayarak,
"Siz..." diye hırladığım esnada cümlemi devam ettiremeden konuşmam söze giren Yiğit Bey tarafında kesildi. Yiğit bey,
"Aylin Hanım" diye seslendi ve ben Nazan Hanım'ın gözlerinden geçen korku ile bir an kahkaha atmak istedim. Yiğit Bey gözlerini gözlerimden ayırmayarak Nazan hanımın yanına kadar geldi ve masanın kenarına oturana kadar gözlerini gözlerimden ayırmadı. Masaya oturduğu anda derin bir nefes aldı ve o ateş saçan gözlerini Nazan hanıma diktiğin de bakışlarına aşırı tezatlık oluşturan sesinin ve her halinden akan bir alaycılık ile
"Size Nazan Hanım'dan bahsetmedim üzgünüm." dedi ve derin bir nefes daha alarak,
"Nazan Hanım, şirket sahibimizin yeğenidir. Ama kendisini hepimizin sahibi zanneder. Özellikle de benim. Kendisi bana olan bu takıntısı yüzünden buradaki tüm kızlara saldırır, hakaret eder ve aile üyelerine beni sevdiğini söylemekten de kaçınmaz." dedi ve gözleri tekrar gözlerim ile buluştuğunda yapmacık olduğundan emin olduğum bir sırıtma gönderdi ve
"Nazan Hanım beni öyle çok sever ki, saçma sapan partilerde erkeklerin kollarında kaybolurken, ben onun görüntüleri basına sızmasın diye birçok hukuki önlem alırım. Ha birde kendine bakmadan millete sataşması vardır." dediğinde masadan kalktı ve Nazan Hanım ile burun buruna gelerek,
"Yeterince kim olduğunu açıkladığımı düşünüyorum. Senin eklemek istediğin bir şey var mıydı? Ya da atladığım?" diye sorduğunda Kızın yerinde olmayı hiçbir şekilde istemezdim. Zaten Nazan hanımda bu duruma dayanamayarak dolan gözleri ile hızla ofisten çıktı. Yiğit Bey yavaşça bana dönerek bir kaç saniye gözlerime baktı ve
"Sen onu ve onun gibi olanları takma. Bu şirket, bu gün ki halime pek alışık değildir. Ben sadece personelimin rahatsız edilmesine engel oldum. Onu uyarmıştım." dedi ve ben sadece sessiz kalabildim. Bir insan hem bu kadar sert, hem bu kadar düşünceli ve kibar olabilir mi? eminim ki o sert kabuğunun ardında ne acılar, ne hüzünler vardı. Hiçbir insan acıyı tatmadan bu sertlik zırhını kuşanmazdı. Katman katman ördüğü o duvarların ardında aslında ne kadar yufka bir kalbin olduğu belli oluyordu. Bana bakışı bir an bile son bulacağa benzemiyordu ve titrek çıkan sesim ile
"Anlıyorum, biraz garip bir şirket. Çalışanların aklı ve dili farklı çalışıyor. Alışırım zamanla ayak uydururum herhalde" dediğimde daha lafımı bitirmeden
"Alışma, ayakta uydurma. Böyle kal" dediğinde gözlerim hayretle gözlerine çakılı kaldı. Saniyeler geçtikçe daha da derinleşen bu bakışma Yiğit Bey'in
"Yarın erken çıkacağız sen bitir mesaini. Evinin adresini mesaj at yarın alırım seni" dediğinde kilitlenmiş gibi
"Tamam " dedim. Sonra ise hızla
"Şey Yiğit Bey, ben daha önce bu tür davetlere katılmadım. Yani açıkça söylemek gerekirse nasıl ortam olduğunu bilmem. Nasıl giyinmem gerekir. Klasik? Ya da daha şık bir şeyler mi?" diye sorduğumda Yiğit Bey sakin bir ses tonunda
"Böyle güzelsin" dedi ve arkasını dönüp, kendinden emin, dik ve ağır yürüyüşü eşliğinde odasına girdi. Bense öyle arkasından şapşal şapşal baktım. İltifat mı etti? Azarladı mı? Anlayamadım ama öylece bakakaldım.
.....................
Bu karmaşık gün sana ermiş ve çoktan evin sokağını gelmiştim. Gecede ne giyeceğini soran aklım, bu gece bu eve Bursa'ya gideceğini nasıl söyleyecekti acaba diye deli deli düşünceler ile eve doğru yürümeye başlamıştım. Evin kapısına vardığımda derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Askılıkta babamın mantosu yoktu, ayakkabılarına baktım onlarda ortalıkta görünmüyordu. Bu iyi miydi? Kötü müydü? Bir fikir yürütemedim. Bu akşam ona Bursa'ya gideceğimi söylemem gerekiyordu. Ayşe cadısına söylesem kesinlikle ona söylemez üstelik birde abartarak iftiralar anlatırdı. Ayakkabılarımı çıkarırken kapıda dikilen Ayşe cadısını fark ettim. Sert çıkan sesim ile
"O nerede? " diye sordum. Ayşe cadısı tiksindiren, insanın midesini bulandıran bir sırıtma ile suratıma bakıyordu. Ben kusmadan söyleyeceğini söylese de önümden çekilse diye dua etmeye başlamıştım. Ayşe cadısı
"Bu şekilde konuştuğunu duysa seni gebertir biliyorsun" dediğinde diğer ayağımdaki ayakkabıyı çıkarmak için eğildim ve ayakkabımı çıkarırken,
"Hapse girmekten ödü patladığı için öldürmez merak etme. Sadece bir kaç kemiğimi kırar. Ona da bünye tepki vermiyor biliyor musun?" dediğimde iğrenç bir kahkaha patlattı. Sonrasında sanki kahkahasına engel basılamıyormuş gibi garip nefes alış sesleri çıkarıyordu. Bir an duraksayarak,
"Tabi insanın alışması kolay oluyor" dediğinde gözlerimi öfke ile gözlerine diktim. Bu kadar basit ve gereksiz olmak için ne nedeni ne olabilirdi ki? Yani onun tattığı zevk nasıl bir şey acaba diye düşündüm ve
"Hayatında çok dayak yemiş gibi konuşuyorsun?" diye alayla söylediğime sırıtmasını kaybedip öfke ile dolu bakışlar ile baktı. Ve bende bundan zevk alarak,
"Anlaşılan sende çabuk alışanlardansın" karşılığını verince Ayşe öfke ile soludu ve her zamanki kibirli cümlesini kurmaya yeltenirken elimle durdurup,
"Tamam, tamam sen babanın biricik kızıydın." dedim ve burun buruna gelerek,
"Ta ki senin gibi biri gelip, seni kapı dışarı edene kadar" dediğimde gözlerinin artık alev aldığını gördüm. Evet, Ayşe cadısı, annesini aynı benim gibi küçük yaşta kaybetmişti. Babası o 19 yaşına gelene kadar evlenmemiş ve sonunda hayatına birini almış. Kadın 2. senesinde bunu kapı dışarı etmiş. Babası suratına bile bakmamış. Hâlbuki babası o kadın gelene kadar prenses gibi davranırmış. Aklıma gelenler ile sırıttım ve
"Senin ile aramızda tek bir fark var. Sen, baban tarafından seviliyordun. Ben, o duyguyu hiç tatmadım." dediğimde Ayşe cadısı anlamsız bakışlar ile bana bakmaya devam etti. Bu gereksiz konuşmaya,
"Neyse sanırım bu akşam gelmeyecek, onun için sen söyle" dedim ve derin bir nefes alarak,
"İş yerinin Bursa'da bir kutlaması varmış. Yiğit bey benimde katılmam gerektiğini söyledi. Onun için yarın sabah Bursa'ya gideceğim" dememle onun o iğrenç tek kaşını o pis sırıtması eşliğinde kaldırdığında, ona sadece nefret ile bakıyordum. Ayşe cadısı
"Daha işe başlayalı ne kadar oldu da adamı avucunun içine aldın. Seni Bursa'ya götürüyor" demesi ile sinir tüm bedenimde çağladı resmen. Bu kadını öldürmek istiyordum. Onu lime lime ederek öldürmek. Bir insan bu kadar aşağılık ruha nasıl sahip olabilir ki? Allah'ım bu nasıl bir kalptir. Sen bu kulunu yaratırken kalbine bir nebze olsun güzellik serpiştirmedin mi? Diye içimden söylenmeme ara verip sert çıkan sesim ile
"Herkesi kendin ile karıştırma, ya da babam ile bu sadece bir iş yemeği ve benimde katılmam gerekiyormuş. Çalışmama devem edebilmem için Bursa'ya gitmem gerekiyor. Yoksa sorun değil işten ayrılabilirim." Dediğimde Ayşe cadısı derin bir nefes aldı ve
"Tamam, ben söylerim. Ama yerinde olsam bu yemeği değerlendirirdim." Demesi ile öfkemi kontrol etmeye çabalayarak,
"Sorun şu ki Ayşe, sen benim yerimde değilsin." Dedim ve daha fazla midemi bulandırmadan odama girdim. Rubi her zamanki sevgi kucaklamasına başlamış ve kucağıma atlamıştı. Bu neşe yumağını çok seviyordum. İnsanın kalbini yumuşatıyor huzurla dolduruyordu. Onun bu haline gülümseyerek karşılık verdim ve onun ile oynamaya başladım. Yarın zor bir gündü ve cidden yorucu geçecekti. Siyah bir klasik elbisem vardı. Kolları uzun, etek kısmı dizlerimde bitiyordu ve dekoltesi de yoktu. Bu durumu atlatmamda yardımcı olacaktır diye düşündüm ve eşyalarımı hazırlayarak, yatağa girdim. Yarın Yiğit Bey ile aynı arabada yaklaşık 3 saat yalnız olacaktık. Bunun düşüncesi bile bedenimin alev almasını, kalbimin hızla atmasını sağlamıştı. Bu adamda öyle bir şey vardı ki, ben hayatımda hiç tatmamıştım. Kadir'in son bir aydır koruması hiçbir şeyi ifade etmiyordu. İçimde bir yerlerde hep bu korumanın geçici olduğunu hissediyordum. Ama Yiğit beyin korumasına tepki bile gösteremiyor sadece teşekkür ediyordum. Zaten neden beni bu kadar koruduğunu da anlamış değilim. hiçbir patron yada müdür elemanının bu gibi durumlarında yumruk sallamazdı eminim. Aklımda dolaşan bin bir soruyu bir kenara bırakıp uykuya daldım....
.....................................
Sabah erken kalkmış, duşumu almış, üzerimi giymiş ve Rubi ile vakit geçiriyordum. Bir gece ondan ayrı kalacağım için her ihtimale karşı onu emine ablaya bırakacaktım. hemen yan evde oturan emine abla Rubi'ye ben gelene kadar göz kulak olacaktı. Ayşe cadısına kalacak olursa kesin zehirler veya dışarıda bırakırdı. Rubi'yi kucağıma aldım ve odadan çıktım. Babam gelmediği için ev hala sessizdi. Ayşe cadısının, babamın olmadığı zamanlarda yataktan çıkmasının bir mucize olacağını bildiğimden rahatça evden çıktım. hemen yan evde olan emine ablaya seslendim ve Rubi'yi ona bırakıp, caddeye doğru yürüdüm. Saat tam 08.00 olduğunda çalan telefonum ile duraksadım. Telefonu çantamda buldum. Arayan Yiğit Bey'di. Boğazımı temizledim ve
"Efendim Yiğit Bey" diye cevapladım. Yiğit bey, kulağı dolduran, türlerini diken diken eden bir ses ile
"Köşeyi dönüyorum.." demesi ile sokağın köşesinden bir Jeep giriş yaptı. O esnada arabanın içinden göz göze geldik. Konuşması devam ettirmeden telefonu direk kapattı ve sanırım bu günaydın demek oluyordu. Kendimi toparlayarak hızla arabaya bindim ve Cehennem kadar yakıcı olan parfümünün içine düşmüş gibi bu sihirli koku, içimi doldurdu. Bu nasıl bir kokudur, insan aklını kaybeder, Ruhunu bile teslim eder. Diye içimden düşünürken Yiğit bey
"Günaydın" dediğinde tüm büyü balon gibi patladı. Kendimi toparlayarak ve titreyen sesim ile
"Günaydın" karşılığını verdim ve hızla yola koyulduk. Bursa'ya gidebilmek için ilk önce arabalı vapura binmek gerekiyordu ve yaklaşık 2 saatlik bir trafiğin ardından arabalı vapura binmek için sıradaydık. Arabalar tek tek vapura binerken milimlik ilerliyorduk. Sonunda sıra bize geldiğinde ise saniyelik bir zamanda vapurun içindeydik. Motoru istop ettirdiğinde gözlerim Yiğit Beyin gözlerine takıldı. Güneşte gözleri daha bir açık kahve oluyor hatta kehribar rengine dönüyordu. Bakışları sertti ve bir an kahkaha attığında bu bakışların nasıl güzel olabileceğini hayal ettim. İşe başladığımdan beridir bir kaç gülümsemesi haricinde içten bir gülüşüne yada kahkahasına rastlamamıştım. Bu gerçekten çok garipti. Adliyede anlarım tamam ama insan normal hayatında neden gülmezdi ki? diye düşünüyordum ki Yiğit Bey, bakışları ile şöyle bir suratımı taradı ve derin bir nefes alarak,
"Kahvaltı yapmamışsındır sanırım" diye sorduğunda rahat bir tavırla takınarak,
"Sabahları bir şey yemem teşekkür ederim" diye karşılık verdim. Yiğit Bey,
"Ben senin sandviçlerinin yerini tutmayacağına inansam da bir sandviç alacağım" dedi ve benim cevabımı beklemeden arabanın kapısını açtı ve dışarıya adım attı. İçimden İltifat mı etti o diye içimden söylendim ve bende arabadan indim. Deniz havasını oldum olası sevmişimdir. Arabaların olduğu bölümden yavaşça çıkarak, teknenin kıyısına kadar geldim. Güneşin ışıldadığı gökyüzü denizin maviliğini daha da bir gözler önüne sermişti. Bu anın verdiği huzurla gözlerimi kapadım ve rüzgarın yüzümü okşayarak geçmesine engel olmadım. Bu şekilde belki de saatlerce durabilirdim. Ta ki arkada duyduğum bir azarlama sesine kadar. Kapalı olan gözlerim hızla açıldı ve aynı hızla sesin geldiği yöne döndüğümde karşılaştığım görüntü ile kaşlarım öfkeyle çatıldı. 30'lu yaşlarda baksan hanım efendi olacak tarzda bir kadın, karşısında duran bir kız çocuğunu kolundan yakalamış, durması için resmen çekiştiriyordu. kızın korkusu ve canının nasıl yandığı yüzünün her mimiğinden belli oluyordu. Kadın hala öfke dolu bakışlar ile ona bakıyor, azarlamaya devam ediyordu. Küçük kız ağlayan bir ses ile
"İstemiyorum lütfen" diye söylendiğinde kadın,
"Yeter senle uğraştığım. Evlendiğimden beridir çocuk bakıcılığı yapıyorum. Bıktım senden" diye bağırdığında küçük kız
"Bakma o zaman" diye korkusuna rağmen direnmesine kalbim sıkıştı . O küçük kız kadar değildim üvey anne eline düştüğümde ama bu küçük kızda bir an kendimi gördüm. Kadın küçük kızın verdiği tepkiye elini havaya kaldırarak vurmaya kalktığında, panikleyerek
"Vurma!!" diye haykırdım. Kadın bir an olduğu yerde sıçrayıp benim ile göz göze geldiğinde önce şaşırsa da sonrasında ise kendini toparlayarak,
"Siz karışmayın" dediğinde öfke ile soluyarak
"Küçük kıza mı yetiyor senin gücün? " diye bağırdığımda arabalarından inmiş sigara içen bir kaç çiftin dikkatini çekmiştik çoktan kadın,
"Ona vurmayacaktım. Sadece korkutmak için elimi kaldırdım" diye korkakça söylendiğinde çocuğu kolundan yavaşça çekerek ondan uzaklaştırdım ve gözlerinin içine nefret ile bakarak,
"Sen daha elini kaldırmadan çocuk koluyla yüzünü korumaya çalıştı. Demek ki korkutmak için değil sürekli şiddet uyguluyorsun. Utanmıyor musun ?" diye bağırdığımda kadın etrafına şöyle bir baktı ve kokak bakışları eşliğinde
"Hanımefendi yanlış anladınız lütfen" dediğinde öfke ile kadının üzerine yürüyerek,
"Neyi yanlış anladım." diye hırladım ve tam üzerine atlıyordum ki kolumdan tutularak durdurulup, hafifçe geriye çekildiğim esnada kulaklarıma ulaşan ses ile donup kaldım.
"Bana bırak" diye hırlayan Yiğit bey, beni arkasına çekerek kadının karşısına geçti ve
"Av. Yiğit Ertürk" dedi ve kadının karşısında dikilmeye devem etti. Sonrasında ise sertleşen bir ses tonunda
"Bu kızın öz annesi misin?" diye sordu ve kadın hızla
"Bu sizi ilgilendirmez ve Buse gel buraya " diye hırladığında küçük kız bana doğru bir hamle yapınca Yiğit Bey kadına aynı sert ses tonunda
"Değilsiniz anlaşıldı. Bu çocuğun babası şu arkadaki siyah arabada oturan, ve az önce Buse'yi kucağından alıp, öpüp sarıldığınız adam mı?" diye sorduğunda kadının gözleri korku ile açıldı ve o anda başka bir adam sesi duyuldu. Sertlikten çok endişe yüklü bir ses
"Yeliz, ne oluyor bir tanem" diye sorduğunda kadının esmer teni resmen bembeyaz olmuştu. Adam yanımıza kadar geldiğinde Yiğit Bey daha sakin çıkan sesi ile
"Bu küçük kız sizin kızınız mı?" diye sordu ve adam hızla Buse'nin yanına gelip, ona sarılarak
"Evet" dediğinde içimde bir şeylerin parçalandığını hissettim. Yiğit bey
"Bu bayan da eşiniz oluyor sanırım" diye sorduğunda adam hızla
"Neler olduğunu söyleyin evet karım ve kızım " diye öfkelendiğinde Yiğit bey
"Eşinizin kızınızı dövdüğünden haberiniz var mı?" diye sorduğunda adamın suratındaki tepkiyi, yıllarca babamdan bekledim. Ama bir kez bile göremedim. Adam, kadına ölümcül bakışlar atarak,
"Ne demek oluyor bu Yeliz" diye hırladığında kadın resmen bayılacak gibi oldu. Adam tekrar sevgi dolu bakışları ile kıza döndü ve
"Meleğim benim Yeliz ablan vuruyor mu sana? " diye sorduğunda küçük kızın korku dolu gözler ile kadına bakmasıyla bir şey söylemesine gerek kalmadı. Adam gerekli olan cevabı almıştı ve sinirden resmen suratı kıpkırmızı olmuştu. Kızını kucaklayarak ayağa kalktı ve kadına resmen sen öldün bakışı attı. Bize teşekkür ederek arabalar arasında kayboldu. Yıllardır ağlamamaya yeminli olan ben neredeyse ağlamak üzereydim. Babamın şu adamın çeyreği bile olamadığını bilmek, içimi parçalamış ve resmen o parçalarda boğulmamı sağlamıştı. Yiğit bey arkasını döndüğü esnada onunla göz göze geldim. O bakışların bana ilk defa bu şekilde baktığını görüyordum. Hayranlık, acıma, şaşkınlık karışımı bir bakıştı. Sonra ise tüm bedenimin titremesine neden olan cümleyi gözlerini gözlerimden ayırmadan, o yarı sert, yarı sitemli sesi ile
"Bazen direnmek yerine, yardım istemeyi denemeli insan. Küçücük bir kız ya da 26 yaşında bir kız hiç fark etmez sadece " diye söyledi ve bana bir adım yaklaşıp, benim ile burun buruna gelecek şekilde durduğunda
"Sadece 'yardım eder misiniz?' demesi yeterli" diye de eklediğinde nefes alamadığımı hissettim. Lanet olsun biliyor, bu bakışlar, bu laflar kahretsin! Benim her şeyimi biliyor. Babamı, Aylin cadısını hatta Kadir'i biliyor. Bildiği için bu şekilde davranıyor. Ondan yardım istememi bekliyor. Her şeyi bitirmek, kurtulmak için sadece yardım istememin yeterli olacağını ima ediyordu...