Drew, bedenindeki ağrı ile gözlerini araladığında oda karanlıktı. Loş bir ışığın vurdu silüet hemen büyük camın önünde tekli berjerde oturuyordu. Kımıldayıp oturmak istediğinde dişleri arasından küfretmek zorunda kaldı. Kaslarının sızısı değim yerindeyse diş ağrısı gibi bedeninde dolanıyordu.
"Fazla hareket etme. Doktor ağrı kesici iğne yaptı on dakika önce. Faydasını görmen yarım saati bulurmuş."
Başını yastığa bastırdığında "Bilgi verdiğin iyi oldu" derken sesindeki kinaye belli oluyordu. Helena göz devirirken bacak bacak üzerine atıp başını geri yasladı ve gözlerini kapadı.
"Neden buradasın?"
"Canım istiyor."
"O adamlar kimdi? Yani gerçekten kimdi?"
"Düşmanlarımdan sadece biri."
"Larım?"
"Drew, şu an senin uykunun olması gerekiyor. Beni sana sakinleştirici yapmak zorunda bırakma."
Genç adam duyduğu sözlerden sonra sadece sesini kesmekle yetindi. Şu an ona karşı gelmek ya da üzerine gitmek akıllıca değildi. Belki kendini toparladığında geri dönmeyi düşünebilirdi. Kendi sakin bir hayata alışıktı. Şimdi ise içine düştüğü dünyanın tüm karanlığını görüyor yaşadıkları ile ileriyi tahmin etmeye çalışıyordu. Tabi yaşarsa...
Sabah olduğunda gözlerini yeniden aralayan genç adam odada yalnız olduğunu düşünüyordu ama banyodan gelen su sesi ile kaşlarını çattı. Yerinde az da olsa doğrulmak istediğinde inen kapı kolu olduğu yerde kalmasına neden oldu. İçeriden çıkan kız ile sertçe yutkunmadan edemedi. Helena sabah sporundan sonra genç adamın odasına gelmiş duşa girip terini atıp çıkmıştı. Beyaz tenine sardığı kan kırmızısı havlu, sırtına aşağıya dökülen siyah saçları ve her adımında göğüs oluğundan süzülen su damlası, görünen dövmeleri onu kusursuz bir tanrıça gibi gösteriyordu.
Elindeki küçük havlu ile saçlarını kurulamaya başladığında gözleri onu izleyen adama döndü. Dudağının ucu havalanırken "Günaydın Drew. Kendini nasıl hissediyorsun?" diyor bir yandan da işine devam ediyordu. Sorduğu soruya karşılık aldığı cevap kocaman bir yutkunma olunca "İyi olmana sevindim. Tüm uzuvların da gerekli tepkileri veriyorsa birkaç güne toparlanırsın." diyerek bacak arasını işaret etti. Sabah ereksiyonuna genç kızın kusursuz bedeni katılınca erkekliği dimdik havalanmış örtü altında resmen çatır kurmuştu.
Dilini dudakları üzerinde aheste aheste gezdiren genç kız "Yardım etmemi ister misin? Zor durumda gibi duruyorsun. Eline eziyet etmeni istemem" dediğinde saçlarını kuruladığı havluyu cam önündeki tekli koltuğun üzerine attı. Drew, Helena'yı duyuyor ama ne dediğini beyni algılamıyordu. Şu an çalışan iki organı vardı. Biri kan pompalamak için deli gibi atan kalbi diğeri erkekliğiydi. Yatağa doğru yaklaşan kız üzerindeki kırmızı havlunun ucundan tutup tek hamlede çektiğinde bedeni gözler önüne serilmişti. Yürüyüşü hem erotik hem de tehlikeliydi. Genç adamın yanına geldiğinde çıplaklığından rahatsızlık duymadan yüzüne sinsi bir sırıtış ekleyip hala ona büyümüş gözlerle bakan Drew'in üzerindeki örtüye uzandı ve usulca çekip yere düşmesine neden oldu.
"Drew, hadi bana söyle. Sana yardım etmeli miyim yoksa bu sertlik gün boyu canını yaksın mı?"
Eğilip adamın yüzüne oldukça fazla yaklaştığında dudakları arasında küçücük nefesin boşluğu vardı. Dilinin ucuyla adamın dudaklarını sıyırarak yalarken kulağına doğru ilerledi ve kulak memesini dişleri arasına alıp sıktıktan sonra "Hadi koca oğlan seni bekliyorum" diye fısıldadı. Drew ise dudaklarına ve kulağına yapılan işkence sonrası doğrulup kızı kendine çekmek istedi ama ezikleriyle yaraları bu hamlesine acı ile karşılık verince gözlerini sıkıca kapayıp inledi. Bu inleyişte derin bir istek ve acı vardı.
Geri çekilen Helena adamın sıkılmış şekilde kapalı göz kapaklarına baktığında altı dudağını dişleyip üstten keyif dolu bir gülümseme gönderdi. Uzanıp üzerindeki alt çamaşırı aletinden kurtarıp aşağıya çekerken sadece baksırının kalmasını sağlamıştı. Sonra yatağa çıkıp ata biner gibi genç adamın üzerine oturdu ve ileri geri hareket etmeye başladı. Kapalı gözleri açılan adam "Helena" dese de "Sakin ol şampiyon. Bunlar ısınma turları. Esas maç sen iyileşince. Bak doktor nasılda iyi bir insanım, senin acı çekmene razı olmadım. Şimdi sorgulamayı bırak da rahatlamaya bak. İnan benim de çok ihtiyacım var ve kendi parmaklarıma iş düşsün istemiyorum. Özellikle altımda sen varken" diyen genç kız hareketlerine devam etti.
İleri geri ileri geri. Sadece sürtünme ile bile öyle zevk alıyordu ki bedeni daha fazlası için kıvranıyor beli bir yılanı andırıyordu. Elleri göğüslerinde geziyor, parmakları arasına pembe tomurcukları sıkıştırıyor ve sertçe alt dudağını dişliyordu. Drew, üzerinde hareket eden tanrıça karşısında tüm hakimiyeti ona bırakmış zevkin ipek perde ardındaki gökkuşağına doğru ilerliyordu.
Kendini hareket ettirdiğinde ve Helena'ya bastırdığında odanın içine ikisinin de "Ah!" diyerek inleyişi doluyordu. Adam hızlandıkça kadın haz alıyor kadın hazzın doruğuna ulaştıkça adam zevke geliyordu. Nefesleri sıklaştı. Helena büyük bir çayırda dört nala at sürüyormuş gibi Drew'i sürerken tüm adrenalinin kanında dolaştığını hissediyor hastalıklı biçimde daha fazlası için kayganlaşmış kadınlığını sürtüyordu. Yükseliş tam birleşme olmadığı halde finale varırken sol elini Helena ile arasına sokan Drew kabarmış ve istekli tomurcuğu okşamaya başladı.
"Ah lanet olsun Drew!"
Helena'nın haykırışına karşılık "Gel bana" diyen genç adam kulaklarına dolan kendi adı ile birkaç kez daha kalçasını sertçe kaldırdı. Parmaklarını içine batırmıyordu ama aleti çamaşırı yırtıp en derinlere dalmak için resmen çıldırıyordu. Patlayan büyük havai fişekler ikisinin de göz bebeklerini ele geçirdiğinde sarsıntılar bir süre daha devam etti. Tüm suyunu adamın parmaklarına akıtan Helena nefesini düzene soktuğunda terlemiş alnına yapışan saçlarını geri iterken "Aferin şampiyon. Şimdi dinlenme zamanı. Korumalardan biri sana duş ve temiz giysiler için yardım edecek. Bunun daha fazlasını yaşamak için tek engelimiz senin şu hasarlı kasların ve yorgun bedenin. İyileşmeye bak." dedi. Yataktan inmeden önce eğilip patlamış ve yara bere içinde olmasına bakmadan sertçe Drew'i öptüğünde acıdan inleyen adam ile sadistçe sırıttı. Acı duyması hoşuna gitmişti.
Yeniden duşa girip çıktığında ona bakan adama göz kırpıp başka bir havluyu bedenine sararak odadan çıktı. Kendi odasına geçtiğinde dolaba ilerleyip ünlü bir markanın son kreasyonundan alınmış dantel detaylı siyah iç çamaşırını bedenine geçirdi. Sonrasında dolabına şöyle bir bakıp siyah bir kumaş pantolon ve bordo ceketi dışarı altı. Üzerine geçirdiği büstiyerinin iplerini bağlarken çalan kapıya bakmadan "Gel" dedi. Mina elinde tableti gözünde gözlüğü içeri girdiğinde elinde olmadan genç kızı hayranlıkla süzmeden edemedi.
Başını omuzunun üzerinden çeviren Helena "Nasıl ama sağlam parçayım değil mi?" derken sesindeki soğukluk belli olsa da asistanına takıldığı belliydi. Yüzünde hafif bir gülümseme eklenen Mina "Oldukça güzelsiniz efendim. Tıpkı bir tanrıça gibisiniz." derken sesi samimi çıkmıştı. Ayna karşısına geçip saçlarını fırçalayan kız "Bana yürüme Mina, sizin ihtiyarla daha sevişme temalı işleriniz başlamadı mı? İçindeki vahşi arzuyu ona sakla." dediğinde tek kaşı havalanmış ukalaca bir tavır takınmıştı.
Cevap veremeyen genç kıza bakınca "Bugün neler var programda?" diye devam etti. Asistanı işle ilgili gelen soruyla çaktırmadan nefesini bırakırken "Şirkette üç toplantınız var efendim. Onun haricinde diğer büyük toplantı için sizin seçtiğiniz mekanda düzenlemeler yapıldı. Gerekli kişilere davetiyeler gönderildi." Dedi.
Kaşları çatılan Helena "Tamam Mina sen çık. Bana Michael'ı yolla. Bir de Drew'in odasında yardım etmesi için erkek korumalardan birini gönder. Gün boyu aşçılara ve diğerlerine kesin talimat ver. Çok iyi ilgilenilmesini istiyorum." Derken ciddi bir tonla "Hata kabul etmiyorum" diye de uyarıda bulundu.
Mina odadan çıkar çıkmaz merdivenlere yönelmişti ki gelen mail bildirimi sesi ile gözleri tablete kaydı. Attığı adımlara o an için dikkat edemediği için boş bulundu ve ayağı birbirine dolandı. İleri doğru düşmeye hazırlanırken çığlığı içine kaçmıştı ki bir çift sert kol beline dolandı. Yüzü duvar kadar sert göğse toslarken nefes alış verişleri ciğerini deliyordu.
"Daha dikkatli olmalısın."
Duyduğu ses ile geri çekilmek istedi ama adam bırakmadı.
"Bırak."
"Sakarlık yapmaktan vazgeç."
Dişlerini sıkan genç kız "Ben sakar değilim. Sadece bildirim sesi dikkatimi dağıttı. Şimdi bırak beni." Derken doğrulmak için çaba sarf ediyordu. Michael, korumalar içinde işini halledince önce ayak üstü bir şeyler yemiş gelen haberle Helena'nın odasına çıkıyordu. Merdivenlerin başında beliren kız ile anlık duraksasa da yoluna devam ediyordu ki gelen bildirim sesi ile tablete bakan kızla göz devirip düşmesini engelledi. Onunla yeni tanışmış olabilirdi ama uğraşmak hoşuna gitmişti. En azından Helena dışında değişik bir tiple muhatap olmak hayatında farklılık yaratabilirdi.
Mina'nın ondan kurtulup aşağıya inmeden önce "Bayan Herman seni bekliyor" demesi ile tek kaşını kaldırdı. Genç kız önce neden dikkatli baktığını düşündü sonrasında da ne dediğini anlayıp "Yani sizi" diye düzeltti. Mina işe başladığı günden bu yana özellikle Michael ile sizli bizli konuşmaya özen gösteriyordu. Duruşundan bakışlarından ve sarsılmaz görüntüsünden etkilense de kendini bir şekilde alı koymanın en aptalca yolunu deniyordu. Dudağının ucu hafifçe kıvrılan adam "Tamam Mina" deyip ardından "Yani Heller" dedi ve koridorda kayboldu. Kaşları çatılan genç kız homurdanarak işine bakarken Michael çoktan küçük bir kapı tıklatmadan sonra odaya girmişti.
"Günaydın ihtiyar."
"Günaydın efendim."
"Nedir son durumlar?"
Odadaki iki tekli koltuktan birine kendini bırakan adam "Bir adam var. Demir Karahanlı. Türkiye'de bir süredir bizim silah işini baltalamaya çalışıyor. Arkası sağlamlardan. Kaçakçılık kartelinde kendine yer edinme peşinde. Dededen gelen büyük bir miras ve uzantılara sahip. Sabah bizzat telefonla ulaştı. Türkiye'ye ye davet ediyor. Amacı anlaşmak ve ortak iş yapmakmış." dediğinde hemen karşısına kurulan Helena "Bak sen. Oldukça cesaretli biri olmalı ki beni ayağına kadar çağırıyor ve ortaklık teklif ediyor. Tanrı aşkına bu adama kimse silah kartelinin tamamının benim elimde olduğunu söylemedi mi?" derken eğlenir bir hali vardı.
"Demek ki söylememişler ya da kendisi fazla cesaretli."
"İhtiyar, fazla cesaretli değil aptal. Madem benimle görüşmek istiyor gidip kendimizi gösterelim. Ortaklık değil köpeğim olarak çalışmak isterse de işimize yaradığı kadar kullanırız."
Michael, duyduklarıyla dudak ucu gülümserken ayaklanmış odadan çıkmak için kapıya yönelmişti. Helena çalışma masasına geçip bilgisayarının başına geçerken saati kontrol etti. Ardından kendine özel ayarlamalar yaptığı şifreleme sistemini aktifleştirip Demir Karahanlı ismini taratmaya başladı. Herman ailesinin elinde dünya genelinde köklü ailelerin verilerinden oluşan bilgilerin geneli bulunuyordu. Karahanlı soy ismi çok geçmeden önüne serildiğinde tek kaşı dikkatini toplamak adına havalanmıştı. Demir Karahanlı, aile erkeklerinden bu işlerle uğraşan son fertti. İki erkek kardeşi daha vardı ama onlardan biri Ankara'da bulunan aile şirketlerinin bir kolunun başındaydı. Diğeri Ordu'da bulunan üç özel okulun işletmeciliğini üstlenmişti.
Diğer aile üyeleri normal hayatlarına devam ediyorlardı. Demir Karahanlı'nın tam boy resmi ve fiziksel özellikleri tek tıkla ekrana yansıdığında geri koltuğa yaslanan Helena sağ elinin işaret parmağı ile dudağını okşarken gözlerini kısıyor grileri büyük bir savaşın başında olduğunu belli ediyordu. Bu hayatta sağ kalmak için aynı kandan kardeşine bile acımamış biri olarak diğer tüm insanlar ezebileceği birer böcek gibi görünüyordu. Özellikle de ona yersiz üstünlük taslamaya çalışan erkekler.
Saniyelerce ekranda irisleri dolanırken geniş omuzlu bedenine uyumlu belirgin kasları, gece kadar siyah saçları, heykel tıraşın elinden çıkmış gibi düzgün yüz hatlarını, keskin yeşil bakışları ve dik duruşu zihnine kazıdı. Magazin dünyasında adı sadece tek gecelik mankenlerle anılan biri olması aile kurma heveslisi olmadığını gösterebilirdi. Lakin elinden altındaki tek tuş ona gözlerden uzak yetiştirilen küçük erkek çocuğunun bilgilerini de getirdi. Turan Karahanlı. Şimdilik Yılmaz soyadı altında bir ailenin yanında bulunuyordu ama genleri kesinlikle Demir denen adama aitti. Annesinin doğum esnasında ölümü bir nefeslik kadar canını sıksa da sonrasında etrafına bir kat daha buzdan duvarlar örmek Helena için oldukça kolaydı.
Birkaç küçük bilgiye daha göz attıktan sonra bilgisayarı kapayıp odadan çıkarken yapılacak toplantının ana gündemi kafasının içinde yerli yerindeydi. Legal işlerin yürüdüğü şirketinde toplantılara girip çıkarken yaşına rağmen profesyonelliğinden asla ödün vermiyor, onunla çalışanların dikkatini çekiyordu. Herkes bu yaşta büyük ihtimalle gece kulüplerinde ya da birçok erkekle seks yapmakla meşgul olacağını düşünüyorken o milyon dolarlık bir anlaşmaya attığı imza ile adını duyuruyordu. Yabancı iş ortakları Alman disiplinini genç kızın bünyesinde an be an hissedebiliyorlardı.
Sıra ayarlanan mekandaki büyük toplantıya geldiğinde odasında bulunan giysilerden siyah takımı tercih etti. Etek ceket ve büstiyer sanki cenaze merasimine katılıyormuşçasına siyah ve kasvetliydi. Bacağına taktığı aparatın kayışını sertçe çekerken tamamen etini kavramasını sağladı. Masada duran bıçaklarından iki tanesini yerleştirirken diğerine özel yapım silahını da koymayı ihmal etmedi. Yılan ve akrep işlemeli ahşap kutudan silahın uygun gümüş mermileri çıkardığında yamuk soğuk ve bilmiş bir gülümseme dudaklarında geçici misafir oldu. Bu mermiler saf gümüş ve yılanla akrep zehrinin karışımından yapılmıştı.
Silahı bir kez ateş aldığında ateşlediği kurşun kurbanın bedenine giriyor ve anında içeride parçalanıp zehri tüm bedene dağıtıyordu. Kana karışan birleşim hızlıca önce kalbe sonra da beyne ulaşıyor ve patlatıp bedeninin içinin sadece kanla dolmasına neden oluyordu. Yılanlar zaten Helena için oldukça ilgi çekici ve evcil hayvan olarak koleksiyon bile yapmasına yetecek kadar sevilesiydi. İşin içine bir de akrepler girince tadından yenmiyordu.
Bir şarjörü doldurup yedeğini de hazır ettiğinde topuklu ayakkabılarını ayağına geçirdi ve siyah uzun saçlarını tepesinde at kuyruğu yaptı. Şirketin gizli geçidinden çıkış yapmak için Michael'a talimat verdiğinde Mina da onlara katılmıştı. Odasından çıkıp yan yana olan üç asansörün en solunda durduğunda grileri küçük kıvılcımları topluyor sanki cehennemi bedenine buyur ediyordu. Açılan kapıdan kabine girdiklerinde Mina elindeki tabletten başını kaldırmadan "Araçlar hazır efendim. Mekan da gerekli önlemler şu an itibari ile alınmış durumda. Herhangi bir saldırı olasılığı ortadan kaldırıldı." dediğinde başını sallayan genç kız "Güzel. Gece için Türkiye uçuşu olacak. Gerekli hazırlıkları ihtiyar ile halledin Mina. Sorun istemiyorum. Oradaki koldan yeteri kadar koruma tahsis edileceğinden emin olun. Bay Karahanlı için küçük sürprizleri hazır tutmakta fayda var." dediğinde asansörün kapısı otoparkın dahi iki kat altında açılmış önüne uzun kırmızı loş ışıklı koridor çıkmıştı. Dışarı adımladığında kırmızı floresan rengini daha beyaz bir ışığa çeviriyor duvarlar netleşiyordu. Beyaz mermer taştan çevrili bir mezarı andırıyor, serinlik iliklere kadar işliyordu.
Yaklaşık on dakikalık yürüyüşün ardından açılan demir kapıdan çıktıklarında onları bekleyen cipe binip yola çıktılar. Bir cadde ileri gittiklerinde diğer koruma araçları da onlara katıldı. Gözleri uzaklaştığı Dresden sokaklarında dolanırken istikamet Leibzig'deki Markkleeberg gölü kıyısında olan mekandı. Bir saatlik yolu gazı köklemeleri nedeniyle yirmi beş dakika da bitirirken baştan sonra cam kaplı binanın önünde durduklarında önlerine çıkan korumalar resmen etten duvar örmüştü. Helena arabadan inip sert adımlarla girişten geçtiğinde arkasından gelenler de en az onun kadar sert ve soğuktu. Mina bile alıştığı durum karşısında cici asistan görüntüsünden sıyrılıyor ve yırtıcı bir kuş misali pençelerini çıkarıyordu.
Yine üçlü asansör önüne geldiklerinde ortadakine binip üçüncü kata çıktıklarında tamamen cam olan duvarlardan onu bekleyen adamları görebiliyordu. Sonunda toplantı odasına girdiğinde hala oturan birkaç kişiye karşın göz devirip baştaki taht benzeri koltuğa emin adımlarla yürüdü ve oturdu. Geri yaslandığında sağında Michael solunda Mina yer alıyordu. Saniyeler sonra cam kapı açıldı ve korumalar diğer üyelerin hemen arkasında yerini aldı.
Yaş olarak hepsinden büyük olan Alfonzo kaşları çatılırken "Buna gerek var mı?" derken dişlerini de sıkmayı eksik etmiyordu. Grilerini adama değdiren Helena "Bence var. Çünkü hala aranızdan bazıları beni ortadan kaldırmanın planlarını yapıyor ve ben bundan sıkılmaya başladım. Şu an burada hepinizi yok edebilir ve yerinize kendi adamlarımdan geçirebilirim. Siz şunu anlamıyorsunuz. Gustav Herman öldü. Bundan dolayı bu imparatorluğun yeni ve tek sahibi benim. Yaşımdan ve tabi ki dişi olmadan dolayı kolay lokma görünüyor olabilirim ama o işler öyle olmuyor. En son yok ettiğim üye ve veliahtından elbette haberiniz var. Bu masada biri ya da birileri ona yardım ediyordu. Kim olduklarını biliyorum. Bu kapıdan çıktığım an işlerinin biteceğini de açıkça söylüyorum. Kalan sağlar bana yeter de artar." sesinin tonunu her sözcüğünde daha da vurgulu hale getiriyordu.
Johan gergin bir tonlama ile "İleri gidiyorsun" dese de saç diplerinde oluşmaya başlayan ter suçluluk psikolojisini ortaya seriyordu. Oysa bu adamlar kendi alanlarda resmen korkudan titreten kişilerdi. Şimdi bir kadının karşısında ölmemek için ter döküyorlardı.
Dudağının ucu kıvrılan Helena "İleri? Bence ileri giden sizsiniz. Önce bana süikastler düzenliyorsunuz yetmiyor evimden birini kaçırıp bana karşı kullanmaya çalışıyorsunuz. Her defasında sizinle aynı konuları tekrar etmekten ben çok sıkıldım. Hayır, koca adamlarsınız ama birer gerizekalı gibi davranıyor sürekli aynı şeyleri benden duymak için çaba sarf ediyorsunuz. Son kez hepinizi uyarıyorum. Tek bir hata daha yapan olursa şu an burada olan tüm üyeleri temizler yerine kendi adamlarımı koyarım. Aileleriniz bile -ki bu gizli tuttuklarınız da dahil- yok ederim. Bunu yapabilecek zeka ve güce sahip olduğumun siz de artık farkındasınız. Bu nedenle şimdi ileri gitmelerden ve tehditlerden uzaklaşıp esas konulara dönelim." dediğinde ayağa kalkmış ellerini masaya dayayıp hepsini göz hapsine almıştı.
Yaklaşık iki saat kadar süren toplantıda illegal tüm işlerin gidişatları konuşuldu. Ardından toplantı odasından çıkmak için hareketlenen Helena küçük bir baş işareti verdikten sonra açılan kapıdan geçip asansöre doğru yürümeye başladı. Birkaç küçük sinek vızıltısını andıran ses kulağına gelse de geri bakma zahmetine girmedi. Kabine girip girişe inmek için düğmeye uzanan Michael'e "Geride kalanların da temizlenmesini sağla ihtiyar. Sadece kızlarını alın. Onları kendi askerlerim olarak yetiştireceğim." dediğinde aldığı cevap sadece baş onaylamasıydı.
Malikaneye gitmeden Münih havaalanına geçtiklerinde özel jet yolculuk için hazırdı. Saat gece on bir de havalanan jet yaklaşık iki buçuk saat sonra İstanbul Sabiha Gökçen havalimanına iniş yaptı. Pasaport geçişinde sorun yoktu ama silahlar oldukça özenle hazırlandığı için geçişleri zaman almıştı. Otel olarak Days Hotel by Wyndham'ı ayarladıkları için Maltepe'ye doğru hazır bekletilen araç ile yola çıktılar. Otele girişleri gece saat üçü bulsa da resepsiyonda oldukça hareketli anlar meydana geliyordu. Saygıda kusur etmemek için otel müdürü dahi ayaktaydı ve kapıda karşılamıştı.
Süitine çıkan Helena üzerini değiştirip kısa geceliği ile cam balkona çıktığında derince soluk aldı. Almanya soğuğuna alışık teni hafiften ürperse de manzara itiraz kabul etmeksizin şahaneydi. Birkaç dakika öylece etrafı izleyip yatağa geçtiğinde başını yastığa koyup zihin çarklarının rahatlaması adına nefes alışverişlerini düzene sokmaya başladı. Hemen ardından telefonunu eline alıp Demir Karahanlı'ya mesaj attı. Türkçesi Almancası kadar iyi olmasa da sabah için otelin restoranında kahvaltı etmek istediğini yazdı. Daha çok "Ben İstanbul'da ve Days oteldeyim. Sabah otel restoranında kahvaltı yapacağız." dediği için emri vaki yapmıştı. Umurunda değildi. Madem görüşmek istiyordu o zaman bir adım da kendi atmalıydı.
Sabah olduğunda duşunu alıp beyaz bir pantolon, bordo renk gömlek ve beyaz ceket giydi. Saçlarını salık bırakıp makyajını da yaptığında hazırdı. Aynada kendine baktığında gördüğü ifade ve duruştan oldukça memnundu. Süitten çıkıp restorana indiğinde ona Mina ve Michael'de katıldığında büyükçe bir masa onlar için özel düzenlenmişti. Önüne konan kahvesinden bir yudum içtikten sonra masaya göz attı ve alt dudağını dişledi. Yanında oturan korumasına "İhtiyar bu Türkler sabah kahvaltısını çok önemsiyor. Baksana bunların hepsini yediğimizi düşün." deyip sırıttığında Mina ne dediğini anlamadığı için öylece yüzüne bakıyordu.
Michael, kaymak ve baldan elindeki simit parçasının üzerine koyup ağzına tıkıştırmadan önce "Ağızlarının tadını biliyorlar." dedi. İkili Türkçe konuşurken oldukça rahattı. Aksanlarından dolayı yabancı oldukları elbette anlaşılıyordu ama düzgün kelime seçimleri diksiyonlarının şahaneliğini ortaya seriyordu. Yaklaşık yarım saat sonra bol köpüklü Türk kahvelerini içerken restoran girişinde beliren adam ile tek kaşı kalkan Helena bacak bacak üzerine atıp geri yaslandı. Demir Karahanlı üzerine geçirdiği lacivert takım elbisesi içinde kendine güvenen adımlar atarken yanında onun bir adım arkasında yürüyen adamın sol kolu olduğu belliydi.
Sonunda genç kızın karşısına kadar gelip "Bayan Herman" dediğinde kahvesinden aldığı yudumu yavaşça yutan Helena "Bay Karahanlı" diyerek karşılık verdi. Uzanan eli sıkmak için bile ayağa kalkmamış elini uzatma zahmetine bile girmemişti. Demir'in kaşları çatılsa da karşısındaki genç kızın duruşu hoşuna gitmişti. Hemen karşı sandalyesine kurulup tıpkı onun gibi geri yaslanarak bacak bacak üzerine attığında "Mesajınızı genç gördüm bu nedenle de biraz geç kaldım. Sizin gibi bir hanımefendiye yaptığım saygısızlık için özür dilerim" dediğinde yeşil gözlerinde haylaz parıltılar kendini belli ediyordu.
Biten kahve fincanını tabağına koyan Helena hafifçe elini kaldırdı ve birkaç adım gerisinde bekleyen garsona işaret etti. Gelen adama "Bize iki kahve. Orta şekerli ve sade olsun" dedi ve gözlerini yeşillere dikti.
"Benimle iletişime geçmeye çalışan sizdiniz Bay Karahanlı. Ayağınıza çağırma nezaketsizliğini gösterdiğinizde tavrınızı da belli etmiştiniz. Şimdi bekletilmek sadece kahve yanındaki gereksiz süsler gibi boş ve anlamsız."
Demir duyduğu sözlerden sonra kaşlarını çatsa da bir yandan da haklı olduğunu biliyordu. Üstelik Türkçeyi bu kadar iyi konuşuyor olması onun hakkında bilmediği çoğu şeyden biriydi. Kahveler tam da konuşacağı anda gelince birkaç dakika susmayı tercih etti. Karşılıklı güç gösterisinde bulunuyorlardı ama kazananın kim olacağını ancak masaya açılan kartlar belirleyecekti.