Gunther, dizleri üzerine çökmüş kendi koltuğunda oturan kızın karşısında yüzü dağılmış şekilde duruyordu. Korktuğunu dahası korkuttuğunu düşünmüştü ama beklediği gibi olmadı. Şimdi ölümü onun elinden olacaktı. Oğlu ise hemen camın önünde dikilmiş yanındaki kadın korumanın elindeki silahın ucunda öylece bekliyordu.
"Gunther, hadi söyle bana işkence çekerek ölmek mi istersin yoksa tek bir mermiyle mi?"
Yaşlı adamın ağzından tek kelime çıkmıyordu. Helena ise sıkılmış gibi nefesini bırakırken ayaklarını kaldırdı ve masanın üzerinde bacak bacak üzerine attı. Hemen yanında bulunan Michael'e "İhtiyar bir çeyreklik versene. Bundan ses çıkmıyor yazı tura atacağım bakalım bu günlük eğlencemize ne çıkacak" dediğinde grilerindeki ateş korumasını gülümsetti.
"Hemen Bayan Herman."
Elini cebine atıp karıştırdı ama dudakları büzülürken boş çıkardı.
"Maalesef efendim. Hiç çeyrekliğim kalmamış."
Alt dudağını dişleri arasına alan Helena "O zaman biz de Gunther'in gizli kasasından altınla yaparız. Malum onlar da artık benim olduğuna göre kullanmamda ne gibi bir mahsuru olabilir ki." derken bacaklarını masadan indirdi ve koltuktan kalkıp odanın içinde yürümeye başladı. Elindeki silahıyla duvarlarda asılı tabloları gezerken ya şundadır ya bunda oynuyordu. Sonunda adamın kendi portresinin önünde durduğunda yüzünü buruşturdu.
"Bu tipi resmedecek ressamı nereden buldun tanrı aşkına. Yapan kişi resmen cehennem köpeğine maruz kalmış. Acıyan hatta kanayan korneasını hayal edebiliyorum."
Sözleri biter bitmez geri dönüp ona öfke ve korku ile kabak adama sırıttı.
"İşkence yöntemini sevdim Gunther. Bir gün düşmanlarımdan biri ressam olursa ona senin gibi birini çizdirir çektiği eziyeti izlerim."
Yaşlı adam kızın sözlerinden sonra dişlerini sıkarak "Git kendini becer sürtük" deyince sözlerine pişman olması kısa sürmedi. Helena'nın silahından çıkan ilk mermi kasıklarına sapladı. Sonrasında hala ayakta olan ama omuzundan yaralanan korumaya bakışlarını çevirip ciddi bir tonla "Eğer patronunu becerirsen seni öldürmez tedavi ettirir ve yanıma alırım. Yoksa sende onun gibi geberip gidersin ama tek parça halde değil. İnan yapacaklarımı tahmin dahi edemezsin." dedi. Amacı karşısındakinin kadın olması ona her türlü hakaret edebileceği düşüncesinin yanlışlığını onun silahıyla göstermekti. Biraz da intikam almak ve eğlenmek. Sadistlik. Her ne isim verilirse artık.
Valter "Bu çok fazla" diye çıkışsa da göz deviren genç kız korumaya döndü.
"Yapıyor musun yapmıyor musun?"
Koruma önce Valter ve Gunther'e baktı. Ardından gözlerindeki korku ile Helena'ya döndü. Helena gözlerini duvar saatine çevirdiği an önce korumanın sonra da Gunther'in kafasına birer kurşun sıktı. Kaşları çatılırken "Verdiğim emrin de önerinin de sorgulanmasından ve bekletilmesinden nefret ediyorum." diye dişleri arasından hırladı. Namlu bu defa Valter'e döndüğünde genç adam hemen "O elimde. Beni öldüremezsin." dedi. Kendini bu şekilde güvene almayı doğru buluyordu.
Kaşları düzelen Helena bu defa şaşkınlıkla "O derken?" dedi.
"O işte. Yeni oyuncağın. Drew Lovato. Eğer beni öldürürsen onun da ölmesi için emir verdim. Şu an sorgulanıyor."
Ağzı açılan Helena bir şeyler söylemek istedi ama geri kapadı. Michael genç kızın bu halini bildiğinden keyifle az önce onun kalktığı koltuğa oturdu ve geri yaslanıp izlemeye başladı. Helena sanki dengesini kaybediyormuş gibi duvara tutundu ve "Bu nasıl olur?" dedi. Sesindeki çaresizlik ve şaşkınlık elle tutulur cinsteydi. Valter ise omuzlarını biraz daha dikleştirdi ve kendinden emin bir şekilde "Tek akıllı sen değilsin. Evine korumalarının arasındaki adamlarım yardım etti. Şimdi sen beni bırak bende oyuncağını" dediğinde alt dudağını ısıran genç kız birkaç büyük nefes aldı.
Adım adım Valter'e yaklaşırken sanki duyduklarından sarsılmış gibi "Sen şimdi diyorsun ki senin kale gibi korunan malikanenden birini kaçırdım. Korumaların arasına adam yerleştirdim üstüne kaçırdığım adamı sorgulatıyorum diyorsun. Yanlışlık yok değil mi? Ha bir de yaşamak için onu koz olarak bana karşı kullanıyorsun." derken aradaki mesafe kapanmış neredeyse burun buruna gelmişlerdi. Elindeki kozdan ötürü öz güveni yerine gelen adam başını sallarken bir anda tek dizini kasıklarına geçiren Helena kahkaha atmaya başladı.
"Adamlarının gerçekten de sana çalıştığına emin misin küçük Valter'cik? Ya da şu an nehir kıyısında demirli olan Lion isimli yatta sorgulamaya çalıştığınız adamdan haberimin olmadığını mı düşünüyorsun?"
Boğazından tutup sıkmaya başladığı adamın kulağına yaklaştı ve gür bir tonla "Ben bazen kendimi dahi gözden çıkarıyorum. Sende o adamı gözden çıkaramaz mıyım bay gerizekalı. Senin aldığın eğitim kadar benim unuttuğum var dersem abartmam." deyip Michael'e döndü. "Değil mi ihtiyar. Sağlam sıçmıştın ağzıma her seferinde." derken sırıtıyordu.
Omuz silken adam "O zamanlar sağlam giriştiğim anlar oldu." dedi ve ölmüş olan Gunther'in masasındaki kutudan bir puro aldı. Ucunu yakarken geri Valter'e dönen Helena "Yani piç kurusu, ben daha evden çıkmadan yapacağım tüm hesapları zihnimde toparladım ve harekete geçtim. İnan Drew sizin elinizdeyse benim onu denememden kaynaklı. Yoksa şu an onu almak yerine avucunu yalıyor olurdun. Kaldı ki onu senden önce ben gebertebilirim de çünkü benim için değeri olmayan şeylerden biri. Siz Helena Herman'ı böyle hafife aldıkça ben hepinizi ezip geçeceğim. Şu an beni dinleyen ve babana yardım eden diğerleri için de bu sözlerim. Beni hiçbir zaafımla vuramazsınız çünkü yok. İstediğimi istediğim zamana kadar yaşatıp sonrasında geberteceğim. Şimdi size son bir şans veriyorum. Elbette sen bu şansı çoktan kaybettin Valter. Diğerleri içinse bana sadakat yemini etmelerini ve emrim altında hayatta kalmayı teklif ediyorum. Kabul edenler yaşayacak diğerleri ise istediği kadar birlik olsunlar geberecekler." deyip bacağından çıkardığı silah ile genç adamın beynini dağıttı.
Malikaneden çıkmadan evvel kasaları boşalttırdı ve belli yerlere koydurduğu bombalar ile aracına binerken malikanenin yerle bir olmasını izledi. Yol boyunca araçtaki tabletten bir şeyler yapan Helena ona dikkatle bakan Michael'dan rahatsız olduğu için "İhtiyar, şu gözlerini benden çek istersen çünkü ben Mina değilim. Seni tatmin edemem" diyerek tersçe konuştu. Koruması ise "Orada sergilediğin performans çok iyiydi ama diğerlerinin seni dinlediğini nasıl anladın?" değince geri yaslandı ve buz gibi bir bakışla "Gustav Herman zamanında her üyenin belli başlı evlerine dinleme cihazı yerleştirmişti. Bunak herif insanları kontrol etmeyi çok seviyordu. Ölümünden sonra güya herkes temizledi böcekleri ama bu defa da birbirlerinin evlerine yerleştirdiler. Çünkü güce aşıklar." dedi.
Araç yavaşladığında ikisinin de bakışları nehir kenarındaki küçük limanda demirli beyaz ve siyah renklerden oluşan lüks yata döndü. Üzerinde kocaman harflerle LİON yazıyordu ve Drew orada belki de dayak yiyor işkence görüyordu.
"İçeri girdiğimizde adamları sorula ihtiyar sonra da sık kafalarına. Ben Drew'i alıp malikaneye geçeceğim."
Adam başını sallarken önden giden ekip çoktan içeride temizlik yapıyordu. Onlarda arabalarından indiklerinde yatın içine girip kamaraların olduğu yere geçtiler. Kenarda diz çöktürülmüş üç adam vardı ve Drew sandalyede elleri kolları bağlı oturuyordu. Sol gözü morarmış dudağı ve kaşı patlamıştı. Belden üstü çıplak şekildeydi. Göğsüne atılan çizikler yüzünden tenine kan damlaları yayılmıştı. Helena gidip arkasından elini çözerken diz çökmüş adamlar "Tek kelime etmedi. Ona yaptıklarımıza rağmen ağzını bile açmadı" diye bağırıyorlardı. Emir aldıklarından bahsedip af diliyorlardı. Ama Helena affeden bir yapıya sahip değildi. Yanına gelen kendi korumasına Drew'i bırakırken dışarı çıktı. Aracına geçtiğinde yanına adamı da oturtmuşlardı ve canı acıdığı için küfretmesini görmezden geliyorlardı. Malikaneye doğru yola çıktıklarında Helena göz ucuyla Drew'e baktı. Dakikalar sonra denemelerden sonuncusunu geçip geçmediğini öğrenecek ve kendini tamamen ona teslim edecekti.
BİRKAÇ SAAT ÖNCE...
Drew, koruya girdikten sonra bir süre yürürken kafasında tonla düşünce vardı. Ellerini cebine sokup derin birkaç nefes alırken başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Yanağına ve kirpiklerine düşen kar tanelerine hafifçe tebessüm etti. Bir anda arkasında beliren iki kişiyi fark etmesi yüzüne sıkılan bayıltıcı spreyle oldu. Neye uğradığını şaşırmıştı. Gözleri kapanırken yüzlerindeki maske ile iri yapılı adamların görüntüsü irislerine kazınmıştı.
Ne kadar süre geçti bilmiyordu ama kulağına dolan Almanca sözcükler bilincini yavaş yavaş yerine getiriyordu. Kımıldamak istedi ama ne ayaklarını ne de kollarını hareket ettiremedi. Gözlerini araladığında hafiften sallandığını hissediyordu. Önce görüntünün netleşmesini bekledi bir dakika kadar sonrasında sağa sola bakıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Beyaz küçük bir odadaydı. Etrafta bulunan birkaç eşya ve kapıların görüntüleri tekne de olduğunu anlamaya yetiyordu. Ona sırtları dönük adamlar Almanca konuşmaya devam ederken neler döndüğünü öğrenmek adına "Neredeyim ben, siz kimsiniz?" dediğinde ona dönen sarı saçlı adamlardan biri "Kes kesini!" diye bağırdı ama İngilizce söylemediği için Drew anlamadı. Sadece tahmin ediyordu.
Dakikalar geçti. Karşısına geçen adamlar bu defa onun anlayacağı dilde "Helena Herman'la ne zamandır birliktesin? Malikane de ne işler dönüyor? Kasa nerede? Önemli evrakları nerede tutuyor?" tarzında sorular soruyor aynı zaman da yüzüne yumruk geçiriyordu. Drew ağzına dolan kanı yana dönüp tükürürken "Bastardis" diye dişleri arasından söylendi. Adamın kaşları çatılırken bağırarak "Ne dedin?" dediğinde onlara kaşlarını çatarak bakan Drew artık tüm birikmişlikle "Piç dedim! Anladın mı? Piç! Siktirin gidin. Size hiçbir şey söylemeyeceğim!" dedi. Aslında söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Yine de o adamların Helena ile işleri olduğunu biliyordu ve öyle ya da böyle korumaya çalışıyordu.
Genç kız ile her ne kadar dünya üzerine olabilecek en garip şekilde tanışmış ve hayatı değişmiş olsa da içinde bir yerler sanki koruması gerektiğini haykırıyordu. Oysa biliyordu. Korunmaya ihtiyacı yoktu. Şimdiyse kendini nasıl kurtaracağına odaklanması lazımdı. Bir an düşündü. Acaba kaçırıldığını anlamışlar mıydı? Helena'ya haber verilmiş miydi? Yüzüne yediği yeni tokatla dünyaya dönerken belden üzerindeki giysileri diğer adam keserek çıkarıyordu. Drew her konuşmadığın da ya yumruk yedi ya da göğsüne bıçakla çizik atıldı.
Yeniden bıçak tenine değecekti ki yukarından gelen gürültüler sonunda kapı açıldı ve içeri giren adamlar anında onu döven üç kişiyi de etkisiz hale getirdi. Onların ardından gelen Helena oldukça soğuk bir ifade ile ellerini ayaklarını çözerken kurtulduğuna sevinse mi yoksa kızın karşısına geçip hesap mı sorsa kararsızdı.
ŞİMDİ...
"Nasılsın?"
Geri yaslanmış gözlerini kapatan Drew duyduğu soru ile anında başını çevirdi ama canı acıyınca kısıkça inledi. İnanamıyormuş gibi "Nasıl mıyım? Bana bunu soruyor musun?" dedi. Gözünün biri neredeyse kapanmıştı ama diğeri ile genç kızı görebiliyordu. Siniri bedeninde can buluyordu.
Helena gayet normal bir şekilde "Soruyorum Drew. Neden bu kadar şaşırdın? Hem sen nasıl bu duruma düştün?" dediğinde dişlerini sıkan genç adam ellerini yumruk yapmıştı.
"Kaçırılıyorum, ülke değiştiriyorum, yetmiyor bir şekilde yerleştiğim odamda senin korumalarından biri çırılçıplak kendini parmaklıyor, sonra nefes almak için yürüyüş yapıyorum ve bom. Kaçırılıp dayak yiyorum. Şu halimi gördüğün halde nasılsın diye soruyorsun. Tüm bunlar saçmalık Helena. Hem de kocaman saçmalık ve ben bunlara maruz kaldığım için aptal gibi hissediyorum. Şimdi sen söyle nasılım sence?"
Adamı dinleyen Helena geri yaslanmış tek kaşı hava da "Ben kimim Drew?" dedi. Sesi hem ciddi hem de oldukça keyifliydi. Çünkü yanındaki bu adam onun tüm denemelerini geçmiş çocuğuna baba olma hakkını elde etmişti. Bu saatten sonra tıpkı değerli bir mücevher gibi onu koruması ve saklaması gerekiyordu.
Drew ise kızın sorduğu soru karşısında büyükçe bir nefes alıp "Helena Herman'sın." diyerek cevapladı. Bu defa adama dönen Helena "Peki ne işle uğraşıyorum." dediğinde genç adamın mavilerine özenle bakıyordu.
"Mafyasın."
"Aferin, o zaman düşmanım da olması muhtemel."
"Evet."
"Yanımdaysan başına geleceklerden birini suçlamak yerine daha dikkatli olmayı öğrenmelisin. Benim hayatım bu. Ama seni bundan sonra bu tür bir şey olmayacağı konusunda rahatlatabilirim."
Drew ağzını açamadan büyük demir kapıdan içeri girdiler. Malikanenin kapısına yaklaştıklarında korumalar etraflarında etten duvar olmuştu. Arabadan inip eve girdiklerinde onları Mina ve kalan kadın korumalar karşıladı. Michael Drew'e yardım ederken Helena hemen yan yana duran korumalardan ikinci kadını bacağındaki aparattan çıkarttığı silah ile vurdu. Emri o vermiş olabilirdi ama yaşamasını da istemiyordu. Değişik ruh hali konusunda kimse onu suçlayamazdı. Genç adamı odasına çıkaran Michael dışarı çıktığında Helena "İlk yardım malzemelerini getirin ihtiyar. Sonra da hafif bir şeyler hazırlayın. Onu iyi beslemeliyiz. O bize lazım." diyerek içeri adamın yanına girdi.
Drew'i damızlık yerine koyuyordu belki ama şimdilik asli görevi buydu.