Genç kız yerde dudaklarından kan sızan adamın başının dibime çöküp saçlarına ellerini daldırdı ve sertçe çekerek kafasını yukarı kaldırdı. Dişleri arasından tıslar gibi konuşurken yüzünde gülümseme vardı lakin gri gözleri ateş almıştı.
"Ne dersin Rey, seninle kim kimi inletir oynayalım mı? Ama benden söylemesi altıma aldığımı fena beceririm. Cesaretin var mı seni piç kurusu."
Sesi o kadar eğlenir ama aynı zamanda soğuktu ki kızların gözleri bir an için yerdeki adama ve kadına dönmüş ardından hemen çekmişlerdi.
"Seni bekliyorum Rey, oyuna ne dersin? Ama baştan anlaşalım canı yanan mızıkçı çocuklar gibi kaçmak yok. Baban da senin gibi sivri dilli bir pezevenkti. Onu öldürürken aklı hala erkekliğindeydi. Ya Rey, neden? Neden bu kadar zayıfsınız? Bir dişi görmeyin anında hop alt tarafınız çalışıyor ve beyniniz iptal oluyor. Evli ya da evli değil sizin için fark etmiyor.
Çocuklarınız karınız size aşık sevgiliniz umurunuzda olmuyor bile çünkü tek odak noktanız gireceğiniz delik becereceğiniz kadın. İradeniz o kadar zayıf ki sokakta bir kadına aşağılık cümleler kuruyor sonra tecavüz ya da taciz ediyor ama neden sorusuna yine kadını suçlayan cevaplar veriyorsunuz. Ha neydi 'Tahrik edici giyinmişti. Benimle sevişmeye hazırdı o da istiyordu. O gece barda ne işi vardı ki.' gibi bir sürü bahane. Bir kadının emri altına girecek olmak sizi öyle korkutuyor ki, o kadar dünyanın merkezinde olup her şeyi yapmayı kendinize özgü doğal bir şey sanıyorsunuz ki acınası yaratıklarsınız. Kadın seks köleniz ama ondan doğan çocukları veliahtınız ilan ediyorsunuz. Kadınları aşağılıyor ama sizin de bir kadından doğduğunuzu unutuyorsunuz. Aslında dünyayı kadınların yönettiğinden habersiz, kadınsız bir hiç olduğunuzu bilmeden ot gibi yaşayıp bok gibi ölüyorsunuz. Şimdi sana yapacaklarımı bir kadının uygulayacak olmasından öyle rahatsız olacaksın ki bu bana daha da zevk verecek."
Kalkıp başı ile en köşedeki duvarı işaret ettiğinde Michael hareketlendi. Helena bekleyen kızların karşısına geçerken eline bandajları sarıyordu. Orta da durup sarma işini bitirdikten sonra ellerini arkasında kavuşturup başını dikleştirdi.
"Sizi buraya neden getirttiğimi merak ediyorsunuz biliyorum. Amaç seçim yapmak. Seçimin nedeniyse bana sadakatle bağlı olacak koruma birliği oluşturmak. Farkındasınız, çevremde hep erkek korumalar ve iş yaptığım insanlar var. Bu krallığın kraliçesi olarak çevremde benim gibi sağlam bir eğitime sahip, her daim sırtımı yaslayıp canımı emanet edeceğim kadın korumalar istiyorum. Yeri geldiğinde benim için ölüme sorgusuz sualsiz gidecek birileri olmalı. Aslında otuzunuzu da çevremde görmek istiyorum lakin benim onayımdan geçmek için ölümüne dövüşmeniz gerekecek. Karşınızdaki kişinin Helena Herman olduğunu unutup koruduğunuz kişiye saldıran bir suikastçi gibi düşünmenizi istiyorum. Çıplak elle neler yapabileceğinizi bana gösterin."
Kızlardan biri acele ile "Ama efendim" demişti ki anından Helena'nın dibinde bitmesi ile susmak zorunda kaldı. Göz deviren genç kadın "Kural bir; size verilen emirleri sorgulamak YOK. Sen gidebilirsin." dedi ve diğerlerinin yüzüne baktı.
"Başka gitmek isteyen?"
Kızlardan biri daha bir adım öne çıktı ve "Efendim size fiziksel olarak zarar verirsek başımıza neler gelecek?" dedi. Saçları kızıldı ve yeşil gözleri minyon görünen yüzünde dikkat çekici duruyordu. Boyu hemen hemen kendiyle aynıydı. Helena birkaç adımda kızın karşısında durup "Hiçbir şey. Vereceğiniz zararlar için başınıza bir şey gelmeyecek aksine benimle çalışacak korumam olacak ve diğerlerine göre ayrıcalıklı olarak daha özel eğitimler alacaksınız." deyip tepkisini izledi. Yüzünde ufacık bir rahatlama vardı. Bir adım daha ileri çıkıp ilk dövüş için gönüllü olduğunu belli ettiğinde eğlence Helena için başlamıştı.
Yarım saat sonra kızların dördü pert olmuş yerde baygın yatıyordu ve ilk gönüllü olan dahil diğerleri fazla darbe alsa da ayakta durmuş soluklanıyordu. Genç kadın yüzünü iyi korumuştu ama bedeninde sağlam morluklar oluşmaya başlamıştı. Kızlar gerçekten de iyiydi. Helena onları sevmiş ve sırtını dönebileceğini anlamıştı. Üstelik daha seçimler yapılmadan hepsinin doğumlarından itibaren hayatlarının her anının bilgisi eline ulaşmıştı.
Reynold ise elleri duvara zincirlenmişken gözleri kızlarla dövüşen ve çoğu zamanda darbesiz kurtulan kadını izliyor başına gelecekleri kestirmeye çalışıyordu. Sonunda seçimler bitmiş kızların bazıları elenirken yirmi tanesi biraz dinlendikten sonra özel eğitime alınmak üzere malikaneden çıkarıldı ve kalacakları büyük eve götürüldü. Artık Helena Michael ve Reynold yalnız kalmıştı. Suyundan büyükçe bir yudum alan genç kız adım adım bağlı adamın karşısına geçip korumasının getirdiği metal sandalyeye oturdu. Sporcu atletinden görünen dövmenin bir yılana ait olduğunu fark eden adam daha da dikkatli süzmeye başladı ince bedeni.
"Rey, yılanları bilir misin? Çok fazla çeşidi var. Zehirlisi, daha masumu, avını sıkarak boğup öldüreni hatta bazıları durumu o kadar ileri götürür ki sen uyurken ağzından içeri sızar midene kadar iner ve iç organları patlatabilir. Çöl yılanları var mesela çıngıraklı, onları da çok seviyorum. Avına çıngırağı ile korku salar sonra da bom. Ölmüş."
"Banane bundan. Bak, kendini ne olarak görüyorsun bilmiyorum sikimde bile değil ama beni bırakmak zorundasın."
"Neden? Zorunda olduğumu sana kim söyledi?"
"Ben. Emrimdeki adamların burayı basması an meselesi, onun için sorun çıkmadan bitirelim şu işi."
Dudağının ucu hafiften yukarı kalkan Helena ukalaca adamı süzdü. Ardından "Senin emrindeki adamların bana bağlı olduklarını unutmuş olmanı zeka geriliğine bağlıyorum. Bolca balık yemeni tavsiye ederdim ama artık gerek yok. Eisler serveti, adamları, şirketleri ve yer altındaki tüm yetkisi şu an benim elimde. Sen benim uzattığım zeytin dalına saygı duymak yerine kıçına sokmayı tercih ettiğinden bu yana işlemler başladı. Artık ölüsün. Kurallar gereği imparatora baş kaldıranlar, onu kabul edip kurallarına uymayanlar sadece ölümü tadabilir ve her şeyi baştakinin himayesine girer. Ah dur bir dakika başta kim vardı? Ovv tabi ki ben. Sen şimdi bana karşı gelmiş hatta hakaret edip üzerime saldırmış oldun. Bende seni özel koleksiyonumdaki yılanlardan birine yem ettim. Eee Rey kobra dansı sever misin?" deyip ayağa kalktı. Michael'e "Cam kafese Firavunu ziyarete götür onu ihtiyar." derken bağırıp çağıran adamın sesini duymuyordu. Kapıya doğru birkaç adım atmıştı ki geri dönüp bağıran adamın karşı duvarında asılı duran beyzball sopalarından birini aldı. Demirden olan sopanın ağırlığı kendini belli ederken ucunu tık tık yere vurarak yeniden eski yerini aldı.
"Az önceki kötü sözlerini sadece Firavunum ile cezalandırırsam olmazdı Rey. Ölürken beni bolca anmanı istiyorum. O çok güvenip yere göğe sığdıramadığınız erkekliğiniz midemi bulandırıyor ve ben mideme kötü gelen şeyleri kusmaktan çekinmem. Şimdi o küçük kıymetline veda et."
Tıpkı bir oyuncu gibi sopayı kavrayıp pozisyon aldı. Durumu en başından bilen koruması adamın bacaklarını da biraz fazla açılmasını sağlayacak şekilde yere sabitlemişti. İlk vuruşunda duvarları saran haykırış sesi ile sırıttı. Bedenine değişik hazlar doluyordu. Avuçlarında sapı biraz daha sıkı kavradı ve ikinci vuruşunu gerçekleştirdi. Adamın kasık kemiklerinin çatırtısı kulaklarına dolunca sırıtmadan edemedi. Son vuruşla acıdan bayılan Reynold'un sesi artık çıkmıyordu. Kanlanmış sopayı yere atan kız korumasına dönüp "Nasıldım ihtiyar? Bir süredir oynamıyordum ama vuruculuğumdan bir şey kaybetmemiş gibiyim he ne dersin?" dediğinde yüzü buruşan adam "Son darbeniz biraz hafif kalsa da iş görür efendim." dedi. Bu defa kahkaha atan Helena "Siktir git Michael, gerisi sende." deyip oradan çıktı.
Odasına girdiğinde hemen yatağın önüne geçip soyunmaya başladı. Çırılçıplak kaldığında büyük aynasının önüne geçip bedenini kontrol etti. Birkaç morarma ve kızarma mevcuttu. Hemen göğüs oluğundan başlayıp kıvrılarak sırtına dönen siyah pullu yılan dövmesi beyaz teninde oldukça dikkat çekiciydi. Bacağında bulunan kırmızı siyah kobra dövmesiyse tüm asilliği ile kendini belli ediyordu. Dövmeleri severdi. Omuzundaki sarmaşık gül çizimiyse kendine aitti. Her konuda en iyi olmak zorundaydı. Eğer istediği gibi bir kraliçe olmak amaçları arasındaysa buna kanının son damlasına kadar çabalamalıydı.
Banyoya girdiğinde jakuzi yerine kabinli bölmeyi seçti. İçeri girip kapağı kapadıktan sonra ayarlamaları yaptı ve üç yandan gelen suyun etkisi tüm bedenini ele geçirdi. Köpüklendi ve bedenini bundan arındırıp gözlerini kapadı. Hayalinde canlanan görüntüler dudaklarını kıvırmasına neden olurken sol eli usulca kendini okşayarak göğüslerinden düz hafif kaslı karnına oradan da kadınlığına indi. Parmakları katmanları aşıp zevk noktasına değdikçe sırtını cama yasladı ve belini kıvırmaya başladı. Daha kimse ile seks yapmamıştı ama kendini tatmin etmekten de geri kalmıyordu. Özellikle sağlam aksiyonlu geçen günlerde iyi orgazm olmak tek keyif aldığı şeydi. Bir gün biri ile sevişirse ve seks yaparsa bu ancak kendi isteğiyle olmalıydı. Bir erkeğe köle olarak ya da mecburiyetten değil.
Beli eline doğru kıvrılırken nefesleri sıklaştı hala tenine değer su her zerresini aşıp ruhuna işlerken yükseklere koştuğunun farkındaydı. Tamamen büyük uçurumun tepesine gelip aşağı atlarken titriyor, kasılıp duran kaslarını sonuna kadar hissediyordu. Ama bir yandan da ne kadar uğraşsa da yarım kaldığını da biliyordu.
Gece onun için klasik geçmişti. Reynold Eiles artık yoktu. Malikaneye getirilen yılanlarından Firavunun gazabıya cehennemi boylamıştı. Sabah uyandığında siyah şort ve atlet takımını giyip koruda koşmak için çıkarken eşofman altı ve gri bir atlet giyen Michael ona eşlik etmeye hazırdı. Kulaklığını takmadan önce adama takılan genç kız "Yorulursan seni bırakırım devam ederim ihtiyar kabul mü?" dediğinde aldığı cevap "Sizi kucağımda taşıyabilirim efendim yorulduğunuz da söylemeniz yeterli" oldu. Adama yaklaşıp yanağına öpücük kondururken "Senden farklı bir cevap bekleyemem ihtiyar. Seni seviyorum her şeyi bilen piç" deyip malikanenin arka kısmına doğru koşmaya başladı. Onun peşinden hareketlenen adam ukalaca gülümseyip "Bende sizi kraliçem, bende sizi" dedi. Onların arasında bağ çok değişikti. Genç adam kızın doğduğu zamanı biliyordu. Bir yaşına girerken kucağında yer aldığında yirmi üç yaşındaydı. Bazen onun aşırıya kaçan halleri yüzünden kızmak istese de yetiştirilme amacı ve tarzı aklına geliyor, bazense onu büyük bir fanusun içinde zarar görmemesi için saklamayı istiyordu. Ama bir şeyden emindi. Yaşadığı sürece tek amacı onu korumak, yanında olmak ve bu deli dolu hallerine maruz kalıp ara ara kendini belli eden kalbini ısıtmaktı.
Gün içinde bir kez daha şirkete gitti. Asistan seçimlerinin sonucunda yirmi yedi yaşında gümüş rengi saçlara sahip, kahverengi gözlü, bir elli beş boyunda ufak tefek olan Mina isimli biri karşısında dikiliyordu. Mina, bir yetimdi. Yurtta yaşamış üç koruyucu aile tarafından büyütülmüş ama üçünden de taciz gerekçesiyle kaçmıştı. Mina son koruyucu ailedeki adam tarafından önce işkenceye sonra da tecavüze maruz kalmış ona zorla sahip olan kişiyi yaralayıp farklı bir şehirde hayatını kendi kendine kurmuştu. Duruşu ve görünüşü masum gibi görünse de dövüş sanatlarında ve silah kullanmada oldukça iyiydi. Başına gelenlerden sonra bunları öğrenmek ve daha fazla zarar görmemek tek arzusuydu.
"Mina, seni neden asistanın yapmalıyım?"
Helena kızın özel dosyasını okurken ona bu soruyu sormuş ve cevabını beklemeye başlamıştı.
"Bayan Herman, çünkü yetimim. Düşmanlarınız sizi satmam için beni hiçbir şeyle tehdit edemez. Erkeklerden nefret ediyorum ve dünya da kadınların da güçlü olup yönetimde yer alabileceğine ve aslında tüm erkeklerin birer göt olduğuna inanıyorum. Tabi iyileri de vardır elbette ama gördüklerim bana yetti ve arttı. Çok iyi silah kullanıp dövüşebilirim. Saldırı esnasında ellerimi kulaklarıma kapayıp çığlık atmam aksine sizi korumak için ölebilirim. Geride kayda değer bir şey kalmıyor çünkü."
Helena bakışlarını kızın yüzüne sabitlerken ne düşündüğü belirsizdi. Masasında bulunan kahveden bir yudum alıp fincanı elinde tutmaya devam ederken konuşmaya başladı. Yüzü hala ifadesizdi.
"Her sabah saat beşten yediye kadar iki saat koşarım. Koşu sonrası sadece kahve içerim ama sonrasında kahvaltı atlanmayacak öğündür. Emirlerimin sorgulanmasından tekrar ettirilmesinden ve sadakatsizlikten nefret ederim. Bir adım gerimde olup aldığım nefesi bile sayman gerekebilir. Senden önceki asistanım bana düzenlenen bir suikastte öldü. Her an ölecekmiş gibi hizmet etmeni istiyorum. Siyah kırmızı ve krem renklerini severim. Yılanlara zaafım vardır ve koleksiyonuma yeni türleri eklemeyi severim sen bunlar için araştırma yapıp bana bilgiler vereceksin. Mina, gölgem olmanı istiyorum."
Hafta sonu bir haftalığına Amerika'ya gitmek için özel uçakla yola çıkan Helena camdan dışarı izlerken kulağındaki kulaklıktan yayılan müziğin ritmine başı ile karşılık veriyordu. Mina ve Michael diğer koltukta oturmuş yolculuğun tadını çıkarıyordu. Orada üç büyük davete katılacak, ortaklardan üçü ile toplantı yapacak ve malikane ile ana şirketteki değişim için de gürültü çekmeyecekti.
Onu nelerin beklediğini az çok tahmin ederek geri yaslandı gözlerini kapadı.
****
Sonunda büyük otelin kral dairesinde yatağına uzanmış uçuşun yorgunluğunu üzerinden atmak istiyordu. Yarım saat önce oda servisinden istediği yemek gelmiş ve balkondan görünen muhteşem manzara karşısında yemişti. Üzerinde iç çamaşırları yoktu. Sadece sade ama kalçasının hemen altına kadar uzanan yırtmaçlı geceliği vardı. Büyük yatağın hemen yanında bulunan komodinin üzerindeki telefonu titreşimdeydi ve çalmaya başlamıştı. Sarıldığını yastığına biraz daha yüzünü gömerken titreşimin o sinir bozucu tınısından uzaklaşmak istedi. Başaramadı. Sinirle yerinden doğrulup telefonu aldı ve korumasının aradığını görünce gözlerini kapatıp açarken cevapladı.
"Uykumu siktin ihtiyar."
"Bir ziyaretçiniz var efendim."
"Kim? Daha ineli iki saat oldu?"
"Ortaklardan Bay Johnson'ın kızı Amelia Johnson inatla sizi görmek istiyor."
Yatağa uzanıp oflayan genç kız "Şu iş adamları ve şımarık veletleri, tahammül edemiyorum." dediğinde aldığı cevap "Ne yapmamı istersiniz?" di. Dişlerini sıkıp tıslar gibi nefesini geri verirken bir süre düşündü. Sonra "Yarım saat sonra barda olurum ihtiyar, beklesin biraz daha" deyip telefonu kapadı.
Defalarca kez oflasa da kalkıp üzerindeki geceliği tek seferde sıyırıp attı ve duşa girdi. İşlerini yavaşça hallediyor asla acele etmiyordu. Madem görmek için çok acele ediyordu o zaman beklemeyi de bilecekti.
***
Genç adam ayna karşısında son kez kendine bakarken arkadaşı Mark onu arkadan izliyordu ve sırıtmadan edemiyordu.
"Dostum, şu an resmen mafya babaları gibi duruyorsun."
Ona göz deviren Drew, kol manşetlerini düzeltip sağ eliyle saçlarını geri itti. Uzun teller yeniden alnına düşerken bu defa onun yerini Mark almış ve ıslık çalarak saçlarını toparlıyordu. Büyük bir davet vardı ve ikisi de birkaç arkadaşları ile refakat için iş almışlardı. Ensesi kalınlar çoğunluktaydı. Üstelik bir süredir haberlerde adı geçen Herman mirasının yeni sahibi Helena Herman da orada olacaktı.
Sonunda işleri bittiğinde evden çıkıp onlara tahsis edilen araca binerek yola çıktılar. Drew camdan dışarıyı izlerken aklında birçok düşünce vardı. Hala yaptığı işin saçmalığı beyninde dönüp duruyordu. Refakat edilecek dense de insanların içinde kiralanmış adamlar olarak boy göstereceklerini biliyordu. Onlara dönecek bakışları, dalgaya alınacak hallerini, tatmin olmayan müşterilerin tatminlerini ve daha fazlasını olacaklar listesine eklemişti. Kendi kendine mırıldandı.
"Sadece bir yıl."
Evet, Drew için bu iş ve imzaladığı sözleşme sadece bir yıllıktı. Sonrasında hemen ayrılacak ve eğitimini tamamlayıp muayenehanesini açarak mesleğini yapacaktı. Belki başka bir şehir ya da ülkeyi tercih edebilirdi. Sonuçta eski müşterilerden karşısına çıkacak olan biri konuştuğunda meslek hayatı da sıkıntıya girebilirdi.
Drew, beyaz bir adamdı. Annesinden ötürü soyu biraz karışıktı. Büyük annesi latin büyükbabası asyalı bir adamdı. Bu nedenle kendi hem ateş parçası bir latin erkeğine benziyordu ama asyalıları da hafif andırıyordu. İri bedeni, biraz uzun saçları, mavi gözleri, dik duruşuyla gören kadınların iç çektiği türden bir adamdı. Yirmi yedi yaşında, hayatını kazanmaya çalışan ve sevdiği mesleği yapabilmek için fedakarlık yapan biriydi.
Büyük salona girmeden önce davet salonunun girişinde refakat edecekleri hanımlarla tokalaşıp selamlaştılar. Aslında genç ve güzel kadınlardı ama böyle bir geceye escort erkeklerle katılmayı uygun görmüşlerdi. Elbette onlar daha geniş ve özel işlemeli kapıdan giremeden büyükçe bir araç hemen küçük yolun başında durdu. Koca bir gazeteci ordusunun aracın etrafına üşüşmesiyse saniyeler sürmüştü. Önce şoförün yanındaki kapı açıldı ve geniş omuzlu şakaklarında grileşmeler başlamış buna rağmen atletik bedenli bir adam inip büyük kapıyı açtı. Elini uzattığında önce beyaz incecik parmaklara sahip el sonrasındaysa dışarı atılan bacak gözler önüne serildi.
Tüm asaleti ile araçtan inen genç kadın seçtiği elbiseyle de en az adı kadar dikkat çekmişti. Boyundan askılı elbise siyah renkti ve derin göğüs dekoltesi nefes kesiciydi. Açıklıktan görünen dövme bir çok erkeğin yutkunmasına sağlamaya yetmişti. Üstelik kasıklarına kadar ulaşan yırtmacından sol bacağı da görünüyordu ve kırmızı siyah özel yapım yılan dövmesi gözler önüne seriliyordu. Siyah saçları dağınık ama elbisesine uygun topuz yapılmıştı. Omuzunda pahalı küçük kürkü elinde telefon büyüklüğünde çantası vardı. Adım attıkça ayakkabısının tıkırtısı onca gürültüye rağmen sanki beyinlere kazınmak ister gibi baskındı. Yüzünde makyajı kıyafetine göre hafif gibi dursa da kırmızı ruju göz kamaştırıcıydı. Arkasından inen kısa boylu kız da şık giyinmişti ama elindeki tablete bakılırsa asistanı ile teşrif etmişti davete.
Tüm soruları kısa ve nazikçe cevaplayan Helena hala yanında duran korumasının koluna girip davet salonuna giriş yaparken gri gözleri hemen yan tarafta kolundaki genç kadının aç aç baktığı adama takıldı. Gözleri hafifçe kısılmış, istemsiz dili dudaklarını nemlendirmişti. Sadece birkaç saniye de adamı öyle bir süzmüştü ki zihninde dönen çarkların, bedeninin verdiği tepkilerin nedenini ondan başkası net bir şekilde çözemezdi. Sadece ona eşlik eden korumasına eğilip "İçimden bir ses eğleneceğimi söylüyor ihtiyar" dediğinde adamın yamuk gülüşü ne demek istediğini anladığını gösteriyordu.
Drew Lovato, ilk işinde öyle birinin dikkatini çekmişti ki davet bir çok kişi için dönüm noktası olacağa benziyordu.