Helena malikaneye geldiğinde odasına çıktı. Her bir merdiven basamağında kasveti ve boğuculuğu hissediyordu. Koyu kahve renginde parkeler, ölü gibi beyazlara bürünmüş duvarlar, o duvarlarda sadece Herman imparatorluğunu kuran sonra da devam ettiren erkeklerin portreleri, eski av tüfekleri ve daha birçok demode iç çürüten objeler.
Odaya girdiğinde aynı kasveti iliklerinde dahi hissediyordu. Çantasını yatağın üstüne atarken ceketini çıkarmış telefonundan Michael’i aramıştı. Bahçede korumalara direktif veren adam “Bayan Herman?” diye telefonu açtığında çoktan yürümeye başlamış ve eve girmişti.
“Michael, sana bir hafta veriyorum. Bu evin her köşesinde değişim yapacaksın. Eskiye ait hiçbir şey görmek istemiyorum. Buna odamdan başlasan iyi edersin.”
Çoktan odanın önünde biten adam “Tamam efendim. Özellikle istediğiniz renkler mevcut mu yoksa içmimardan yardım alalım mı?” dediğinde üzerindeki gömleği ve iç çamaşırını çıkaran genç kız kapıya doğru “İçeri gel Michael” diye bağırdı.
Adam içeri girdi ama gördüğü manzara ile gözlerini sadece kızın yüzüne sabitledi. O sırada eğilmiş olan Helena iç çamaşırı da dahil tamamen soyunmuş çırılçıplak kalmıştı. Yeni giysileri yatağının üzerine atarken bedenine bakmadığından emin olduğu adama gülümseyip “Kırmızı, siyah ara ara krem renkler kullanılsın. Perdeler özellikle siyah seçilsin. Bizim iç mimarlar bu işi ayarlar. Ama kısa sürmeli. Bir süreliğine Amerika’ya gitmem gerekiyor biliyorsun hafta sonundan itibaren. Gerekli direktifleri ver ve geldiğimde daha bana uygun bir yer haline dönüşsün burası.” dedi ve banyoya yöneldi. Aklına bir şey gelmiş gibi geri dönüp “Unutmadan veliaht ile irtibata geçtin mi?” diyerek sordu.
Gözlerini hala kızın yüzünden çekmeyen Michael “Aradım ama sekreterine not bırakmış. Bir buluşma ya da anlaşma olmayacakmış. Bay Reynold Eisler anlaşma yanlısı değil.” deyince nefesini sıkılmış gibi bırakan genç kadın “O zaman biraz zor kullanmakta sorun yok. O piç kurusunu akşama bodruma getir ve küçük testimizden sonra ilgilenmem için rahat ettir.” dedi ve içeri girip kapıyı kapadı.
Bir saat kadar önce jakuziye girip duş köpükleri ve yağarla kendini şımarttı. Ardından hızlıca durulanıp losyonlarını tüm tenine uyguladı. Saçlarını kurutup odasına geçtiğinde bu defa pantolonlu bir takım tercih etmişti. Ona göre hayat ya kırmızıydı ya siyah. Araya karışan kremler bile bundan vazgeçmesine neden olamıyordu. Siyah likralı kumaş pantolonu ince uzun bacaklarını tamamen sararken üzerine geçirdiği krem renk ipek gömlek yumuşaklığı ile tenine koca misalı dolanıyordu. Üstüne kırmızı ceketini giyip siyah çantasını eline aldığında hazırdı. Çok takı sevmezdi ama yakışanı da takmaktan geri durmazdı. İnci ise vazgeçilmezleri arasındaydı.
Boynuna zarif ama spor tarz bir kolye taktı. Bu kolyede takip cihazı vardı ve bir diğer eşi Michael’in bileğindeki bileklikte bulunuyordu. Kaçırılma durumlarında önlem amaçlı bu yolu seçmişlerdi. Hatta bir tane de ağzındaki dişlerin içinde vardı.
Son kez aynaya bakıp odadan çıktığında şirketlerden en büyüğüne gitmek için hazırdı. Herman’lar pek çok alanda şirkete sahipti. Deniz, lojistik, kozmetik, giyim, otomotiv ve mücevher. Kendisine ait şirketler haricinde ortak oldukları da hatırı sayılır sayıdaydı. Romanya, Rusya, İtalya, Türkiye, Amerika ve Dubai de çeşitli iş yaptığı ortakları ve kendi işletmeleri bulunuyordu. Hepsinin başında Gustav Herman’ın güven testinden geçmiş müdürleri ve işletmecileri bulunuyordu. Şimdiye kadar hiçbir sorun yaşanmamıştı. Helena yeniden yola çıktığında aslında nasıl büyük bir yükün altında kaldığını çok iyi biliyordu. Ölüp gitse de hala onu aşağılamak için video bırakan babasına karşı zafer kazanmak istiyordu. Gücüne güç katmak, yaşadığı süre boyunca işleri daha da büyütmek istiyordu. Elbette tüm bu işler sadece yasal olanlardı.
Helena, hem yer altı mafyasının lideriydi hem de ülkeler arası silah ve kaçak silah işinin başıydı. Piyasada bulunmayan ya da artık devletlerin bile zor ulaştığı birçok ilaç onların elindeydi. Hatta son dönemde organ işine de girilmişti. Üyeler arasında uyuşturucu ve kadın ticareti işinde olanlar da vardı. Elinde tuttuğu tabletten listeler incelerken nelere taş koyup kimleri yok edeceğini hesap ediyordu. Uyuşturucu ve kadın işini bitirecekti. Silah ile ilaca dokunamazdı çünkü bu defa kendi de zarar görürdü. Saygınlık kazanıp güvenilir dostlar edinmeden büyük adımlar atmak yerdeki mayına bilerek basmak demekti.
Üyelerden Frideric’i bilerek öldürmüştü çünkü ona zarar vermek isteyenlere açık bir mesaj vermesi gerekiyordu. Şirketlerin ana merkezi olan HERMAN TAŞIMACILIK VE LOJİSTİK binasının önüne geldiğinde büyük bir gazeteci ordusu onu bekliyordu. Çantasından siyah gözlüklerini çıkarıp gözlerine taktı ve tüm sert ulaşılmaz ifadesini takınıp açılan kapıdan önce ayağını dışarı attı sonra tüm bedeni zarafet içinde açığa çıktı. Anından önüne uzatılan mikrofonlara karşı göz devirse de görünmediği için sorun etmiyordu.
“Gustav Herman sizi neden sakladı efendim?”
“Şirketlerin yönetimine tek başına geçeceğiniz doğru mu? Genç yaşınız sizi korkutmuyor mu?”
“Herman imparatorluğunun tek sahibi olmak nasıl hissettiriyor?”
“Devam eden davalar sizi de kapsayacak mı?”
…
Ve daha birçok soru çevresinde dönüp dururken Michael geçmesi için yolu açıyor diğer korumalar ona ulaşmalarını engelliyordu. Sonunda şirket kapısına geldiklerinde geri dönüp önüne uzatılan mikrofonlara onları tutan ellere ve yüzlere bakan Helena hepsine orta parmak gösterip siktiri çekmek istese de içinden geleni değil onları tatmin edecek cevapları verdı.
“Genel bir açıklama halkla ilişkiler departmanı aracılığı ile yapılacak ama ölmüş olan babam Gustav Herman yıllarca benim tüm işlerden uzakta özgürlüğümü yaşamam için elinden geleni yaptı. Bunun yanı sıra eğitimim konusunda da yeterince titiz davrandı. Herman imparatorluğu benimle birlikte yeni ve daha büyük günlere erişecek. Gustav Herman bu imparatorluğun kralıydı. Bense kraliçesi. Şimdi izin verirseniz işlerin başına geçmem gerekiyor.”
Genç kadın zarafetinden ödün vermeden döner kapıdan geçip lobide ilerlerken ona şaşkınca ama saygıyla bakan çalışanlar arasından geçti. Vip asansörünün önüne geldiğinde gözlüğünü çıkarıp çantasına attı ve açılan kapı ile içeri girdi. Sadece o ve Michael yönetim katına çıkarken göz deviren Helena “Siktiğimin yalakaları, sordukları sorularda bile imalar o kadar açık ki. Kan emici bir avuç sülük.” diyerek dişleri arasından konuşurken yanındaki adam ukalaca gülümsedi.
“Bu daha başlangıç Bayan Herman. Bundan sonra onlarla oldukça sık karşılaşacaksınız.”
Başını geri atıp sinirden oflarken gözlerini kapatıp açtı.
“Hepsinin kıçını tekmelemek istiyorum.”
“Bu da mümkün ama sonrasında dünya basınında yer almak hisse senetlerinin düşmesine neden olabilir.”
“Michael tanrı aşkına bir kez mantıklı konuşmayı kesebilir misin?”
Cıklayan adam başını olumsuz anlamda salladı.
“Unutmayın efendim ben sizi korumakla ve aşırı hareketlerinizden dolayı uyarmakla mükellefim. İşimi doğru yapmazsam kraliçem kızabilir.”
Bu defa kıkırdayan Helena olmuştu. Asansörün kapısı açılırken “Tam bir piçsin Michael ama seni seviyorum ihtiyar.” deyip anından duygusuz ifadesine bürünüp babasının odasına doğru yürümeye başladı. Yıllarsa sekreterliğini yapmış olan orta yaşlı kadın anında masasından kalkıp ellerini önünde birleştirdi ve başı ile selam verip “Bayan Herman hoş geldiniz.” dediğinde yaptığı tek şey baş selamı vermek oldu. Büyük işlemeli koyu kahverengi kapı açıldığında yüzüne vuran koku bir an midesini bulandırdı. Odanın havası bile babası gibi kokuyordu.
Büyük masanın diğer tarafındaki siyah deri koltuğa kadar yürüdü. Hemen arkasında bulunan boydan boya camlar kurşun geçirmeyecek şekilde ayarlanmıştı. Şehrin bir kısmı ve deniz görünüyor dışarıda hayat rutininde devam ediyordu. Oda o kadar büyüktü ki yirmi dört kişilik uzun bir toplantı masası ve hemen karşı duvarında oldukça büyük bir ekran vardı. Koyu renk parkeler, ahşap ve deri eşyalar adeta tıpkı malikanede olduğu gibi beni değiştir diye bağırıyordu.
Deri koltuğun başlık kısmında parmakları dolandı. Bir zamanlar burada oturan adamın hayatını sikip atan babası olduğunu düşünmek nefretine nefret öfkesine öfke ekliyordu. Varlığından asla memnun olmayan adamın şimdi çürümeye başlarken burada olmasına mani olamaması, bunları bilerek son enfesini eziyet çeke çeke vermiş olmasıysa keyif almasına neden oluyordu.
“Michael, malikane gibi buranın da değişmesini istiyorum. Renkler aynı olacak. Mimar modern ve güzel şeyler seçsin. Eğer denizin dibini boylamak istemiyorsa.”
“Tamam efendim.”
Ceketini çıkarıp askıya yerleştirdikten sonra koltuğa oturdu ve geriye yaslanıp bir süre sessiz kaldı. Hemen ardından telefona uzanıp sekretere “Bayan Meyer, yurt dışındaki tüm şirketlerin müdürleri ile bir saat sonra video konferans görüşmesi yapacağım. Verecekleri raporlarla hazır olsunlar.” dediğinde “Efendim saat farkı olanlar da mı?” diyen kadınla göz devirdi. Dişlerini sıkarken “Bayan Meyer, tüm şirket müdürleri dedim saat farkı olanları bırakın demedim. Elli sekiz dakikanız kaldı, gecikme yaşanmasını istemiyorum.” dedi ve telefonu kapadı.
Sonra kalına bir şey gelmiş gibi geri aradı ve “Bayan Meyer, kişisel asistan için seçimler yapın.” dedi. Karşısındaki kadın şaşkın bir tonla “Efendim Sofia” demişti ki nefesini bıkkınca bırakan kadın bir ton daha sen tınısını yükseltti.
“Tanrı için her defasında muhalefet olacak şeyler söylemekten vazgeç Anna. Sofia artık benimle çalışacak durumda değil. Senden işinde iyi çok soru sormayan ve mutlak sadakat ile işine bağlı bir asistan istiyorum. Bu o kadar da zor olmamalı. Senin onayından geçenleri Michael’e yönlerdir yeter anladın mı?”
“Anladım efendim.”
Telefonu kapatırken “Umarım” diye homurdandı. Görüntülü konferans için beklerken önüne gelen birkaç dosyaya baktı. Odanın boğucu havası canını sıktıkça kalkıp bir süre dolaştı. Sonunda masanın başındaki büyük koltuğa kurulup büyük ekranın açılmasını bekledi. Önce siyah olan görüntü parça parça bölündü ve karşısında birçok adam belirdi. Hepsi hakkında her şeyi biliyordu. Bu yüzden açık ve net olacaktı. Onu selamlayan adamlara başı ile karşılık verdi ve konuşmaya başladı.
“Baylar, bildiğiniz üzere Gustav Herman artık ölü ve işlerin başına ben geçtim. Konuşmayı uzun tutup sizi en önemlisi kendimi sıkacak değilim. Babama gösterdiğiniz sadakati ve bağlılığı bana da göstermenizi istiyorum. Genç olduğuma bakmayın hepiniz hakkında yediğiniz yemekten içtiğiniz ilaca kadar haberdarım. Bu nedenle adım atarken iki kere düşünmeniz gerekli. Şimdi şirketlerdeki durumu sizde benim özet geçtiğim gibi özet geçin.”
İki saat. Tam iki saat boyunca giderleri gelirleri, ortaklarla yapılan sözleşmeleri, yeni kuralları, hisse senedi değerleri ve tabloları zihninde dolanıp durdu. Konuşma bittiğinde gözlerini ovuşturup başını geri attı ve ofladı. Ama anlamıştı da. Elbette bazı değişimler yapacaktı. Özellikle Türkiye ve Romanya da biraz daha işleri sıkması gerekiyordu.
Odadan çıkmadan önce sekreteri arayıp asistan konusunda ne yaptığını sordu.
“Efendim konferans görüşmesi sırasında dört kişi ile görüşme yapıldı ve uygun olan ikisi Bay Michael’e yönlendirildi.”
“Güzel. Ben yarından sonra bir hafta yokum. Tüm randevuları ve görüşmeleri ona göre ayarla. Amerika'da olacağım.”
“Tamam efendim.”
Şirketten çıktığında yine benzer durum ile karşılaştı. Sıkılmaya başladığını biliyordu. Yine gözünde gözlük yüzünde sert ve duygusuz bir ifade ile aracına binip malikaneye doğru yol aldılar.
“Kızlar geldi mi?”
“Hepsi sizi bekliyor efendim.”
“Reynold, o ne durumda.”
“Özel uçağı ile yurt dışına çıkmak üzereydi ama son anda engel olduk. Şu an sizi bekliyor.”
Gözleri aracın siyah camından dışarıya dönerken yüzünde beliren gülümseme günün stresini üzerinden sağlam atacağının göstergesiydi. Büyük bahçeye araç girdiğinde korumalar daha da artmış herkes gözünü dört açmıştı. Odasına giren Helena önce üzerini çıkardı ardından siyah bir tayt ve sporcu atleti giydi. Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yaparken ellerine saracağı beyaz bandajları yumruğu içinde toplamıştı. Merdivenleri inip mutfağa girdiğinde çalışanların ona korku ile bakması hoşuna gitmişti. Eğer birinden korkarsan ona ihanet etmekten de çekinirdin. Mutlak bağlılığın gizli kurallarından biri buydu. Bazen de karşındaki kişiye verdiğin değer belirlerdi sadakatin boyutunu. Büyük masanın üzerinde duran meyve kasesinden büyük kırmızı sulu bir elma alıp geri çıktı. Adımları alt kata inen merdivenlere yönelirken dudaklarında bir şarkının tınısı vardı.
İndiği ilk kat spor aletleri ve çalışma sahasıydı. Burada işi yoktu. Günlük çalışmasını alt katta yapacaktı. Metal merdivenleri inip büyük gri kapının önüne gelince orada bulunan korumalar saygıyla ona baş selamı verip kulba uzandı. Gıcırtı ile açılan kapıdan içeri giren Helena gördüklerini beğenmişti.
Otuz tane genç kız -ki bazıları kendinden büyük bazıları kendi ile yaşıt gibi duruyordu- yan yana dizilmiş hazır ol vaziyette ayakta duruyor, Reynold ise oturtulduğu sandalyede biraz hırpalanmış olsa da bağlı şekilde bekliyordu.
Michael kendisini gördüğünde oturduğu metal sandalyeden kalkıp dimdik durmaya başladı.
Adım adım önlerine doğru yürüyen kız elindeki elmadan bir ısırık alırken Reynold “Bunu yapmaya hakkın yok. Beni burada böyle tutamazsın. Kimsin sen ha? Gustav Herman’nın kölelerinden birinin lanetli dölü. Acınasısın.” diye bağırdığında adama vurmaya hazırlanan Michael’i eliyle durduran Helena’ydı. Yüzünde sevimli bir sırıtışla “Bırak ihtiyar içindeki döksün. Babası gibi oldukça cesur ve ben bunu sevdim. Bakalım başka neler söyleyecek? Hadi Rey, seni dinliyorum.” değip az önce korumasının oturduğu sandalyeyi çekti ve adamın tam karşısına oturdu. Bacak bacak üzerine attığında hala elindeki elmasını yiyordu ve sanki liseli bir kız çocuğu gibi görünüyordu.
Genç adam karşısındaki kızı şöyle bir süzdü. Yüzünden nefretle beliren beğeni ifadesi sözlerine yansımıştı.
“Babana benzemiyorsun. O ihtiyar oldukça çirkindi. Sende duru ama şeytani bir güzellik var. Lanet deliğine her erkek girmek isteye bilir. Bunu istediğin an başarırsın da ama unutma sende annen gibi birinin kölesi olacaksın. Herman imparatorluğu senin yüzünden yerle bir olurken bacak arana girecek ilk kişi ben olacağım sürtük. Altımda bağırdığını hayal edebiliyorum.”
Dudaklarını bir şey düşünüyormuş gibi büzen genç kadın elindeki elmanın çöpünü hemen ilerisindeki kovaya basket atar gibi fırlattı ve denk getirdi. Korumasına dönüp “Bu üçlük sayılır değil mi ihtiyar?” derken otuz kız aynı şeyi düşünüyordu. Michael asla ihtiyar değildi. Helena sandalyeden kalkıp Reynold’a bir adım attı ve tek bir tekme ile yere düşmesini sağladı. Çenesine aldığı darbe hiç de zayıf bir kızdan gelmiş gibi değildi. Kemiğinin yerinden oynadığına emindi.
Genç kız yerde dudaklarından kan sızan adamın başının dibime çöküp saçlarına ellerini daldırdı ve sertçe çekerek kafasını yukarı kaldırdı. Dişleri arasından tıslar gibi konuşurken yüzünde gülümseme vardı lakin gri gözleri ateş almıştı.
“Ne dersin Rey, seninle kim kimi inletir oynayalım mı? Ama benden söylemesi altıma aldığımı fena beceririm. Cesaretin var mı seni piç kurusu.”