Güneş giderken başka diyarlara yeni umutlar acılar ve bilinmezliklerle geri gelmek için zaman kollar. Geçmiş gelecek ile karışıp yaralar kabuklarından arındığında bu defa ya sonsuza kadar kapanır ya da izler bırakıp kendini hep hatırlatır.
Hastanede geç saatlerde uykuya dalan Yüsra ile Melike Hanım daraldığı odadan biraz olsun çıkıp bahçede bekleyen birkaç hasta yakını ile sohbete daldığında ona görünmeyen Berzan kapıyı tıkladı. İçeriden ses gelmeyince kapıyı aralayıp kafasını uzattığında dışarıdan gelen ay ışığı ile aydınlanan odada sadece yatağında uyuyan genç kız vardı. İçeri girip kapıyı kapadığında adımları anlık duraksama yaşadı.
Genç kız başı diğer tarafa çevrilmiş hala yüzünde peçe ile uyurken siyah saçları loş odada bile beyaz yastığı süslemiş hırıltılı nefes alışverişleri ciğerlerinin hala çok da iyi olmadığının kanıtıydı.
Kahveler anlık kapanıp açıldı. Onun koluna yapışması, geri savrulması ve düşüşü. Nefes almak istedikçe boğazında bir düğüm hissetti. Genzine sızan hafif bir çiçek kokusu inceden dokundu sinir uçlarına. Tam anlayamadı ne olduğunu ama merak etmekten de kendini alamadı.
Adım adım kızın baş ucuna ilerledi. Yaklaştıkça koku daha belirginleşti. İnceden tarçınla karışık elma kokusu alıyordu. İstemsiz dudağı havalandı yan bir şekilde. Çocukluğunda uyuyan kız yüzünde çok maruz kalmıştı bu kokuya ve şimdi hissetmesi ile anılar zihnine doluşuyordu.
Yatağın hemen baş yanına çekilmiş tekli bekleme koltuğuna bıraktığında bedenini kahveleri dolaştı ince bedende. Uyuyordu. Hırıltılı ağır nefesler bir kez daha zorlandığını dile getirir hatasını yüzüne vurur gibiydi.
Sonra gözleri yüzündeki mavi şala takıldı. İnceydi ipek gibi ama zaten zor nefes alırken neden bu şekilde uyuduğunu düşündü ve aklına gelenle tüm bedeni buz kesti.
Sözlerinin, onu bu denli yaralayıp böylesine kırdığını görmek bunu anlamak ensesinden soğuk terlerin uyruğuna kadar yol çizmesine neden oldu. Oysa ona hep naif davranmışlardı. Ta ki o gün ilk kez sevdiği kıza çıkma teklif etmiş ama aldığı ret cevabı ile oldukça sinirliydi. Sinirini on altı sene evvel yine en günahsızdan çıkarmıştı. Şimdi olduğu gibi.
Oysa bebekliğini biliyordu. Anne babasız nasıl büyüdüğünü. İlk kavgasını. Ona ailesinin durumunu acımasızca söylerin yaralayıcı laflarını ama tüm bunlar yine de kara saçlı tarçınlı elma kokulu kıza ruhen ve şimdilerde fizikken zarar vermesine engel olamamıştı. Dişlerini sıktı. Eğer kız kardeşi karşısında olsa hiç yapmadığını yapar sağlam bir sopa atardı. "Sevdalıysan isterlerdi verirdik kaçmak niye der" hesap sorardı.
Şimdi ne hesap sorabiliyordu ne de gidişatı değiştirebiliyordu. Vicdan azabı töre ve ölmüş insanlara verdiği sözden ötürü bir ömür peçesinin ardına gizlenmiş güçlü olsa da içindeki kırık kız çocuğuna sahip kızla geçirecek en azından saygı duyacaktı.
Düşünlere daldı. "Nasıl olacak?" dedi kendi kendine. Bir düzeni vardı. İşlerin belirli ilerleyişleri üzerine onlarca insanın sorumluluğu yüklüydü omuzlarında. Düğün sonrası eninde sonunda İstanbul'a dönmesi gerekiyordu. Peki, ya Yüsra gelmek istemezse? Onu geri de bırakıp nasıl gidecekti? Arkasından dönebilecek dedikoduları tahmin edebiliyordu.
En derin düşüncelerinden öksürük sesi çekip çıkarırken gözleri yatakta deli gibi öksürmeye başlayan genç kıza dönerken kahvelerinde endişe tohumları yeşerdi. Nefessiz kalır gibi öksüren kız ile ayaklanıp yan tarafındaki dolaptan küçük şişe suyu çıkartıp kızın doğrulmasını sağladı.
Yüsra tıkanan nefesi ve öksürüğü ile baş ederken ona yardım edenin yengesi olduğunu düşünse de bunundan zorla aldığı nefeslere karışan ıslak odun kokusu sırtına ve koluna destek vereni tanımasını sağlamıştı. Sırtını biraz daha dikleştirip içmesi için uzatılan su şişesini alıp adama karşı sırtını yan dönünce ara ara boğulur gibi sesler çıkarsa da içtiği birkaç yudum su öksürüğü kesmeye kâfi gelmişti.
Berzan kızın yapmaya çalıştığı şeyi anlamıştı. Ona yüzünü göstermek istemiyordu. Belki de çok kızgındı ve görmek istemiyordu. Ama eğer eş olacaklarsa birbirlerine bu tür sorunları aşmaları olayları sıcağı sıcağına çözmeleri gerekiyordu.
Sonunda peçesini düzelten ve sırtını yastıklara yaslayan Yüsra adamın karanlıktaki yüzüne bakarak konuştu. Seni pürüzlü pütürlüydü.
"Burada ne yapıyorsun Berzan ağa ve yengem nerede?"
Elini ensesine atan genç adam ne desem diye düşünürken genç kız soğuk tuttuğu sesi ile devam etti.
"Ne o Berzan ağa, yoksa hırslı ve öfkeli olmayınca bağırıp çağırmayınca söyleyecek sözün mü kalmıyor."
Berzan bu defa kahveleri kendi gözlerinden daha koyu ve odanın karanlığı ile dipsiz kuyu gibi olan gözlere çevirip dudaklarını ıslattı. Karşısında cesur ve lafını esirgemez bir genç kız vardı. Son iki gündür duydukları ile şimdiki sözleri cesaretinin kanıtı gibiydi.
Derin bir nefes alıp ay ışının aydınlatamadığı yüze gözleri kısık bakarak "Bak, biliyorum ki pek hoş şeyler olmadı" dediğinde Yüsra araya girdi.
"Evet hem de hiç hoş şeyler olmadı. Abimin kafasına silah dayadın, nehre düşmeme neden oldun. Az daha ölüyordum ama olsun ciğerlerimde çamur kalıntıları ile de olsa yaşamaya çalışıyorum değil mi? şu dur durak bilmez saman alevi öfkene sahip çıksan aslında pek de sorun çıkmıyormuş bak."
"Yüsra."
"Söyle ağa içinde kalmasın. Söndü mü saman alevi kafana bir şeyler dank etti mi?"
"Sen hep böyle sivri dilli misin ya?"
"Aslında pek konuşmam ama birine sinirliysem de çenemi tutamam kusura bakma ağa."
"Yani şu an bana sinirlisin?"
"Yok canım estağfurullah sana niye sinirli olayım ki? Onu da nereden çıkardın?"
"Çatır çatır cevap vermenden."
"Ha yok o sana özel muamele sinirle alakası yok" değip ağzının içinden "On altı yıllık sinir var tabi normaldir" dese de Yüsra, genç adam anlamamıştı.
"Desene senle ömür baya eğlenceli geçecek."
"Anlamadım?"
"Evlenmeyi kabul ettim. Berdel olacak."
"Lütfetmiş" dedi yine ağzının kıyısı ile ama sonradan toparlayıp "İyi bari en azından durup düşününce mantık sana da misafir oluyormuş" diye laf soktu. Aslında tek kelime etmek istemiyordu. Hatta ıslak odun kokusundan uzaklaşmak istiyordu ama yılların birikmişliği diline vurmuş adama laf sokmadan duramıyordu.
Berzan kızın ara ara mırıldanmasına ama en çok da verdiği cevaplara gülmek istedi. Dediği doğruydu. Eğer her anları böyle geçecekse hiç canı sıkılmayacaktı. Üstelik daha esas söylemek istediği şeyi dile getirememişti.
İkili arasında sessizlik uzayıp giderken genç adam "Yüsra" diye seslendi.
"Efendim" dedi bu defa daha sakin bir tonda genç kız çünkü uykusu geliyor sohbeti bitirip uykusuna dönmek istiyordu.
"Ben özür dilerim senden. Yani olanlar için."
"Hepsi için mi?"
"Nasıl yani?"
"Diyorum ki Berzan ağa on altı yıl öncesi içinde mi yoksa sadece şu an için mi?"
Berzan duraksadı. İşte gecenin bu saatinde vicdanına darbeler birbiri ardına geliyordu.
"Aslında o gün içinde büyük bir özür dilemem gerekiyor. Başkasına sinirlenip hırsımı senden almıştım."
"Yani değişen bir şey yok muş. O zaman da aynıydın şimdi de."
"Yüzündeki peçeye neden olduğum için affet beni."
"Berzan ağa, inan sadece bir peçeye neden olmuş olsaydın şu an affeder seni de kendimi de bu yükten kurtarırdım ama sen tahmin edemeyeceğin kadar ağırına neden oldun. Onun için şimdi özür dilemek af dilemek için doğru zaman değil. Üstelik affetmek tövbe haşa bana düşmez. Seni Allah affetsin. Eğer şimdi müsaade edersen uyumak istiyorum."
Kızın sözleri canını acıtmıştı. Derinlerindeki o kuyuya avaz avaz haykırmıştı sanki içindekileri de şimdi Berzan'ın kulakları sağır olmuştu. Tek onun sesi onun sözleri vardı. Bir de genzine sızan tarçınlı elma kokusu.
"Tamam sen uyu. Birazdan Melike yenge de gelmiş olur. Ben buralardayım. Sorun olursa yani."
"Olmaz merak etme ağa. Üstelik olursa çok şükür adamlarımız var her bir köşede."
"O adamlar beni bağlamaz Yüsra. Ben karım olacak kişinin müşkülüne koşarım gocunmam."
"Neyse ağa müsaadenle" deyip yatağında aşağı doğru kaymaya başlayınca adam da ayaklanıp kapıdan çıkmak için ilerledi. Tam kulpu tutmuştu ki aklına gelenle geri döndü.
"Peçeyi ne zaman çıkaracaksın?"
Yüsra yüzünün yarısını aydınlatan ay ışığı altında yastığa dağılan siyah saçları parlarken konuştu. Peçesinden ötürü sadece ışığın yansıdığı tek görünü görebiliyordu adam onun.
"O peçeyi taktıran çıkarmaya layık olana kadar ağa."
Aldığı cevapla yutkundu Berzan. Demek ki zorlu bir yol bekliyordu onu. Hatasını telafi etmek için şansı olduğuna ise bir yanı sevinmişti.
Sonunda odadan çıkan adam ile sırtını tekrar yastıklara yaslayan Yüsra peçesini indirip birkaç yudum aldığı suyun yarısını içti. Resmen boğazı yapış yapış olmuş nefesi daralmıştı. Kalbi peki ona ne demeliydi.
Adamın iki lafına delirmiş rotasını şaşıran gemi gibi olmuştu. Kaşları çatıldı. Kendi kendine kızdı.
"Unutma. Sana söylediklerini unutma ve burnundan getirmek için bekle. Kahveleri görünce yumuşama kokusunu duyunca iliklerin titremesin. Süründürmeden yelkenleri suya indirme. Hem adama yüzeysel kalas demekte haklısın. Hemen peçeyi soruyor. Üstelik ıslak odun gibi kokuyor. Odun işte kalas. Ama andım olsun Berzan ağa, sen çekene kadar ben tamam diyene kadar yüzümü görmeyeceksin. Bu da Yüsra sözü olsun."
********
Samet çıktığı yolda gece vakti ilerlerken aklına düşmüştü yine sevdiği. Yüreği sızlamış kalbi kaybettiği kanda boğuluyordu. Kimin boğulmaz ki? Sevdiği karısını daha evliliklerinin ikinci yılında kanserden kaybetmişti. Feride'si. Gonga gülü. Ne de güzeldi. Beline kadar uzun kahve saçları orman yeşili gözleri vardı. Her daim mahcup bakardı. Ne zaman göz göze gelseler ilk anki gibi utançla yüzü pembeleşir, dokunurken titrediğini hissederdi.
Annesi göstermişti kızı. Sana alacağım gelin demişti de adam gördüğü yeşiller karşısında sebebi varlığını bulmuştu. Sözde görücü usulü evlilik denirdi ama o karısına karısı ona ilk anda sevdalanmıştı. Ateş bir kez gönle düştü mü yardan gayrısı söndüremezdi. Onların ateşi ile birleşince harlanmış ikisini de yakmıştı. Ta ki o acı haber ocaklarına ateş düşürene kadar.
Feride bir süre mide bulantısı ve halsizlik çekmiş sonrasında baygınlık geçirince de hastaneye götürmüştü Samet. Bebek müjdesi beklerken Feride kan kanseri çıkmış sinsi hastalık ileri seviyeye sessizce ilerlediği için sadece beş ayda hayata gözlerini yummuştu. Annesi kızını yanında istediği için onların aile mezarlığına defnedilmiş her yüreği sıkıştığında kokusuna hasretlik sıcağına muhtaçlık duyduğuna saat fark etmeksizin düşüyordu yollara. Şimdi olduğu gibi. Evlenmedi bir daha. Geçen yıllar içinde düşünmedi bile. Gül kokulusunun yeşil gözlü ceylanının yerine kimseyi koyamıyordu.
Sonunda mezarlığa geldiğinde arabadan inip ağla olsa dahi ezbere bulacağı mezarın başında ilerledi adım adım. Ve gecenin karanlığını yarıp geçen ayın ışığında gördü beyaz mezar taşını ve üzerinde yazanı.
FERİDE KARDAR
Ömrü, hayatı, gönül sarayının sultanı. Avuçlarını semaya açıp duasını etti. Gönderdi kendi kaybı ile yatan tüm kayıplara. Sonra usulca mermer kenara bıraktı kendini. Sevdi buz gibi taşı. Eğilip öptü yârinin alnına buse kondurur gibi. Eğilip toprağından bir avuç alarak burnuna götürdü. Derince soludu. İstediği koku değildi ama toprak kokusu artık ona yârinin kokusu gibiydi.
"Ben geldim yeşil gözlüm. Kokuna sıcaklığına muhtaç kaldım yine annesine muhtaç çocuk gibi. Gül kokmuyor artık bu seni saran toprak. Ama olsun. Avucuma sığan bu saçlarının rengindeki örtü sen kokuyor. Sen kokarken gülü neyleyim.
Feride'm. Çok özledim seni. Öyle ihtiyacım var ki başımı omuzuna yaslamaya, geçecek demene. Güç vermene. Bana yeşil yeşil bakıp ormanları uçsuz bucaksız ağaçları hatırlatmana. Bana beni göstermene öyle muhtacım ki. Çaresiz kaldım sevdiğim. Bir yanda kardeşim canım diğer yanda bacım öksüz yetimim emanetim. Hangisinden geçsem sonu ateş. Hangisini seçsem diğeri uçurumda.
Yüsra'm. Gözümün çiçeği. Abisinin gülü. Ölümden döndü Feride'm. Yarı cansız bedenini senin gibi taşıdı bu kollarım. Dedim o da ölürse ben niye yaşayayım. Varsın canım gitsin. Sen yoksun yarımım zaten. Emanetim de giderse biterim ki. Berzan'a çok kızıyorum ama Ayşe'm ya da Yüsra'm kaçmış olsa ben ne ederdim bilmiyorum.
Bilinmezdeyim yârim."
O an inceden ılık bir rüzgâr değdi yanağına. Yalayıp geçti tenini. Siyah saçları tel tel dağıldı. Gözleri kapadı sadece. Hissetti. Sevdiğinin parmaklarını saçlarında dolanırken hayal etti. Sanki rüzgâr onun narin parmakları her bir telinde sevgi ile dolanıyordu.
Bekledi. Konuştu. Alacakaranlık vakti en zifir zamanda çıktı yola. İlerledi karanlık yollarda.
Bir an ilerideki küçük tepedeki evden yükselen dumanlar dikkatini çekti. Bacadan çıkıyor sandı ama ikinci bakışında evin alev aldığını fark etti. Üstelik evin etrafında koyunlar koşuşuyor bir köpek deli gibi eve havlıyordu.