Hamit ağa "Kötü haber etme bize Nedim" deyince adamın yüzünde güller açtı.
"Ne kötü haberi Hamit ağabey, çok şükür bizi zorlasa da Yüsra hayati tehlikeyi atlattı. Kendine geldi sayılır. Birkaç saate normal odaya alacağız."
"Çok şükür, Rabbim hikmetinden sual olunmaz çok şükür sana."
Hamit ağa omuzunu sıkan Haşim ağaya sarıldı. Hem ağlıyor hem gülüyorlardı. Samet anasına sarılırken Fırat derin derin nefesler veren Berzan' ın omuzunu sıkıyordu. Halime hanım kocası Fikret'e sarılmış "Çok şükür" diye sayıklarken herkes mutlu habere çok sevinmişti.
Kısa süre içinde Sima da Peçelinin iyi olduğu ve odaya alındığı haberi yayıldı. Saatler sonra akşam vakti hastane bahçesi dolmuştu yeniden. Güvenlik onları dağıtmaya çalıştıkça herkes itiraz ediyor bir kez olsun görmek istiyorlardı.
Yüsra kendine geldiğinden bu yana gördüğü rüya ve uçurumdan düşüp bilinci kapanana kadar ki korkusu yüzünden pek konuşmuyor sürekli uyumak istiyordu. Bedeni yorgundu. Amcası yengesi Ağabeyi ve küçük Ayşe'si yanındaydı. Ama şimdilik uyandıktan sonra içeri girmek isteyen Berzan'ı görmek istemediğiydi. Bunu dile getirince herkes şaşırsa da anlayış göstermek zorundaydılar.
Tıklanan kapı ile Ayşe'nin evden getirdiği şalı gelişi güzel yüzüne örten kızdan sonra "Gir" diye bağıran Samet ile içeri korumalardan biri girdi.
"Ağam kalabalığı dağıtamıyoruz. Herkes Yüsra hanımı görmek istiyor. Yakındır polis gelmesi."
Samet "Ben geliyorum" demişti ki genç kız pürüzlü ve kısık sesiyle "Ağabey bırakın gelsinler. En azından kapıdan bakıp içleri rahat etsin. Hepsi beni ailesinden belledi. Onlara şimdi görünmeden gidin demek nankörlük olur" değince bacısına bakan Samet kafasını olumlu yönde salladı.
Dakikalar sonra Fikret ve eşi, Haşim ve oğulları bekleme koltuklarında otururken içeri gelen insanlar ile şaşırmadan edemediler.
Yüsra yengesinin ve hemşirenin yardımı ile oturur pozisyona gelip üzerine çeki düzen verdi. Kömür karası saçlarının üzerine deniz mavisi şalını örtüp yüzüne peçe yaparak her zamanki halini aldı. Kolundaki seruma dikkat ederek kapı ağzından "Geçmiş olsun Peçeli, Çok şükür iyisin, Allah seni bizi bağışladı" gibi daha bir sürü sevgi ge geçmiş olsun sözcüklerine acıyan boğazından ötürü başı ile karşılık verdi.
Sonunda herkes gittiğinde üç dört tane kız kapıyı tıklatıp içeri girdiler. Bunlar Yüsra'nın okuttuğu burs ve yardımda bulunduğu kızlardan sadece bir kaçıydı.
Yanına gelen kızlar dan biri "Abla çok geçmiş olsun korkuttun bizi" deyince kırık ve kısık sesiyle "Geçti kızlar çok teşekkür ederim. Siz nasılsınız bir sıkıntı yok değil mi?" diye sorunca başlarını olumsuz yönde salladılar.
Diğer kız "Çok şükür abla. Dersler okul her şey çok iyi. Sabah her zamanki gibi Resul abi aylık market ihtiyacımızı getirdi. Bizde haftalık pazara çıkıyoruz. Rahatımız yerinde sayende Allah senden razı olsun" dediğinde hepsi aynı şeyleri söyledi.
Genç kız "Âmin cümlemizden İnşallah" deyip öksürünce Ayşe su yudumlattı. Melike hanım ayaklanıp "Çok sağ olasınız kızlar ama izin verinde dinlensin olur mu? Hastane çıkışı konakta daha ağırlarım ben sizi" dedi.
Kızlardan en küçüğü "Çok sağ olasın Melike anne. Eğer şu meşhur kadayıf tatlından yaparsan söz bende sana işleme yaparım. Elimde çok güzel bir yatak örtüsü takımı var." Deyip sözlerini Yüsra'ya dikti.
"Ablam için özel yapıyorum."
Nihayet odada Melike Hanım ile kalan Yüsra "Ana ben çok sıkıştım. Lavaboya gitsek mi?" diye sorunca yüzü gülen kadın "Ah evladım göz nurum benim. Elbette yardım edeyim çocuğum. Bunda çekinecek bir şey yok. Bebekliğinde banyo ettirirken az işemedin üzerime" dedi ve sulanan gözlerini başındaki şalın ucu ile sildi. Genç kız yardımla biraz ayağa kalktığında yengesine sıkıca sarılmaya çalışıp "Ağlama ayakları altında cennet olanım. Üzme beni. Bak bitti gitti. Geçti her şey" dese de aklına gelen şey ile irkildi. Elleri titrerken aklındakini dile getirdi.
"Murat ağabeyim nasıl ana? Bir sorun yok değil mi?"
"İyi kızım merak etme. Sen uyurken geldi gördü seni. Sonra da ağam konağa yolladı."
"Kendini suçluyor değil mi?"
"Suçluyor elbet. Bir hatası nelere sebep oldu. Suçlamasında ne etsin."
"Deme öyle ana. Onu o halde görünce ölümün ona uzanmasına izin veremezdim."
"Ya sen kızım? Ya sen ciğer yangınım? Sana bir şey olsaydı. Nasıl yaşar nasıl nefes alırdık biz? Dayanır mıydı yaşlı yüreğimiz?"
"Ana iyiyim bak. Olmadı bir şey. O kalas hırsını çıkaramadan engel oldum."
"Ayı kızım" Bunu derken bile yaşlı gözlerle kıkırdamıştı.
Yüsra da kıkırdadı ve lavaboya doğru giderken devam etti.
"Yalan mı ama? Tam bir kazma hatta yüzeysel manyak."
"Doğru dedin azcık da o son dediğin ne kız?"
"Ay Ana böyle nasıl desem aklı ceviz kadar olamayan işte. Gördüğüne göre yargılayan. Durup düşünmeyen çünkü o kadar bile beyinden yoksun olan."
"Kız sus duracaklar. Hem Berzan evliliği kabul etmiş."
"Hayret niye acaba? Vicdan mı yapmış yüzeysel kazma."
"Yüsra'm. Dedenler buraya gelip seni İstanbul'a götürmek istediğinde Samet ile ağamın yanında durmuş. Götüremezsiniz demiş"
"Bak sen yüzeysel kalasa. Hoş dedemlerde ayrı bir olay ya neyse. Ben çatlamadan işimi halledeyim."
Dışarında olan Fikret ve Halime çifti sabah erkenden gelmek üzere otele geçtiler. Haşim Fırat'ı alıp giderken Samet babasını ve kız kardeşini konağa bıraktı. Melike hanım refakatçi olarak kalmıştı. Berzan ise hastane bahçesinde oturuyor gecenin karanlığının örtüldüğü geceyi izliyordu. Peçeli onu görmeyi istememişti. Bunda sonuna kadar da haklıydı ama eğer bir yuva kurulacaksa zorda olsa ara da böyle duvarlar olmamalıydı.
Berivan hanım aldığı haberden sonra barut fıçısı gibi gezerken ortalarda dilinde beddua içinde hırs vardı. Büyük salonda yeğeni Gülnaz ile otururken "Lanet gebermemiş. Başımıza ekşiyecek haneme girecek. Ama ben izin verirsem. Yemin olsun bu haneye adım attığı günden itibaren ona huzur yok" diye homurdandığında Gülnaz da "Benim Berzan ağa ile evlenme hayalim de hayalde kalır. Şu uğursuz ana babası ile ne demeye ölmemiş ki zamanında" dedi.
Onlar böyle konuşurken Yezda konuya denk gelip kapı aralığından yılan dillerden akan zehre şahit olurken Berivan Hanım gelininin gölgesini gördü. Sert bir dille "Yezda! Buraya gel" diye bağırıp ayağa kalktığında hırsını boşaltacağı bir garip bulmuştu.
"Sen bizi mi dinliyorsun?"
"Yok ana Ağam aradı geliyorlarmış sofrayı kuruyoruz diye haber edecektim."
"Yalan söyleme dölsüz. Sen kimsin de bana yalan söylüyorsun. Ne sanıyorsun kendini söyle bana."
"Ana vallahi dinlemedim. Hem beni bilmez misin?"
"Bilirim bilmez miyim? Masum görünür oğlumu baştan çıkarırsın. Haşim ağaya yaranacam diye babam da babam diye dibinde dolanırsın. Yetmez kimden peydahladıysan piçlerini torun diye bize kakalarsın. Bak ne güzel biliyorum seni değil m- "
"Ana!"
Fırat iki dakikadır kapı önünde babası ile anasının karısına karşı hakaretlerini dinliyordu ki son damla evlatlarına ve namusuna edilen laf ile bardağı taşırmıştı. İçeri bir hışım girip duyduklarından mütevellit taş kesilen karısını arkasında çekti. Genç kadın başı öne düşmüş bedeni titrerken sağır olmayı diliyordu.
"Oğul, karşında anan var sesinin bu yüksekliği ne?"
"Yeter ana. Bitti. Anamsın büyüğümsün başımın tacısın ama yeter. Karım sana saygısından bana sevgisinden sesini çıkarmıyor diye işittiği şeyleri hak etti mi? Sen ne hakla hangi akla hizmetle karıma namusuna evlatlarıma bunları dersin. Duracağın yeri niye bilmiyorsun ana!"
"Fırat, sen el kızı için bana mı bağırıyorsun?"
"El kızı değil ana, benim her iki cihanda da karım namusum evlatlarımın anası. Üstelik Kurtoğlu aşiretinin ağasının hanımı. Bir ağa karısı. Bu konakta sizlerle yaşamak bir arada olmak ne kadar kötü bir düşünceymiş anladım ana. Gayrı ne ben ne karım ne de evlatlarım artık bu çatı altında barınamaz. Yarından tezi yok gidiyoruz."
"Oğul sen ne dersin."
"Ben AĞA olarak hükmümü veririm ana."
Fırat geri dönüp karısı ile salondan çıkarken ellerini arkasından bağlayıp çürüyüp giden yıllarına bakan Haşim tiksinir gibi baktı karısının yüzüne.
Berivan hanımı ise bir yandan korku bir yandan şaşkınlık sarmıştı. Kocasına baktığında yüzünde gördüğü tiksinme çok aşırıya kaçtığının ve az daha böyle devam ederse bu konaktan da alıştığı mal mülkten de mevkiden de mahrum kalacaktı.
Haşim ağa "Yılan dilin evladının namusuna kadar uzandı ya. Sana artık diyecek tek bir lafım yoktur. Yarın sabah yeğeninle bağ evine geçeceksin. Yüsra ayaklanıp düğün işi konuşulana isteme olana kadar orada kalacak konağa adım atmayacaksın. Belki o vakit aklın biraz da olsa yerine gelir" deyip oğlu gibi salonu terk ettiğinde yaşlı kadının gözlerinde ateş vardı. Sanki şeytanın dünya üzerindeki silueti gibiydi.