11. BÖLÜM

1235 Words
Gün aydınlanıp Sima yavaş yavaş hareketlenirken sokaklarını ambulans sesi doldurdu. Acı acı bağırdı dört bir yana. İçinde iki beden vardı. Biri ölümü iliklerine kadar yaşamış diğeri onu anlayabilecek şekilde sevdiğine veda etmiş. Acilin önüne gelindiğinde açılan kapı ile hızlıca Esme içeri alındı. Kollarındaki yanıklardan ötürü yüzündeki oksijen maskesi ile Samet'te müşahede odasına alınırken Hamit ağa geriden gelen kâhyaya neler olduğunu soruyordu. "Ne oldu kâhya. Samet'imin haline? O kızcağız kimdi?" "Ağam sabah karşı aradı beni. Feride hanımın mezarından dönerken şahit olmuş yangına. Anası ile yaşayan bu garibanı kurtarmış ama anası sizlere ömür. Ağam bir can kurtardı Hamit ağam olan budur." "Kimmiş yanan kim ölmüş kâhya." "Ahmet'in eşi ağam. Tanırdım kendisini. Evladıyla hanımıyla yaşardı. Sekiz sene evvel kör kurşuna geldi. Ondan beri bu ana kız tepede eski bir kulübede yaşamaya başladı. Esme kız çobanlık eder az buçuk karınlarını doyuracak kadar kazanırdı." Hamit ağa iç çekti. Bir günleri hayırla geçmez olmuştu. Üzüldü kadıncağıza ve bu ölüme şahit olan gariban Esme'ye. Kontrolleri yapılan Samet normal odaya biraz dinlenmesi için alınırken Esme yaraları ve tahriş olan ciğerleri yüzünden yoğun bakıma alınmıştı. Yüsra ise uyandığından bu yana düşünüyor kafasında belli bir plan oluşturmaya çalışıyordu. Kapıyı tıklatıp içeri giren amcası ile biraz daha toparlandı yattığı yerde. Büyüğüydü sere serpe yatamazdı. "Hayırlı sabahlar amcam." "Hayırlı sabahlar kızım hayırlı sabahlar hatun." "Kızım nasılsın bugün?" "Daha iyiyim çok şükür de amca sen iyi misin? Neyin var rengin kaçmış gibi." "Yüsra doğru der ağam iyi misin?” "Bir şey yok yoruldum belli ki." "Amca." Genç kızın imalı sesi ona inanmadığını belli ediyordu. Karısı da ona inanmaz gözlerle bakınca duraksadı. Omuzları çöken adam diğer tekli koltuğa kendini bırakıp soluklandı. "Samet gece mezarlığa gitmiş." İşte şimdi bir şeyler belli oluyordu. İki kadında susup devam etmesi için adamı bekledi. "Dönüşte bir yangına denk gelmiş. Dalıp içerideki bir kızcağızı kurtarmış ama anası can vermiş." "Aman Yarabbi." "Hii!" İki şaşkın korkmuş beden de tepkilerini gösterirken Yüsra "Amca ağabeyim nasıl? O kız nasıl?" diye sordu sıkışan nefesiyle hemen maskesini yüzüne takarken. "Samet'im iyi. Kolları yanmış az. Hava bağladılar kollarına baktılar. İki yan odada yatıyor şimdi. Kızcağızı da yoğun bakıma almışlar. Yanığı yarası çokmuş." Melike hanım ayaklanırken Yüsra da ayaklandı. Pijamasının üzerine tunik tarzı önlüğü geçirip derince solumaya çalıştı. Hamit ağa ikisine de bakarken "Siz nereye?" dese de biri "Oğlumu görmeye" diğeri de "Ağabeyimle o gariban kızı görmeye" diye cevap verdi. Melike hanım Yüsra'nın koluna girip iki odayı geçerek Samet'in kaldığı odanın kapısına gelince tıkatıp içeri girdiler. Yüzünde oksijen maskesi kollarında gazlı bezle öylece yatmış tavanı izleyen adam ile karşılaşmak başta adımlarını durdursa da genç kız yavaş adımlarla ilerleyip "Ağabeyim" dedi alçak seste. Gözleri kollarındaki yaralarda dolanıyor gözleri sulanıyordu. Melike hanım "Oğul, canımın yongası oğul" deyip diğer yanına geçti evladının. Dikkat ederek elini öptü alnına bastırdı dudaklarını. Saçlarını okşadı. Dokunuşlarla daldığı düşüncelerinden sıyrılan adam iki kadını da sakinleştirmeye çalışırken diğer yandan Doktor Nedim getirilen hasta ile soluğu yoğun bakımda almıştı. Tanıyordu bu kızı. Kurşun yarasından ötürü kurtaramadığı adamın yetimiydi. Birkaç sene evvel amcasın kırdığı ayak ile getirilmiş ama topal kalmaktan kurtulamamıştı garip. Şimdiyse yanık yaraları ve bitap düşmüş beden ile öylece solunum cihazına bağlı yatıyordu. Üstelik canımın yarısı dediği anacığını da kaybetmişti. Bazen hayat sillesini vurmaya başladı mı peş peşe sallıyor insan pes etse dahi devam ediyordu. Yoğun bakım camından kızı izlerken duvara tek eli ile tutunarak gelen Yüsra gözüne çarptı. Arkasında kolları sarılı Samet ve ana babası. Genç kız camın önüne gelip içeri baktığında gördükleri ile yüzünü buruşturdu. Tiksindiğinden değil yaşadığı acıyı içinde hissettiğindendi bu buruşma. Doktora dönüp "Nedim amca, durumu nasıl?" dedi sakince. Hala sesi pürüzlüydü az da olsa. Ellerini önlüğünün cebine koyan adam "İyi demek isterim de yanıkları var. Ciğerleri duman dolu. Bekliyoruz. Tedavi ile düzelmesi için elimizden geleni yapacağız" dedi sadece. "Yazık olmuş. Hem de çok yazık." "Öyle kızım. Çok yazık oldu hem de. Bir dayanağı anasıydı. Onu gözlerinin önünde kaybetti. Fiziksel yarasından çok ruhu yaralı. Hem öksüz hem yetim kaldı. Gaddar amcasından başka kimsesi yok ki bilirim ölür yine de gitmez onlara." "Nasıl yani?" diye sordu Samet. Kaşları çatılmış bir kıza bir de onu anlatan adama bakıyordu. Kardar'lar öğrendiklerinden sonra sinirlenirken Yüsra camdan kıza bakıp "Bu kızı o amca bozuntusuna ben vermem. Gerekirse buradan yollar hayatını kurmasına yardım ederim ama asla o şeytan yuvasına giremez" değince yanında olanların gözleri yüzünde peçesi gözlerinde kızın acısının bir benzeri acıya sahip kıza döndü. Ana babasızlığı, onların yokluğunu iyi bilirdi. Hele ki kendi gibi öksüz yetimleri görünce onların eziyetine şahit olunca daha da hissederdi bunu. Kendi el üstünde büyümüştü. Ama eziyet görenleri de el üzerinde tutmak için elinden geleni yapacaktı. ??? Berzan sabah konağa geçip üzerini değiştirdi. Bir saat kadar uzanıp kahvaltı için büyük salona indiğinde anasının ve kuzeninin ellerinde bavulları ile kapının eşiğinde görünce kaşları çatıldı. Babası ve ağabeyi masanın başındaydı ama anası gidiyordu. Yanlarına gidip her şeyden habersiz "Ana nereye böyle?" diye sorunca Berivan'ın içi bir anda aydınlandı. Yüzünü en üzgün ve mazlum hale getirip oğluna dert yandı. "Sorma oğul. Yezda geline biraz çıkıştım kapılarda bizi dinliyor diye. Babanla ağabeyin olayın üstüne gelince kötü ben oldum. Baban da bizi bağ evine sürdü. Düğün zamanına kadar orada kalacakmışız." "Ana senin dilin ne der. Babam seni konaktan mı kovdu yani. Hem de sadece kızdın diye." "Öyle oğul. Ne diyelim benim de çilem buymuş." "Sen şimdi git ana ben bu işi halledip seni almaya geleceğim." "Sakın oğul ağanla atana tartışma benim için." Elbette içinden kavga çıkarmasını durumların daha da içinden çıkılmaz bir hal alıp kendi olayının üzerinin örtülmesini hedefliyordu. Berzan kapıdan çıkan anasına son kez bakıp salona sert adımlarla girdiğinde evin en küçük çalışanı Senem "Hayırlı sabahlar Berzan ağam ben hemen çayını doldurayım" dese de "Dışarı çık Senem" dedi sadece. Genç kız ürkek bakışlarla salonu terk ederken kapıyı da çekmiş içerideki olacaklardan biraz korkmuştu. Genç adam ona bakan babasına direkt olarak "Anam nerede baba?" diye sordu. Yaşlı adam derince soluyup çayını yudumlarken cevapladı. Fırat'ınsa elleri masada yumruk olmuştu. "Olması gerektiği yerde." "Bağ evimi olması gereken yer." "Tam da orası. Dün geceden sonra oraya bile şükretse yeridir." "Baba sen nasıl bunu söylersin. Anam o. Bu evin hanımı senin karın yıllarını paylaştığın insan." "Öyle olması her şeyi dile getirip hata yapacağı anlamına gelmez oğul." "Hatası yengemle tartıştı diye mi?" Fırat dayanamadı. Olduğu yerden kalkıp kardeşinin karşısına geçtiğinde dişleri arasından tısladı adeta. "Hatası yengenin benim namusuma dil uzatmaktı. Evlatlarıma cennet bahçelerime piç demekti. Anladın mı beni Berzan. Anam dahi olsa sınırlarını bilecek. Sende çok meraklıysan anama biz bu evden gidince tutar getirir baş köşeye oturtursun. Ama dikkat ette karına evladına namusuna dil uzatmasın." "Ne diyorsun sen ağabey?" "Diyorum ki ben ailemi alıp bu konaktan gidiyorum. Aklın varsa anamın olduğu yere sende evini haneni kurma." Ve sertçe omuz atıp salondan çıkıp gitti. Geride kalan Berzan babasına bakıp "Dün gece neler oldu baba?" diye sorunca yaşlı adam yüzü kızara kızara anlattı olanı biteni. Genç adam duyduğu her cümlede yerin dibine girdi. Yengesi bu zamana kadar ne bir saygısızlık etmiş ne de dik başlılık etmişti. Her daim naif ve evine eşine bağlı bir kadın olmuştu. Görüyordu kör değildi. Düşündü ve annesinin anlık dolduruşuna geldiğini fark etti. Gözlerini kapatırken olduğu yerden kalkıp salondan çıkarak çalışma odasına çıkan ağabeyinin yanına çıktı. Çıkarken mutfağa seslenip "Senem, ağabeyim ile bana kahve getir çalışma odasına" dedi ve merdivenleri tırmandı.  İki kardeş kahveler buz gibi olurken konuştu. Genç adam İstanbul'da olduğu için son yıllara pek şahit değildi ama anasının nasıl da şirazeyi kaydırıp zehirli dile sahip olduğunu öğrendi. Ağabeyinden özür diledi. Onlar konuşurken içeri gelmek için küçük küçük kapı çalan üçüzleri sevdi bir bir. İçinden onlardan da özür diledi. Kem dil değmişti masum hayatlarına. Utandı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD