Ağam, bağırıp çağırmadan evladım bakın bacınızın hali hal değil deyin bana ne oldu da hem o hem siz bu hale geldiniz dedi.
Murat'ın elini yumruk yapıp hırsla sıkarken söyledi evladımın ana babasının akıbetini öğrendiğini. Biz de siyecektik elbet ama az daha aklı ersin istediydik. Hamit ağam o gece kardeşinin mezarı başında sabahladı. Eve bir geldi ki aman Yarabbi gözleri şişmiş kızarmış beter olmuş.
Yavrum odasından çıkıp da ağamı öyle görünce başladı ağlamaya. Koşup sarıldı bacaklarına da "iyi ol. Sen de babam gibi ölme. Nolur ölme" diye feryat etti. Ah çocuğum ah kadersizim.
Gerçeği öğrenince mezarlarını gösterdik. O günden sonra Yüsra ne zaman kaybolsa hep mezarlıkta oldu. Defterlerce yazdı ana babasına. Daha da bir mahzunlaştı. Biz Murat ile Samet'i biraz sevsek kuzum bir köşede boynu bükük öyle seyretti. Ağam hakkaniyetli adam. Bir daha önce onun başını okşamadan sarıp sarmalamadan kendi evlatlarına el sürmedi. Hediye geldi ilk ona verildi. Hep o istediği şeyleri evlatlarımızdan önce aldı. Oğullarımızda anlattık. Durum böyle böyle. İkisi de olsun dedi.
On yaşındaydı. Yediği bir şey alerji mi ne etmiş. Yüzünde sivilce çıktı. Burnunun içi bile yaraydı aksa silemiyordu. Benim oğlanlar Kurtoğlu aşiretinin iki büyüğü ile iyi dosttu. Bizimkiler Yüsra'mı yanından ayırmaz gidilecek yerlerin hepsine götürürlerdi.
Yine böyle bir günde akşam oldu ama Yüsra yok. Delirdik. Ara tara ara tara bulana para versem az. Yandık mahvolduk. Gece yarısı babasının nehre uçtuğu uçurumun tepesinde yerde uyur halde bulduk. Nasıl gecenin ayazını yemiş nasıl donmuş.
Günlerce hasta yattı. Uykusunda ağladı. Uyandığında da yüzünü benim şallardan birini alıp kapadı. Ne dediysen ne ettiysek açmadı. Dışarı çıkacağı vakit taktı yüzüne. Okulda öğretmenleri evde biz çıkarmadı.
Tam on altı senedir yüzünde peçesi ile yardıma ihtiyacı olana düşküne muhtaca koştu. Dedesi hesap mı ne açmış. O hesaptan kuruş girmedi kursağına ben şahidim. Kim okumak istese kim aman dilense yetişti. Yirmi altı yaşında ama Sima sokaklarında kime sorsan hep saygı ile bahseder. Kaç tane kız var okuttuğu. Kaç hane var gizliden yardım ettiği. Hafta da üç gün konak bahçesinde koca kazanlarla yemek yapıp kapı kapı dağıttırır. Rabbim eline öyle bir bereket vermiş ki Halil İbrahim bolluğu gibi verdikçe hep daha fazlası hanemize doldu.
Şimdi öylece yatıyor ya orada inan kolumu hissetmiyorum. Bacağım bende yok. Yüreğimin hangi parçasını nerede bulayım şaşırdım. Nefes alıyor muyum yoksa öldüm de bir köşede gömülmeyi mi bekliyorum habersizim.
Yüreği öyle büyük öyle şefkat ve sevgi dolu ki benim evladımın hatasına göğüs geri. Kan dökülmesin kimsenin ailesi dağılmasın diye evlenmeye he dedi. Ama şimdi bir uyansın, eğer istemezse vermem kimseye. Kanı akacak olan varsın benim evladım olsun da emanetimin ciğer parçamın canı sağ olsun.
Şimdi diyorsun ki içinden kendi evladını ölüme yollamaya nasıl razı?
Benim evladım ölüme giderse benim ciğerim yanar ama Yüsra'mın canı yanarsa Rabbim buğuz eder. Yetimlerin öksüzlerin koruyucusu olan Rabbim razı gelmez.
Diyorum ya bir uyansın da gerisi geriden gelsin"
Sözleri bittiğinde gözleri yeniden doldu. Halime hanımsa torunu ile ilgili ne çok şeyi kaçırdığını fark ettikçe içi yandı. Evladı ölüp gitmişti ama onlar el kadar bebeğe yuva olamamıştı.
****
Hala hastane bahçesinde olan adamlar birbirine gövde gösterisi yaparken Fikret Bey kendinden emin bir biçimde "Bu evlilik olmayacak delikanlı. Ben torunumu töreye kurban vermeyeceğim" diye konuşurken elleri cebinde yumruk olan Berzan burnundan sertçe soludu.
"Buna siz değil Yüsra karar verir ve o olumsuz bir yanıt vermediği sürece benim gelecekteki eşimdir"
Haşim ağa ve Fırat da arabayı park edip indiklerinde adamları görmüşlerdi. Elbette en çok Haşim ağa şaşırmıştı çünkü Yüsra'nın dedesinin karşısında dimdik duran oğlunun çoktan gittiğini düşünüyordu.
Onlar da gelip olanlara dahil olmuştu ki hastaneden koşarak çıkan bir adam Hamit ağanın yanında durup "Ağam bir şeyler oluyor. Doktorlar odaya doluştu" diyebildi sadece.
Berzan gerideki kimseyi umursamadan koşarak hastaneye dalıp yoğun bakım katına inerken içten içe dua ediyordu.
"Ne olur Yüsra? Vazgeçme. Burnumdan getir hatta isteme beni ama sen de gitme."
***
"Sıcak bir güne açılan mutlu ve umutlu gözler. Yüzlerde uyku mahmuru ama en güzelinden bir gülümseme. Kocası karısının siyah saçlarına burnunu daldırıp kiraz çiçeği kokusunu içine çekerken kadın ellerini kirli sakallı yüzünde gezdiriyor koyu kahve gözlerinden adama sevdasını haykırıyordu.
Derken avludan sesler bağırışlar gelmeye başlayınca ikisi de gülümseyip ayaklandılar. Kocası "Yine sabah sabah enerjileri tavan bu çocukların" dediğinde yüzünü yıkayıp banyodan çıkan kadın elbisesini bedenine geçirirken "Babaları gibiler niye şaşırıyorsun ki?" dedi. Giysi dolabının aynasından göğsündeki birkaç düğmeyi iliklerken kahvelere bakıyor oradaki sevdanın aşkın ve tutkunun yangını ile bedeni titriyordu.
Tek kaşı havalanan adam adım adım karısına yaklaşırken üzerindeki tişörtü bedeninden sıyırıp yatağın üzerine atmış koyu kahve gözlerle onu izleyen kadına çarpık bir gülümseme ile "Demek babalarına çekmişler, bu kanıya nereden vardınız gelin ağam" diyerek sonunda geniş kaslı göğsünü karısının sırtına yasladı.
Kuruyan dudaklarını nemlendiren kadın son düğmeyi de ilikleyip köşede duran şalını şöyle bir başına atarak bir adım öne çekilip kocasına döndü.
Onun da tek kaşı havalanmış bilmiş bir eda ile "Nereden mi çıkardım? Ağam her sabah beni şu yatağa mahkûm edip sonra da üçüncü çocuk diye yalvaran sen olunca, sendeki enerji sabah sabah Umut ve Ümit'e de geçmiş ki konağı yerinden oynatıyorlar" kıkırdayınca gözleri parlayan adam muzipçe sırıttı ve kollarını karısının beline sarıp konuştu.
"Bak doğru dedin ben bu sabah çocuk konusunu açmayı unuttum."
"Yapma ağam açma da zaten bak ikizler koca konağı başımıza yıkacak. Dahası biliyorsun ki Fırat ağabeyimin üçüzler gece geç vakit döndü Ankara'dan. Çocuklar uyuyor. Bizim azmanlar onları da uykularından edecekler."
"Of desene çocuk konusu akşama kaldı."
"Ay ağam sen de ya."
Kocasının yanağına bir öpücük kondurup hızla odadan çıkan kadının arkasından bağıran Berzan "Yavaş Yüsra merdivenlerden dikkatli in" diye tembihliyordu.
Genç kadın merdivenleri inip bir oyuncak için birbiri ile kavga eden oğlu ve kızına bakıp otoriter bir tonda "Neler oluyor burada? Umut, Ümit. Sabah sabah koca konağı neden inletiyorsunuz?" deyince ikisi de ellerini arkasına bağlamış uğruna savaş çıkan oyuncak yeri boylamıştı.
Kadın onlara yaklaşıp önlerinde diz çökünce ikisinin de koyu kahve gözlerine kahvenin en güzel tonundaki saçlarına bakıp sevecen bir tona bürünen sesi ile konuşmaya başladı.
"Çocuklar siz kardeşsiniz. Değil değersiz bir oyuncak ana babanız için bile birbirinize düşman olmayacaksınız. Bağırıp çağırmayacak her daim birbirinize destek olacaksınız. Kardeşlik bunu gerektirir. Üstelik ablalarınız geç vakit geldi uyuyor. Siz böyle gürültü yaparsanız olmaz değil mi?"
"Olmaz anne özür dilerim."
"Ben de anne özür dilerim."
"Aferin benim güzel akıllı evlatlarım. Gözümün nurları. Hadi şimdi annenize birer öpücük verinde odanıza çıkıp giyinin. Kahvaltıyı hazır ederim ben şimdi."
"Tamam annem."
İki çocukta aynı anda cevap verip karına sarılmış birer yanağına sulu sulu öpücük kondurup merdivenlere koşmuştu.
Ayağa kalkan genç kadın evlatlarının ardından bakarken merdivenlerin başında kocası belirdi. Ailesi tüm yaşamı bu üç cana feda olurdu. Ama birden etrafı yoğun bir sis kaplamaya başladı. Çocuklar merdivenin ortasında kalmış kocası başta hala bekliyordu. Ama gözlerinde derin bir korku vardı. Sevdiği kahveleri buğulanmış öylece kendisine bakıyordu.
"Berzan" diye seslendi ama sesi çıkmadı. Boğazı acımaya ciğerleri ve kalbi çok hızlı çalışmaya başladı. Umut ve ümit annelerine bakarken ağlıyor git gide kısılan sesleri kadına ulaşmıyordu. Sis artık öyle bir hale geldi ki önce evlatları kayboldu. Yüreğinin sıkıştığını hatta o an için öldüğünü hissetti. Ardından sis tabakası kocasını örtmeye başladı. Kahvelerden süzülen damlalar ile adamın dudaklarından "Gitme" sözcüğü zor çıkarken sonunda o da kayboldu.
Sis gri halinden siyaha dönerken boğaz acısı arttı. Göğsünde hissettiği baskı arttı. Tamamen karanlığın içinde kalırken çığlık atmak istedi. Yardım çağırmak ve ailesini bulmak istedi. Şakaklarından süzülen yaşların saçlarında kaybolması ile yere yığıldı. Boylu boyunca yatarken göğsü bir kez havalandı ve sırtı zeminden kalkıp yere indi. Bir daha ve bir daha.
Sonunda her şey bitti. Karanlığın içinden kulağına dolan "bip bip bip" sesleri ile avucunda hissettiği sıcak el boğazından çıkarılan şey ile azalan acısı onu gerçek dünyaya geri getirdi."
***
İki kadın sarılıp ağlarken içeriden çıkan hemşire koşar adım koridorun sonundaki danışmaya koştu ve hemen Doktor Nedim anons edildi. Yaşlı gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışan Melike Hanım yüreğine saplanan ağrı ile nefesini kaybederken acı bir feryat döküldü dudaklarından.
"Kızım! Yüsra'm!"
Halime hanım da yanındaki kadının haykırışı ile yıkılırken içeri doluşan doktorların ne yaptığını ya da neler olduğunu bilmiyorlardı.
Berzan koridora girip Melike yengesinin feryadı ile olduğu yerde kalırken elleri birer balyoz gibi yumruk olmuş kemiklerini kırmak ister gibi bir hali vardı.
Kendini hızlı adımlarla içeriyi gösteren küçük canım önünde bulduğunda gördükleri yüreğine derin bir sızı bırakmıştı. Vicdanı ise dağlardan kopup gelen iri kayaların altında eziliyordu sanki.
Yüsra olduğu yerde titriyor çok hızlı nefes alıp veriyor ve kalp ritmi gereğinden de hızlı ilerliyordu. Elleri yumrul olup açılmaya çalışıyor kasılıyor boğazına kadar uzanan solunum cihazının yüzünden boğulur gibi sesler çıkarıyordu.
Doktor Nedim ve diğerleri hızlı hareket ederken koridora giren Haşim Hamit ve iki oğulları ile ilerliyor neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
Sonunda Beran'ın gözleri makinaya takıldı. Hızla ilerleyen ritim yavaşladı ve tek düze bir hal aldı. Yaşam çizgisinin o girintili çıkıntılı belirtisi yerini dümdüz sabit bir çizgi almış kulakları sağır eden ve uzayıp giden "Bip" sesi ölümün şarkısını fısıldıyordu.
Doktor Nedim camdan bakan genç adamı fark edince hemşireye orayı kapatmasını yüksek sesle söyleyip kalbi duran kızın solunum cihazını çıkardı ve hazırlanan defibrilatör ile kızın göğsüne elektro şok verdi. Birkaç daha aynı şeyi yaptığında her şey düzene girmeye başlamış diğer doktor arkadaşı "Nabız ve tansiyon normale dönüyor. Çok şükür hasta hayati tehlikeyi atlattı" dediğinde normal solunuma geçen kızın yumruk olmuş eline sıcacık baba şefkati dolu elini koyup usul usul parmaklarını açtı. O güçlü eli büyük bir pişmanlık ve omuzlarındaki ağır yük ile tutarken mırıldandı.
"Hoş geldin kızım. Yeniden hayattasın."
Dışarıda ise büyük bir kaos vardı. Herkes neler olduğunu öğrenmek istiyor ama kimseden tek kelime çıkmıyordu. Tansiyonu yüzünden yüzü kızarmaya başlayan Melike Hanım herkesi korkuturken sürgülü kapı açıldı ve Doktor Nedim alından terini silip ona bakanlara doğru ilerledi.