İnsan anne rahmine düştükten sonra başlar hayat mücadelesi. Dokuz ay boyunca annesinden beslenerek hayata tutunmaya çalışır sonra da aldığı ilk nefesin yakıcı hissi ile ağlayarak açar gözlerini han misali dünyaya.
Güneş büyük dağların ardından Sima'yı aydınlatmaya başlarken Kurtoğlu konağından ayrılan Berzan arabasına atladığı gibi yola koyuldu. Çok az uyusa da tüm sinir uçları uyarılmış gibi açık ve ayıktı. Kahveleri ilerlediği yolu arşınlarken babasının sözleri zihninde yankılanıyordu.
Hastane de ise işler karışmak için dakikaları sayıyordu. Fikret Doğru eşi ile Sima'ya ayak basmış içinde oldukları araç hastaneye doğru ilerliyordu. Kaşları çatık sinirleri gergindi. Evladının evladına yetişememekten bunun vebali ile yaşamaktan korkuyordu.
Samet eve uğrayıp Ayşe'yi de okula bırakarak geri döndüğünde anne babası inatla hastaneden çıkmıyordu. Annesinin tansiyonu düşürülmüş ama dikkat edilmesi gerekiyordu. Hamit Ağa ise oldukça yıpranmıştı. Otuz saatte otuz yaş almış gibiydi.
Doktor Nedim Yüsra' nın değerlerine bakıyor sorun çıkmaması için elinden geldiğince çaba sarf ediyordu. Herkes Yüsra için seferberdi. Edilen dualar dökülen göz yaşları hep ayağa sağ salim kalması içindi.
Hastane bahçesinde duran araçtan inen yaşlı çift o sırada bahçede olan Hamit ve Samet'in karşısına geçtiklerinde Fikret Bey verdiği tepkinin büyüklüğüne bakmıyordu.
"Bu nasıl iş Hamit Ağa. Sen emanete böyle mi sahip çıkıyorsun. Yüsra neden bu halde, nasıl? Bu berdel saçmalığı da ne?"
Yaşına rağmen gür bir sesle bağırdığında Samet bedenini dikleştirip babasının yanında durarak yaşlı adama hitaben konuştu. Gözleri adamın gözlerini delip geçmek ister gibiydi.
"Sakin olun lütfen. Ayrıca burası hastane bahçesi ve içerideki dışarıdaki herkesi rahatsız ediyorsunuz."
Fikret bey genç adama bakıp "Sana mı soracağım nasıl konuşacağımı?" diye yeniden bağırınca karısı Halime Hanım "Bağırıp durma Fikret Bey, önce gidip torunumuza bakalım" diyerek kocasına uyaran ve sinirli bakışlar attı. Kadının içi yanıyordu ve kocasının gövde gösterisine de sinir harbine de dayanacak gücü yoktu.
Yaşlı adam sinirle dönüp karısına da çıkışacaktı ki "Bana bak Fikret Bey, ben senin iki höt zötüne göz korkutmana geri çekilmem. Hele bu saatten sonra hiç olmaz o beklediğin şey. Ne halin varsa gör, ben evladımın yanına gidiyorum" diyen Halime Hanım yanında iki koruma ile içeri girdi. İçinden "Yeter artık ya yeter" diye isyan etmeyi de eksik tutmadı. Aldığı cevap ile birkaç saniye duraksayan adam bu defa yediği azarın sinirini de ekledi öfkesine ve gözlerini çökmüş Hamit Ağa’nın gözlerine çevirdi. İkisi arasında sanki meydan muharebesi yaşanıyordu.
***
Haşim Ağa uyanıp avluya indiğinde evin en küçük çalışanı Senem elinde tepsi mutfağa giriyordu. Yaşlı adam "Senem kızım bak hele" diye seslenince genç kız elindeki tepsiyi yanındaki masaya bırakıp adama doğru ilerledi.
"Buyur ağam, sabah şeriflerin hayır olsun."
"Senin de kızım. Sen Berzan ağayı gürdün mü? Kalktı mı?"
"Berzan ağam çoktan kalktı hatta çıktı bile."
"Ne zaman?"
"Galiba güneş yeni doğruyordu en fazla altı gibi."
Yaşlı adam gözlerini büyük bir hayal kırıklığı ile kapayıp açtı. Boğazındaki yumru nefesini tıkarken kaçan rengi ile korkan Senem "Ağam sen iyi misin?" diye telaşla sorarken sesinde pürüzler oluşan adam gözlerini taş duvarlara dikip cevapladı.
"İyiyim kızım, Allah daha beterini verene kadar iyiyim hamt olsun."
Oysa içi kan ağlamaya başlamıştı. Büyük salona girdiğinde Gülnaz ile Berivan hanımı görünce istemsiz yüzü buruşmak istedi. Karısı iyiydi hoştu da bir dili vardı çıngıraklı yılanda yok, bir inadı vardı deve ile yarışır. Ses etmeden baş köşeye oturdu. Ayaklanan Gülnaz "Sabah şeriflerin hayır olsun ağam" deyip yapmacık gülmeye çalışınca hiç kafası götürmeyen adam kafa sallamakla yetindi. Kendini suçlasa mı bilemiyordu ama bu kızı bir türlü sevemiyordu.
Berivan başı ile "Çık" işareti yapınca hemen çıkan kızın ardından konuşan kadın sabah sabah adamın sabrını sınamaya yeminli gibiydi. Zaten oğlu ciğerini yakmış kızı sırtından hançerlemişti bir de senelerdir onu yoran karısının sözleri zehir zemberek geliyordu.
"Ağam, o kız ölürse ne olacak? Berdel olmazsa Havin ölecek mi? Olmadı Ayşe'yi alırız. E Berzan da kıza el sürecek değil ya. Birkaç ay sonra kuma getirir her şeyi toparlarız. Gülnaz tam bizim aileye layık bir gelin olur."
Derin ve sertçe soluyan adam elindeki teşbihi sabır diler gibi hızlı hızlı çekerken hala susmayan kadın "Ne dersin ağam? Bence Ayşe'yi aldığımız gün Gülnaz'ın da imam nikahını kıyarız. Küçük gelin ev işiydi derken mutfaktakilere yardım eder esas gelin de yeğenim olur. Üstelik elini de hiçbir şeye sürmesine gerek kalma- "diye devam ederken sonunda patlayan adam sinirle bağırdı.
"Sus be kadın su. Kasap et derdinde koyun can. Daha hastanede canı ile cebelleşen kızın akıbeti belli değil sen öldürdün yetmedi şerefimi iki paralık eden kızın için el kadar çocuğu otuzunu geçmiş oğluna almaya niyetleniyorsun. Hayır bir de yeğenini kuma istiyorsun. Amacın beni delirtmek mi senin? Yüsra'nın gelin girmediği eve ben Gülnaz'ı gelin diye alır mıyım? Üstelik senin oğluna gece geldiğimde bir seçenek sundum. Ya kal berdeli kabullen ya da git benim elimi evlat kanına bula dedim. Gün ışırken konaktan çıkıp gitmiş. Sima yangın yeri sen hala neyin derdindesin. Susacaksın Hanım. Ben sana konuş diyene, akıl sorana kadar susacaksın. Bezdim birinizin fevriliğinden diğerinizin ahlaksızlığından senin susmayan azaplık çenenden. Bende insanım yahu az bana da acıyın."
Yerinden kalkıp ona şaşkınca bakan kadının karşısına geçti ve "Bu vakte kadar sana bir fiske vurmadım. Hep baş tacı ettim. Kaç yaşına geldik bu saatten sonra kendini de böyle azarlattın ya ayağını denk al hanım. Yeterince rezillik çekmiyormuşuz gibi yenilerini üretme. Benim de asabımı bozup canımı sıkma," diye son sözlerini sarf edip salondan çıktığında merdivenlerden inen Fırat ile karşı karşıya geldi.
Genç adam "Babam hayırdır, sesin yukarıya kadar geliyordu?" değince babası "Şu konaktan çıkalım hastaneye gidelim de hayır mı şer mi öğreniriz" diyerek önden çıktı. Arkasından gelen karısına bakıp kimsenin olmadığı avluda alnını öperek "Dikkat et gülüm, çocuklara da kendine de çok dikkat et. Hadi Allah’a emanet olun" deyip konaktan çıktı.
Hamit Ağa "Evladım" dediği kızı yıllar önce "Ben dayanamam sen büyüt" diyen adamın şimdiki hiddeti ile sinirlerine zor hâkim oluyordu. İstanbul'lardan gelip burada ahkam kesmesi üstelik yavrusu üzerindeki haklarını kendi bıraktığı halde böyle konuşması sonunda onun da dilini çözdü.
"Fikret Bey, acı büyük hepimiz evladımız kendine gelsin diye bekliyoruz ama buraya gelip konuşmak için çok geç kaldın farkında mısın? Yüsra tam yirmi altı yaşında. Yirmi altı yıldır bu topraklarda buranın töresine adetine ve insanına uyum sağlayarak büyüdü. Sizi bana sadece tek bir sefer sordu. Neden beni almadılar dedi. Daha yedi yaşındaydı. Sen zannediyorsun ki uzaktan para yollama ile birkaç koruma gönderip günlük rapor almayla dedelik büyüklük oluyor. Yok efendi yok. O öyle olmuyor. Ateşlendiğinde, düştüğünde, baba ya da ana diye için için ağladığında, sen evladını başını severken kıyı köşelerden gözetlediği zamanlarda yanında yoksan bitmiştir. Allah hakkı için şimdi burada bana bağırmayı bırak da dua et. Allah onu bize bağışlasın."
"Sen ne diyorsun be adam. O benim torunum. Kızımın evladı. Onun hakkında karar almak için sana mı soracağım?"
"Evet bana soracaksın. Çünkü şu an nüfusta bile benim adıma kayıtlı. Hani sen demiştin ya evrak işleri için lazım diye ben de üzerime aldım evladımı. Onun babası benim. Anası da onun için çabalayan Melike Hanım. Allah mekanlarını cennet eylesin kardeşim ve yengem ahirete göçtü ama emanetine gözüm gibi baktım. Onu başımdan atmadım."
Gururla söylüyordu. Yüsra’sı zaten ona hep gururu yaşatmıştı.
Fikret Bey ise adamın haklılığına daha da sinirlendi. Yüzüne çarpan hataları canını öyle yaktı ki herkesin onlara bakmasını sağlayacak kadar fazla gürledi.
"Bu durum değişecek. Üstelik ambulans uçak ayarlıyorum. Onu alıp İstanbul'a götüreceğim. Artık benimle kalacak."
Samet yaşlı adama sertçe bakarken "Orada dur Fikret Bey, benim bacım hele bir gözünü kendi topraklarında açsın sonra isterse ben ellerimle getirir sana teslim ederim. Ama eğer istemezse buradan saçının telini dahi alıp götüremezsin" dediğinde hiddetle bağıran adamı arkasındaki ses susturdu.
"Üstelik içeride uyuyan kız hem Kardar'ların bir üyesi hem de Kurtoğlu'larının gelini. Ağanın müstakbel karısını alıp gitmek kolay değil."
Adamların gözü elleri cebinde üzerindeki siyah takım ile öylece kendinden emin duran adama dönerken birkaç adım atıp ilerledi ve Hamit Ağa'nın diğer yanında sapasağlam durdu.
Yaşlı adam "Sen neden bahsediyorsun delikanlı?" değince, kahveleri ile adama bakıp "Ben Berzan Kurtoğlu. Kurtoğlu aşiretinin gerçek ağası Yüsra'nın da evleneceği kişiyim" dedi.
Berzan, keskin gözleri ile yaşlı adamı izlerken geceki verdiği kararı düşündü arından da sabah ilk iş konaktan çıkıp ölümlerini biraz zorlanarak hatırladığı Mehmet ve Nazlı Kardar' ın mezarlarını ziyaret etti. Hırsına yenilip istemeden de olsa kızlarına zarar verdiği için özür diledi ve onlara Yüsra'ya iyi bakacağına dair söz verdi. Mecburiyet olacaktı belki aynı çatı altında olmaları ama hayatı da zindan etmeyecekti. Bu defa hırsını değil mantığını ve vicdanını ön plana çıkarıp kıza yaklaşacak onu eşi olarak kabul edecekti.
Mezarlıktan sonra hastanenin önüne geldiğinde kaşları çatıldı çünkü Hamit amcası bir adam ile tartışıyor Samet'in kendini tuttuğunu arabanın içinden bile fark edebiliyordu.
Arabadan inip onlara yaklaştıklarında adamın aslında evleneceği kızın dedesi olduğunu ve onu almaya geldiğini duyunca aldığı kararlara ve verdiği sözlere istinaden bir çırpıda Yüsra'yı karısı olarak ilan etti.
Babası onu gitti zannederken o "Amca" dediği adamın yanında dimdik uyandığında eşi olacak kızı kendinin belliyordu.
****
Halime Hanım doktorlarla konuşup yoğun bakımın önüne gelince koltukta oturmuş için için ağlayan kadın ile durakladı. Küçük bir camdan evladının emanetini görmeye çalışsa da yatağın etrafını kapatan büyük perdeler ile bu mümkün değildi.
İç çekip ellerini yüzüne kapamış ağlayan kadının omuzuna dokunup "Melike Hanım" diye seslenince ellerini çeken kadın yaşlı gözlerini başındaki şalın ucu ile silip görünüşünü netleştirirken gördüğü kişi ile dudaklarını birbirine bastırıp ağlamamak için kendini tutmaya çalıştı. İki kadın da gözleri ile acılarını anlatırken zor da olsa ayağa kalkan kadına sarılan Halime Hanım "Geçmiş olsun" diye fısıldadı. Sesi çıkmıyordu. Biraz yükseltse ağlayacak gibiydi.
Melike hanım "Geçmiş olsun inşallah. Geçip gitsin de güzel kokulum açsın gözünü" deyip ağlamaya başladı.
İki kadın birbirlerine sarılıp ağlarken yürekleri yangın yeriydi. Sonunda koltuklara oturduklarında iki kadın da sessizce boş beyaz renk duvarı izlemeye başladı.
Melike hanım yüzünde buruk bir tebessümle zihnine dolan anıları anlatmaya başladı.
"Çok zordu. Evden iki cenaze çıkmış Mehmet ağam bulunamamıştı bile. Hastaneden eve gelen el kadar bebe ile kalakalmıştık. İki erkek evladım vardı. Kucağıma aldığım an ağlaması duran Yüsra'm ile üç evladım oldu. Ne güzeldi öyle. Kokusu cennet bahçeleri gibi, sesi huzur veren. Günler geçti. Neler etmedik ki? Beşiği ayrı hamak yatağı ayrı ama yok uyumuyor. İnatçı kızım o günden belli etti kendini.
Sonra Hamit ağam dayanamadı. Geldi odaya beşikte ağlamaktan morarmak üzere olan Yüsra'mı aldı. Yatırdı göğsüne, başladı sırtına pıt pıt avucu ile vurmaya. Vurmak dediysem okşasa belki daha çok canı acır öyle bir vurma. Pıt pıt pıt pıt. Azaldı sesi sustu sonra. Saatlerdir uyutamadığımız kızı amcası göğsünde uyuttu. Gel zaman git zaman Yüsra'm ne zaman ağlasa mekânı ağamın göğsü oldu. Oğlanlarda Allah onlardan razı olsun hiç kıskançlık etmedi. Az çok biliyorlardı ölümü ve anlıyorlardı ana babasızlığın ne zor olduğunu. Onlar da ilgilendi. Yüsra'm ilk adımlarını Samet ağabeyine attı. İlk cümleleri hep onların adı oldu. Benim kızım anne baba demeyi abilerinden öğrendi.
Okula başladıydı. Daha şu kadarcık boyuyla. Önlükle çanta içinde kayboldu. Amcası omuzlarında götürdü. Abileri bıkmadan usanmadan taşıdı çantasını. Derken densizin biri senin anan baban öldü onlar senin yengenle amcan demiş. Geldi eve ki üstü başı harap. Kızım diyorum Yüsra'm ne oldu. Ağlıyor o ağlama ile boynuma sarılıyor ama anlamıyorum ki derdini? Yorgun düşüp uyuyana kadar ağladı boynumda. Yatağına yatırıp da odadan çıkınca ağam sinir küpü. Çocuklar desen daha o yaşta kardeşlerini korumuşlar. Yüsra'ya bunları söyleyenin abileri ile kavga etmişler ama ağızlarından tek kelime çıkmıyor.