6. Bölüm "SÜRPRİZ NİŞANLI"

1388 Words
Karşısındaki adamın bakışlarından utandı. Kendini yaşadığı çok büyük bir ayıbı itiraf etmek üzereymiş gibi hissetti. Gücü tükeniyordu. Gerçeği öğrendiğinde hakkında kim bilir ne düşünecekti. Ama ne yazık ki susmak, bir kaçış yolu olamazdı. Sonunda gözlerini kapatıp itiraf etti. “Evet, bendim,” dedi. Sıkmaktan titreyen kirpiklerini açıp onun gözlerine bakamıyordu. Türker’i tanıdığı andan itibaren ilk defa onun yanında korkuyordu. Sanki hayatının en önemli parçası, ortaya çıkan gerçekler yüzünden avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi. Saçma bir düşünce, saçma bir histi biliyordu ancak aksini hissedemiyordu. “Neden?” Türker’in sorusuna cevap verecek ne zamanı ne de yüreği vardı. Başını yere çevirerek gözlerini açtı. “Lütfen kolumu bırak. Annem banyodan çıkmış olabilir. Başım belaya girecek.” Başak’ın titreyen ses tonuyla söylediklerinden sonra hiçbir yorumda bulunmadan tuttuğu kolunu bıraktı. O; kaçar gibi gittiğinde Türker, ani hareket yaptığından sızlayan bacağını, dinlendirmek için sandalyeye oturdu. Olanlara inanmakta zorlanıyordu. Başına ne gelmişti de Başak bir kumar masasına düşmüştü. Onun üzerine oynadığı oyunu hatırladığında boğuluyor gibi oldu. Dört duvar üzerine geliyordu adeta. Koca Kazım’la oynadığı kumarı bileğinin hakkıyla kazanmıştı, tamam. Ama ya kendine ait zarları hileli olmasaydı? Ya adam, kendi zarlarıyla oynamak istediğinde küçük rakam gelseydi. Şu an Başak kimlerin elinde, ne halde olurdu, düşünmek dahi istemiyordu. Gerçi, o durumdaki bir kızı, kan dökülecek olsa bile her şeyi göze alır, yine o adamların elinden kurtarırdı ama ya işler ters gitseydi. Kafasındaki sesler iyice huzurunu kaçırdığında delireceğini hissetti. Cevap bekleyen bir sürü soru işareti vardı. Bulunduğu bina ona dar geldiğinden sessizce, aksayarak dışarıya çıktı. Bahçedeki ağaçlar yüzünden, etrafta ev ya da insan görünmüyordu. Onu görebilme umuduyla ağır ağır eve yaklaştı. Havalar ısındığı için annesi ve Başak’ın bulunduğu odanın camları açıktı. Pencerenin kenarına geçip içeriye baktı. Fakat gördükleri sebebiyle kanı çekildi. Elinde makas olan öfkeli kadın, Başak’a yaklaşıp, “Ben seni, saçlarını açmaman konusunda defalarca uyardım, öyle değil mi?” dedi. Genç kız, ağlıyordu. Hıçkırıklarının arasından, yalvarırcasına konuştu. “Ne olur kesme! Dalgınlığıma geldi, özür dilerim. Hemen toplarım şimdi.” Ne yazık ki annesi, beline kadar inen saçlarına acımadı. Avucunun içine aldığı saçı, burnundan soluyarak omuz hizasında tek seferde kesti. Türker, yumruklarını sıkarken aynı zamanda sinirden kıpkırmızı oldu. Eğer odaya geldiğinde o tokayı çekip çıkarmasaydı, saçları açılmayacaktı. Şu an ki tanık olduğu şeyin sebebi kendisiydi. Vicdanı sızladı. Hayatını kurtaran kıza, resmen kötülük yapmıştı. Bir an içeriye girmek, hayatında gördüğü en vicdansız annenin elinden onu kurtarmak istedi ama bu Başak’ı daha zor bir duruma sokardı. Yumruk halindeki elini, sağlam bacağına art arda vururken öfkesi dinmek bilmeyen annenin sesini duydu. “Dua et, bu haliyle toplayabileceksin. Senin hakkın sıfırdı da neyse ki saçların yaza lazım olacak. Şimdi yüzünü gözünü yıka hemen, gidiyoruz.” Onların evden çıkacağını anlayan Türker, görülme ihtimaline karşılık tekrar kaldığı binaya döndü. Şahit olduğu olay yüzünden, yerinde duramıyordu. Hangi anne, kızına böylesi düşmanca davranırdı. Altı üstü saçlarını açmıştı. O an olduğu yerde durup Başak’ı düşündü. “Saçları demek ki bu yüzden hep topluydu,” dedi. Ve annesi hakkında söylediklerini hatırladı. Gerçekten aynı kadından mı bahsetmişti? Çünkü anlattığı anneyle gördüğü annenin birbiriyle alakası yoktu. Hastalandığında çocuğunun başında bekleyen, aç kaldı diye telaş eden, kızının üstüne titreyen bir kadın, bu akşamki gördüğü şeyi yapamazdı. Gaddarlıktı bu. Vakit genç adam için geçmek bilmiyordu. Bir an önce Başak’ı görmek, onunla konuşmak istiyordu. Nihayet üç saat kadar sonra ön taraftaki evin kapısının açılıp kapandığını duydu. Erken gelmişlerdi. Odanın içinde, volta atar gibi ileri geri yürüdü. Yarım saat sonra ağrısı gittikçe artan bacağına aldırmadan yine sessizce dışarıya çıkıp eve yaklaştı. Mevsim normalinden sıcak olduğundan cam hâlâ açıktı. Yine aynı köşeye yaklaştığında görüş alanına Başak girdi. Sırtı pencereye dönük şekilde, koltukta oturan annesine kahve getiriyordu. “Hemen bilgisayarı aç. Soner görüşmek için seni bekliyor,” dedi kadın. Başak kahveyi annesine uzatırken itiraz etti. “Hayır, görüşmeyeceğim. Nişanlarken bana mı sordunuz!” Türker’in günün ikinci şaşkınlığını yaşadığı anda, annesi elinin tersiyle Başak’ın uzattığı fincana vurdu. “Kararlarımı sorgulama cesaretini nereden buluyorsun sen!” Genç kız, acıyla çığlık atarak yanan elini çektiğinde, annesi ayağa kalkıp kalan saçlarını tuttu. Başını sarsarak odada bulunan masaya sürükledi, bilgisayarın önüne oturttu. “Ağlamayı kes ve bağlan.” “Ama elim yanıyor. Bir su tutsaydım.” Annesi öfkeden iyice kudurmuştu. Ne gözü kızının acısını görüyordu ne de sesini işitiyordu. Kendi evladının yanan eli umurunda değildi. “Acı sana hatalarını, bunların başına neden geldiğini hatırlatır!” Genç adamın üzüntüden gözleri doldu. Onun nişanlı olmasına canı sıkılmıştı ama yaşadıkları kalbine dokunmuştu. Başak gibi bir kız, bunları hak etmiyordu. Kadın, yüzü cama dönük halde yürümeye başlayınca fark edilmemek için kenara çekildi. Birkaç dakika sonra yine içeriye baktı. Annesi sırtını cama dönmüş, koltukta oturuyor, Başak ise dizüstü bilgisayarın ekranına bakıyordu. Masa pencerenin çaprazında kaldığından görebiliyordu. Kısa bir bekleyişten sonra ekranda kırklı yaşlarda, hatta biraz daha büyük olabilecek, kel bir adam belirdi. Neredeyse babası yaşındaki adam yılışarak, “Günlerdir arıyorum ama numaran düşmüyor. Galiba telefonunda problem var. Seni çok özledim güzelim,” dedi. Başak’ı gördüğü için çok mutlu olduğu belliydi. Adamın söyledikleriyle Türker, geri çekilip sırtını evin duvarına yasladı. Elini kalbinin üzerine yerleştirip kendi kendine fısıldadı. “Ne olur Allah’ım! Birisi bana bugün gördüklerimin kâbus olduğunu söylesin.” Türker, az daha o pencerenin önünde kalsa içeriye dalabilirdi. Bu konuda kendine güvenemediği için kaldığı binaya geri döndü. Fakat oradan uzaklaşmak, öfkesini durdurmaya yetmedi. Başak’ın yaşadıkları, sürekli kafasının içinde dönüp dururken nasıl sakin olabilirdi. O kadın, hayatında gördüğü en kötü anneydi. Bir anne kızına bunları nasıl yapabilirdi, aklı almıyordu. Güya birde hemşire olacaktı. Her meslekte illaki iyiler ve kötüler vardı. Bu hayatın gerçeğiydi. Ama kötü diye tabir ettiği kişi, sağlık personeli olunca kötü kelimesi üzerinde daha bir eğreti duruyordu. Başak’ın annesi Nihal’i düşünürken aklına kendi annesi geldi. Annesi de mükemmel değildi, kabul ediyordu. Hatta kendisi de baskı altında istemediği birisiyle nişanlanmıştı ama istemeseydi nişanlanmazdı. Hayır deme hakkı vardı. Sırf babasının hasta olduğunu sandığı için annesine tamam demişti. Ancak anladığı kadarıyla Başak’a evlenmek isteyip istemediği, sorulmamıştı bile. Bir an için onun gelinlikli hali gözlerinde canlandı. Bu düşünceyle önce içinde fırtınalar koptu sonra aklından geçenler yüzünden kendinden utandı. Genç bir kız, annesinden hem fiziksel hem psikolojik şiddet görüyordu. Daha çok buna üzülmesi gerekirken kendisi sadece bir evlilik meselesine mi takmıştı yani. Türker’in kendini sorguladığı dakikalarda nişanlısıyla yaptığı görüşmeyi sonlandıran Başak, ağlayarak odasına gitti. Elinin üzerindeki yanık bölge yavaş yavaş su toplamaya başlasa da yüreğindeki yangın yüzünden hissizleşmişti. Acıyı duymuyordu. Annesinin çocukluğundan beri gösterdiği düşmanca tavırlar yetmemiş gibi, birde evlilik mevzusu onu iyice çıkmaza sokuyordu. Nişanlısı Soner, abisi Burak’ın patronuydu. Önceki sene, abisi annesini arayarak, “Başak’a talip var,” demişti. Adam daha önce üç evlilik yapmış, Vanlı bir ailenin oğluydu. Sözde bir gün tesadüfen Başak’ın fotoğrafını görüp çok beğenmişti. Hazır Avustralya’dan bir kısmet bulmuşken, annesi kızına sormadan bu evlilik için olur vermişti. Zaten aileyle ilgili kararlarda babası çok söz sahibi olan bir adam değildi. Dinmek bilmeyen gözyaşlarıyla yatağına oturduğunda hıçkırıkları duyulmasın diye eliyle ağzını kapattı. Çocukluğundan beri gerçek anlamda mutlu olduğu tek bir anını hatırlamıyordu. Hiç yaşayamadığı çocukluğu gibi umutları da onca acının içinde teker teker yitip gitmişti. *** Sabah, “Bugün nöbetim var. Ben gidiyorum,” diyen annesinin sesiyle şiş gözlerini açan Başak, yatağının içinde oturdu. Sağ elinin üzerindeki yanığa bakarken yaşlar kendiliğinden gözlerinden akmaya başladı. Sonra eli, her zaman uzun olan saçlarının boşluğuna kaydı. Artık omuz hizasındaydı. Saç nasıl olsa zamanla uzar, yerine gelirdi. Ya kırılan, her seferinde parçalara ayrılan kalbi? O tekrar eskisi gibi olabilir miydi? Annesindeki bu kinin, öfkenin sebebi neydi, bilmiyordu. Hatta artık bilmek de istemiyordu. Çünkü hiçbir neden, ona böyle kötü davranmasının sebebi olamazdı. Kapanan kapının sesini duyduğunda günlerden sonra ilk kez, gönülsüzce yataktan çıktı. Şimdi bir de Türker’le yüzleşmesi gerekiyordu. Ona başından geçenleri anlatmak hiç kolay olmayacaktı, biliyordu. Ama gelen sorulara cevap vermek zorunda kalacaktı. Mutfağa gidip kahvaltılık bir şeyler hazırladı. Küçük bir parça peyniri zoraki ağzına atıp genç adamın olduğu arka binaya gitti. Kapının önüne geldiğinde bir süre bekledi. Hem içeriye girmek istiyor hem de istemiyordu. Akşam olanlardan sonra bir de Türker’le konuşmak çok ağır geliyordu. Sonunda kendini toparlayarak kapıyı açtı. Direkt içeriye girmek yerine, önce kapı aralığından içeriye baktı. Görüş alanına giren yatak boştu. Acaba diğer odada ya da banyoda olabilir mi diye, düşündü. Meraklanarak içeriye adım attığında kapanan kapının sesiyle yerinde sıçradı, kahvaltılıkların olduğu tepsi elinden kaydı. İrkilerek arkasını döndüğünde Türker’le burun buruna geldi. Genç adam tutmak için Başak’ın bileğine uzanırken, “Hem korkuttuğum hem de kahvaltılıklar için özür dilerim,” dedi. “Elin nasıl oldu?” Başak, hızla elini geri çekip arkasına sakladı. “İyiyim ben, bir şey yok!” “Hayır, iyi değilsin. Akşam, elinin nasıl yandığını gördüm!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD