Türker’in sözleriyle genç kız utandı. Demek nasıl bir zavallı olduğunu sonunda görmüştü. Başını önüne eğerek iki adım geri çekildi. Onun yanıtını tahmin ettiği halde yerin dibine girdiğini hissederek, “Bizi mi izledin?” dedi.
Genç adam yanına yaklaştı, çenesinden tutarak kendine bakmasını sağladı. “Sadece seni merak etmiştim. Ama sebep olduğum şey ve sonrasında gördüklerim yüzünden sabaha kadar uyuyamadım. Ben… Çok üzgünüm. Bağışla beni.”
Onun söyledikleriyle Başak’ın gözleri dolarken yüzü kızardı. Görmüştü, hem de her şeyi. Nasıl bir hayatı olduğunu Gamze, İpek ve Yelda’dan başka kimse bilmiyordu. İnsanların ona acıyarak bakması, en büyük korkusuydu. Ve şimdi, korktuğu başına gelmişti. Ağlamamak için direnirken çatlayan sesiyle “Bana acıyor musun?” diye sordu.
Onun sorusuyla gerileme sırası Türker’e gelmişti. Bir adım geri çıkan genç adam, bu soruyla bozguna uğramış, yanlış anlaşılmıştı. Acınmak düşüncesinin onu ne kadar sarstığını tahmin edebiliyordu. Sabaha kadar kendini onun yerine koymaya çalışmış, empati kurmak bile çok zor gelmişti. Başak’ın sorduğu soruya, olumsuz anlamda başını sağa sola sallayarak cevap verdi. “Asla! Asla sana acımadım. Sadece hak etmediğin şeyler yaşadığın için çok üzüldüm. Peki, ben senin yerinde olsam sen bana acır mıydın?”
Başak düşünmeden, “Hayır!” dedi. “Tabii ki acımazdım. Fakat senin için bunu söylemek ne kadar kolaysa benim için de yaşamak o kadar zor.”
Türker, yaptıkları konuşma yüzünden, kendini köşeye sıkışmış hissetti. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. O an, aklına gelen soruyu kafasında tartmadan doğrudan sordu. “Senin öz annen mi?”
Bunu genç kız da çok kereler düşündüğünden soruya şaşırmadı. “Evet. Dışarıdan bakılınca üvey gibi mi görünüyorum.”
“Yani, öyle de denemez. Çünkü üvey anne bile bu kadar kötü olamaz. Annen, hayatımda gördüğüm en vicdansız kadın.”
Türker’in son sözleriyle Başak kaşlarını çattı. Acı dolu gözler şimdi öfkeyle bakıyordu. “Lütfen onun hakkında böyle konuşma,” dedi. “Ne olursa olsun, ne kadar kötü olursa olsun o benim annem.”
Genç kızın verdiği tepkiyle Türker şaşırdı. O kadar eziyete rağmen annesini bu şekilde savunmasını beklemiyordu. “Bana kızacağını düşünmemiştim. Seni sinirlendirdiysem, özür dilerim ama bu gerçeği değiştirmez.”
Başak, önce kendiyle alay eder gibi gülümsedi, ardından birden ciddileşerek anlatmaya başladı. “Bir keresinde hastaneye gitmiştim. Onun etrafındaki insanlara nasıl gülümsediğini gördüm. Çevresindeki insanlar tarafından nasıl sevildiğine tanık oldum. Sadece bu da değil, evde beslediği muhabbet kuşu öldü diye gizli saklı gözyaşı döktüğüne, çiçekleriyle kısık sesle konuştuğuna şahit oldum. Akrabalardan birisi hasta olsa ya da cenazesi olsa ilk giden o olur. Aynı şey komşularımız içinde geçerli. Herkesin yardımına koşar. Etrafta annem hakkında kötü konuşan tek kişi bulamazsın. Onun vicdansızlığı da kötülüğü de sadece bana. Bütün derdi benimle. Babama göre, abim öldükten sonra böyle olmuş. Eve geldiği zaman, üzerini örttüğü acıları ortaya çıkıyormuş. Öfkesi, kızgınlığı bana değil, geri getiremediği zamanaymış.”
Türker’e göre genç kızın anlattıkları bir tür kendini teselli etme şekliydi. Hangi çocuk, annesinin sevgisizliğini kabul edebilirdi. O da kendince haklıydı. Kızamıyordu. “Abin için üzüldüm. Başınız sağ olsun,” dedi.
Başak yerdeki tepsiyi toplamak için eğildiğinde genç adam da yardım etmek istedi ancak bacağı yüzünden dizini bükemiyordu. Onun yardım etme çabasını gören Başak, kendisinin toplayabileceğini söyleyerek anlatmaya devam etti. “Abim, benim doğduğum gün kalp hastalığı nedeniyle yedi yaşında vefat etmiş. Onu hiç tanımadım. Yüzünü sadece fotoğraflarından biliyorum.”
Genç kız, işini bitirdiğinde tekrar kahvaltılık getirmek için eve gidecekti ki Türker, başka bir soru sordu. “Annen sana şiddet uygularken hiç tepki vermiyorsun. Neden? Bu hayata nasıl katlanıyorsun?”
Başak elindeki tepsiyi bezgince yere bırakıp sandalyeye oturduğunda ayakta duran Türker’in sızlayan bacağına dokunduğunu gördü. Hemen ayağa kalktı. “Lütfen uzanır mısın, bacağın daha kötü olacak.”
Genç adam, oturmamakta diretince koluna girdi. Onu yatağa yönlendirirken sorusuna cevap verdi. “Ben ona karşı çıkmayı bırakalı uzunca zaman oldu. Çünkü her tepki verdiğimde öfkesiyle birlikte sonuçları daha kötü oluyor. Benim için bu hayata katlanması kolay mı sanıyorsun. Değiştirmeye çalıştım. Olmadı.”
Yatağa uzanan Türker’in gözüne başucunda ayakta duran Başak’ın yanan eli takıldı. Aklına o yanığın sebebi geldiğinde, “Gerçekten o adamla evlenecek misin?” diye sordu. “Baban yaşında sayılır.”
Başak derin bir nefes alırken yere yanına oturdu. Aralarında neredeyse bir kişinin daha girebileceği kadar boşluk vardı. Evlilik meselesi her açıldığında olduğu gibi, kendini kapana sıkışmış hissediyordu. Ne kadar çabalarsa çabalasın, bazı şeyleri değiştirmek mümkün değildi. Yüzünü Türker’e dönüp gözlerinin içine bakarak, “Bu benim kaderim, değişmesi imkânsız,” dedi ve bakışlarını kucağına çevirdi. “Sen ne sanıyorsun ki? Daha önce bu hayattan kurtulmak için çabalamadığımı mı zannediyorsun. Denedim. Kurtulmak için her adım attığımda daha büyük bir batağa saplandım. Hani, o geceyi sormuştun bana. Kumar oynadığınız o evdeki kız olup olmadığı mı?”
Başak, tekrar genç adama baktığında, “O gün benim son çırpınışımdı,” dedi.
Türker, ne demek istediğini anlamadı. “Nasıl yani?”
Başak, ağlamaklı çıkan sesi ve yüz ifadesiyle tekrar bakışlarını kucağına çevirerek anlatmaya başladı. “Düğün tarihi yaklaştıkça yapamayacağımı anladım. Annemin bana olan nefreti, istemediğim bir evlilik… Tam bir çıkmazdaydım. Bir çıkış yolu aradığım günlerde liseyi birlikte okuduğumuz, şimdi İzmir’de yaşayan arkadaşım Fatoş ile sosyal medya üzerinden yazışıyorduk. Ona içimi döktüm. Normalde kızlardan başkası bilmez ne yaşadığımı ama uzakta yaşayan birisine açılmak, sanırım daha kolay oluyor. Birkaç gün sonra yine Fatoş ile dertleşirken bana, Sen deli misin? İstemediğin bir adamla nasıl evleneceksin? Dedi. Ona, hiçbir çıkış yolum olmadığını zaten anlatmıştım. Buraya gel, sana iş ayarlarız. İlk zamanlar kendi düzenini kuruncaya kadar bende kalırsın, dedi. Denize düşen yılana sarılırmış hesabı düşünmeden kabul ettim. Aynı lisede okuduğumuz için Fatoş’u bizim kızlarda tanıyordu. Hemen karşı çıktılar. Asıl deliliğin çok iyi tanımadığım birisinin yanına gitmek olduğunu söylediler. Dinlemedim. Tek istediğim, bir an önce yaşadığım bu hayattan kurtulmaktı. Sonra bir gün, annemin nöbeti olduğu gün, Adana’ya gittim. Fatoş’un kuzeni Aykut, otogarda çalışıyordu. Bileti bana o alacak sonra çalışınca ben ona ödeyecektim. Otogarda otobüsün hareket etmesine daha beş saat kala Aykut beklediğim banka geldi. Havanın soğuk olduğunu, yazıhanede bekleyebileceğimi söyledi. O kadar üşüyordum ki kabul ettim. İçeriye girdiğimde kimse yoktu. Aykut bana içimi ısıtacağını söyleyerek çay ikram etti. Sonrasını hatırlamıyorum. Kendime gelirken yumuşak bir zeminde yattığımı hissettim. Gözlerim açılmıyordu.”
Başak son cümleleri ağlamaklı anlatırken Türker, yerinde doğrularak öfkeli çıkan ses tonuyla “Sana bir şey yaptı mı? Zarar verdi mi?” diye sordu.” Hikâyenin devamını dinlemekten korksa da sormuştu bu soruyu. Onun başına gelmiş olabilecekler, düşünce olarak bile kanını donduruyordu.
Başak, “Veremedi,” diyerek kısa bir süre dinleniyor gibi bekledikten sonra anlatmaya devam etti. “Gözlerimi açmak istiyordum ama bir türlü açamıyordum. O ara Aykut’un sesini duydum. Fatoş’la konuşuyordu. Ona, komisyonunu alacağını söylüyordu. Resmen tuzağa düşmüştüm.”
Türker, içinden bildiği bütün küfürleri sayarken genç kız sustu. Artık ağlamaktan anlatamıyordu. Onun, bu haline içi parçalanan genç adam, daha fazla dayanamadı. Kolunu uzatarak Başak’ı kendine çekti. Başak karşı koymadan onun sıcaklığını kabul etti. Bu yaşına kadar korkularla geldiği için kendini güvende hissetmeye öyle muhtaçtı ki. Dakikalarca Türker’in güvenli kollarında hıçkırarak ağladı, ağladı, ağladı. Sonra kendini biraz toparlayınca, utanarak geri çekildi. “Ben… Özür dilerim. Bir an…”
Başak’ın mahcup haliyle genç adam çok gergin olsa da gülümsemeye çalıştı. “Bazen birisine sırtını yaslamak iyi gelir. Bunda özür dilenecek bir şek yok. Hem farkında değilsin galiba, teklif benden geldi. Şimdi bunu boş ver de sonra ne oldu?”
Genç kız, gözlerini silerek anlatmaya kaldığı yerden devam etti. “Ben kendime gelirken Aykut üzerime çullandı. Zorla öpmeye çalıştı.”
Türker, bu iki cümleyle dişlerini o kadar sıktı ki gıcırtıyı işiten Başak, kısa bir an durdu ama onun asık suratına bakıp yanlış duyduğunu düşündü. Devam etti. “Tam bu sırada, bulunduğumuz odanın kapısı açıldı. İçeriye eli silahlı adamlar girdi. Adamlardan birisi, silahı Aykut’un kafasına dayayıp borcunu ödemesini söyledi. Aykut yalvardı. Parası olmadığını söyledi. Bana bakarak birkaç güne kadar parayı ayarlayacağım dedi. Adamlar, gözümün önünde onu dövdüler. Kumar borcunun, namus borcu olduğunu söylediler. Konuşmalardan anladığım kadarıyla, uzun zamandır adamları oyalıyormuş. İşin içinden çıkmayan Aykut, onlara beni gösterdi. Borcuma karşılık kızı alın, dedi. Adamlardan birisi ona tekme attı. Kadın satıcısına benzer bir halimiz mi var, dedi. Buna rağmen sonra aralarında anlaştılar. Beş adamla evden ayrılırken Aykut kulağıma eğildi. Bana, onlara zorluk çıkartırsam annemin çalıştığı hastaneyi bildiğini söyledi. Olacaklardan kendisi sorumlu değilmiş. Tehdit etti beni. Daha sonrasını biliyorsun zaten. Beni gördüğün eve apar topar götürüldüm. Bir odaya kapatıldım. Birkaç saat sonrada kendimi kumar masasında buldum. Aslında sana hayatımı borçluyum. Eğer o gece, Allah seni karşıma çıkartmasaydı, kim bilir şimdi ne halde olacaktım.”
Başak’ın tekrar ağlamaya başlamasıyla Türker, kendini daha da kötü hissetti. Her şeyin sebebi annesiydi. Eğer kızına karşı bu kadar zalim olmasaydı, Başak tüm bu yaşadıklarını yaşamak zorunda kalmayacaktı. Allah bilir ne kadar korkmuş, neler hissetmişti. “Bana borçlu falan değilsin,” dedi. “Önemli olan şimdi iyisin ya.”
Genç kız, kısa bir an düşündükten sonra, “Benim hikâyemi öğrendin,” dedi. “Peki, sen sürekli kumar oynar mısın?”
Bu sefer susma sırası Türker’e gelmişti. Kendi yerine öldürülen, kardeşi gibi gördüğü Görkem’in katilini bulmak için kumarbazlığa soyunduğunu anlatacak yüreği var mıydı?