8.Bölüm "AŞK"

1421 Words
Türker, Başak’ın sorusuna, “Kumar oynama gibi bir bağımlılığım yoktur. Arada öylesine takılıyorum işte,” dedi ve bu konu hakkında konuşmak istemediğinden aklına gelen başka bir soruyu sordu. “Avustralya’da yaşayan abin, istemediğin birisiyle evlenmene nasıl razı olabiliyor? Şahsen, benim bir kardeşim olsaydı, onu mutsuz edecek bir şeye hayatta müsaade etmezdim.” Başak’ın aklına nişan zamanları gelince içi bunaldı. Abisi Burak’la o günden beri konuşmayı kesmişti. Sadece, annesinin zoruyla iki bayramda birbirlerine kısa cümleli, güzel temennilerde bulunmuşlardı. “Abim bu evliliğin beni annemden kurtaracağını sanıyor. Ona göre, Türkiye’den gitmem benim için en doğru karar. Aslında bana kıyamaz, üzülmeme dayanamaz ama burada neler yaşadığımı çok iyi bildiğinden galiba o adamla evlenmemin, annemle yaşamak kadar kötü olmadığını düşünüyor. Hem böylece daima gözünün önünde olacağım. Niyeti ne kadar iyi olsa da ona çok kırgınım. Çünkü kabul etmeyeceğimi bildiği için bana sormadan önce annemle konuştu.” Genç kızın üzüntüyle ifade ettiklerinden sonra Türker, oturduğu yerde kıpırdandı. “Anlattıklarına bakılırsa kaderim dediğin bu şeyi sen çoktan kabullenmişsin,” dedi. “Ama unuttuğun bir şey var. Yaşamımız boyunca karşımıza her ne çıkarsa çıksın, umut daima vardır. Sen sadece inanmaktan vazgeçme, yeter.” Başak içinden pes derken, “O kadar anlattığım şeye rağmen gerçekten hâlâ benim için bir umut olduğunu düşünebiliyor musun?” diye sordu. Türker, genç kızın gözlerinin derinliklerine baktı. Orada el değmemiş, kötülükle kirlenmemiş, insana huzur veren bir masumiyet vardı. Sanki onun ruhunu görüyor gibi gülümsedi. “Neden olmasın? Hani seni kurtardığımı söylediğin o gün vardı ya. Tamamen her şeyin bittiğini düşündüğün anda ben çıkmıştım karşına. Ben ya da başka birisi fark etmiyor. O gün hiç ummadığın, ümidini yitirdiğin anda senin için bir ışık belirdi. Ben sadece herhangi bir elçiydim. Sence bu inancını kaybetmemen için yeterli bir sebep değil mi?” Türker’in umut veren sözlerine karşılık, Başak derin bir sessizliğe gömüldü. Haklı olduğunu biliyordu fakat başına gelen onca şeyden sonra buna inanmak öyle kolay değildi. Dakikalarca süren sessizliğin ardından Türker, daha fazla dayanamadı. Boş gözlerle seramik zemine bakan Başak’a, “Sana acıyıp acımadığımı sormuştun ya,” dedi. Onun sesiyle daldığı düşüncelerinden uzaklaşan kız, genç adamın yüzüne baktı. Ne söyleyeceğini merak ediyordu. “Ben sana acımıyorum Başak. Bence asıl sen kendine acıyorsun. Yaşadıklarının hiç de kolay olmadığını biliyorum. Belki haklısında. Ama böyle karamsarlığa bürünmen… Yani, böyle teslim olman, sadece kendine acıyan insanların yapabileceği şey.” Duydukları genç kızın o kadar zoruna gitti ki cevap bile veremedi. Çünkü onun bir kere daha haklı olduğunu biliyordu fakat direnecek gücü yoktu. Tükenmişti artık. Birkaç damla gözyaşı istemediği halde göz pınarlarından aşağı kaydığında, Türker haddini aştığını anladı. Pişman oldu olmasına ama sözcükler dudaklarından dökülmüştü. Geri alamazdı. “Seni incitmek, isteyeceğim son şey bile değil ama gerçek bu,” dedi. Başak orada daha fazla kalamazdı. Güçsüzlüğüne inat, ayağa kalktı. “Ben yiyecek bir şeyler getireyim.” O gittikten sonra Türker, düşünmeye başladı. Artık kendini yeteri kadar toparlamıştı. Gitmesi gerekiyordu. Yalnız Başak bu haldeyken arkasını dönüp gidemezdi. Şahit olduklarını yok sayamazdı. Ona yardımcı olmak istiyordu. Kendine yeni bir hayat kurup tek başına ayakta durabileceği bir iş imkânı ve kalabileceği bir ev ayarlayabilirdi. Peki, bunları söylese İzmir’deki arkadaşının kurduğu tuzaktan kurtulan kız, ondan da şüphe duyar mıydı? Geleli dört beş gün olmuştu. Birlikte çok zaman geçirmişlerdi. Başak, onun kötü niyetli birisi olmadığını anlamış olmalıydı. Türker, aklından geçenlerle kurtarma planları yaparken genç kız, elinde bir sandviç ve dizüstü bilgisayarıyla içeriye girdi. “Kitap okumaktan sıkılmış olabilirsin diye sana bilgisayarımı getirdim,” dedi. Türker, önce kahvaltılığını sonra bilgisayarı alıp teşekkür etti. Tam yardım konusunu açacağı sırada, Başak evde işleri olduğunu bahane edip aceleyle dışarı çıktı. O an anladı ki son söyledikleri yüzünden kendinden kaçıyordu. Yalnız kaldığında önce e-postalarına baktı. İş nedeniyle birkaç maile cevap yazdı. Ortalardan kaybolduğu için işlerin ne durumda olduğunu merak etse de umursamadı. Sadece sağ kolu gibi olan yardımcısına, yokluğunda yapılması gerekenlerin listesini yazıp aynı yolla gönderdi. Sonra çok sık kullanmadığı sosyal medya hesabına girdi. Girmesiyle şaşkınlığa uğradı. Yüzün üzerinde takip isteği vardı. Bu talebe anlam veremezken bir fotoğrafta etiketlendiğini gördü. Merakla fotoğrafa tıkladığında ise deyim yerindeyse kan beynine sıçradı. Nişanlısı Mahperi, nişan günü birlikte çekilen fotoğraflarını, herkese açık olan hesabında paylaşmıştı. Üstelik altına da kurabiyemle nişan selfisi yazarak. Dudaklarından sinirle çıkan cık cık sesinden sonra fotoğraftaki kıza bakarak, “Allah’ın manyağı!” dedi. “Of anne of! Ben sana ne diyeyim!” Annesine söylenirken bu defa gayri ihtiyari onun kocasından gizli açtığı hesabına girdi. Daha bir saat önce hikâye kısmında paylaşılan fotoğrafı gördüğünde sinir kat sayıları tam anlamıyla zirveye çıktı. Annesi, nişanlısıyla birlikte aynı karede görünüyordu. Sabah kahvaltısında çekilen fotoğrafın üzerinde, gelinimle brunch keyfi yazıyordu. Eğer bilgisayar kendine ait olsaydı, o an hiç düşünmeden parçalayabilirdi. Resmen aklıyla oynuyordu bu kadınlar. Eve döner dönmez yapacağı ilk iş nişan konusunu bitirmek olacaktı. İçinden ya sabır çekerek estetik harikası nişanlısının yüzüne tiksinir gibi bakarken aklına birden Başak geldi. Bu iki kız birbirinden o kadar farklıydı ki. Biri ne kadar doğal ise diğeri o kadar yapaydı. Biri ne kadar iticiyse öteki o kadar samimiydi. Nişanlısını istemeye gittikleri gün, kahveyi bile evin çalışanı yapıp getirmişti. Bir fincan kahveyi yapamayan Mahperi, evlendikleri zaman hasta olsa ona bir bardak su getirir miydi? Hiç sanmıyordu. Ama Başak… Psikopat bir anneye rağmen korkusuzca yaralarını sarıp saatlerce başucunda beklemişti. Kendi elleriyle onun için çorba yapmış, üzerinden çıkan kanlı kıyafetlerini yıkamıştı. Neden ikisini kıyaslıyordu bilmiyordu ama biri huzur verirken diğeri rahatsız ediyordu. Başak’ı tanıdığı kadarıyla aslında güçlü bir kızdı, sadece kendi bu gücünün farkında değildi. Hem yüz olarak, hem fizik olarak, hem de kalben çok güzel bir kızdı. Annesinin katlanılmayacak tavırlarına rağmen ailesini her şeye rağmen savunmaktan vazgeçmiyordu. Merhametliydi. Sevgi doluydu. İnsan onun gibi bir kızla evlense hiç yaşlanmaz, diye geçirdi içinden. Ve içinden geçenlerin ona hissettirdikleri yüzünden keyfi kaçınca halası Belgin’in profiline girdi. Nişanın ertesi günü, onun arkadaşlarıyla Mısır turuna katılacağını biliyordu. Tam da tahmin ettiği gibi profil, Mısır’da çekilen fotoğraflarla doluydu. Belgin’in arkadaşlarıyla çektiği görüntüler, içini ısıttı. Sanki dakikalar önce sinirden kaskatı kesilen kendisi değilmiş gibi tebessüm etti. Halası onun için ikinci bir anne gibiydi. Anne yarısıydı. Birkaç paylaşıma emoji koyarken aklına babası geldi. “Özel hayatınızı, şu zımbırtılarla ortaya dökmeyin,” diye uyarırdı hep. Halası dinlemez, sosyal medyayı aktif kullanırdı. Fakat annesi, babasının bu konudaki hassasiyetini bildiğinden kocasından gizli kullanırdı. Nasıl olsa adamcağız teknolojiden fazla anlamıyordu. Bu da işine geliyordu. O an babasını düşündü. Acaba ne yapıyordu? Her zamanki gibi salondaki koltuğuna kurulmuş, büyük ihtimal gazetesini okuyordu. Annesinin söylediği yalanın tek bir güzel tarafı vardı, o da babasının aslında hasta olmamasıydı. Yine de ailesine olan kırgınlığı ve öfkesi hâlâ yerli yerinde duruyordu. Başak’ın başına bela olmaktan korksa da gitme meselesini birkaç gün daha erteledi. Çünkü nişanı atmaya karar verdiğini açıkladığında, evde kopacak fırtınayı biliyordu. Onlarla ne kadar geç yüzleşirse o kadar iyiydi. Hem görünüşe göre, herkes hayatından memnundu. Onun yokluğunu umursayan kimse yoktu. Türker’in bilgisayarda arama geçmişini sildiği dakikalarda, Başak onu ziyarete gelen Yelda, Gamze ve İpek ile birlikte evde oturuyordu. Annesinin yaptıklarını kızlara anlattığında arkadaşları şaşırmadı. Yıllardır tekrarlanan senaryonun bir yenisi daha yaşanmıştı. Hepsi, Başak için çok üzülüyordu ama onun için yapabilecek bir şey gelmiyordu ellerinden. Genç kız, saçlarının kesilmesinin nedenini en son açıkladığında Yelda, sinirlenerek ayağa kalktı. “Bak gördün mü, sana zarar veriyor! Ben sana demiştim, onun burada kalması sorun çıkartacak diye! İyileştiği halde neden göndermiyorsun?” Gamze ve İpek’te, Yelda ile aynı fikirde olduklarını dile getirince Başak ağlamaya başladı. “Yani anlattıklarımdan sonra buna mı takıldınız gerçekten! Size, Türker’in benim ne kadar zavallı birisi olduğumu gördüğünü anlatıyorum, bana ne söylüyorsunuz.” Kızlar onun tutumuna şaşırdılar. Daha fazla dayanamayan İpek, “Sen zavallı değilsin!” dedi. “Hem asıl sen söyle bakalım, sen niye onun böyle düşünmesine takıldın.” Cevap Başak’tan önce Gamze’den geldi. “Çünkü onu önemsiyor. Ve günden güne ona daha çok bağlanıyor. Öyle değil mi Başak?” Yelda, kendiyle aynı fikirde olan arkadaşlarına baktıktan sonra Başak’a döndü. “Al işte! Abartmıyormuşum bak. Sen bu çocuğa kapıldın. Üstelik kendine geldiğinde sana hafızasını kaybetmiş numarası yapan bir adama âşık oluyorsun. Hata ediyorsun!” Kızların söyledikleri, beyninin içinde yankılanıyormuş gibi duymamak için elleriyle kulaklarını kapatırken “Hayır!” dedi. “Ben sadece iyiliğe iyilikle karşılık veriyorum. Daha fazlası yok!” Daha fazlası olduğunu, kalbinde bir yerlerde biliyordu bilmesine ama kabul edecek cesareti yoktu. Yakında Türker gidecekti. Kendisi de yazın Soner’le evlenecek, Avustralya’ya yerleşecekti. Hem Türker gibi bir adam, onun gibi ezik bir kıza bakar mıydı? Yakışıklıydı, eğitimliydi, tahminlerine göre maddi durumu da iyiydi. Yirmi dört yaşında olmasına rağmen, hâlâ annesinden şiddet gören bir kıza gönül düşürecek değildi ya. Onun kendisini sevebilme ihtimaline inanması bir yana, hayal etmesi dahi komik olurdu. Bu, olmayacak duaya âmin demek olurdu. Başak’ın ne kadar üzüldüğünü gören kızlar, arkadaşları için endişelenseler de daha fazla üzerine gitmediler. Çünkü gerçeği inkâr etmeye devam edeceğinden emindiler.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD