9. Bölüm "İLK CEMRE"

1317 Words
Kızlar veda edip gittikten sonra Başak, kahve fincanlarını yıkayıp daha önce aldığı yere bıraktı. Annesi ertesi sabah geldiğinde fincanları bulaşık sepetinde görürse yeni bir kıyametin daha kopacağını biliyordu. O yokken eve kimse giremezdi çünkü. Kızının kimseyle samimi olmasını istemezdi. Yıllardır Gamze, İpek ve Yelda ile gizli gizli görüşürlerdi. Eğer görüşeceklerse de bu annesinin gözetimi altında olurdu. Arkadaşlık olurdu ama sıkı fıkı olmak yasaktı. Elindeki bulaşık beziyle mutfak tezgâhını sildikten sonra arkasını dönerek tezgâha yaslandı. Neden Allah ona böyle bir hayatı reva görmüştü? Ne günah işlemişti? İsyan etmek istemiyordu ancak dili sussa bile kalbinden dökülenlere mani olamıyordu. Gözleri yanmaya başladığında kendini topladı. Hava kararmak üzereydi. Karanlık çökmeden akşam yemeği hazırlayıp Türker’e götürmeliydi. O son konuşmalarından sonra üstüne birde kızlarla yaptıkları konuşma eklenince pek de gitmek istemiyordu. Onu her gördüğünde tuhaflaşan hislerinden korkuyordu. Yelda belki de haklıydı. Bir an önce gitmesi, kendisi açısından daha hayırlı olacaktı. Öylede, onu kovamazdı ki. Annesinin yapıp buzluğa attığı içli köftelerden çıkartalı bir saatten fazla olmuştu. Onları kaynayan tencerenin içine atarken hızlıca salata yaptı. Dolaptan aldığı ayranı, köfte ve salatayla birlikte tepsiye yerleştirerek genç adamın olduğu binaya gitti. Türker, içeriye giren Başak’ı gördüğünde içi rahatladı. Zira yüzü, daha önceki geldiği gibi asık değildi. Aksine, hafif tebessüm ediyordu. “Sana akşam yemeğini getirdim,” dedi. Genç adam, o yemekten bahsedinceye kadar elinde tuttuğu tepsiyi fark etmemişti. Bakışlarını Başak’ın yüzünden elindeki yemeğe çevirdi. “Bunları sen mi yaptın?” Genç kızın gülümseyen yüzü, hızla gölgelendi. “Hayır, annem yaptı,” dedi. Ardından aklına gelen şeyle tekrar gülümsedi. “Zehirli olduklarını sanmıyorum. Çünkü kendisi de yiyor. Hem köfteyi çok güzel yapar.” Türker’de aynı şekilde gülümseyerek tepsiyi aldı. “O zaman yapanında, getireninde eline sağlık diyelim.” “Afiyet olsun.” Diyen Başak yemeği bırakıp, çıkmadan önce koluna astığı poşeti sandalyenin üzerine bıraktı. “Sana yarın yemen için bir şeyler getirdim. Poşette bardak, cezve, şeker, sallama çay ve ikisi bir arada kahve var. Mutfaktaki küçük tüpü kullanabilirsin. Annem sabah gelecek. Bütün gün evde olacağından görüşmemiz mümkün olmayacak. Sessiz olursan sevinirim.” Türker, onu bir gün boyunca göremeyeceğini duyduğunda morali bozuldu. Ne söyleyeceğini bilemedi. Hazır, Başak yanına gelmişken ona iş ve ev teklifi konusunu açmaya niyetlendi. Ama ne yazık ki genç kızın telefonu çaldığı için konuşamadılar. Başak kaçar gibi kapıya koştu. “Annem arıyor!” Eve giden Başak, kapıdan girer girmez telefona cevap verdi. “Efendim anne!” “Neden bu kadar geç açtın.” “Tuvaletteydim.” Kısa süreli bir sessizlik oldu. Ardından annesi, ”Şifonyerin üstünde kredi kartım olacak. Resmini çekip gönder bana,” diyerek telefonu kapattı. Başak, bunu niye yaptığını biliyordu. Evde olup olmadığını kontrol etmek içindi. Arada böyle denemelerde bulunurdu. Allah’tan evden kaçtığı gün şansı yaver gitmişti de aramamıştı. Yalnız o gün kaybettiği çantası yüzünden kimliksizdi. Bunu, ona nasıl açıklayacaktı bilmiyordu. Nikâh için kimliğini çıkarttırması şarttı. Akşam olup, gökyüzü karardığında yanından ayırmadığı el fenerini alıp televizyonu açtı, kanallarda gezindi. İlgisini çekecek bir şey bulamadı. Aklı Türker’deyken içinden hiçbir şey izlemek gelmiyordu. Düşüncelerinden kurtulmak için babasını aradı. Biraz onunla sohbet etti. Bu sohbet sayesinde babasının üç gün sonra geleceğini, annesinin de iznini ona göre ayarladığını öğrendi. Telefonu kapattıktan sonra dışarıdan gelen sesle irkildi. Gök gürlüyordu. Ürpererek odasına koşup kucağındaki el feneriyle yatağa girdi. Pencereye vuran yağmur damlalarının sesiyle korkudan yorganını başına kadar çekti. Tam bu sırada, oda tamamen karardı. Elektrikler kesilmişti. Başını yorganının altından çıkartıp çevresine bakındı. Sanki odada, karanlığın içinde ona bakan yüzlerce göz vardı. Panikle titreyerek el fenerinin ışığını açtı. Çocukluğunda olduğu gibi korkuyordu. Tekrar yorganın altına girip en sevdiği şarkılardan birisini mırıldanmaya başladı. Bu, onun kendini sakinleştirme şekli olsa bile bu sefer işe yaramıyordu. Terliyordu. Diğer yandan boğulduğunu hissediyordu. Yağmur dinmeye başladığında Türker, toprak kokusunu solumak için kapıya çıktı. Her yer zifiri karanlıktı. Başak’ın evde yalnız olduğunu bildiğinden onu merak ederek binanın ön tarafına dolandı. Evde hiç ışık yoktu. Uyumuş olabileceğini düşünüp, geri dönecekken, esen rüzgâr yüzünden evin balkon kapısından dışarıya uçuşan beyaz perdeyi fark etti. Normalde kapının kapalı olması gerekirdi. Aklına kötü bir şey olduğu geldi. Hırsız girme ihtimali, o an için en yüksek olasılıktı. Birisinin Başak’a zarar vermiş olabileceğini düşünmek, kalbine zehirli bir mızrak gibi saplandı. Ve o zehir saniyeler içinde bütün ruhunu kapladığında, düşünmeden balkonun bir metre boylarında olan demirinin üzerinden içeriye atladı. Temkinli olmalı, ses çıkartmamalıydı. Kötü bir şeyle karşılaşmamak için dua ederek ağır adımlarla salona kadar ilerlediğinde Başak’ın sesini duydu. Şarkı söylüyordu. Fakat kendine söylediği gibi çıkmıyordu sesi. Hıçkırıkları yüzünden kesik kesik geliyordu. Sesi takip etti. O ses onu koridora çağırıyordu. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ama ne? Korkuyu bütün hücrelerinde hissediyordu. Sonunda genç kızın odasının önüne geldi. Ses şimdi daha yüksek, daha netti. Kendini en kötüye hazırlayarak kapının koluna bastırdı. Birisinin ona saldırmasına karşılık gardını aldı. Tabii yatakta, yorganın açık kalan kısmından dışarı çıkan ışıltıyı görene kadar, yatağa yaklaştı. O esnada Başak ağlayarak başka bir şarkıya geçmişti. Onu görmesi, içinin rahat etmesi gerekirdi. Yorganı baş kısmından tutup yavaşça kaldırdı. Ve gördüğüne inanamadı. Cenin pozisyonunda yatan genç kız, ahtapot gibi sarıldığı el feneriyle yatağın içinde, gözlerini kapatmış ağlayarak şarkı söylüyordu. Korkudan öyle titriyordu ki üzerindeki yorganın açıldığını, fark etmemişti bile. Onun bu haliyle yüreği sızladı. Bir yanının yıkıldığını, darmadağın olduğunu hissedebiliyordu. Gözleri doldu. Fakat onu bu halde izleyemezdi. Kendine gelmesi için elini hafifçe omzuna dokundurdu. “Başak!” Genç kız, birisinin ona dokunduğunu hissettiğinde şarkı söylemeyi bıraktı. Çığlık atarak olduğu yerde daha da büzüştü. “Anne ne olur yapma!” Dudaklarından zorla çıkan sözcüklerin ardından sarsılarak delirmiş gibi ağlıyordu. “Başak benim Türker!” diyen genç adam, onun güvende olduğunu hissettirmek için kucağına çekmek istedi. Fakat ne yazık ki genç kız, onun kim olduğunu kavrayacak durumda değildi. Kendini korumak istercesine vücudu yumak gibi toplamıştı. Türker, kendisinin de ağladığının farkında olmadan onu yatıştırmak için çatallaşan sesiyle konuştu. “Benim güzelim. Bak, ben yanındayım. Kimse sana zarar veremez.” Başak, ancak birkaç dakika sonra yanındaki adamın kim olduğunu algılayabildi. Kasları yavaş yavaş çözülmeye başlarken karanlık ve soğuk dünyasına ilk cemre o an düştü. Ona sarılan Türker’in sıcak göğsüne, yarını düşünmeden başını yasladı. Gün ağarmaya başladığında Başak yerinde kıpırdanmaya çalıştı ama üzerinde hissettiği ağırlık bir gariplik olduğunu gösteriyordu. Avuçlarının arasında tuttuğu kumaş parçası, burnuna dolan erkeksi koku ve yüzünün altındaki sıcak göğsün her nefes alıp verişinde inip kalkması, gece olanları ona hayal meyal hatırlattı. Bir rüya mı yaşamıştı, yoksa kâbus mu emin olamıyordu. Gözlerini ağır ağır açtığında elinin Türker’in tişörtünün yakasını tutmakta olduğunu gördü. Daha da kötüsü genç adamın kolları belini sarmış, resmen kucak kucağa yatıyorlardı. Yerin dibine girerek hızla toparlandı. Onun hareketliliğini hisseden Türker’de aynı hızla kalkınca yüzü utançtan kırmızının en koyu rengini aldı. Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Konuşamıyordu. O an duvardaki saat dikkatini çekti. Annesinin gelmesine bir saatten az bir zaman kalmıştı. Hemen yataktan çıktı. Genç adamın şaşkın ve meraklı bakışlarına karşılık, korkuyla kolundan tuttu. “Gitmen gerekiyor,” dedi. “Annem her an gelebilir.” Sonra sürükler gibi onu kapıya yönlendirdi. “Gece çok korkmuştun, kötü bir niyetim yoktu,” diye açıklama yapmaya çalışan Türker’i dinlemeden kapının önüne koyduktan sonra sırtını kapattığı kapıya yasladı. Kalbi hayatında ilk kez bu kadar hızlı atıyordu. Fakat bu yüksek ritmin sebebi korku değildi. Elini coşkuyla çarpan yüreğinin üzerine yerleştirip geceyi düşündü. Onun, kendisine nasıl sarıldığını, kulağına güvende olduğunu fısıldadığını hatırladı. Türker’in en zayıf olduğu anlardan birisine tanık olmasına, hem utanıyordu hem de onun tarafından güvenle kuşatılmak hoşuna gidiyordu. Dengesini bozan bu huzursuzluk ruhuna ağır gelirken, gözlerini açıp üzerindeki bluzun yakasını çekiştirerek burnuna yaklaştırdı. Kokusu üzerine sinmişti. Tepeden tırnağa Türker kokuyordu. Bir kere daha gözlerini kapattı. Tekrar tekrar üstüne sinen kokuyu içine çekti. Sonra bir anda gözlerini açtı. “Ben ne yapıyorum,” dedi kendi kendine. Hissettikleri, yaşadıkları yasaktı. Olamazdı. O an aklına, genç adamın eve nasıl girdiği geldi. Nasıl olmuştu da içeriye kadar girebilmişti. Kafasındaki sorularla koridorda ilerlediğinde açık olan salonun balkon kapısını gördü. Hemen kapıyı kapatıp kendi odasına giderek düşünmemeye çalıştı. Belki biraz daha uyusa aklından ve kalbinden geçenlerden kurtulabilirdi. Hem böylece annesi geldiğinde onunla karşılaşmak zorunda kalmazdı. Yatağa girip yorganı üstüne çekti. Fakat Türker’in kokusu sadece üzerine değil yastığına da sinmişti. Uyuyabilmesi çok zordu. Peki, karşılaştıklarında onun yüzüne nasıl bakacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD