“Ben FAHİŞE DEĞİLİM!!”
İkimiz birden mutfak girişinde durup burnundan dumanlar çıkaran kıza baktık.
“Öyle demek istemedim yavrum, değilsindir tabi.”
Annemin daha fazla ezilip büzülmesine müsaade etmeden araya girdim.
“Ne havalanıyorsun kızım sen değil miydin otele gidelim, ödemeyi farklı yapayım diyen!”
Tam da öyle dememişti sanki ama annemi azarlaması sinirimi fazlasıyla bozduğu için ağzımdan çıkana dikkat etmedim. Gerçi kızın yüzündeki kırılmayı gördüğüm an pişman oldum söylediğime.
“Ben fahişe değilim.”
Bu kez bağırıp çağırmak yerine titreyen sesi ile konuştu. Rengini yeni fark ettiğim yeşile çalan ela gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.
“Annesi fahişe olunca kızından da aynını bekliyorlar. Ben de bir an için yapabilirim zannettim ama aslında ölmeyi tercih ederim.”
Kulaklarımın işittiğiyle beynim hızlı bir senaryo oluşturdu.
Kızın annesi hayat kadınıydı ve şimdi kızı da fuhşa zorluyorlardı. Çoğu zaman bu baskı üvey baba ya da annesinin hesabına çalıştığı kişiler tarafından yapılıyordu. Lanetli bir gen gibi kuşaktan kuşağa aktarılıyordu bu kirli yazgı. Eğer doğru iz üzerindeysem onu harcamak için önce cesedimi çiğnemeleri gerekecekti.
Ben zihnimdeki muhasebeye devam ederken kız mutfaktaki varlığımı unutmuş gibi annemin gözlerinin içine bakarak bir adım yaklaştı.
“Ettim de. Elimden geleni yaptım. Oğlunuzun elimi kolumu bağlaması gerekti durdurmak için. Ama işte gördüğünüz gibi bilip etmeden o da beni damgaladı.”
Profilden gördüğüm gözlerinden iri damlalar yuvarlanırken pişmanlığım bir kaç kat daha artmıştı. Kız göz yaşlarını saklamak için başını eğdiğinde anneme baktım. Aynı pişmanlık onun da gözlerinden okunuyordu. Biz sessizce beklerken kız elinin tersine gözlerini silerek burnunu çekti ve bir iki adım bıraktığı mesafeden annemin gözlerinin içine bakarak devam etti.
“Eğer sizin gibi bir annem olsaydı kimse bana zarar veremezdi. Fahişelik yapmam beklenmezdi. Ölmek istemezdim.”
Sanki yerini bilirmiş gibi pençelerini yıllardır sadece ince bir kabuk tutabilmiş yarama geçirdiğinde nefessiz kaldım. Şimdi oluk oluk irin akıyordu oradan.
Ah Çiçeğim. Abin koruyamadı seni.
Yumruğumu sıkarak önümdeki masadan kuvvet almaya çalıştım. Gözümün önünden kıvılcımlar uçuşurken algılarım gittikçe kapanıyordu.
“Tertemiz bir hayatım olurdu.”
Canıma kastı varmış gibi devam ederken gözlerimi sımsıkı kapadım. Gücümü toparlayıp susmasını söylemem gerekiyordu. Daha fazla konuşursa annem dayanamazdı. Elektrik verilmiş gibi titrerken acımasızca devam etti sözlerine.
"Ama maalesef herkes o kadar şanslı olmuy..”
Kulağıma ilişen devrilme sesi ile gözlerimi derhal açtım. Annem kızın kollarına yığılmış, tutunduğu sandalye baş ucuna düşmüştü.
Kendimi suçlamaya bile oyalanmadan yanlarına çöktüm. Annemin fersiz vücudunu kollarıma alırken kız, suçlu gözlerle yüzüme bakıyordu.
“Özür dilerim, ona zarar vermek istemedim.”
Sözlerine oyalanacak zamanım yoktu. Kucakladığım annemi salondaki koltuğa taşıyarak dikkatlice yatırdım. Baş örtüsünü gevşetip ayaklarını yükseltirken kız elinde kolonya ile yanıma sokuldu. Eline şişeyi almıştı ama ne yapacağını bilmez halde yüzüme bakmaya devam ediyordu.
“Bileklerine sür.”
Hızlıca yana düşmüş eline uzanarak bileklerini ferahlatmaya başladığında ben de balkon kapısını aralayıp içeri hava girmesini sağladım. Döndüğümde yavaş yavaş kendine geliyordu. Kızın yanına diz çökerek uyanırken koltuktan düşme ihtimaline karşı bariyer oluşturdum.
“Kızım.. yavrum.. ah yavrum..”
Kapalı gözlerinden yaşlar süzülürken acıyla sızlanması yüreğime dokunuyordu. Ak düşmüş saçlarını okşayarak sakinleştirmeye çalıştım.
“Annem uyan hadi, bak ben buradayım.”
Varlığımın hiç bir kıymeti yoktu ama biliyordum ki annemin tek dayanağı bendim artık. Benim için yaşıyordu. Bu yüzden kendimi öne sürerek güçlü olasını umacaktım. Eğilip cennet kokan saçlarına yüzümü gömerek nefeslendim. Sayıklamaları yavaş yavaş yerini iç çekmelere bırakırken ellerine, kollarına masaj yapmaya devam ediyordum.
Geçen bir kaç dakikadan sonra omzumdaki dokunuşu ile varlığını aklımdan çıkardığım kıza döndüm. Elindeki şişeyi gözüme tutarken sessizce bekliyordu. Konuşsa kabahat işleyecekmiş gibi bir hali vardı. Keşke bu halimizden onu suçlamaya imkanım olsaydı ama maalesef tüm yaşananların tek sorumlusu bendim. Kedi yavruları gibi ürkek ürkek bakmasının bana bir faydası yoktu. Sesimi mümkün olduğu kadar güçlü çıkarmaya çalışarak konuştum.
“İçeriden su getirir misin?”
Nihayet bir işe yaramanın hevesiyle başını sallayıp hızlıca mutfağa koşturdu. Arkasından bıraktığı kolonya şişesini alarak avucumu doldurup annemin yanaklarına boynuna sürdüm. Daha fazla ayılmazsa ambulansı aramam gerekecekti.
Kız elinde bardak, dizimin dibine çöktüğünde avucumu bir kez daha doldurarak bu kez doğrudan burnuna tuttum annemin. Suyun içinde kalmış gibi aniden derin bir nefes alarak gözlerini açtı.
“Ömer!”
Göğsü hızlıca inip kalkarken yutkunduğunda ağzının kuruduğunu düşünerek kızın elindeki bardağa uzandım.
“Buradayım annem, hadi biraz içmeye çalış.”
Ağzına dayadığım bardaktan bir yudum alıp başını çevirdi. Gözlerime bakarken söylemek istediği bir şeyler olduğunu anlayabiliyordum.
“Ömer oğlum Çiçek..”
Bir iki nefes alıp kendini toparlamaya çalışırken saçlarını okşamaya devam ederek sakinleştirmeye çalıştım tekrar. Ne söylemek istiyorsa bu onu fazlasıyla zorluyordu.
“Çiçek buradaydı. Geri gelmiş.”
Yaşadığı travma sonrası stres bozukluğu ile baş edemediği için sanrılar görmesi çok normaldi. Söylediğinin imkansız olduğunu kendi de bildiği için ses etmeden konuşmasını bekledim.
“Anne beni koru dedi. Beni onlara verme dedi.”
Eve getirdiğim kızın anlattıkları zihnini bulandırıyor olmalıydı. Keşke psikiyatr teklifimi kabul etse diye düşündüm.
“Ben yavrumu bir kez daha vermem kimseye.”
Gözleri yanı başımda sessizce bekleyen kıza kaydığında içimden bir sızı geçti. Akli dengesini korumak için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yaşadığımız acı gerçeklerle yüzleşmek için yeterince güçlü değildi.
“Tamam annem, sen şimdi biraz uyu. Sonra konuşuruz.”
Perişan halinden hiç beklemediğim bir çeviklikle yattığı yerden doğrularak oturdu.
“HAYIR! Uyumam. Ben çok uyudum, ayakta uyuttular beni. Ciğerimi söktüler. Bir kez daha uyumam.”
Göz yaşları içinde başını iki yana sallayıp itiraz ederken bana söyleyecek bir söz bırakmıyordu. Ne yapacağımı bilmez halde beklerken yanımda nefes bile almadan oturan kızı kollarının arasına çekti. Öyle özlem dolu bağrına basıyordu ki bilmesem kardeşim olduğuna inanırdım.
“Kızım.. Kızımsın sen benim artık. Kimseye bırakmam seni. Korkma bu defa uyanık olurum.”
Yüzünü gözünü sevdiği kızı bir kez daha bağrına basarken dehşetle izliyordum. Korkarım yaşadığı yıkım düşündüğümden de fazlaydı. Dikkatini hala kolları arasında sımsıkı tuttuğu kızdan alarak bana döndü.
“Ömer.”
Canımı istese verirdim ona. Neye inanmak istiyorsa inansın, eğer mutlu olacaksa sahte şeylerle avunmasına bile göz yumabilirdim.
“Bak bu kız artık benim. Çiçeğimin emaneti. Anladın mı?”
Yavaş yavaş toparladığı zihni ile konuşurken sesi öyle kendinden emin çıkıyordu ki beni sözlerinde bir gerçeklik payı aramaya itti.
“Sen polissin, çok güçlüsün.”
Güçlüydüm ama lanet olası gücüm hiç bir işime yaramıyordu. Çaresizliğin verdiği öfke ile dolarken yavaş yavaş bir şeyler anlamaya başlıyordum.
“Çiçek boşuna gelmedi. Ona sahip çıkmamızı istiyor.”
Tahmin ettiğim gibi annem sanrı görmüyordu, sadece kanayan vicdanı bu kızı terk etmeye el vermiyordu.
Ben zaten buna çoktan karar vermiştim. Hem insanlık, hem polislik görevimdi. Dizlerimin üzerinde doğrularak yanaklarını avuç içime alıp gözlerine baktım.
“Korkma sen. İstemediği sürece kimse ona zarar veremez. Artık güvende.”
Deminden beri belki neye uğradığını şaşırdığı için sessizce annemin kollarında bekleyen kız ikimizin ortasında kalmış, başını kaldırarak gözüme bakmaya çalışınca ben de dikkatimi yüzüne verdim.
“Sen polis misin?”