Ömer’den,
Adamın dünyadan haberi yoktu. Cemre’nin burada olmadığını anladığımda içimi bir korku kapladı. Acilen durumu toparlamalıydım.
“Annesini diyorum, annesini çağırır mısın. İkinizle aynı anda konuşmak istiyorum.”
Adam önce şaşkın baktı sonra kaşlarını kaldırdı.
“Annesi bu saatte uyanmaz, ne söyleyeceksen bana söyle.”
Oh ne ala memleket, kızı kocaya kaçmış hanımefendi güzellik uykusunda. Benim de bir an evvel çıkıp sevgili karımı aramam lazımdı zaten, annesi yerine geçmiş kadının uyuyor olması işime geldi.
“Size kızınızın güvende olduğunu söylemeye geldim.”
Adam hızla lafımı kesti.
“Biliyorum, polismişsin.”
Şaşırma sırası ban gelmişti galiba. Susup daha neler öğrenmiş anlatsın diye bekledim.
“Amirlerin senden çok memnun, hepsi de sonuna kadar kefil oldu. Kızımla evlendiysen onu mutlu edermişsin.”
Amirlerim benim.. İlk gördüğüm yerde size.. size..? selam vereceğim size , evet ancak bunu yapabilirim. Ciddiyetle başımı salladım.
“Eksik olmasınlar.”
“Hakkındaki övgüleri duyunca kızımın seçimine saygı duymaya karar verdim ama imam nikahı ile olmaz o iş.”
Ha nikah yaptığımıza eminsin yani bey baba? Adam suratıma onay bekler gibi bakınca gelişine salladım.
“Ben de aynı şekilde düşünüyorum, imam nikahıyla olmaz.”
Yalan söylemeden şu işten kurtulabilirsem bu gün öğlen namazını da kılacağım.
“Cemre’yi eve getir. Düğününü yapalım, size bir ev açalım. Annenle beraber oturmak olmaz bu devirde.”
Adamın gözümdeki sevimliliği gittikçe kaybolurken dişlerimi sıktım.
“Benim için kızımın rahatı mutluluğu her şeyden önemli. Anlıyor musun delikanlı?”
Anlamaz olur muydum, çok iyi anlıyordum. Kendi kızına evlatlık muamelesi yaptırmıştı yıllarca.
“Benim için de mutlu yaşaması önemli.”
Ve bunun için önce hayatta olması lazım, o yüzden artık gitmeliyim. Adam ağzını açamadan arkamı dönerken konuştum.
“Kızınızla konuşmanızı sağlamaya çalışacağım. İyi günler.”
“Bekle, kimliğini özel eşyalarını vereyim.”
Kimlik çok iyi olurdu ama benim oyalanacak tek saniyem kalmamıştı. Tuhaf karşılayacağını bilsem de adımlarımı hızlandırırken cevap verdim.
“Arabama gönderirsiniz, benim anonsları dinlemek için arabama dönmem gerekiyor.”
Evden koşturarak çıkıp arabama bindikten sonra ekip arkadaşlarıma Mobese kameralarını taramalarını söyledim.
Üzerinde para yoktu, telefonu yoktu fazla uzağa gidememiş olduğunu tahmin ediyordum.
Çok geçmeden bir görevli elinde ufak bir çantayla geldiğinde gaza basarak evimin civarına döndüm.
Gözüm bir umut etrafı tarıyordu.
Kendine bir şey yapmış olma ihtimali gittikçe nefesimi daraltırken merkezden telefon geldi. Can havliyle cevapladım.
“Alo Fatih.”
“Abi buldum.”
Sanki bana kardeşimin katilini vermiş gibi rahatladığımı hissettim. Oksijensizlikten yanmış ciğerlerime rahat bir nefes gönderdikten sonra sabırsızca sordum.
“İyi değil mi, sen şimdi görebiliyor musun nerede olduğunu? Kendine bir şey yapmamış değil mi?”
“İyi abi iyi, belki biraz üşümüştür ama gayet iyi.”
Uzun zaman sonra ilk kez gerçek mutluluğu tattığımı hissediyordum. Ona bir şey olsa kardeşimin acısının yanına bir yenisi daha eklenecekti, emindim buna.
Onu koruyup kollamak artık en büyük boyun borcum olmuştu. Hala hattaki arkadaşım konuştu.
“Telefonuna konum atıyorum.”
Trafikte olduğum için konuma bakamayacağımdan yerini sordum.
“Nereye gitmiş, bizim eve yakın mı?”
“Çok yakın hem de. Bir arka sokaktaki ilk okulun oyun parkına sığınmış. Bulana kadar canım çıktı. Kameralar çaprazdan kestiği için en sonunda uydudan görüntü aldım. Kaydırağın üstündeki plastik evde kıvrılmış uyuyor. Kucağında da bir kedi var. Rahatı baya yerinde gibi.”
Kızı bu kadar incelemesi sinirimi bozunca daha fazla dinleyemedim.
“Tamam, kısa kes. Merkezde görüşürüz.”
Alınganlık edecek hali yoktu, ben onun üstüydüm neticede.
İlk kavşaktan okulun olduğu caddeye kırıp gaza bastım. Tatil olduğu için okul caddesi yoğun değildi.
Fazla sürmeden okul bahçesinin önüne park ederek kilitli demir kapının üzerinden atladım. Bizim küçük cadı nasıl girmişti acaba?
Boyu kısaydı ama bedeni çok güçlüydü, bunu denizden çıkarmaya çalışırken bire bir tekmelerini yiyerek gözlemlemiştim. Muhtemelen o da benim gibi atlayıp girmiştir.
Oyun parkının yanına gittiğimde gerçekten iyi kamufle olduğunu gördüm. Sadece annemin verdiği bol elbisenin dallı güllü kumaşı evin açıklığından sarkmıştı biraz.
Korkutmadan uyandırmak için çocuklar için yapılmış on basamağı iki adımda tırmanıp sessizce yanına çıktım.
Belki de sabaha karşı daldığı için şimdi derin derin uyuyordu. Geldiğimi hiç fark etmemişti bile.
İçimden niyeyse uykusunu bozmamak geldi, zaten önceki gece kıyamamıştım.
O zaman yaptığım gibi başı ve dizinin altından kollarımı geçirip bir çırpıda kucağıma aldım. Uyanmadığı gibi kedisini de bırakmadı.
Sokakta tehlikeye açık bir yerde bu kadar derin uyuması sinirimi bozduğu için yere son iki basamak kala kucağımdan atsam mı diye düşündüm.
Çanağı falan kırıp hepten başıma kalacağını düşündüğümden hızla vazgeçtim ama evden kaçmak neymiş hesabını da ayrıca soracaktım.
Merdivenler bittiğinde dizlerimi kırıp beşinci basamağa oturdum. Hesabımızı eve gitmeden görmek iyi bir fikir gibi gelmişti.
Şimdi adını seslenip uyandıracaktım ama iki saniye daha uyusun diye izin verdim.
Kedi nihayet gözlerini açıp dik dik bana baktı. Benden bir hareket gelmediğini gördüğünde tehlikeli olmadığıma karar vererek başını usulca tekrar Cemre’nin karnına koydu.
Bir kızımız ve bir de kedimiz mi oldu diye düşünürken Cemre ellerini kediden çekip benim gövdeme doladı. Başını da göğsüme yasladığında uyurken nasıl böyle hareket edebiliyor diye şaşırdım kaldım.
“Beni bulacağını biliyordum.”
Haydaaa!
Küçük hanım deminden beri bana oynuyormuş. Ayağa kalktığım gibi iki adım öteye fırlattım kucağımdan. Kedi bir yana kendi bir yana gitti.
Nasıl kandım diye içim içimi yerken keyfi bozulan cadı korkuyla çığırdı.
“Ya öküz müsün! Öyle fırlatılır mı! Ben mi dedim kucağına al diye!”
Hiç de canını yakacak kadar bir şey olmamış, iki adımda minicik bedenini toparlamıştı zaten. Şimdi suçunu bastırmak için üste çıkmaya çalışıyordu ama yemezler.
Okul çıkışına doğru yürürken konuştum.
“Arabaya geç.”
Arkamdan koşturarak bana yetişmeye çalışıyordu.
“Nereye gideceğiz, ben size gelemem.”
Adımlarımı kesip hızla arkama döndüğümde göğsüme çarpıp sendeledi. Düşmesin diye belinden tutup kendime yasladım.
Sadece refleks olarak yani.
Başını kaldırıp tuhaf renkli gözleriyle gözüme baktı. Yine ne yumurtlayacak merak ediyordum ama o susmayı sürdürdü.
Elimi çekmeden açıklama yapması için sordum.
“O niye?”
Utanma bilen biri değildi gözümde ama ilk kez bakışlarını kaçırdı.
“Ayşe teyze de hakkımda babamın karısı gibi düşünüyor.”
Belindeki elimi ancak fark edip bir adım geri çekildikten sonra ne saçmaladığını sordum.
“O ne demek lan!”
Annemin kocası çoktan rahmetli olmuştu. Mezardaki adamı nasıl Cemre’den kıskanabilirdi ki?
“Seni ayartırmışım, sonra da yüz üstü bırakıp gidermişim.”
Ohaa!
Bir kez de sesli söyledim.
“Oha! Bunu annem mi söyledi sana?”
Başını aşağı yukarı salladı. Ulan Ayşe sultan, gelin de gelin diye ömrümü yedin, şimdi şu yaptığına bak.
“Tam olarak ne dedi, acaba yanlış anlamış olabilir misin?”
Kırgınca gözlerime baktı.
“Seni evden gönderince oğlunda gözüm yok dedim, korkmasın diye.”
Konu çok saçma ilerliyor mu ama ben hala nasıl üç çocukla terk edilecek potansiyelde gözüktüğümü merak ediyordum.
“O daha kötüymüş. Benim sende gözüm yokuş ama senin bende olabilirmiş. Hani ben babamı kandırmak için evliyiz falan dedim ya artık sen beni kardeşin olarak göremezmişsin.”
Öfkeyle burnumdan bir nefes verip gözlerimi gökyüzüne diktim.
Nedense bu laflar tam da annemin söyleyeceği türden laflar olarak geliyordu kulağıma. Kız yalancının önde gideniydi ama bu defa doğruyu söylüyordu.
Bin defa evlenmek niyetinde olmadığımı izah ederken canım anam beni neresinden dinlemişti de şimdi ilk gördüğüm kızın iki yalanına düşeceğimi sanıyordu acaba. Düşündükçe öfkem de artıyordu.
Konuşmayı daha fazla uzatmadan arkamı döndüm.
“Yürü.”
Yürüdü ama sormaya devam etti.
“Nereye götüreceksin diyorum, Ayşe teyze istemiyor, sizin eve gelmem ben.”
Aklıma gelen şeyle omzumun üzerinden yüzüne baktım.
“Babanın evine gidersin o halde.”
Yürümeyi kesip zamk gibi olduğu yere yapıştı.
“Benim için yaptıklarına teşekkür ederim. Git babama yalancı olduğumu söyle. Kendini kurtar. Beni de bir daha bulma. Hoşça kal.”
Ciddi ciddi benimle vedalaşıyordu.
Arkamı dönüp üzerine doğru yürüdüm.
“Ya sen ne yapacaksın? Yine ölmeye mi çalışacaksın yoksa eskortluk etmeyi mi deneyeceksin? Hangisi? Kendine çizdiğin gelecek hangisi?”
Minik elleriyle göğsümden itti.
“Hiç bir b.k anladığın yok! S.tir git işte. Beni kendi halime bırak.”
Kollarını yakalayıp kendime çekerek gövdemde sabitledim.
“SENİ BİR YERE BIRAKMIYORUM!”
Gür sesim bomboş okul bahçesinde yankılanırken korkuyla gözlerini ayırdı. Bu kez bağırmadan, bastıra bastıra söyledim.
“Seni bırakmıyorum. Beni anladın mı?”
Donmuştu sanki, tek tepki vermiyordu. Gözlerimin önüne kardeşimin üzerine duvak serilmiş tabutu geldiğinde son sözlerimi söyledim.
“Gerekirse o nikahı yaparım, yine de seni bırakmam.”
Tepkisiz hali yerini şaşkınlığa bıraktı. Ne kadar kararlı olduğumu nihayet anlamışa benziyordu.
“Neden?”
Diyemedim kardeşim gibi sen de ziyan olma diye. Uzanıp bileğinden tuttuktan sonra arabaya doğru yürüdüm.
Güçlüydü ama bana direnecek kadar da değildi, sürüklene sürüklene geldi arkamdan.
Arabaya bindirip üzerine kapıyı örttüm. Öbür yandan dolanıp kendim de bindiğimde arka koltuğa attığım çantasına uzanıyordu. Kısa boyu yüzünden zorlansa da çevik bir hareketle çantayı kapıp önüne döndü.
“Bunları nereden buldun?”
Arabayı çalıştırmadan dik dik yüzüne baktım.
“Anneme babamın arabası var kapı önünde, eve gideceğim demişsin.”
Sitemle güldü.
“Ve o da doğru mu söylüyorum diye bir defa bile bakmadan çıkıp gitmeme göz yumdu.”
Ah anne ah.. Senin gibi yardımsever bir kadına hiç olacak iş değildi şu yaptığın.
“Yalan olacağını düşünememiştir.”
Cevabım hoşuna gitmediği için yüzünü yola döndükten sonra tekrar sordu.
“Sen de doğru mu söylüyor diye bakmak için babamın evine mi gittin?”
Gözümü akan yoldan ayırmadan başımı salladım.
“Gittim.”
Bir müddet sustu sonra dayanamayıp tekrar konuştu.
“Babam da kızını geri isteyeceğine sana eşyalarımı verdi öyle mi?”
Buna ben de öfkeliydim, burnumdan bir nefes verip konuştum.
“Seni geri istiyor. Düğün yapacakmış, bize de ayrı bir ev açmak lazımmış annemle yaşayamazmışız.”
Elindeki çantayı öfkeyle arka koltuğa fırlattıktan sonra bana döndü.
“Görüyorsun değil mi benden kurtulduğu için ne kadar da mutlu. Kocaya kaçtığıma utanmasa kalkıp oynayacak. Yani düğün yaparsa onu da oynar zaten.”
Tavrının savunulacak yanı olmadığı için sessiz kaldım.
“O gece ölmeme izin vermeliydin işte. Bunları duyacağıma ölmeyi tercih ederdim ben.”
Hızla frene basıp sağa çektim. Bu şekilde konuşmasına artık sabrım kalmamıştı.
“Sen ölmeyeceksin! Duydun mu beni, ölmeyeceksin. Dostundan çocuk yapıp karısını evlatlık diye kandıran baban ölecek ama sen yaşayacaksın.”
Bir müddet öylece gözüme baktı sonra dolu gözleri ile fısıldayarak sordu.
“Bunu sana o mu söyledi?”
Başımı iki yana salladım.
“Yüzlerce, binlerce vaka var böyle. Babanın senin biyolojik baban olduğuna adım gibi eminim gözünüz lens, suratınız estetik değilse bu benzerliğin başka açıklaması olamaz.”
Sanki bir an rahatladı gibi, söylediğim şeyin sadece varsayım olması onu mutlu etmişti.
“Eğer kızıysam o tartışmada karısına söylerdi. Babam boşanmaktan korkan bir adam değil, daha önce mahkemelik oldular ama karısı boşanmayı reddedip eve geri döndü. Emin ol kızı olsaydım bunu çoktan söylerdi çünkü karısının bana fahişe gözü ile bakmasına gerek kalmazdı babama babam gibi davrandım diye.”
Anlayamıyordum, kafam bir türlü olayları çözmeye yetmiyordu. Belki de yetim haneden bile bile kendilerine benzeyen bir çocuk seçmişlerdi.
“Seni nereden aldıklarını biliyor musun?”
Başını iki yana salladı.
“Öğrenmek istemez misin?”
Dudaklarını büzdü.
“Neye yarayacak ki doğurup sokağa atan fahişe annemi bulmak? Gerçek babamı zaten kendisi de bilmez. Sadece ölüp yok olmak istiyorum artık.”
Ölünce yok olacağını zannediyordu. Ona hidayet aşılayacak kadar dindar değildim ama bu kadar inançsız oluşu içimi huzursuz etti.
Bu kız biriktirip durduğum günahlarıma belki de bedel olmak için geldi diye düşündüm.
Kendini öldürmek en büyük cinayetti ve ben bunu engelleyip büyük bir sevaba imza atacaktım kim bilir..
Yüzümü yola dönüp tekrar gaza bastım.
“Nereye gidiyoruz?”
Aklımdan geçenleri henüz dile dökmeye hazır olmadığım için cevap vermedim. Omzumu sarsıp tekrara sordu.
“Nereye gidiyoruz dedim sana!”
Sorup durmaya devam ederken polis müdüriyetinin önüne çektim. Arka koltuğa fırlattığı çantayı alıp eline verdikten sonra konuştum.
“İn.”
Polis alerjisi babasına enselenince geçmiş olacak ki itirazsız inip peşime takıldı.
Üzerindeki tuhaf kıyafetler yüzünden herkes ona garip garip bakarken utanıp başını öne eğmesi canımı sıktı.
Uzanıp elini avucumun içine aldım.
Komiser Ömer Mirzaoğlu’nun elini tuttuğu kadına öyle bakmak yürek isterdi. Bakışların şekli anına değişerek bu defa şaşkın bir hal aldı.
Adımlarıma yetişmek için koşturan Cemre kıyın kıyın yanıma sokulup konuştu.
“Elimi neden tutuyorsun, herkes şeymişiz gibi bakıyor.”
Şey olmaya gidiyorduk ya işte, ha tabi o bunu henüz bilmiyordu.
Önce müdürümün kapısının önüne geldim. Bana o kadar kefil olmuşlardı madem, bi ellerini öpmem lazımdı.
Tıklayıp gel sesi ile içeri daldım, eli avucumun içine bütünleşmiş cadı da peşimden girdi.
Müdürüm bizi karşısında gördüğünde gülümseyerek ayaklandı.
“Ooo Ömer komiserim, hoş geldin. Gelinimi el öpmeye getirmek için biraz geç kaldın ama büyüklük bende kalsın.”
Benim kendimi öldürecek işlerden hiç kaçmadığımı biliyor ve sık sık yaşayacağım uzun bir ömür olduğuna beni ikna etmeye çalışıyordu. Evlenmem demek o sözleri kabul etmem demek olduğu için bu kadar sevinmesini anlıyordum.
Önümüze dikilip elini önüme doğru uzattı. İnandırıcı olmak için öpüp başıma koydum.
Elimi çekmemle beni kollarının arasına alıp sırtımı pataklayarak sıkı sıkı kucakladı.
“Allah utandırmasın, bir yastıkta kocatsın. Bize de boy boy torun görmeyi nasip etsin.”
He müdürüm ilk fırsatta sana boy boy torun vereceğiz hiç merak etme.
Cemre halimize şaşkınlıkla bakarken beni bırakıp sahte karıma döndü.
“Maşallah gelinime, tam kendine münasip bir eş bulmuşsun.”
Bunu annemin verdiği bol, uzun entariye bakarak söylüyordu sanırım. Cemre rolüne uygun olarak gülümseyip adama elini uzattı.
“Öpeyim efendim.”
Kız bu neyin kibarlığı, defalarca sövdüğünü görmesem hanım hanımcık bir ev kızı olduğuna inanacağım.
Müdürüm tıpkı bir baba gibi gururlanarak sahte gelinine elini uzattı, Cemre saygıyla öpüp alnına koydu.
Gerçekten evlensem de ancak bu kadar inandırıcı olabilirdik.
“Buyurun geçin çocuklar, anlatın ne zaman nerede tanıştınız, bu iş ne zaman oldu?”
Koskoca müdüre yalan söylemek istemiyordum ama şu durumda başka seçeneğim yoktu. Oturmaya yeltenmeden derdimi anlattım.
“Müdürüm, Cemre’nin kimliği yanımızda, bu gün içinde işlemleri tamamlayabilir miyiz diye soracaktım.”
Sahte karım ne diyorum diye anlamak için suratıma bakarken müdürüm bana dikkat kesildi.
“Evet haklısın, ertelemeye gelmez. Bu gün içinde halletmiş olun. Madem gelin kızım kararını vermiş büyükleri olarak bize de yardımcı olmak düşer.
Mahcup olmuş gibi azıcık gülümsedim.
Müdür masasının başına geçip bize yardımcı olmak için telefon görüşmesi yapmaya başladığında Cemre iyice dibime girip dişlerinin arasından konuştu.
“Ne oluyor, acele tarafından ne işlemi yapıyoruz kimliğimle?”
Onu müdürümün elini öpmeden soracaktın bacaksız şirin.
Yüzüne eğilip pis pis sırıtırken cevap verdim.
“Evleniyoruz ya sevgilim.”