Cemre’den,
Gözlerime bakıp öyle sevgilim deyince kalbim yerinde bir hop etti, derhal azarlayıp yerine oturttum.
Bana acıdığı için, kardeşine kötü şeyler olduğu için sahip çıkmaya çalışıyordu.
Nikah yaptık diye Ayşe teyze gelinim deyip beni bağrına basacak değildi ya.
“Ne evlenmesi ya, senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Daha benim kim oluğum bile belli değil.”
Sırıtışını bozmadan yüzünü müdüre çevirirken omzumu sarıp kendisine yaklaştı. Kanatları altında gibi olmuştum.
“Şşşş oyun bozanlık yok, sen başlattın.”
Oyun bozmayı bırak bütün moleküllerim onun atomlarına yapışmak için hazırda bekliyordu zaten.
Numara yaptığını bildiğim için hemen gözlerimi gözlerinden çektim.
Kapılmamam gerekiyordu. Duygusal boşluktaydım. Ayşe teyzenin dediği gibi kendime geldiğimde yollarımız ayrılacaktı hem zaten Ömer de geçmişi benimki gibi hareketli birini istemezdi.
İyi aile kızı isterdi o ama benim ailemde iyi olan hiç bir şey yoktu. Annem fahişeydi bi defa, p.çtim daha ötesi var mı!
“Evet çocuklar hemen vesikalık fotoğraf alıp nikah dairesine gidin, Nihat müdür yolladı deyin. Siz gidinceye kadar belgeleri hazırlayacaklar. Doldurup imzaladığınızda her şey tamam.”
Ömer adama saygıyla cevap verdi.
“Zahmet oldu müdürüm.”
Adam yine ayağa kalkıp yanımıza yürüdü.
“Zahmet ne demek evladım, sen evlenmek istemişsin elbette yardımcı olacağız. Kulüpteki görevini en kısa sürede bir arkadaşına devredeceksin. Evli bir adam olarak devam etmen uygun değil, zaten çok uzamıştı çoktan bırakman gerekiyordu.”
Adam konuşurken hep beraber yavaş yavaş kapıya doğru yürüyorduk ama son söylediğiyle Ömer anında duraksadı.
“Ben görev değişikliği istemiyorum müdürüm. Cemre ne iş yaptığımı bile bile benimle evlenmeyi kabul etti. Lütfen her şey olduğu gibi devam etsin.”
Adam istediği cevabı alamayınca Ömer’i bırakıp bana döndü.
“Sen kocanın her gece hayat kadınları ile eğlenip vücuduna madde almasına izin veriyor musun kızım?”
Duyduklarımla dumur olarak Ömer’in gözüne baktım.
Uyuşturucu madde ile kendini zehirlemesi görev için bile olsa kabul edilemezdi. Gerçek bir eş gibi işine posta koyasım geliyordu.
“Siz nasıl uygun görürseniz müdürüm.”
Müdür benden onayı alıp Ömer’e döndüğünde dumur olma sırası ona geçmişti.
İçimden kahkaha atarak gülmek gelirken omzumdaki elini sıkılaştırdı.
Oh canıma minnetti zaten, benim de ona yapışıp kalasım vardı zaten.
“Biz karımla bu konuyu baş başa konuşacağız müdürüm, beni anlayacaktır. Siz endişe etmeyin. Görev yeri değişikliği söz konusu değil.”
Adam Ömer’in boştaki koluna elini koydu.
“Üzme gelin kızımı, bak daha imzayı atmadan vazgeçiverir.”
Ömer güya vazgeçmemden korkmuş gibi yüzüme baktı. Bir yandan da kendisini onaylamam için omzumdaki parmakları ile etimi sıkıp uyarıyordu. Benden ses çıkmayınca yine kendi konuştu.
“Hiç üzmem, siz merak etmeyin.”
İkisinin gözü birden üzerime çevrilince susup önüme bakmayı tercih ettim.
Hem bana neydi ki zaten her gece kiminle eğlendiği. Sevgilim dedi diye sahici kocam olmamıştı ya.
Müdür daha fazla uzatmadan bizi uğurladığında yine elimi tuttu.
Bunu yapmamasını söylemeliydim ama etkilendiğimi zanneder diye umurumda değilmiş gibi yaptım.
Emniyetten çıkıp arabaya yürürken de elimi bırakmadı. Gittikçe daha fazla alıştığım için buna bir son vermem lazımdı artık.
“Kaçarım mı sanıyorsun?”
Derin derin bir şeyler düşünürken beni duymadığı için anlayamadı.
“Hı?”
Masum masum soruşu aşırı tatlı geldi ama içimin eridiğini belli etmedim.
“Elimi diyorum, bir türlü bırakamadın. Kaçar giderim diye mi korkuyorsun?”
Başını eğip sahiden el ele miyiz diye baktıktan sonra hızla bırakıp yüzüme döndü.
“Al bıraktım, yemedik elini.”
Terslenmesi de gözüme hoş gelmeye başladığında hapı yutuyor gibi hissettim.
Şıpsevdi miydim neydim iki günlük yazılıyordum.
Arkasına bakmadan arabaya yürüdüğünde koşturarak yetişmeye çalıştım.
Onun bir adımı benim iki adımımdı neredeyse. Beraber arabaya bindik ama çalıştırmadan önce bana döndü.
“Seninle baştan anlaşalım.”
Evlilik anlaşması yola çıkmış geliyor gibi hissediyordum.
“Gönder gelsin.”
“Hayatına devam et diye yapıyoruz nikahı.”
Böyle de başıma kakar gibi olunca hevesim kırıldı biraz.
“Tabi ben de hayatıma devam edeceğim. Kimse kimseye karışmayacak.”
Umurumda değilmiş gibi başımı salladım. Zaten çok kısa sürecekti bu evlilik işi, alışmadan hemen biterdi.
“Bir daha içerideki gibi numaralar çevirmek de yok.”
Artık sesimi çıkarma zamanımın geldiğini anladım.
“Numara falan çevirmedi ben. Adam gözümün içine baka baka kocan hayat kadınlarıyla eğleniyor dedi. Ne deseydim? Benim mezhebin Harran ovasıyla yarışır isteği gibi eğlensin mi deseydim?”
Yaaa öyle bakarsınız işte Ömer bey.
Afallamış suratından yüzümü çevirip yola döndüm.
“Sür hadi sür, daha gidip evleneceğiz.”
Ağzının içinden homur homur etti ama lafımı dinleyip gaza da bastı.
“Resmin var mı yanında?”
Vesikalık soruyor olduğunu tahmin ettim.
“Cüzdanım çantamdaydı, olması lazım.”
“Lazımla iş mi göreceğiz Cemre, kontrol et de yoksa çektirelim işte.”
Ömer dedik bağrımıza bastık, daha imzayı atmadan kırk yıllık kocam gibi başladı patronluk yapmaya.
Sinirli sinirli cüzdanımı çıkarıp fotoğrafları kontrol ettim.
“Üç tane yetiyor mu?”
Kısadan yüzüme bakıp yola döndü.
“Ne bileyim kızım ben daha önce nikah mı yaptım!”
Çantamın içinden telefonumu çıkardım, tabi ki kapanmıştı.
“Şarj kablon var mı?”
Elimdeki telefonunun markasına bakıp yüzünü çevirdi.
“Sana olacak kablodan yok.”
Bir tek zengin kız fakir oğlan repliğimiz eksikti.
Telefonu çantaya atıp yola döndüm.
“Alırız, asma suratını hemen.”
Ben surat mı atmıştım şimdi?
“Şarj aletim var ben şimdi telefonu açabilmek için sormuştum. Nikaha kaç resim geriyor ona bakacaktım.”
Bir cevap vermeden arabanın konsolu üzerindeki telefonunu alıp kucağıma attı.
“Benimkinden bak.”
Tuşları kilitliydi ama sorasım gelmiyordu.
“Ters L”
Ben sormadan söylediği şifreyi duyunca gülesim geldi.
Ülkenin yarısı ters öbür yarısı da düz L yapmıştı zaten kilidini.
Güvenlik için max koruma sağladığına adım gibi emindim.
Şekli çizip ekranı açtığımda dünyalar güzeli bir kız karşıladı beni. Kardeşi olduğunu anladım.
Hikayesini öyle çok merak ediyordum ki başına ne geldi de böyle erkenden ölüp gitti öğrenmek için tırnağımı kırardım ama tabi bu öylece sorulacak bir şey değildi.
Belki bir gün birbirimizle düzgünce konuşmayı öğrenebilirsek kendisi anlatırdı.
Telefonunu kurcalamadan hemen istediğim bilgileri yazıp arattım. Maalesef resimler yetersizdi.
“Ömer.”
İlk defa adını sesleniyorum, ağızıma tuhaf bir his bıraktı.
Ona hiç tuhaf gelmemiş olacak ki gözünü bile yoldan ayırmadan kırk yıllık kocam gibi cevap verdi.
“Hmmm?”
Hm senin anandır desem arabadan atar mıydı acaba?
“Beş ya da altı resim lazımmış. Ne yapacağız?”
Bu defa ilgisini çekmiştim demek, yüzüme kısacık baktı.
“Bende de o kadar yoktur. Hallederiz.”
Hallederiz dediğine göre bana arkama yaslanmak düşüyordu.
Arabanın hafif sallantıları arasında bir esneme geldi. Gece hiç uyumamıştım ve karnım da acıkmaya başlamıştı.
Düşünmemeye çalışıp gözlerimi kapadım.
-*-
Ömer’den,
Müstakbel karımın karnı guruldayınca kafama tüküresim geldi. Kızı sabahtan beri peşimde sürüklüyordum ama eline bir simit almak bile aklıma gelmemişti.
Yan gözle durumunu kontrol ettim, az sonra uyumaya başladı. Bebek gibi arabaya binmeyle uykucu şirine bağlaması komiğime gitti.
Arabanın hızını azaltıp yakınlardaki bir AVM’ye yolumu çevirdim. Gidene kadar yarım saat geçmiş oldu.
Park yerine inip arabayı durdurduktan sonra el frenini çektim. Benim emektarın çıkardığı gorç sesiyle irkilerek uyandı.
Önce nerede olduğunu anlamak için ürkekçe etrafına baktı sonra beni gördüğünde yüzü rahatladı.
“Geldik mi?”
Nereye geldiğimizi sormadığı için istediği cevabı verdim.
“Geldik.”
Ben arabadan inince o da peşimden indi.
Otopark asansörüne doğru yürüdüm.
“Burası neresi?”
Arkamdan yetişmeye çalışırken bir yandan da soru soruyordu.
Bu halleri çok komiğime gittiği için inadına daha hızlı yürüyordum ben de.
“Alış veriş merkezi.”
“Fotoğraflar için mi?”
Asansörün çağrı düğmesine basıp duvara dönük beklerken onayladım.
“Hıhım.”
Asansör geldiğinde beraber bindik. Kadın giyimi satan mağazalar ikinci kattaydı, tuşuna bastığımda yine konuştu.
“Fotoğrafçılar zemin katta olmaz mı, ikide ne yapacağız.”
Çok soruyordu, ben bu kadar konuşmaya alışık değildim.
Cevap vermeden açılan kapıdan çıkmadan önce elini tuttum.
Kalabalıktı, kaybetmek istemiyordum.
Direnmeden peşimden yürüdü. Sıra sıra mağazaları işaret edip konuştum.
“Birini seç, çok zamanımız yok.”
“Kıyafet mi alacağız?”
Sorusuna yüzüne dönüp cevap verdim.
“Böyle gezmeye devam etmek istiyorsan?”
Omzunu çekti.
“Bana fark etmez, alıştım bile sayılır.”
Şu gururlu halleri küçücük boyunda aşırı sevimli duruyordu. Elinden çekiştirip önümüzdeki ilk mağazaya ilerledim.
Kalabalığın arasında hiçbir şeye bakmadan öylece duruyordu.
“Hadisene kızım, seç bir şeyler. Beğendiğin yoksa da başka yere gidelim.”
Biraz şaşkınca yüzüme baktı.
“Kimse bizi yönlendirmeyecek mi?”
Kişi başına iki satış elemanı düşen mağazalara alışık küçük prensese self servis zor gelmiş olmalıydı tabi.
Tuttuğum elini çekiştirip ilerledim.
“Elbise mi pantolon mu?”
“Fark etmez.”
İlk karşılaştığımız akşam üzerinde elbise denemeyecek bir elbise vardı ama tabi benim yanımda öyle bir şeyle gezmesi mümkün değildi.
Bu mağazada zaten öyle şeyler de yoktu, sıradan insanların giydiklerinden vardı.
Reyonun önüne geldiğimizde elini bıraktım.
“Seç hadi alıp çıkalım.”
Bir yandan omzunu bacağını örtecek uzunlukta olanlara ben de bakıyordum.
Aynı elbisenin farklı renklerini seçerek aynı anda birbirimize döndük.
“Bu nasıl?”
“Bu nasıl?”
Beraber konuştuğumuzda tatlı tatlı kıkırdadı.
Gülmek küçük suratına yakışıyordu.
Omzundan iteleyip kabinlere yönlendirdim.
“Nereye gidiyoruz, kasa diğer tarafta.”
İtirazına kabinleri işaret ederek cevap verdim.
“Denemeyecek misin?”
“Yoo. Oversize bu zaten üzerime olmama ihtimali yok.”
Dediği şeyi anlamamıştım ama illa dene bakalım da demeyecektim.
Kasa kuyruğuna girip iki elbiseyi de aldım. Aslında başka ihtiyaçları da vardı eminim ama onları annemle alırdı artık. Ya da kendi alırdı, ne bileyim.
Kuyruktan çıktığımda iki elbiseyi önüne tuttum.
“Hangisi?”
Benim seçtiğimi alıp kabinlere yürüdü.
Arkasından bakarken birden duvardaki aynada yansımamı gördüm.
Aptal aptal gülen yansımamı.
Dehşete düşerek suratımı toparladım. Annemin kehaneti tutmamalıydı.
Üzerinde çuvaldan hallice dursa da yakışmış olan elbiseyle kabinden çıktığında hızlı hızlı çıkışa yürüdüm.
Sürekli elini tutup durmayacaktım artık.
“Ömer.”
Arkamdan seslenince hızla geri döndüm.
İsmimi söyleyip durmasına alışmam lazımdı.
“Ne var?”
Elini beline koyup diklendi.
“Asıl sana ne var?”
Kendimi sağlam tutacağım derken bir yolunu bulup yine beni şaşırtmayı başarıyordu.
“İşimiz var Cemre, bir şey diyeceksen de yoksa yürü.”
Az laf çok iş diye düşündüm. Arkamı dönüp ilerleyeceğim zaman bu sefer kendi gelip tuttu elimi.
Allah’ım sen bana sabır ver.
Neden tuttun diye dik dik baktım.
“Çok hızlı yürüyorsun, yetişemiyorum.”
Sinirli hali ayrı, uysallığı ayrı belaydı.
Daha fazla suratına bakmadan koşar adım ilerledim.
Yemek katında oturup düzgün bir kahvaltı yapmak niyetim an itibariyle iptal olmuştu. Varlığına alışana kadar bir müddet kedi köpek gibi davranacağım.
Müdüriyette neden tutuyorsun dediği elimi asansörde bile elimi bırakmayınca içim iyice bir tuhaf oldu.
Telefona bakma bahanesiyle kendim çektim elimi. İndiğimizde de cebime soktum, bu defa da tişörtümden tuttu.
Sinirlenmek için kendimi zorlasam da şu an sığınacağı tek kişi olduğum için içimden sadece koruma duygusu geçiyordu.
Zemin kattaki fotoğrafçıda işimizi halledip koştura koştura arabanın yanına ulaştık.
Açlıktan bayılıp kalmazdı inşallah.
Yola çıkıp kırmızı ışıkta durduğumuz zaman gözüm sokak simitçisi aradı. Bu kadar prenseslikle yer miydi bilmiyorum ama ona seçenek sunacak da değildim.
Birinci kavşakta bu gün ayarlamış gibi tek simitçi yoktu, ikincisinde bir tane görünce hızla elimi salladım.
Eli yüzü kir içinde bir çocuk poşetle yanımıza koştu.
Dört tane istedim. Meyve suyu ister misiniz diye sordu, prenses şirin ister mi bilmiyorum ama ben isterdim.
Cebinden çıkardığı içi karton kutuyu da alıp parasını fazlasıyla ödedim.
Yeşil ışık yanmadan poşetin içinden bir simit çıkarıp kalanını yanımda dut yemiş bülbüller gibi oturan sevgili karımın kucağına bıraktım, taze simitlerin kavrulmuş susam kokusu tüm arabayı kapladı.
Yeşil yandığında çocuğu geride bırakıp ilerledik, ben de simidimi ısırdım. Ben iştahla simidimi yerken bülbülümün dilinin bağı çözüldü.
“Yaptığın çok yanlış.”
Sokak simidi yememden bu kadar rahatsız olmuş olabilir mi diye şaşkınlıkla suratına baktım.
“Merak etme, bünyem mikroba alışık benim.”
“Onu mu diyorum ben Ömer!”
Allah’ım niye adım ağzında bu kadar şey... şey işte. Yok lan şey mey yirmi yedi senelik adını ilk kez duyuyor gibi davranmasana.
“Neyi diyorsunuz Cemre hanım, poşette simit sunumunu gastronomik olarak mı doğru bulmadınız?”
Burnundan nefes verip başını cam tarafına yönlendirdi.
Tribinden gözlerimi alamıyordum niyeyse.
“Söylesene kızım!”
Arkamdan bir korna sesi gelince yola dönüp hızımı arttırdım.
Şef şirinim de kucağındaki poşeti açıp bir simit alarak kocaman ısırdı.
Midesine bir lokma girince içim rahat etmişti. Az konuşacağım diye karar vermiştim ama yine takılmadan duramadım.
“Mikroplu falan ama tadı güzel, değil mi?”
Saçlarını savura savura hızla başını çevirip gözüme baktı.
“Ben mikroplu demedim, kendin uydurdun.”
Sıkışık trafikte ilerlemek hiç bu kadar memnun etmemişti beni. İstediğim gibi suratına bakıp mimiklerini takip edebiliyordum.
“Ne dedin peki?”
Yerinde diklenip ciddi bir pozisyon aldı.
“Yaptığın doğru değil dedim.”
Vallaha anlamıyordum kızdan hiç bir şey.
“Yanlış olan ne söylesene kızım!”
“Çocuk işçiler, okula gidecek yaştaki çocukları sokaklarda çalıştırmak, hiçbir hayati güvencesi olmayan bu iş sektörüne müşteri olarak ayakta kalmasına destek olmak.”
Vay anam babam! Bütün bunları ben mi yapmıştım şimdi, ne ara yapmıştım hiç farkında değildim.
Üstelik Cemre gibi sırça köşklerde büyümüş bir prensesin böyle konularda kafa yoracağı da bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Haklı mı değil mi bilmiyorum ama konu üzerine benden çok düşündüğü bir gerçekti.
Cevap veremeyince üç ısırıkta simidimi bitirdim, son lokmam boğazımdan biraz zor indi.
Gözü bendeymiş gibi meyve suyuna pipeti takıp bana uzattı.
“Boğulacaksın, iç hadi.”
Lan şu kadar şeye de düşmezsin bee! Altı üstü bir meyve suyu.
Elimi uzatıp kutuyu alacağım yere gözümü yoldan ayırmadan hafifçe başımı eğdim.
Kolunu kaldırıp pipeti ağzıma tuttu.
Güneşte ısınmış ucuz meyve suyunun tadı hayatımda böyle değişik gelmemişti. İki yudumda dibini getirdim.
Pipetin boşlukta çıkardığı ses arabaya yayılınca elini çekti.
“Diğerini de vereyim iç istersen, simiti değil ama bu gıda boyalı glikoz sulamasını içmeyi gastronomik olarak doğru bulmuyorum gerçekten.”
Nihayet prensesliğini belli ettiğinde bir gülesim geldi.
Hey yavrum benim bünyeme bu kutudaki gibi daha ne zehirler giriyordu. Hala yüzüme bakınca çatık kaşlarımı düzeltip konuştum.
“Muavinliğin iyiymiş, beğendim.”
Hanımefendi bir kez daha başını dışarı çevirdi ama ben yan aynadan gülümsediğini görebiliyordum.
Nihayet evlendirme dairesine geldiğimizde elini tuttum. İtiraz etmedi ama neden der gibi baktı.
“İnandırıcı gözükmek için.”
Açıklamamı beğendiği için başını sallayıp önüne baktı.
Müdürümün yönlendirdiği daireye gidip adını verdik.
Zaten her şey hazırdı. Dairedeki memurları şahit yapıp birer evetle uğurladılar bizi.
Elimizde kapı gibi cüzdanımız vardı artık.
Arabaya bindiğimizde yeni alınmış oyuncağını inceleyen bir çocuk gibi kırmızı kaplı defterin sayfalarına bakıyordu.
“Cemre?”
-*-
Cemre’den,
Tuhaftı. Çok tuhaftı.
Dün ölmek isterken bu gün evli oluvermiştim.
İşittiklerim gururuma dokunduğu için on dokuz yıllık ailemi bir kalemde silmiştim ama şimdi dün beni kovmaktan beter eden kadının evine sığıntı olmaya gidiyordum.
Bu böyle sürüp gidecek değildi tabi. Ömer'in dediği gibi herkes kendi hayatına devam etmeliydi.
Telefonum, kimliğim artık yanımdaydı.
Hem okuyup hem çalışan onlarca arkadaşım gibi ben de bir iş bulup kendi ayaklarım üzerine basacaktım.
Çağla hanım sıradan bir restoran yada otel mutfağında çalışmamın adını iki paralık edeceğini söylediği için bu güne kadar sadece özel organizasyonlarda çalışmıştım ama şimdi onun adını zerre kadar umursamıyordum.
O beni kendi babamı ayartacak bir fahişe olarak görüyordu, hasta kadın.
Ömer adımı seslendiğinde düşüncelerimden sıyrılıp yüzüne baktım.
“Efendim?”
“Ne düşünüyorsun?”
Karakterinin sertliği yüzüne yer etmiş, gülümsese bile silinmeyen çizgilere sahip yüzüne baktım.
“Şimdi ne yapacağımı?”
Konu ilgisini çekmiş gibi dikkat kesildi.
“Ne yapacaksın?”
Önemli bir şey değil gibi omzumu çektim.
“Öğrenci evinde yaşayan arkadaşlarım var, arada yanlarında kalıyordum. Yanlarına kiracı isterler mi diye soracağım.”
Her kelimemde suratı olduğundan da sert bir ifadeye büründü sonra da cevap bile vermeden gaza bastı.
Gelirken neredeyse bir saat süren yolu on beş yirmi dakikada bitirip evlerinin önüne geldik. Sert bir fren yapıp park etti.
Öfkelendiğini anlıyordum ama neye öfkelendiğini anlayamıyordum.
Kovulduğum bu eve giresim yoktu, ardı sıra arabadan indim ama olduğum yerde duruyordum hala.
Yanıma gelip elini uzattı. Canım tutup yanına yürümek istiyordu ama bunu yapmayacaktım.
“Hadisene, ne bekliyorsun?”
Kararlılıkla yüzüne baktım.
“Gelmeyeceğim Ömer, seninle yolumuz burada ayrılıyor. Sen de dedin, kimse kimseye karışmayacak. Yaptığın her şey için teşekkür ederim, daha fazla sorun çıkarmak istemiyorum.”
Yani arkasını dönüp öylece gitmesini beklemiyordum tabi ama dizlerimden yakalayıp baş aşağı sırtına atmasını da beklemiyordum. Dünyam tepetaklak olunca korkuyla bağırdım.
“AYY NE YAPIYORSUN BIRAKSANA!”
Aldığım cevap koca eliyle popoma attığı şaplak oldu.