10. Bir Lokmanın Yarısı

2505 Words
Ömer’den, Çok şımartmıştım ben bu cadıyı, bir günde tepeme çıkarmıştım. Ne kiminle muhatap olduğunun farkındaydı ne de az önce imza attığı kağıtların anlamının. Ciddi ciddi tüm sorumluluğunu alıp babasına güvence verdikten sonra, annemin içi rahat etsin diye bir günde nikah kıydıktan sonra onu öylece sokağa salabileceğimi zannediyordu ya bu kadar saçmalığın tek suçlusu olamazdı. Ben de hatalıydım. Hatanın neresinden dönsen kar olduğu için de elimi korkak alıştırmadan bir güzel eğitecektim kendisini. Cırtlak sesiyle beynimi s.e s.e merdivenleri tamamladık. Anneme sürpriz yapmak için kapıyı anahtarımla açacaktım ama kendisine emanet kızı gece vakti sokağa salan Ayşe sultan sesimi duyup kapıya çıkmıştı bile. “Oğlum ne bu haliniz, konu komşu görse rezil oluruz. Ne işi var bu kızın senin omzunda!” Annemin azarını duyunca omzumdakinin sesi kısıldı. Valla tam da filmlerdeki gibi düğün sonrası gelini eve kucağımda sokuyordum, biraz pozisyonumuz değişik olsa da mantık aynı mantıktı. Kendini dengede tutabilmek için boynuma dolanmış kızı yere bastırmadan ayaklarından ayakkabılarını elimle, kendi ayakkabılarımı da topuklarına basa basa çıkardım. Annem dehşet içinde geri çekilip kapıyı örttü. Gören çoktan gördü anne, boşuna çırpınıyorsun. “Ömer sana diyorum bu haliniz ne! Ne diye tekrar alıp getirdin bu kızı eve?” Cemre’yi sırtından destekleyip yere hoplattıktan sonra uzaklaşmasına izin vermeden kolumun altına çektim. Sağlam durmam lazımdı. “Karım değil mi anne, sokakta mı bıraksaydım?” Ben lakayt konuşunca hepten öfkelendi. “Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Ömer! Böyle mi yetiştirdik biz seni? Babanın kapısında dost hayatı mı yaşayacaksın!” Ah be anne, hiç mi tanımadın oğlunu? Hadi beni s.tir et şu laflarınla hayat boyu geçmeyecek yaralar açıyorsun zavallı kızın gururunda. Benden uzaklaşmaya çalışan karımı kendime bastırıp sabitleyerek boştaki elimi önüne uzattım. “Ver.” Ne istediğimi anlayıp çantasından her satırını incelediği kırmızı defterimizi çıkardı. Annem ellerini ağzına kapamış dehşetle bakarken rozetimi gösterir gibi tek elimle fotoğraflarımızın olduğu sayfayı aralayıp önüne tuttum. “Cemre Mirzaoğlu, artık gelinin.” Annem defteri biraz sindirdiğinde kolumun altında büzüşmüş kıza döndüm. “Öp sevgilim kayın validenin elini.” Bu sefer Cemre’nin gözleri dehşetle açıldı. Ne zannediyordu ki? Anneme uyduruktan evlendiğimizi söylesem bu evdeki varlığını yine kabul etmeyecekti. Kolumun altından sıyrılıp anneme doğru hareketlendiğinde oyunumuzu bozmayıp ayak uydurmasına sevindim. “Yok valla öyle değil Ayşe teyze. Yemin ederim değil. Biz sadece bir süreliğine, bak gerçekten ben en kısa zamanda gideceğim zaten.” Hay anasını! Omzunu tutacağıma ağzını tutsaymışım keşke. Boyu kısa dili uzun karım bir çuval inciri berbat edince annem yanıma gelip suratıma bir tane patlattı. “Yazıklar olsun! Beni mi kandıracaktın utanmaz seni.” Yirmi yedimde anne tokadı da bir değişik oluyormuş. Yana düşen başımı burnumu çekerek düzelttim. Annem öfkesinin yarısında bile değildi. “Gözün mü kör kafayı mı yedin! Bu kızdan sana yar olur mu Ömer? İki gün sonra çekip gittiğinde ne yapacaksın?” İki gün sonra asıl ben bu dünyadan çekip gitmiş olacağım be anne. Bu konuşmayı uzatmanın alemi olmadığını gördüğümde Cemre’nin bileğinden tutup odama götürdüm. İki ısırık simit yemişti, karnı açtı ama biraz daha idare edecekti. Şu durumda açlıktan daha önemli sorunlarımız olduğunu biliyordum ama bu da kafama takılıyordu işte. “Sen dinlen, banyoyu kullanabilirsin. Dolabımda temiz havlu var.” Cevabını beklemeden kapıyı üzerine örtüp annemin yanına döndüm. Artık bazı gerçeklerle yüzleşmesinin zamanı gelmişti. Sağlığı iyi değil diye söylemediğim şeyler ayağıma dolanıyordu. Hala salonun ortasında dikiliyordu, onu da kolundan tutup mutfağa yönlendirdim. Benim odama en uzak yerdi. “Ne oluyor, niye mutfağa gidiyoruz, çocuk gibi odalara çekip anneni mi azarlayacaksın?” Yok o yetki bir tek sana verilmiş annem. Hoşuna gitmeyen bir şey yaparsak suratımıza suratımıza tokat at diye. Sandalye çekip oturttuktan sonra kapıyı üzerimize örttüm. Ben de karşısına oturup derin bir nefes aldım. Kendince haklıydı, haklı olmasa bile karşımdaki annemdi benim. Kalbini kırarsam bir daha yolumu bulamazdım üstelik duyacağı şeyler hiç de kolay değildi. Ne diyeceğim diye gözlerini gözlerime dikmiş beklerken sakince sordum. “Anne benim mesleğim ne?” Bu soruya cevap beklemiyordum, o da söylemeye yeltenmedi zaten. “Ne için polis oldum ben? Her gece nereye gidiyorum, gittiğim yerde ne yapıyorum?” Sadece polis olduğumu biliyordu tabi boş boş baktı yüzüme. “Çiçeğimin katillerini yakalamak için değil mi?” Bu zaten çok iyi bildiği bir cevaptı. Sessiz kalmaya devam etti. “Peki çiçeğimin katilleri kimler anne? Sence benim gibi sıradan bir polisin onlarla baş etmesi mümkün mü? Diyelim ki hepsini içeri tıkacak kanıtları buldum. Sence yaptıklarının cezasını ödemek için iki sene içerde yatmaları yeter mi?" Tazelenen acısıyla gözleri dolmuştu. “Ben cevap vereyim, yetmez. Bir genç kızın hayatı bu kadar ucuz olmamalı anne. Çiçeğimi koruyamadım ama başka kızların da kanına girmemeleri için elimden geleni yapacağım.” Annem korkudan titreyen sesiyle nihayet konuştu. “Ne yapmayı düşünüyorsun?” Düşündüklerimi söylesem aklın hayalin durur anne. “Ben bu yola başımı koydum. Düzenli bir hayatım pembe panjurlu evim falan hiç bir zaman olmayacak yani. Sen şimdi Cemre’yi benim kısmetime mani olduğu için istemiyorsun ya, işte benim görüp göreceğim kısmet ancak Cemre gibi bir göçmen kuş olur.” Gözleri dolup dolup taşmaya başlayınca lafımı kesti. “Bana bir kez daha evlat acısı yaşatırsan sana hakkımı helal etmem.” Buruktan güldüm. Görev başında ölüp de şehit olursam o işi kökten hallederiz anacım demedim tabi. “Hayat bu anne, ben nereden bileyim önce kim gidiyor. Öldüm diye de kızmazsın yani.” Oturduğu yerden bu defa omzuma vurdu. “Sus artık yaa! Ağzından yel alsın.” Nihayet yumuşadığında arkama yaslandım. Güzel anam, canım anam konuyu değiştirmek ister gibi yanaklarını kurulayıp konuştu. Sanki o lafı çevirdiği de ben yolumdan döneceğim. “Nasıl verdi adam kızını, hani düğün müğün bir şey diyordu.” “Cemre eve gitmemiş ki, okulun parkında uyumuş. Araba falan yokmuş kapıda. Sabah evine gittim, elime kimliğini verdi.” Elini dizine vurup hayıflandı. “Bu kız sabaha kadar sokakta mı kalmış?” Yaa öyle döversin dizini Ayşe sultan. “Nereye gidecekti anne, elinde telefon yok para yok senin verdiği entariyle?” “Allah vere de başına bir şey gelmemiş Ömer.” Bu vicdan azabı da ona yeterdi zaten. Daha fazla üzerine gitmeden ayağa kalktım. Konuşma benim için bitmişti. “Nereye gidiyorsun?” Arkamdan meraklı meraklı sorunca gülümsedim. “Çay suyu koyacağım izin verirsen, kızın karnı sırtına yapıştı.” Yazmasını düzeltip ayaklanırken şimdi sofrayı donatır benim anam diye düşündüm ama ellerim boş kaldı. “Çağır da yardım etsin, ilk günden eline alıştırma. Gastronotluk okudum demesini biliyor.” Annemin içinden değişik bir annem çıkmıştı sanki. Acaba gerçek evlensem de gelinine böyle mi yapar diye düşünmeden edemedim. “Benim karım değil mi ister elime alıştırırım ister ..” Lafımı tamamlayamadan bacağıma terliği yedim. “Alırım ayağımın altına şimdi edepsiz seni!” Haksızlık ediyordu, o lafı hiç de öyle tamamlayacak değildim ama gıcık olması fena halde hoşuma gittiği için ıslık çala çala çaydanlığı doldurdum. İki gün önce evde ruh gibi gezen annemin eski terlik atan haline dönmesinin şerefine bir de kaşarlı omlet yapmaya karar verdim. -*- Cemre’den, Ömer’in odasında, Ömer’in kişisel eşyaları arasında kendime oturacak bir yer bile bulamadan etrafa bakıyordum. Güya üzerime kapıları örtmüştü ama ev sessiz, duvarlar ince olunca ne konuştularsa hepsini de duymuştum. Nihat müdürünün söylediklerinden sonra bir de annesine anlattıkları eklenince Ömer için iyice kaygılanmaya başladım. Kardeşi ölmüştü madem onun yerine de güzel yaşasaydı, mutlu olsaydı ya. İntikam için kendisini harcamayı göze alarak çok yazık ediyordu. Adalet yerini bulmalıydı tabi ama adaletin bedeli yine Ömer’in canı olmamalıydı. Bu eve göre geniş ama evlatlık olduğum eve göre k.ç kadar odada bir ileri bir geri dolanarak Ömer için ne yapabileceğimi düşündüm. Annesi ile konuşmaları bitmiş, ıslık çala çala mutfakta iş yapma sesleri geliyordu. Acaba çıkıp yardım etsem mi, yoksa gel diyene kadar odada mı beklesem kararsızlık çekerken evin kapısı çaldı. Önce bir tedirgin oldum ama artık gizleneceğim bir şey kalmamıştı. Babam kimliğimi Ömer’e verdiğine göre daha benimle işi kalmamıştı. Adamın canına minnetmiş evden gitmem. Gelen kişi beni ilgilendirmese de kim olduğunu merak ediyordum ki asıl meraklıların sesleri evi doldurdu. Dün Kur’an için gelen Ayşe, Fatma, Hayriye ekibi bu gün de çiftetelliye gelmişti sanırım. Daha kapıdan girmeden sorular sormaya başladılar. Elbette dünkü polis baskını da, bu gün Ömer’in beni binaya omzunda çıkarması da detektörlerinden kaçmamıştı. Zaman geçmedi ki odanın kapısı açıldı. Ayşe teyze dik dik yüzüme bakıyordu. Yemedik oğlunu be teyzem, niye kaynanatöre bağladın ki bir günde. “Misafir geldi, seni soruyor.” Neyimi soruyorlardı acaba, hiç mi kocaya kaçmış kız görmemişlerdi. “Ne yapmam gerekiyor?” Ağzından fosur fosur dua gibi bir şey söyleyip başıyla içeriyi işaret etti. “Gel, hoş geldin de, büyüklerin elini öp.” Gönlün olsun senin yeter ki Ayşe teyzem, sen ister ben onlara twerk bile yaparım. Ardına düşmüş salona doğru yürürken aklıma gelen manzarayla dudaklarımdan bir kıkırtı koptuğunda atmaca gibi yüzüme döndü. “Ne gülüyorsun, komik olan ne?” Anından tipimi toparladım. Neye güldüğümü söylesem kalpten giderdi zavallı kadın. “Hiç, yani şey. Dün oğulları için soruyorlardı ya beni. Bu gün evliyim ona güldüm.” Damarına basar gibi söylediğim şeyi tabi ki komik bulmadı ve arkasını dönüp yürümeye devam etti. Salona girdiğimizde dünkünden de kalabalık bir halay ekibi karşıladı bizi, demek ki mahalle halkı dedikoduyu Kur’an dinlemekten daha çok seviyordu. Şu seküler halimle gözlerimi kısım hepsini ayıpladım. Yüzlerine tükürür bir tipim vardı ama onlar yarabbi şükür demek için hep bir ayaklanarak bana sarılıp tebrik etme yarışına girdiler. En az yirmi kez kucaklandım, el öptüm ve maşallahlandım. Lan biz dün size yalan söyledik hani, bu neyin mutluluğu diye düşünürken içlerinden biri dedikoduya aç ağzını aralayıverdi. “Ayşe hanım, gelinin de Zekeriya Karabay’ın kızıymış. Dün hiç demedin.” Hani bunlar sadece watsap kullanıyordu? Gözlerimi ayırıp kadına dehşetle baktım. Senin bu yaşta Nihat hatip oğluyla mezara doğruyu izlemen gerekmiyor mu teyze? “Dün durumlar biraz karışıktı Sakine, öyle söylememiz icap etti.” Ayşe teyzemin hoşnutsuz sesi ile kadının tüm hevesi kırıldı. “Onu anladık canım, eve polisle geldi adam. Kız reşitmiş Allah’tan.” Ben orada yokmuşum gibi hakkımda atıp tutmalarını izleyeceğime kalkıp twerk yapardım daha iyi. “Nereye kızım?” Size hayatınızın şovunu göstereceğim desem kaçı bayılırdı acaba. “Kahve yapacaktım teyzecim.” Ayşe teyzemin yüzüne kısacık bir gülümseme uğradı sonra hemen silindi. Cevabım hoşuns gitti işte, itiraf et kız. Nereye gittiğimi soran kadına daha bir domestik gülümsedim. “Nasıl alırdınız kahveyi?” Bir ağızdan orta olsun dediler. Yirmi kişiye zaten tek tek şekerli, sade ayırmam mümkün değildi, laf olsun diye sormuştum. “Fincanlar ikinci rafta kızım.” Ayşe teyzem kasıla kasıla yer tarifi yapıp bir de kızım deyince içim bir hoş oldu. Ay ne vardı beni tekrardan sevse. “Bulurum annecim.” E kızım diyene teyze mi diyecektim. Ben daha odadan çıkmadan gelinin anne mi diyor tezahüratları yükseldi, hadi yine iyisin Ayşe teyze. Mutfağa gittiğimde mis gibi kaşarlı omlet kokusu etrafı kaplamış, Ömer de asık suratıyla başında oturuyordu. Beni görünce hemen ayaklandı. “Gel çabuk gel, yiyelim hadi.” Kıyamam komiserime. Omlet tavasının başında beni beklemiş. Hoşuma gittiğini belli etmedim tabi. “E ben kahve yapacaktım içeri?” Bileğimden tuttuğu gibi yanına oturttu. “Bırak şimdi kahveyi, ağzını aç.” Baya da elleriyle ekmek banıp lokma yapmış yemem için bekliyordu. Böyle yaparsan ben sana düşmeden nasıl durayım aslan parçası. Ben tereddüt edince ta dudaklarım kadar getirdi. Mecburen aldım. “Dikkat et yanma.” Lokmayı ağzıma verdikten sonra uyarması daha bir sevimliydi. Koca ekmek parçasını ağzımda döndürmeye çalışırken ayağa kalkıp boğuk boğuk konuştum. “Ben bir yandan başlayayım yapmaya. On yedi kişi saydım üç cezvede ancak pişer.” Ben kalkınca ağzına lokma alıp o da kalktı. “Tamam yardım edeyim, çabuk içip gitsinler.” Tam itiraz edecektim ki demin yumurtaya bandığı elleriyle dolap kapağına uzandı. Lokmamı boğazım yırtıla yırtıla acilen yuttum. “Ömer!” Nerdeyse çığlık attığımda suçlu çocuklar gibi elini hızla geri çekti. “Ne var be! Ne bağırıyorsun?” “Ellerin yağlı, tutma bir yeri.” Baş parmağını işaret parmağını dudaklarına götürüp yaladıktan sonra avucunu açarak bana gösterdi. “Artık temiz.” Hayatımı kurtardı demeyeceğim, deşeceğim kaslı gövdesini şimdi. Burnumdan soluyup dik dik yüzüne bakarken sırıtarak havadaki elini indirip mutfak evyesinde yıkamaya başladı. Gastronomi öğrencisiysen mutfak mabedin gibidir. Hijyen konusunda en ufak falso tüm kariyerine bile mal olabilir. Bu söylediğim Michelin yıldızlı yerler için geçerli tabi, esnaf lokantasındaysan her şey serbest. Dün zaten yaptığım için kahvenin de cezvenin de yerlerini biliyordum. Oyalanmadan işe giriştim ama Ömer komiserim koca cüssesi ile yolumu kapadığı için istediğim gibi hareket edemiyordum. “Ömer! Çekilsene ayağımın altından.” Söylediğim şeyin komikliğini göstermek için üzerime doğru eğildi. Aramızda nereden baksan otuz santim kadar vardı. Elini de kafamın üzerine koyduğunda gözlerimi devirdim. “Tamam dev bey, özür dilerim hadsizlik ettim.” Elini kafamdan çekip duruşunu düzeltti. “Ha şöyle!” Ne kadar da seviyordu boyunu, şımarık hali komiğime gitti. “Şimdi yolumdan çekilir misin rica etsem, işimi yapamıyorum.” “Fincanlara uzanamazsın diye masaya indirecektim ama yolundan çekileyim o zaman ben. Sen de artık merdiven mi dayarsın, sandalyeye mi çıkarsın..” Hakikaten ikinci rafın ön taraflarına uzanabiliyordum ama arkadaki fincanları almak kolay olmayacaktı. Tabi ki gururumu yenip geri adım atmayı düşünmüyordum. Ayak uçlarımın üzerine yükselip parmak uçlarımla arkadaki fincanları yakalamaya çalışırken birden ayaklarım yerden kesildi. Hulk’tan hallice kocam belimden tutup, bedenimi oyuncak bebek gibi havaya kaldırmıştı. Bir yandan hızlı hızlı fincanları toplarken öbür yandan yalandan yere itiraz ettim. “Ayy ne yapıyorsun, alıyordum ben.” “Hadi hadi kolum koptu, al ne alacaksan.” İstediğim sayıda fincanı tezgaha indirince yüzlü yüzlü çemkirdim. “Kaldırmasaydın, ben mi dedim kucağına al diye.” Duymamış gibi arkasını dönüp masaya oturduktan sonra koca bir lokma kaşarlı omleti ağzına tıktı. “Dilin değil elin çalışsın yoksa tembel gelin diye adın çıkar mahallede.” Çıkar mı çıkardı valla. Ben her şeyi bekliyordum içerideki ayaklı gazetelerden. “Sakine teyze babamı tanıyormuş biliyor musun?” Birden dikkatle yüzüme bakıp kısacık düşündükten sonra kaşlarını kaldırdı. “Onun oğlu amatör ligde oynuyor, senin babanın takımına girmek için çok uğraşmıştı. Hatta bütün mahalle toplanıp antrenmanına tezahürat yapmaya gidiyorlardı.” Cezvede kabarmış köpükleri fincanlara pay ederken yüzüne baktım. “Dün tanımamaları çok ilginç o zaman. Babam bensiz antrenman izlemeye hiç gitmezdi ki.” Sonra da eve dönünce Çağla hanımla kavga ederlerdi. Neden atıştıklarını bile anlamazdım ama karısı bana b.kmuşum gibi tiksintiyle bakardı. “Ne oldu?” Ömer’in sorusuyla daldığım kötü anlardan çıkıp yüzüne baktım. “Ne ne oldu?” “Yüzün asıldı.” Ne diyecektim ki şimdi. On dokuz yıl annem sandığım kadından fahişe muamelesi görmüşüm de ruhum duymamış nasıl diyeyim, mecburen belden aşağı vurdum. “Beni mi izliyorsun?” Yarım somunluk ekmeği yumurtayla lokma yapıp ağzıma uzattı. “İzlerim tabi, bakıyorum güzel yapabiliyor musun diye.” Hala havadaki elini işaret ettim. “Çok büyük, alamam öyle.” Lokmayı ikiye bölerken söylenmeyi ihmal etmedi. “Kuş musun kızım sen, şu kadarcık şeyi yiyemiyorsun.” İkiye böldüğü lokmanın yarısını kendi ağzına tıkıp öbür yarımı uzattı bu sefer. İtiraz etmeden alıp işime döndüm. Nihayet birinci posta kahveler hazır olmuştu. Suları da hızlı hızlı doldurup dikkatle salona yürüdüm. Ben kapıdan girdiğimde derin bir sessizlik oldu. Hakkımda konuşmalarını anlıyordum ama bu kadar tuhaflaşmalarını anlayamıyordum. Bir iki tanesinin elinde telefon beraberce bakıyorlardı. Hakkımda arama yaptıklarını tahmin ettiğim içim istifimi bozmadan kahveleri servis etmeye başladım. Ayşe teyzenin az evvel hafiften gülen yüzü resmen morarmış, bana öldürecek gibi bakıyordu. Üç aşağı beş yukarı ne gördüklerini tahmin ettiğim için derin bir nefes alıp işime devam ettim. Oğlunu bizim takıma sokamayan Sakine dayanamadan elindeki telefonu yüzüme tuttu. “Kocaya kaçmana sevgilin ne diyor gelin hanım?”

Great novels start here

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD