Elleri ceplerinde, kalçasını arabasının kaputuna yaslamış öylece sokağın ortasında dikiliyor, baş düşmanının penceresini görmeyen gözlerle izliyordu. İnin cinin bile top oynamayı bırakıp kavuğuna çekildiği bir saatte sokağın orada öylece dikilip ne yaptığını kendisi de bilmiyordu. Uygarların evinden çıktıktan sonra saatlerce avare avare dolanmıştı. Deniz kenarına gitmiş, taşların üzerinde oturup genzini yakan tuzlu kokuyu derin derin solumuş, zihnindeki kargaşayı yatıştırmaya çalışmıştı. Olmamıştı. Olmayınca bu sefer semtin en işlek caddesinde, kalabalık insan sürülerinin arasında kendi gerçekliğinden kaçmaya çalışarak tekelden aldığı çekirdeği çöktüğü ahşap bankta çıtlarken insanları izlemişti ancak yine olmamıştı. Sonra bir bara girmiş, biraz içmiş, yüksek sesin düşüncelerini bastırmasını umarak birbiriyle ayaküstü sevişen akranlarını bir eli çenesinde bıkkın bakışlarla izlemiş, hayatın ne kadar da boş olduğuna yönelik engin düşüncelerle zihnini oyalamaya çalışmıştı. Çıkmış, ayılmak için sahil kenarında bir kafeye oturup sert bir kahve içmiş, tanıdık olan garsonlarla havadan sudan sohbet etmişti. Lakin sohbet ederken bile tüm düşüncelerinin Arslan'da olduğu gerçeğiyle sonunda pes etmiş, kalkıp sokağına gelmişti. Ve işte şimdi buradaydı. Evinin önünde, bir türlü içeri girmek istemeyen ayaklarının zorlamasıyla öylece yolun ortasında duruyor, esmerin camını izliyordu.
İçine göğsünü şişiren derin bir nefes çekti. Yüreği kabına sığmıyor, göğsünün kaba etini sıkıştırıp duruyordu sanki. O sebeple aldığı nefesler o sıkışıklığı aşıp ciğerine ulaşmıyordu. Rezil bir haldeydi.
Ellerini yüzüne kapayıp, haline acı bir alayla güldü. "Ne yapıyorum ben amına koyayım?" diye kendi kendine fısıltıyla söylendi. "Liseli ergenlere döndük iyice."
Bilmiyordu. Neden orada durduğunu, neden evine giremediğini, ne yapmak istediğini ve neden ne yaparsa yapsın gözlerini o karanlık pencereden çekemediğini bilmiyordu. Bildiği tek şey göğsünde her geçen saniye büyüyen telaş ve korkuydu. O bunaltıcı his, Seher'in Arslan'a ulaşmaya çalıştığını duyunca katmerlenmiş, başka bir şeye evrilmişti. Kaybetme korkusuna...
Hiç sahip olamadığı bir şeyi kaybedebilir miydi sahi? Hiç kavramadığı bir şey, parmaklarının arasından usulca kayıp gidebilir miydi? Gidemezdi. Hiç sahip olmadığın bir şeyi kaybedemezdin. Lakin göğsündeki his tam olarak buydu. Kaybedeceğini hissediyordu. Hiç sahip olamadığı bir şeyi kaybedecekti.
Bir şey... Kendi içindeki bilinmezliğe alaylı bir nefesle güldü. Kaybedeceği şeyin ne olduğunu bile bilmiyordu. Aşk, tutku, çekim, hoşlantı... Bu içine sığdıramadığı sikik duygunun bir ismi bile yoktu ve Gökmen yine de kaybetmekten korkuyordu. Zira kaybedeceği o şey her neyse göğsünde derin bir yaraya, doldurulamaz bir boşluğa sebebiyet verecekti. Bunu tüm iliklerinde hissediyordu.
Arslan, insanın ruhunda en derin yaraları hiç yaşanmayacak yarınların açtığını söylemişti. Daha o sözün üzerinden bir gün geçmemişti lakin Gökmen şimdiden yaralı hissediyordu kendini. O yüzdendi ya arkasını dönüp de evine bile giremeyişi. Dönüp gitmek, önce evine sonra sıcak yatağına girmek istiyordu. Düşüncelerinin Arslan'dan soyutlanmasını istiyordu. Lakin bedeni direniyordu. Gökmen her dönüp gitmek isteyişinde onu olduğu yere mıhlıyor, neyi kaybedeceğine; daha doğrusu neye asla sahip olamayacağına bir kez daha bakması için onu zorluyordu.
Kafasını yavaşça ayaklarına doğru indirip, ellerini ensesinde birleştirdi. Titreyen mavi hareleri ayakkabısının uçlarına dokunurken, "Yapamam." diye fısıldadı. "Ona gidemem."
Daha önce hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Daha önce hiç böylesine kendine yenilip, kendine direnmemişti. Daha önce hiçbir şeyi bu kadar çok istememişti.
Gözleri engel olamadığı bir şekilde bir kere daha Arslan'ın penceresini buldu. Bir nefes kadar uzağındaydı. Tek yapması gereken birkaç adım atmaktı. Zihni, Arslan'ın sözleri, Arslan'ın elinin üzerindeki dokunuşları, parmaklarının arasındaki uyluğun geride bıraktığı sıcaklık, dudaklarına vuran ferah nefeslerin sebep olduğu karıncalarla bir kez daha bulanınca sertçe yutkundu. Buna direnemezdi. Bu arzu, bir insanın direnebileceği bir şey değildi. Hele de Arslan ona bütün kapılarını sonuna kadar açmışken...
Dişleri birbirine geçti. "Sikerim, ne olacaksa olsun amına koyayım!" diyerek bir anda harekete geçti. Vazgeçmekten korktuğundan belki de adımları hızlı ve tereddütsüzdü. Caddeyi aştı. Karşı evin bahçe kapısına ulaştığında sessiz olmaya çalışarak demir kapının mengenesini kaldırıp içeri girdi. Kapıyı arkasından aynı özenle kapayıp, mengeneyi yerine oturttuktan sonra gözleri bahçenin sağ tarafında, dalları Arslan'ın odasına doğru kıvrılan ağaca döndü. Neden böyle bir aksiyona giriştiği konusunda bir fikri yoktu. Esmeri arayıp aşağı da çağırabilirdi ama yeltenmemişti bile. İçten içe onu afallatmak, yüzünden eksilmeyen o çokbilmiş sırıtışı söküp atmak istiyordu.
Birilerinin uyanık olma ihtimaline karşı eğilerek hızlıca ağacın altına adımladı. Asırlık meşe ağacının pürüzlü yüzeyini alıcı gözlerle süzüp, basabileceği çıkıntıları keşfettikten sonra derin bir nefes alıp verdi. Kalbi göğsünü şiddetle dövüyor, karnı heyecanla kasılıyor, parmakları seğiriyordu. Düşerse, bütün evi başına toplayabilir ve yüksek ihtimal birkaç hafta önce kıl payıyla kaçırdığı kurşunları alnının çatına yiyebilirdi. Bu düşünceyle gerginlikle terleyen avuç içlerini pantolonuna sürtüp, "Kötüyü çağırma salak herif!" diye kendi kendine yükseldikten sonra son kez derin bir nefes alıp verdi ve ağaca tırmanmaya başladı. Gövdeyi aşana kadar soğuk terler döktü. Sonunda kalın bir dalı kavrayıp, kendini yukarı çekmeyi başardığında kan ter içindeydi. Ancak biraz önceki tedirginliği uçmuş yerini özgüvene bırakmıştı.
Sokak lambasının sağladığı azıcık ışığın rehberliğinde temkinli bir şekilde o daldan o dala yükselerek, sonunda üst katın balkonunun demirleriyle yüz yüze geldi. Şimdi tek yapması gereken uca doğru adımlamak ve demire tutunmaktı. Lakin balkon demirlerinin diğer tarafında gördüğü sıkı uyluklarla bir eli üzerindeki dalda, sırtı ağacın kalın gövdesine yarı yarıya yaslı öylece kalakaldı.
"Gece gezmesine mi çıktın Gökkuş?" diyen hafif alaylı sesle mavi hareleri ağır ağır bacakları tırmandı. Esmerin korkuluğa yaslı dirseği, ardından avucuna yaslanmış çenesi, kapalı bir gülümsemeyle kıvrılmış dudaklarını geçip ela harelerine vardığında kalbi çoktan göğsünü dövmeye başlamıştı.
Şaşkın mavileri, Arslan'ın ay ışığında parlayan keskin elalarında tutuklu kaldığında sertçe yutkundu. Kupkuru kalmış aralık dudaklarını diliyle ıslatıp, " Niye uyanıksın sen?" dedi suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi bakışlarını kaçırırken.
Tepkisi Arslan'ın daha geniş sırıtmasına neden oldu. Oyuncu bir tavırla kafasını bir yana eğdi. "Uyku tutmadı. Sen niye buradasın? Yine kafayı bulup yanlış eve mi dadandın?"
Gökmen'in bakışları kaçak bir hamleyle onunkilere dokundu. Esmerin dudaklarındaki memnun gülümseme gerisin geriye ağaçtan inmek ve öne atılıp o ince dudakları kavramak arasında gidip gelmesine sebep oldu. Boştaki eliyle saçlarını huysuzca karıştırdı. Ağacın tepesinde yakalanmak bir miktar utanmasına sebep olmuştu.
"Yok, ev doğru da... benim de pozisyon pek tutmadı." diye homurdandı.
Esmerin kıkırtısı kulaklarını doldurunca mavi hareleri onu buldu. Bu yüzleşmeyi hiç böyle hayal etmemişti. Resmen ava giderken avlanmış gibi olmuştu. Ulan daha psikolojik olarak kendini bu karşılaşmaya hazırlayamamıştı bile. Daha kendini balkona atacak, bir süre orada pratik falan yapacaktı!
"Gülme, ağzına sıçarım." dedi bozulmuş sesini saklayamadan.
"Oğlum sabahın üçünde ağacımın dallarına konmuşsun, bir de pozisyon tutmadı diyorsun." dedi esmer gülmeye devam ederken.
Gökmen, kafasını onun aksi yöne çevirip dudaklarını kemirdi. Hakikaten gülünecek bir pozisyondaydı. Arslan'ı gecenin köründe ağacın dallarında yakalasaydı muhtemelen bütün sokağı çınlatan kahkahalar atarak onunla dalga geçerdi.
"Ne yapsaydım amına koyayım? Kapıdan mı gelseydim?" diye homurdandı.
"Telefon diye bir icat var sarı. Hani böyle insanları aramaya yarıyor falan." dedi esmer kıkırtıları durulmuş, lakin yüzünde geniş bir gülümseme asılı kalmıştı. Öyle ki gözlerinin içi bile o gülümsemeyle ışıldıyordu.
Gökmen bir omuzunu silkip, "Namımıza uygun giriş yapalım dedik, abartma." dedi aynı bozulmuş ve memnuniyetsiz sesle.
Arslan onun bozulmuş tavrı ve sürekli kuş demesine atıfta bulunuşuyla tekrar kıkırdamaya başlayınca, sarışın olan utancının getirisiyle sinirlenmeye başladı. "Kes lan gülmeyi, milleti uyandıracaksın." diye yükseldi. Arslan iki büklüm olarak kıkırdamaya devam edince, kızarmış yanaklarını karanlığın saklayacağını umarak ağzının içinde homurdanarak kendini fevri bir hareketle öne attı. Esmerin kıkırtısı anında kesilip, gözleri korkuyla büyüyerek ona doğru atılsa da, beklenen olmadı ve Gökmen kafa üstü yere çakılmadı. Elleri balkon demirini sıkı sıkı kavradı, ayakları güçlükle de olsa demirlerin altındaki ince boşluktan betona tutundu.
Demire sıkı sıkı tutunan ellerinin bilekleri Arslan tarafından refleksle yakalanırken, bir anda kendini esmerle burun buruna buldu.
İkisinin de gözleri büyümüş, ikisinin de kalbi korkuyla kasılmıştı. Bir süre ikisi de donup kaldı. Verdikleri hızlı, sıcak ama korkulu soluklar birbirlerinin dudaklarına vururken, birkaç saniye, hissettikleri ani korku bedenlerini terk edene kadar öylece durdular. Sonunda kendine ilk gelen Arslan oldu. Esmer delikanlı, titrek bir nefes verip, alnını sarışının omzuna düşürdü. Az daha kalpten gidecekti.
"Kafayı yedirteceksin bana sonunda." dedi titrek bir sesle. "Bir işin de doğru olsun lan!"
Omzuna yaslanan alınla Gökmen'in adem elması sertçe oynadı. Ani korkuyla hızlanan nabzı, şimdi başka bir sebepten düzene girmeyi reddederken titreyen elleriyle demiri var gücüyle sıkıştırdı. Diliyle alt dudağını yoklayıp, "Sinirlerimle oynayıp durmasan ikimize de hiçbir şeycik olmaz aslında." diye mırıldandı.
Arslan içli bir nefes alıp verirken kafasını yavaşça kaldırdı. Tedirgin mavilerle buluşan elalarında garip bir parlaklık vardı. Gözleri sarışının yüzünü turladı. Aralık dudaklarında bir süre duraklayıp, büyümüş mavilerine ulaştı.
Bakışı Gökmen'in içini gıdıkladı. Pozisyonları o kadar absürttü ki ne tepki vereceğini şaşırıyordu... Yani bir demirin iki tarafında yarı sarılır bir pozisyonda öylece duruyor, sanki tek bir dikkatsiz hareketle zemini boylamayacakmış gibi bir rahatlıkla konuşuyorlardı.
Arslan'ın dediği gibi tek bir işi doğru değildi.
Bir süre ikisi de konuşmadı. Bir demirin iki farklı tarafında, Arslan'ın soğuk elleri bileklerine sıkı sıkı tutunmuşken, sıcak nefesleri tüylerini ürpertirken öylece birbirlerine baktılar. Sonunda ikisi de anın içine çekildi.
"Neden buradasın Gökmen?"
Arslan, Gökmen'in bir karar verdiğinden, sonunda ona geldiğinden emin olmak istiyordu. Saatler önce sergilediği kıskançlık, dakikalarca uyluğunu okşayan parmaklar emin olması için yeterli değildi. Gecenin köründe balkonuna tırmanmış olması yeterli değildi. Net bir cevaba ihtiyacı vardı.
Sorusu Gökmen'i hazırlıksız yakaladı. Ne cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Ne onunla bir ilişki istiyordu, ne de ondan uzak kalmayı. Yalnızca onu istiyordu lakin bunu kelimelere nasıl dökeceğini bilmiyordu. Buraya tırmanırken niyeti esmeri gafil avlayıp, dudaklarına kapanmak; konuşmadan, tek bir sözcük söylemeden istediğini almaktı. Dudakları birkaç kez açılıp kapandı. "Ben..." dedi lakin gerisini getiremedi. Neden bu kadar zordu? Onu istediğini söylemek neden bu kadar zor olmak zorundaydı? Başka biri olsaydı, yoldan geçen bir yabancı mesela, hiç çekinmeden pata küte söylerdi. Ama karşısındaki Arslan'dı işte.
Arslan, onun zorlandığının bilincinde bıkkın bir nefes verdi. Lakin pes etmedi. Net bir cevap duymadığı sürece Gökmen'i buyur etmeyecekti. Bu sefer değil. Şimdi onu içeri alırsa, evini talan etmesine engel olamazdı. Evini talan edip sonra çekip giderse Arslan uzunca bir süre onun arkasında bıraktığı dağınıklıkla baş edemezdi. O yüzden onun ağzından duymalıydı. İstediğini, her şeyi göze aldığını ve ona geldiğini...
Ona biraz cesaret vermeyi umarak, yüzünü ona biraz daha yaklaştırdı. Alınları hafifçe birbirine yaslanırken, "Bir cevaba ihtiyacım var Gökmen. Net bit cevaba. Ben sana cevabımı verdim, sıra sende." diye fısıldadı.
Gökmen sertçe yutkundu. Aralık dudaklarıyla, biraz ötesindeki aralık dudaklara hızlı soluklarını bırakırken, "Ne dememi istiyorsun?" diye fısıldadı.
"Söyledim, neden burada olduğunu duymak istiyorum." dedi Arslan elinin altında bilekleri bilinçsizce parmak uçlarıyla okşarken. Sarışının hızlı nabzını parmaklarının ucunda hissetmek karnının kasılmasına sebep oluyordu.
Gökmen'in mavileri bileklerindeki ellerden Arslan'ın elalarına çıktı ağır ağır. Sertçe yutkundu. Ne istediğini biliyor, lakin kendi içinde bile söyleyemiyordu. Dudakları birkaç kez açılıp kapandı ancak söyleyemedi.
Arslan'ın ise bakışları bir cevap alamadan geçirdiği her salisenin sonunda biraz daha sertleşti. Gökmen'in gözleri de yumuşaklığını kaybeden o bakışlarla telaş emareleriyle doldu taştı. Bileklerini sıkı sıkı tutan ellerin tutuşu önce gevşedi, sonra soğuk eller sıcak tenini terk etti. Sarışın olan düşmekten korkarak demire daha sıkı tutunurken, Arslan bir adım geri çekildi. "Evine git sarı. Senin bana niyetin yok besbelli. Siktir et, zorlamayalım." dedi Gökmen'in göğsünü sızlatan bir sesle.
Apışıp kalmış sarışın dağılmış bir ifadeyle öylece ona bakarken, esmer delikanlı geri geri adımladı. "Yolu biliyorsun, çıktığın gibi inersin artık." diyerek sırtını dönüp açık balkon kapısından içeri girdi.
Gökmen bu sefer harekete geçmek için beklemedi. Yetmişti artık. Yediği postanın haddi hesabı yoktu. Sürekli lafı gediğini koyup, sırtını dönüp gidemezdi. Yoktu öyle dünya!
Hızla bacaklarını balkon demirlerinden geçirip kendini içeri attı. Büyük, hırslı adımlarla esmerin girdiği balkon kapısından girdi. Odanın kapısını açarak, Gökmen evinin kara sularından siktir olup gidene kadar banyoda oyalanmayı düşünen esmer delikanlı onun çıkardığı gürültüyle arkasına döndü. Döndüğü gibi yakalarından kavranmış, sırtı gürültüyle odasının ahşap kapısına çarpılmıştı. Bir eli refleksle yakalarına sarınmış elin bileğini yakalarken, gözleri sırtında hissettiği acıyla kapanmış, dudakları acı bir sızlanma için aralanmıştı.
"Kolay mı sanıyorsun lan? Tüm bu sikik duyguları kabullenmek bile bu kadar zorken, söylemek kolay mı sanıyorsun? " diyen sarışının titreyen öfkeli sesiyle refleksle kapadığı gözlerini araladı. Gördüğü çaresiz ifadeyle öfkelenmeye meyleden yüz kasları anında gevşedi.
"Gökkuş..." diye fısıldadı içli bir nefes eşliğinde.
"Değil amına koyayım işte!" diye gürledi Gökmen, onun seslenişini umursamadan. Boğazında kocaman bir yumru vardı. Ağladı ağlayacaktı. Esmerin sırtını dönüp gidişi, onu öyle çaresiz bırakışı bu sefer fena koymuştu. Sanki açtığı tüm kapıları bir bir suratına kapayacakmış gibi hırsla bakışı onu korkutmuş, canını acıtmıştı. Bırakıp gidemezdi. O kapıları yüzüne sırf hislerini dillendiremiyor diye çarpamazdı. Gelmişti işte. Ona gelmişti. Koca bir caddeyi aşmış, asırlarca iki ailenin kiniyle serpilmiş koca dalları tırmanmış ve ona gelmişti.
"Söyleyemiyorum oğlum işte." dedi kırılan sesiyle. "Söylemesem de görüyorsun sen. Niye zorluyorsun beni?"
Arslan'ın içi gitti. Şimdi onun da boğazında dikenli bir yumru vardı. Sertçe yutkundu. Elleri yakasına yapışmış titreyen elleri buldu önce. Parmakları o gece ikinci kez sarışının bileklerini dolandı. Başparmakları bilek içlerini sakinleştirmeye çalışır gibi okşarken,
"Görüyorum." diye fısıldadı. "Sorun yok Gökkuş, ben seni görüyorum."
Gökmen'in titreyen, dolmaya yüz tutmuş gözbebekleri elalarına tutundu. Orada gördüğü şefkat içini titretti. Kasılmış omuzları yavaşça düştü, rahatlamış bir nefes verdi. Alnı gücü çekilmiş gibi esmerin alnına yaslanırken titrek bir nefes saldı aralık dudaklarından.
"Bir daha sırtını dönüp gitme." diye fısıldadı. "Yemin ederim çıldıracak gibi oluyorum."
Sözleri Arslan'ın dudaklarının kıvrılmasına sebep oldu. "Gitmem." diye fısıldadı onun gibi yoğunlaşmaya başlamış bir sesle.
Bir süre ikisi de sesini çıkarmadı. Birbirlerinin nefesleri dudaklarında can verirken anın yoğunluğu gelip omuzlarına çöktü.
Üzerlerindeki hava ağırlaştı, çatırdadı. Gökmen bilinçsizce Arslan'a sokuldu. Sıcaklığıyla sarmalandığında bir titrek nefes daha verdi. Yüreği çok ağırdı. Tıka basa doluydu sanki de saldığı nefeslerle rahatlayacaktı. Hala yakasına sarılı elinin tutuşu sertleşti. Arslan'ın beyaz tişörtü parmaklarının arasında buruştu, burnunu yavaşça esmerin burnuna sürttü. İçine derin bir nefes çekip, kokusunu soludu. Olduğu yerde titredi.
"Ne yapıyoruz lan biz? Nasıl bir şeyin içine atıyoruz kendimizi?" dedi titrek bir sesle.
Arslan ise titreyen o mu, yoksa kendi mi artık ayırt edemedi. Sertçe yutkundu. Dudaklarına vuran sıcak nefeslerle tüm bedeni sızladı. Burnuna sürtünen burun, ciğerlerine dolan tanıdık ama bir o kadar yabancı koku, tenini yakan sıcaklıkla sonunda iradesinin kalan bütün kırıntılarını, tüm direncini verdiği nefesle uğurladı. "Nefes alıyoruz Gökkuş." diye fısıldadı. Nefes alıyorlardı. Haftalar sonra ilk kez rahat, kesintisiz ve sancısız bir nefes...
Anın yoğunluğuyla koyulaşmış sesi sarışının uğuldayan kulaklarını aşıp göğsünü ağarttı. Gökmen'in mavileri aralandı. Gözleri önce esmerin koyulaşmış elalarını düştü, sonra ağır ağır kendisininki gibi aralık, hızlı soluklar bırakan dudaklarına, ardından tekrar elalarına, sonra tekrar dudaklarına...
Esmerin gözleri de onun adımlarını takip etti. Gözleri aralık dudaklarda takılı kaldı. Nefesleri sıklaştı. Karnı istekle kasıldı. Sarışının bileklerini kavramış elleri hızlı hızlı atan kabarık damarları okşarken, aralık dudaklarını sanki ikisine de işkence çektirmek istiyormuş gibi aralık dudaklara yanaştırdı. "Nefes alalım. Derin bir nefes..." diye tekrar etti kendini. İhtiyaç duyduğu nefes o dudaklardaydı. Bir öpücükle ciğerleri sonunda oksijenine kavuşacaktı.
Gökmen, aynı anda aynı şeyi düşündü fark etmeden. Saf, yoğun bir ihtiyaçla tüm bedeni sızladı. Dudakları zonkladı. Transa girmiş gibi bir an için Arslan'ın dudaklarından çekemedi. O dudaklar verecekti ona ihtiyacı olanı. Yavaşça aradaki kalan mesafeyi kapadı. Göğüsleri birleşti. Dudaklarını yavaşça esmerin dudaklarına sürttü. "Nefes alalım." diye yankıladı onu yoğun bir sesle. Temasla dişlerini sıktı. İçinden akıp giden sıvı, karnındaki kelebekleri çıldırttı.
Gökmen'in dudaklarının temasıyla titreyen Arslan, minik bir inilti bıraktı. Çektiği işkenceden inanılmaz bir haz alarak aynı hareketi tekrarladı. Islak dudaklarını yavaşça hafifçe aralık dudakların alt lobuna sürttü. Nefesini ağır ağır dudaklarına bıraktı. İşte buydu. Şimdiden bütün hücrelerinin oksijene boğulduğunu hissediyor, yaşamın damarlarında çağladığına şahit oluyordu.
Sarışın delikanlı durduğu yerde titreyip ona biraz daha sokuldu. Bir bacağı bacaklarının arasına girdi. Bir uyluğu kasıklarına yaslandı. Arslan daha fazla dayanamadı. Parmakların arasındaki bilekleri sertçe sıkıştırıp, ellerinin altında mahvolan delikanlının alt dudağını sertçe, aç gözlü bir hamleyle kavradı. Burnundan derin bir nefes çekerek, dudaklarının arasındaki titreyen sıcak ve nemli
dolgunluğu sertçe ama ağır ağır emdi.
Bir an önce ilk teması gerçekleştiren Gökmen ona karşılık veremedi. Zira hissettiği yoğunlukla nasıl başa çıkması gerektiğini bilmiyordu. Böyle hissettireceğini hayal edememişti. Bu kadar fazla, bu kadar ağır olacağını ön görememişti. Haftalardır bunu bekliyordu. Sonunda istediğine ulaşmıştı. Omuzlarından kocaman bir yük kalkmış gibi rahatlamış bir nefes vermekten ötesine gidemedi. Yalnızca, tüm canı dudaklarında toplanmışken ve Arslan canını dudaklarıyla yakarken öylece durmak, ne yapmak istiyorsa onu yapmasına izin vermek istiyordu.
Esmer delikanlı öyle de yaptı. Canını yavaş yavaş acıttı, nefes nefes ondan çaldı. Kavradığı alt dudağı dilinin ucuyla okşadı. Bir inilti duyuldu, lakin sesin sahibi kimdi ikisi de bilmiyordu. Sonra ağır ağır bıraktı, ilgisiz kalan üst dudağa tırmandı. Gökmen'in ayarsız nefesleri ıslanan dudaklarını ürpertirken bir kez daha sürttü dudaklarını sarışının dudaklarına. "Karşılık vermeyecek misin?" diye fısıldadı koyulaşmış sesiyle, dudaklarını bir milim uzaklaştırmadan.
Her heceyi dudaklarında hisseden sarışın hissettiği yoğunlukla sulanan gözlerini yavaşça araladı. Dudaklarına dikili ela hareler gözlerini bulunca ağlamak isterken buldu kendini. Boğazını yuva bellemiş yumruyu yutmayı umarak sertçe yutkundu. Sanki elalar içindeki tüm kaosu, heyecanı ve hazzı görüyormuş gibi bakışlarını kaçırıp, nemlenmiş dudaklarına indirdi. Arslan'ın yakasında yumruk halinde duran parmaklarını çözdü. Ellerini, esmerin ellerinin soğukluğuna tezat sıcak tenini keşfede keşfede yukarı sürüdü. Parmakları önce çene hattını okşadı, ardından ensesine sokuldu.
Arslan, Gökmen'in yüzündeki dağılmış ifadeyi zihnine kazımak ister gibi gözünü kırpmadan onu izleyip, sabırla bekledi.
Gökmen'in mavileri ağır ağır tekrar gözlerine tırmanınca özlemle iç geçirdi. Sanki tüm ömrünü mavi harelerin ona böyle bakmasını bekleyerek geçirmiş gibi bir kavuşma hissiyatıyla sarmalandı. Gökmen'in bileklerinden kopan elleri yerini biliyormuş gibi sarışının belini kavradı.
Ve Gökmen başparmakları esmerin boğazını usul usul okşarken, onun her heyecanlı yutkunuşunu parmaklarının arasında hissederken ondan istenileni acele etmeden gerçekleştirdi. Titreyen dudaklarıyla öpücüğünü bekleyen dudakları kavradı.
Yavaş, ağır, uzun ve sancılı bir öpücüğün ilk adımıydı.
Ağır ağır dolandı dudakları birbirinin üzerinde. Her öpücüğün arasına ihtiyaçla solunan nefesler, minik iniltiler karıştı. Etraflarını sarmış ağır hava git gide daha da ağırlaştı ve sonunda aklın ipleri o ağırlığın atlında ellerinden kayıp gitti. Sarışının tırnakları esmerin ense köküne sürtündü. Esmerin bir kolu sarışının belini sıkı sıkı sarmaladı. Kasıkları birbirine yaslanırken, Arslan bir anda yerlerini değiştirip Gökmen'i kapıyla arasına aldığında işin rengi yavaşça değişmeye, tonunu bulmaya başladı. Şimdi hareketleri rengine uygun; daha hoyrat, daha vahşiydi.
Öpücük git gide derinleşti. Dilleri birbirine dolandı. Dişleri tadını daha keskin almak istiyormuş gibi birbirinin dolgunluklarını sıra sıra çekiştirdi. Gökmen'in bir eli Arslan'ın kara tutamlarının arasına karıştı. İçten içe sonunda o tutamların parmaklarına nasıl hissettirdiğini artık biliyor olmanın tatminini hissetti. Bu tatmin hissi onu daha da hırçınlaştırdı. Parmaklarının arasındaki saçları sertçe kavrayıp, dudaklarının arasındaki dudakları dişleriyle hırpaladı. Arslan'ın bıraktığı iniltiyle, bir eli acele etmeden esmerin kalçasına indi. Onu kendine doğru çekip, sertçe kasıklarına bastırdı.
Kasıkları birbirine yaslandığında Arslan neredeyse ağzının içine hırladı. Bir eli Gökmen'in çenesini boynuyla birlikte kavrayıp, onu arkasındaki kapıya, kendisini ise ona daha sert yasladı. Sarışını resmen bedeniyle ezdiğinin bilincinde ve bu gerçekten inanılmaz bir haz duyarak daha sert öptü onu. Elleri ağır ağır kalçalarına indi. Altındaki siyah kotun sakladığı dolgun kalçaları iki eliyle sıkıştırıp, belini kendine doğru çekerek kasıklarını birbirine sertçe çarptı. Bir kez daha bir inilti duyuldu, lakin sahibi hala muammaydı.
Arslan, ellerinin arasında her geçen saniye daha çok titreyen ve dağılan sarışını kendine doğru çekerek kapıdan uzaklaştırdı. Küçük adımlarla üzerine yürümeye başladığında Gökmen jöle kıvamındaki bacaklarıyla nereye gittiklerini umursamadan ona ayak uydurmaya çalıştı. Zaten bütün odağı dudaklarının arasındaki dudaklar, damağına sürtünen dil ve dudaklarına batan sivri azı dişlerindeyken nereye gittiklerini çok da umursayacak halde değildi. Biraz sonra kalçası sert bir şeye çarptı. Esmerin elleri uyluklarına indi ve beklemediği bir anda havalandı. Bir masanın üzerine oturtulduğunu hayal meyal kavradı. Bacaklarını bilinçsizce aralayıp, esmeri belinden tutup kendine çekti. Daha fazla temas, daha fazla dokunuş o an hayata tutunma sebebiydi. Doya doya nefes alıyordu ancak yine de yetmiyordu.
Öpüşme uzadıkça uzadı. Sanki dudaklarının arasında bir mıknatıs vardı. Biri geri çekilmeye çalıştıkça diğeri öne atılıyor ve dudakları dakikalar önce başladıkları savaşa ara vermeden devam ediyordu. Sanki haftalar değil de yıllarca hasret kalmışlardı birbirlerine. Yıllarca yolunu gözlemiş, yıllarca bu dudakların hayalini kurmuş bir açlık vardı üzerlerinde.
Gökmen, daha önce birini bu kadar uzun süre öptüğünü ve o öpücüğün her salisesinden böylesine bir haz duyduğunu hatırlamıyordu. Her temasta ölüyor, her nefeste tekrar diriliyordu. Kalbi göğsünü şiddetle hırpalamaya bir saniye ara vermiyordu. Elleri Arslan'ın her yerindeydi. Bazen kalçasına inip sıkıştırıyor, bazen sırtına tırnaklarını geçiriyor, bazen sakallı yanağını okşuyor, bazen boğazına sarılıyordu. Arslan'ın ellerinin yeri ise belliydi. Belini hemen sahiplenmişti elleri. Sıkıştırıyor, okşuyor, sinsice tişörtünün içine kayıp sıcak tenini soğuk elleriyle dağlıyordu.
Sonunda burunlarından aldıkları ayarsız soluklar yetmeyince, Gökmen'in dudakları yavaşça doyamadığı ve o an asla doyamayacağına emin olduğu dolgunlukları terk etti. Ancak uzaklaşmaya niyeti yoktu. Esmerin saçlarının arasındaki eliyle sertçe başını geriye yatırmasına sebebiyet verdi. Dudakları ıslak bir sesle ayrılırken, Gökmen'in aç ve doyumsuz dudakları esmerin önce çenesine oradan boynuna doğru ağır ağır ilerledi.
Arslan ise soluk soluğa gözlerini kapayıp, sarışının boynunu keşfetmesine, kendinden izler bırakmasına izin verdi. Heyecandan kupkuru kalmış boğazını yutkunarak ıslatmaya çalışırken hareketlenen adem elması Gökmen'in ağzına misafir olunca dişlerini sıkıp inledi. Islak dudaklar adem elmasından gırtlağına doğru bir hat çizerken dudaklarını aralayıp, derin soluklarla nefesini düzenlemeye çalıştı. Dağılmış, bütünleşmiş ve tekrar dağılmıştı. Ve şimdi sarışının dudakları dudaklarını terk etmişken nasıl tekrar toparlanacağı konusunda bir fikri yoktu.
Sarışın delikanlı boynunda çıktığı kısa keşfi tamamlayıp, dudaklarını omuzlarına bırakarak soluklanmaya çalıştığında, boynuna bıraktığı hızlı nefeslerle bir kez daha titredi. Saçlarını çekiştiren eller ense kökünü okşayarak ona merhamet ederken, alnını Gökmen'in hızla yükselip alçalan omzuna bıraktı. Dilini dudaklarında gezdirip, ondan arta kalan tadı yudumlandıktan sonra keyifle kıkırdadı. Sanki yalnızca öpüşmemiş de birkaç tur sevişmişler gibi hissediyordu.
Onun kıkırtısıyla, omzuna misafir olmuş dudaklar teninin üzerinde kıvrıldı. "Gülme." diye mırıldandı Gökmen, boğuklaşmış sesiyle. O da sarhoş gibi hissediyordu kendini. Tüm uzuvları ancak özellikle dudakları sızım sızlıyor, sıcaklıkları birbirine karışmaya devam ettikçe titremeye devam ediyor, hala esmerin kasıklarına yaslı olan şişmiş kasıkları cayır cayır yanıyordu. Arslan muhteşem öngörü yeteneğiyle onu bu masaya oturtmamış olsa çoktan yeri boylamış olurdu. İlk öpücüğünü almış bir ergen gibi bacakları bile tutmuyordu.
Sarışının mırıltısıyla esmer delikanlı dudaklarında asılı kalmış bir sırıtışla iç çekti. Alnını çekip, hemen ardından burnunu yasladı Gökmen'in omzuna. Kokusunu derince solurken, "Sen iste yeter ki, ömrü billah somurturum ben Gökkuş." diye fısıldadı.
Sözleri Gökmen'in içini gıdıklasa da bir yandan da dumur olmasına sebep oldu. Karşısındaki adamdan bu zamana kadar duyduğu en sevgi dolu sözcük amına koyarım falandı herhalde. Ve bu kadar yoğun bir öpücüğün ardından böyle içinde ayarsız bir sevgi barındıran sözcükleri kaldırabilecekmiş gibi hissetmedi. O yüzden sessiz kalıp, esmerin omzunda saklanmaya, bir yandan da ferah kokusunu soluyarak kafasını toparlamaya çalışmakla yetindi.
Ne kadar süre öyle durdular ikisi de bilmiyordu. Nefesleri düzene oturmuş, etraflarını sarmış buğu yavaşça dağılmıştı. Gökmen kafasını kaldırıp da eskinin baş düşmanı bugünün ise nesi olduğunu bilemediği adamla yüzleşemiyordu. Biz şimdi neyiz muhabbetine girmekten kaçınmaktı derdi. Aralarındaki şeye bir isim koyabilecek gücü yoktu.
Arslan ise yalnızca onu bekliyordu. Bu ilişkideki rolünün beklemek olduğunu çoktan kabullenmişti. Nefesleri normale dönüp de sessizlik aralarına bir çığ gibi yığılınca Arslan derin bir nefesle kafasını bulunduğu yerden çekti. "Gökkuş..." dedi elleri Gökmen'in belinden çekilip yavaşça yanaklarına yükselirken. Kollarının arasındaki çocuğun kasıldığını hissedince bir kez daha iç geçirip, "Bak bana..." diye fısıldayarak kafasını omzundan kaldırmasını sağladı.
Sarışının çekingen mavileri onun elalarına tutununca yarım ağız gülümseyip, alt dudağını yokladı. "Ama böyle bakma." diye ekledi.
Gökmen içine titrek bir nefes çekip bakışlarını kaçırınca neredeyse gülecekti. Bu hallerinin gözüne tatlı geliyor oluşu onu dehşete düşürdü. Eşek kadar, sakallı bir herifin gözüne tatlı gelmesi çok garipti. Parmakları yanağını şefkatle sıvazlarken, "Korkma, biz şimdi neyiz muhabbetlerine girmeyeceğim. Sana olduğu kadar bana da zor Gökkuş. Sadece ben içimde yaşıyorum, sen dışında." dedi. Sesi de, bakışları ve dokunuşları kadar şefkat yüklüydü.
Bu sözlerle Gökmen'in mavileri tekrardan onu buldu. Gece lambasının yüzünde bıraktığı gölgelerde dolanırken, her bir ayrıntısının istemsizce zihnine kazınıyor olduğu gerçeğiyle baş etmeye çalıştı. Sertçe yutkundu. Parmaklarının altındaki enseyi parmak uçlarıyla hafifçe okşarken tek derdi gördüğü şefkati yansıtmaktı. Korkularında yalnız olmadığını bilmek nedense içini rahatlatmış, korktuğu için Arslan'a garip bir minnet hissi duymuş, göğsünü saran ve hala sevgi demeye korktuğu duygu bir anda şahlanmıştı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra, sertçe yutkunup dudaklarını sonunda araladı.
"Ne yapacağız oğlum biz?" diye fısıldadı çatallı sesiyle. Ne yapacaklardı sahiden? Gelmişti gelmesine, varmıştı varmasına da ne yapacaklardı şimdi?
Arslan'ın alnı usulca alnına konunca istemsizce gözleri kapandı. Yanaklarındaki eller üşütüyor, alnındaki alın ısıtıyor ve Gökmen bu tezatlık karşısında yalnızca mahvoluyordu.
Arslan bir kez daha iç geçirdi. Göğsü tıka basa doluydu. O da çok bilmiyordu ne yapacaklarını. Dört duvarın arasına hapis olmaya mahkum tüm bu hislerle ne yapacaklarını o da çok bilmiyordu işte. Ne insanların zihniyetlerini değiştirebilecek, ne de yarım asırdır düşman olan ailelerinden korunmalarını sağlayacak bir sihirli değneği yoktu. Altı üstü, yirmilerinin başında tutulmaması gereken birine tutulmuş bir çare bir adamdı işte.
"Akışına bırakacağız." dedi o yüzden. Su akar yolunu bulurdu. Varacağı yer ise artık yukarıdakine kalmıştı.